![]() |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://dl8.glitter-graphics.net/pub/...xheac5dzk4.gif ON GÜNLÜK ZİHİNSEL ÇABA "Alışkanlık hizmetkârların en iyisi, efendilerin en kötüsüdür." NATHANIEL EMMONS SÜREKLİLİK Hepimizin peşinde koştuğu şey bu değil mi? Biz sonuçları arada sırada yaratmak istemiyoruz ki! Kendimizi bir an için neşeli hissetmek de istemiyoruz. En iyi halimize, raslantı sonucu gelmek de istemiyoruz. Gerçek bir şampiyonun en önemli belirtisi sürekliliktir yerleşmiş alışkanlıklardaki sürekliliktir. Herhalde şimdiye kadar, bu kitabı sırf size birkaç üstünlük kazandırmak amacıyla yazmış değilim. Size birkaç hikâyeyle ilham vermek, arasıra işinize yaratabilecek, size küçük bir "kişisel gelişme" yaratabilecek ilginç bilgileri sizinle paylaşmak için de yazmış değilim. Gerek bu kitap, gerekse benim bütün hayatım, hayatlarımızda ölçülebilir bir kalite artışı sağlamaya adanmıştır. Bu ancak yeni bir masif eylem paterniyle yaratılabilir. Herhangi bir yeni strateji ya da becerinin bir birey için gerçek değeri, kullanılma şıklığıyla doğru orantılıdır. Pek çok kere tekrarladığım gibi, ne yapılması gerektiğini bilmek yetmez, o bildiğinizi yapmanız gerekir. Bu bölüm size mükemmel alışkanlıklar yerleştirme konusunda yardımcı olacaktır. Bunlar, kendiniz ve başkalarınız üzerindeki etkinizi en yüksek düzeye çıkarmanıza yardımcı olacak odaklanma paternleridir. Ama hayatımızı bir sonraki düzeye çıkarabilmek için, bizi şimdi bulunduğumuz yere getiren düşünce paterninin, istediğimiz yere götürmeye yetmeyeceğini anlamamız gerekir. Benim gerek bireylerde, gerekse kuruluşlarda gördüğüm en büyük zorluk, değişimlere karşı direnmeleridir, oysa değişim onların en büyük müttefikidir. Bu hareketlerini mazur göstermek için de, şimdiki davranışlarının onları bu başarı düzeyine getirdiğini söylerler. Bu kesinlikle doğrudur. Ama şimdi artık yeni düzeyde kişisel ve profesyonel başarılara ulaşabilmek için yeni düzeyde düşünme gerekmektedir. Bunu yapabilmek için önce korkularımızın tüm engellerini aşmak ve zihinsel odağımızın kontrolünü elimize almak gerekir. Eski paternlerimiz, zihnimizin sorunlara esir olmasına izin verişimiz, derhal ve ebediyen kırılmalıdır. Onların yerine ömür boyunca sürecek yeni bir şeye adanmamız gerekmektedir, o da çözümlere odaklanmak ve süreçten zevk almaktır. Bu kitap boyunca siz hayatınızı daha zengin, daha dolu, daha neşeli ve daha heyecanlı kılmak için pek çok güçlü araçlar ve stratejiler öğrendiniz. Ama eğer bu kitabı okur da, uygulamazsanız, bu tıpkı çok güçlü bir bilgisayar alıp hiç kutusundan çıkarmamaya, bir Ferrari alıp bahçeye park ermeye, onu toza ve çürümeye terketmeye benzer. O halde izninizle size eski düşünce, duygu ve davranış paternlerinizi kırabilmeniz için basit bir plan sunalım. Bu, yeni güçlendirici alternatiflere şartlanmanızı ve onları kesinlikle sürekli hale getirmenizi kolaylaştırsın. Yıllar önce ben de bir hırslanma ve öfke paternine takılıp kalmıştım. Ne yana dönsem karşıma sorunlar çıkıyor gibiydi. O sıralarda, olumlu düşünmek, benim çözümler listemde pek baş sıraları alamıyordu. Ne de olsa, akıllı bir insandım ben. Akıllı insanlar kötü olayları kendilerine iyiymiş gibi göstermeye kalkışmazlardı! Çevremde bu bakış açımı destekleyen bir yığın kişi vardı (ve onların da her biri, hayatlarında benim kadar mutsuzdular). Aslında o dönemde ben inanılmayacak kadar olumsuz bir tutum içindeydim ve her şeyi olduğundan da kötü görüyordum. Karamsarlığımı bir kalkan olarak kullanıyordum. Bu esasında, kendimi beklentilerimin gerçekleşmemesi açısından korumak için zayıf bir çabaydı. Bir kere daha hayal kırıklığına uğramamak için ne olsa yapmaya hazırdım. Ama bu paterni benimseyince beni acıdan koruyan engel aynı zamanda zevkten de uzak tutuyordu. Çözümlere onun yüzünden ulaşamıyordum. O engel beni bir duygusal ölümün mezarına hapsetmişti. Öyle bir yerde hiç kimse fazla bir acı da, fazla bir zevk de bekleyemezdi. Orada insan, sınırlı eylemlerini haklı göstermek için habire, "ben gerçekçi davranıyorum" der dururdu. Oysa hayat aslında bir denge. Eğer bahçemizde kök salmakta olan yabanî otları görmeyi reddedecek kimseler haline gelmemize izin verirsek, kafamızın içinde yarattığımız hayaller bizi sonunda mahveder. Ama bir o kadar yıkıcı olan bir şey daha vardır, o da, korkudan sürekli olarak yabanî ot bürümüş bir bahçeyi düşünüp duran insanlara olanlardır. Liderin yolu, bir denge yoludur. Otları görür, onlara yüzünde bir gülümseme ifadesiyle bakar, bu otların bahçesine yaptığı ziyaretin sonunun yaklaştığını bilir, çünkü onları görmüştür artık. Derhal eyleme geçip onları yok edecektir. Yabanî otlar konusunda olumsuz duygular beslemek zorunda değiliz. Onlar da hayatın bir parçasıdır. Onları görmemiz, varlıklarını kabul etmemiz, çözümlere odaklanmamız ve hayatlarımızdaki etkilerini yok etmek için ne gerekiyorsa hemen yapmamız gerekmektedir. Onları yok farzetmek, hiçbir şeyi iyiye götürmez. Varlıkları karşısında ateş püskürüp küplere binmek, korkudan pısırıklaşmak da daha iyiye götürmek. Onların habire bizim bahçemize girmeye çalışması, hayatın gerçeklerinden biridir. Yapılacak şey, onları söküp atmaktır. Ve bunu, bir oyun ruhu içinde, sevinçle yapmaktır. Yoksa ömrünüzün geri kalanını hep sıkkın geçirirsiniz, çünkü emin olun, yeni yeni otlar hep gelecek, boy gösterecektir. Eğer her sorun çıktıkça dünyaya bir tepki halinde yaşamak istemiyorsanız, onların da hayatın önemli bir parçası olduğunu hatırlamanız gerekir. Onlar sizi zinde tutar, güçlü tutar, dikkatli tutar. Bahçenizi sağlıklı ve zengin durumda korumak için neler yapılması gerektiğini hep görebilmenizi sağlar. Aynı yaklaşımı zihinlerimiz için de uygulamalıyız. Olumsuz bir patern oluşmaya başlayınca, onun farkına varmalıyız. Bunun için dövünmek gerekli değildir. Üzerinde fazla durmak bile gerekmez. Ama paterni fark eder etmez onu kırmak, yerine yeni tohumlar, zihinsel, duygusal, fiziksel, ruhsal ve profesyonel başarı tohumlan dikmemiz gerekir. Peki, o paternleri görür görmez nasıl kırarız? Bölüm 6'da öğrendiğiniz NAC adımlarını hatırlamanız yeter. 1) Ne yapmak istediğinize karar vermek zorundasınız. Eğer gerçekten bir ihtiras, sevinç, hayatınız üzerinde bir kontrol duygusu hissetmek istiyorsanız, ki bunu istiyor olmanız gerekir, aksi halde bu kitabı alıp okumazdınız, o zaman ne istediğinizi biliyorsunuz demektir. 2) Bir kaldıraç bulmak zorundasınız. Eğer bu kitabı baştan sona okuyup, yine de birtakım yeni paternler oluşturmazsanız, ne büyük zaman ziyanı olur, değil mi? Oysa tersine, bu öğrendiklerinizi gerçek anlamda kullanarak zihninizin, vücudunuzun, duygularınızın, parasal durumunuzun ve ilişkilerinizin kontrolünü hemen elinize alırsanız, o zaman nasıl hissedersiniz?Acıdan kaçıp büyük zevklere ulaşma isteğinizin, hayatınızda gerekli değişiklikleri yapmasına, sizi bir sonraki düzeye çıkarmasına izin verin.B unu başarabilmek için de yapacağınız... 3) Sınırlayıcı paterni kırmaktır. Bunu yapmanın en iyi yolu bir "Zihinsel Perhiz" uygulamak olur. Yani belli bir zaman süresi koyup tüm düşüncelerinizi bilinçli bir kontrolden geçirmek. Zihinsel Perhiz, olumsuz ve yıkıcı düşünce ve duygu patentlerini ortadan kaldırma fırsatıdır. Bunlar hayattan gelen, duygusal olarak gerici, zihinsel olarak disiplinsiz şeylerdir. Ben kendime böyle bir zihinsel temizliği yaklaşık sekiz yıl kadar önce uyguladım sonunda çok derin ve değerine paha biçilmez bir süreç olduğunu gördüm. Bu fikri, Emmet Fox'un yazdığı bir küçük broşürde görmüştüm. Bu broşürde Fox, yedi gün boyunca hiçbir olumsuz düşünceye yer vermemenin öneminden söz ediyordu. Fikir ilk bakışta öyle Pollyanna'msı, öyle gülünç ve basit geliyordu ki, bunun bir zaman ziyanı olacağını sandım. Ama sonra Fox zihinsel sistemi temizleyecek perhizin kurallarını anlatmaya başladığında, bu işin sandığımdan daha zor olabileceğini anlamaya başladım. Bu zorluk ilgimi çekti, sonuçlar da beni şaşkına çevirdi. Bay Fox'un 1935 yılında yarattığı bu sistemi genişletmek, iyileştirmek, bu kitapta baştan beri öğrendiğiniz değişim araçlarını yaratmak için bundan da yararlanmanızı sağlamak istedim. Hem de bugünden başlayarak. Önceki bölümlerde öğrendiğiniz yeni disiplinleri gerçek anlamda uygulayabilme fırsatı şimdi karşınızda. Size önerdiğim tek zorluk da şu: Şu andan başlayarak önümüzdeki on gün boyunca tüm zihinsel ve duygusal işlevlerinizin tam kontrolünü ele almaya, birbirini izleyen on gün boyunca hiçbir güçsüzleştirici düşünce ya da duyguya yer vermemeye şimdi karar verin. Kolaymış gibi geliyor, değil mi? Eminim gerçekten de kolay olabilir. Ama bu işe başlayanlar genellikle beyinlerinin verimsiz korkulu, kaygılı ve yıkıcı düşüncelere ne kadar sık yer verdiğini görüp şaşarlar. Neden sürekli olarak hayatımızda gereksiz stresler yaratacak zihinsel ve duygusal paternlere kapılıyoruz? Cevabı basit: Bunun yararı olacağını sanıyoruz! Pek çok kimse sürekli bir kaygı durumunda yaşar. Bunu sağlayabilmek için de sürekli olarak, mümkün olan en kötü senaryoya odaklanır. Neden yaparlar bunu? Çünkü bu sayede harekete geçeceklerine, eyleme geçeceklerine inanırlar. Ama aslında kaygılar insanı son derece verimsiz ve güçsüzleştirici bir duygusal duruma sokar. Bizi eyleme geçirecek gücü vermez, tam tersine, horlanma ve korkular altında ezilmemize yol açar. Yine de bu kitaptaki en basit araçları kullanarak kaygılı durumunuzu bir anda değiştirebilir, bunu çözüme odaklanarak yapabilirsiniz. Kendinize daha iyi bir soru sorarsınız. Örneğin: "Bu durumu daha iyiye götürmek için şu anda ne yapmam gerek?" dersiniz. Ya da durumunuzu değiştirme için, duygularınızı kendinize tarif etmekte kullandığınız ke- limeleri değiştirirsiniz, "kaygılar içindeyim" demek yerine, "biraz merak ediyorum" dersiniz. Esasta, eğer benim On Günlük Zihinsel Çaba yöntemimi kullanmayı kabul ederseniz, ne olursa olsun kendinizi olumlu bir zihinsel durumda tutma işine adamışsımzdır demektir. Kendinizi verimsiz duygusal durumlarda bulduğunuz zaman hemen fizyolojinizi değiştirecek, ya da daha verimli bir duruma odaklanacaksınız demektir. Hem de o andaki istekleriniz ne olursa olsun. Örneğin bu on gün içinde eğer biri, sizin yıkıcı ya da nefret dolu olduğuna inandığınız bir hareketi size yönelik olarak yaparsa ve siz de kızmaya başlarsanız, durum ne olursa olsun hemen ruhsal durumunuzu değiştirmeniz gerekir. Ayrıca unutmayın ki durumunuzu değiştirmek için elinizde birçok stratejiler var. Kendinize daha güçlendirici sorular sorabilir, "Ben bundan ne öğrenebilirim?" ya da "Bu durumun harika yanı neresi, henüz kusursuz olmayan yanı neresi?" diyebilirsiniz. Bu sorular sizi verimli durumlara yöneltir, orada çözümleri bulursunuz, sürekli olarak bir öfke ve hırslanma çemberini kovalayıp durmaktan kurtulursunuz. Gerçekten adanmışsanız, durumunuzu başka ne yollarla değiştirebilirsiniz? Unutmayın ki amacımız hayatın sorunlarını görmezden gelmek değil, kendimizi hem çözüm bulacak hem de o çözümü uygulayacak daha iyi zihinsel ve duygusal durumlara sokmaktır. Kontrol edemedikleri şeylere odaklanan insanlar sürekli olarak güçsüzleşirler. Ben Fox'un Zihinsel Perhiz'ine girmeyi ilk düşündüğümde, olumlu durumda kalırsam incineceğimden, acı çekeceğimden korkmuştum. Ne de olsa, geçmişte olumlu davrandığımda beklediklerim gerçekleşmemişti. Kendimi çok kötü hissediyordum. Ama sonunda odağımı değiştirmekle hayatım üzerinde sağladığım kontrolün, sorundan kaçıp derhal çözüme odaklanmaktan geldiğini gördüm. İç cevapları arıyordum, verimli duruma girer girmez onları hemen buldum. Tanıdığım her büyük ve başarılı insan, duygusal "fırtınalar" sırasında zihnini açık seçik net ve duru durumda tutmayı bilir. Nasıl başarırlar bunu? Çoğunun bir temel kuralı vardır: Hayatta hiçbir zaman vaktinizin yüzde 10'dan fazlasını bir soruna harcamayın, en az yüzde 90'ını o sorunun çözümüne harcayın. Daha da önemlisi, küçük şeyleri dert edinmeyin unutmayın ki onlar küçük şeylerdir! Eğer On Günlük Zihinsel Çaba'yı uygulayacaksanız -ki uygulayacağınızı sezer gibiyim- o zaman şöyle düşünün. Nasılsa bu kitabın burasına kadar gelmişsiniz. O halde şu on gün boyunca zamanın yüzde 100'ünü birden yalnız çözümlere ayıracağınıza, sorunlara hiç vakit ayırmayacağınıza karar verin! "Ama acaba bu sorunları daha beter etmeyecek mi? Sorunlarıma kaygılanmazsam, o sorunlar kontrolden çıkmaz mı?" Doğrusunu isterseniz hiç sanmam. On gün boyunca sırf çözümlere odaklanmak, hayatınızda nelerin harika olduğuna, nelerin sonuç verdiğine, ne kadar şanslı olduğunuza odaklanmak, sorunlarınızı hiç de daha beter edecek değildir. Ama o yeni paternler sizi öyle güçlendirebilir ki, bir zamanlar sorun saydığınız şey, siz yeni bir kimlik edinip güçlü ve neşeli biri olduğunuz anda kendiliğinden yok olabilir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar On Günlük Zihinsel Çaba'nın dört tane basit, ama önemli kuralı vardır. Eğer niyetiniz bunu uygulamaksa, lütfen şunları unutmayın: ON GÜNLÜK ZİHİNSEL ÇABA - OYUNUN KURALLARI Kural 1: Bunu izleyen on gün boyunca, verimsiz düşünce ve duygulara yer vermeyi reddedin. Güçsüzleştirici sorulara canlılığınızı azaltıcı kelimelere ve metaforlara da hiç yer vermeyin. Kural 2: Kendinizi olumsuza odaklanmış durumda yakalarsanız -ki olacaktır- derhal öğrendiğiniz teknikleri kullanarak odağınızı daha iyi bir duygusal duruma çevireceksiniz. Özellikle de Sorun-Çözücü Soruları ilk hücumunuzda kullanın; örneğin: "Bunun harika yanı nedir? Nesi henüz kusursuz değil?" Unutmayın, "Nesi henüz kusursuz değil?" şeklinde bir soru sorarken ilerde her şeyin mükemmel olacağını varsayıyorsunuz demektir. Bu sizin durumunuzu değiştirecektir. Böyle bir soru, sorunu görmezden gelmiyor, ama neyin değişmesi gerektiğini aradığınız süre boyunca sizi olumlu bir durumda tutuyor. Buna ek olarak, on gün boyunca her sabah kendinizi başarıya dönük olarak kurun, Sabah Güçlendirme Soruları'nı sorun. Bunları yatağınızdan kalkmadan önce ya da duştayken yapabilirsiniz, ama sabah ilk iş olarak yapmayı unutmayın. O zaman kendinizi güçlendirici zihinsel ve duygusal paternlere daha sabahtan odaklamış olursunuz. Akşamları, Akşam Güçlendirme Soruları'nı kullanın ya da sizi uyumadan önce çok iyi duruma getireceğine inandığınız başka sorular kullanın. Kural 3: Birbirini izleyen on gün boyunca, tüm odağınızın çözümlere dönük olduğundan, sorunlara dönük olmadığından emin olun. Mümkün olabilecek bir zorluk gördüğünüz anda hemen çözümünün ne olabileceğine odaklanın. Kural 4: Geriye doğru kayarsanız, yani kendinizi verimsiz düşünce ve duygulara yönelmiş durumda yakalarsanız, dövünmeye gerek yok. Hemen değişirseniz, bunun pek bir sakıncası yoktur. Ama eğer o olumsuz, verimsiz, güçsüzleştirici düşünce ve duygulara ölçülebilecek bir zaman dilimi boyunca takılıp kalmayı sürdürüyorsanız ertesi sabahı bekleyip on güne yeni baştan başlamanız gerekir. Bu programın amacı, peşpeşe on günü hiçbir olumsuz düşünce ya da duyguya yer ayırmadan tutturmaktır. Bu yeniden başlama süreci, kaçıncı güne gelmiş olursanız olun, mutlaka uygulanmalıdır. Sorun Çözücü Sorular, Sabah Güçlendirme Sorulan ve Akşam Güçlendirme Sorulan Bölüm 8'de bulunabilir. Şimdi belki şöyle soracaksınız: "Olumsuz düşüncede ne kadar süre takılırsam sürdürme sayılacak?" Bence bir tüm dakika boyunca sürekli odaklandığınız düşünce ya da duygu, sürdürmedir. Bir dakika, kendimizi yakalayıp durumu değiştirmek için yeterli süredir. Tüm amacımız, ejderhayı küçükken yakalamaktır. Bir şeyin olumsuz olduğunu herhalde yirmi ya da kırk saniye içinde rahatlıkla anlayabilirsiniz. Sizin yerinizde olsam, durumu farkedip değiştirmek için kendime iki dakika süre tanırdım. İki dakikaya kadar herhalde olumsuz durumunuzu fark eder, paterni kırarsınız. Eğer beş dakika ya da daha çoğuna izin verirseniz, Zihinsel Çaba'nın görevini yapamayacağını görürsünüz. Tek öğrendiğiniz, duygularınızı daha hızlı deşarj etmek olur. Oysa amaç, daha olumsuz duruma girmeden işi tersine çevirmektir. Ben bu egzersizi ilk denediğimde, üç gün boyunca uyguladıktan sonra bir şeye kızdım, beş dakika olumsuz duygular içinde kaldıktan sonra durumu ancak fark ettim. Ama ikinci deneyişimde, altıncı güne geldiğimde karşıma yine zorluklar çıktı. Ne var ki o zamana kadar artık adanmıştım. En baştan başlamaya niyetim yoktu! Hemen kendimi çözüme odakladım. Tahmin edebileceğiniz gibi bunun yararı, zihinsel perhizimi sürdürmek değil, kendimi yepyeni ömür boyu sürecek bir paterne şartlandırmaktır. Çevremde olumsuz zorluklar olduğu zaman bile hep olumlu durumda kalma enerjimin çoğunu çözümlere odaklama paternine. Bugüne kadar, ne zaman "sorunlar" sözünü duysam, belki farkına varmışsınızdır, onlara zorluklar derim. Üstesinden gelinecek zorluklardır onlar. Üstlerinde uzun süre oyalanmam. Derhal odağımı, o zorluğu bir fırsat haline çevirmenin yollarına döndürürüm. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://dl8.glitter-graphics.net/pub/...xheac5dzk4.gif "Önce biz alışkanlıklarımızı oluştururuz, sonra da alışkanlıklarımız bizi oluşturur." JOHN DRYDEN Belki bu Zihinsel Çaba programını uygularken vücudunuzu da temizlemeye karar verebilirsiniz. Sınırsız Güç kitabımda, on günlük bir fiziksel çaba programı vermiştim. On günlük Sağlıklı Yaşam ve Canlılık Çabası'nı, on günlük Zihinsel Çaba ile birleştirmek, hayatınızı on gün içinde yeni bir düzeye çıkarmanızı sağlayacak güçlü sonuçlar yaratabilir. Bu Zihinsel Çaba'ya adanmak ve onu uygulamakla kendinize sınırlayıcı alışkanlıklardan uzak bir süre tanımış, güçlenme kaslarınızı çalıştırmaya başlamış olacaksınız. Beyninize yeni mesajlar yollayacak yeni sonuçlara komuta edeceksiniz. Güçlendirici duygular isteyecek, zenginleştirici düşüncelere, ilham verici sorulara yöneleceksiniz. Açık seçik bir uzaklaşma fikriyle (yeniden başlamanın acısı) beyninize güçlendirici paternleri arama yolunda güçlü sinyaller yolluyor olacaksınız. Aklınızda bulunmasına izin vereceğiniz daha yüksek standarttaki düşünceleri bilince, körü körüne kullandığınız ya da kabullendiğiniz saçmalıkları tanıyabileceksiniz. Sonuç olarak, eski halinize geri dönmeyi çok zor bulacaksınız. Bu yaklaşımın bu yalınlığı ve çıplaklığı, paternleri gelecekte de hatırlamanızı sağlayacak, eski halinize dönmenizi büsbütün imkânsız kılacak. Bir uyarı notu: On gün dayanabileceğiniz zaman gelinceye kadar bu sürece hiç başlamayın. Bir adanmışlık duygusuyla başlamazsanız, on günü zaten sürdüremezsiniz. Bu iş öyle ödleklere göre bir şey değildir. Gerçekten sinir sistemlerini yeni ve güçlendirici duygusal paternlere şartlamak, hayatlarını bir üst düzeye çıkarmak isteyenlere göredir. Bunu yapmak isteyip istemediğinize karar verdiniz mi? Bir taahhüde girmeden önce çok dikkatli düşünün, çünkü bir kere girdiniz mi sözünüzde durmanız disiplinli bir çabadan gelen sevincin tadına varmanız gerekir. Cevabınız evetse, şu on gün boyunca, şimdiye kadar teorik öğrendiğiniz şeyler gündelik hayatınızın bir parçası haline getireceksiniz. On günlük programınız NAC teknolojisini uygulayıp kendinizi başarıya şartlamanıza yardımcı olacaktır. Yeni sorular soracak bunu yaparken Değişim Sözlükçesini kullanacak, daha güçlendirici küresel metaforlara yönelecek odağınızı ve fizyolojinizi bir anda değiştireceksiniz. Kabul etmek zorundayız, hepimizin hayatta küçük kaprisleri, tutkuları, şımarıklıkları vardır. Kilonuz fazlaysa, belki sizin tutkunuz çikolatalı pastalar, bol peynirli pizzalardır. Perhize girdiğinizde kendinize, "Yeter artık. Çizgiyi buraya çiziyorum" deyin. Kendinizi daha yüksek bir standarda bağlayın o bir tek küçük, disiplinli hareketten gelen özsaygının tadını çıkarın. Ama hepimizin zihinsel tutkuları ve kaprisleri de vardır. Bazılarımız kendine pek acır. Bazılarımız da kendi çıkarlarını ikide bir sabote edişlerine pek kızar. Kimimiz odaklanmamız gereken şeylere dikkat ermeyiz. Benim size sunduğum zorluk, on gün boyuna kendinize yıkıcı zihinsel tutku izni vermemektir. Bunları kendinize yasaklamanın engeli nedir? Üç şeydir aslında. Biri tembelliktir. Birçok insan ne yapması gerektiğini bilir, ama bunu yapacak enerjiyi hiçbir zaman toplayamaz. Birçoğu hayatlarının daha iyi olması gerektiğini, daha iyi olabileceğini bildiği halde, televizyonun karşısında oturup fasafiso yiyecekler yer, zihnini ve vücudunu, yeni bir büyümeyi sağlayacak yakıttan yoksun bırakır. İkinci engel de korkudur. Genellikle şimdiki zamanın güvencesi, gelecekte daha fazlasını yaratmanın serüveninden daha rahattır. Pek çok insan hayatlarının sonuna kadar, neler olabileceklerini merak ederek yaşarlar. Başınıza bunun gelmesine izin vermeyin. Üçüncü engel de alışkanlıktır. Hepimizin kendi eski duygusal paternleri vardır. Bunlar alışkanlığın öldürücü gücünü taşır. Beynimiz otomatik pilota bağlanmış bir uçak gibi, hep aynı cevapları verip durur. Bir engelle karşılaştığımızda, çözümü görmek yerine sorunu görürüz. Bir terslik olduğunda durumdan nasıl ders alacağımıza karar vereceğimiz yerde, kendimize acımaya başlarız. Bir hatâ yaptığımızda, bundan ders alıp ileriye doğru yeni bir adım atacağımız yerde, bunu neleri yapamayacağımızın bir işareti olarak görürüz. Bu egzersiz, üç engeli de aşıp kalıcı değişiklikler yaratmaya ve bu değişikliklerin zaman içinde katlanarak çoğalmasını sağlamaya yöneliktir. İşte bu, CANÜ'ye gerçek anlamda adanma fırsatınızdır. On günlük Çaba kolay iş değildir. Eğer siz bir alışkanlık sonucu hep kendinize acıyorsanız, bundan vazgeçmek hiç kolay olmaz. Eğer parasal baskılara odaklanmış durumdaysanız, korku içinde hareket etmek durumu daha iyiye götürecek değildir. Hayatınızda ters giden her şey için eşinizi suçluyorsanız en kolayı bunu yapmayı sürdürmektir. Özgüven eksikliğinizi, hep kızgın olmakla telâfi ediyorsanız, suçluluk duygusuna gömülüp kalıyorsanız, sorunlarınız için görünüşünüzü, parasal durumunuzu ya da büyütülüş tarzınızı suçluyorsanız, değişmek hiç kolay olmaz. Ama hayatınızı daha iyiye götürmek için daha şimdiden elinizde öyle çok araç var ki! İşte size onları kullanmaya başlamanız için meydan okuyorum. İnanın bana, bu küçük egzersizin içerdiği güç inanılacak gibi değildir. Birincisi, sizi geri tutan, alışkanlık haline gelmiş zihinsel patentlerinizi size hemen gösterecektir. İkincisi, beyninizin o paternler yerine güçlendirici alternatifler aramasına yol açacaktır. Üçüncüsü, size inanılmaz bir güven duygusu verecek, hayatınızı tersine çevirebileceğinize inandıracaktır. Dördüncüsü, en önemlisi de budur, size yeni alışkanlıklar, yeni standartlar ve yeni beklentiler getirecek bunlar tahmin edemeyeceğiniz kadar büyüyüp gelişmenizi sağlayacaktır. Başarı bir süreçtir. Bir dizi küçük disiplinlerin bizi alışkanlık haline gelen bir başarı patentine götürmesidir. Bu patern bir kere yerleşince, artık sürekli olur, özel bir çaba gerektirmez. Tıpkı giderek hızını artıran bir yük treni gibi, bu egzersiz için her şeyi doğru yapmaya bir kere başlayınca daha önce sizi geri tutmuş olan patentleri kırar yerine sizi ileriye fırlatan paternleri yerleştirmiş olursunuz. Bu konuda bir harika haber daha vardır, o da, aç kalarak yaptığınız perhizden sonra yeniden yemek yemeye başlamanızdan çok farklı oluşudur. Bu seferkinde, eski olumsuz alışkanlığınıza geri dönmeyeceksiniz. Yani sonunda bu iş on günlük bir egzersiz olmakla kalmaz. Aslında bu egzersiz size, ömrünüzün sonuna kadar hep olumlu odaklara yönelme tiryakiliği yapsın diye sunulmaktadır. Ama eğer on gün boyunca zehirli zihinsel paternlerinizi kırdıktan sonra yine onlara geri dönmek isterseniz, seçim sizindir. Zihinsel açıdan capcanlı bir hayatı tattıktan sonra geri dönmek size bir tiksinti duygusu verecektir. Ama eğer geriye doğru kaydığınızı hissederseniz, yeniden yüksek yola geçebilmekte kullanacağınız araçlar elinizdedir. Ama unutmayın, bu on günlük çabayı başarıya ulaştırabilecek tek kişi sizsiniz. Bunu sürdürmeyi ancak siz sağlarsınız. Belki sebat etmenizi sağlamak için ek kaldıraçlar bulmak isteyebilirsiniz. Kendinize ek özendiriciler bulmanın bir yolu da, neye karar verdiğinizi çevrenizdekilere duyurmak ya da on günlük zihinsel çabayı sizinle birlikte uygulamak isteyecek birini bulmaktır. Tecrübelerinizi her gün yazabilir, teype kaydedebilir, türlü zorlukları nasıl aştığınızı kalıcı kılabilirsiniz. Daha sonra bu kayıtlara geri dönmeyi çok değerli bulacağınıza bahse girerim. Son olarak, bir değişiklik yaratmanın en önemli araçlarından biri, yalnız eski paterni kesmekle kalmayıp onun yerine yeni bir şey bulmaktır. Yapmaya karar verdiğiniz şey belki de benim ömrüm boyunca hep yaptığım bir şeydir, yani okur olmaktır. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Yıllar önce, öğretmenlerimden Jim Rohn bana, iyi ve değerli bir şey okumanın, besleyici, öğretici şeyler okumanın, yemek yemekten bile daha önemli olduğunu öğretmişti. Günde en az otuz dakika boyunca bir şeyler okuma fikrini kafama takan o olmuştu. "Yemeğini yemesen olur, ama okumanı asla atlama," demişti. Ben bunu hayatımın en değerli farklılıklarından biri olarak görüyorum. Bu yüzden, sisteminizi eski şeylerden kurtarıp temizlerken, yeni şeyler okumayı sürdürerek onu güçlendirmeyi de devreye sokabilirsiniz. On gün boyunca kullanabileceğiniz, size derin içgörüler ve stratejiler kazandıracak nice yazılar vardır. Eğer bu kitaptan herhangi bir şey öğrenmişseniz, o da kararların önemi olmak zorundadır. Birlikte yapacağımız yolculuğun çok önemli bir noktasındasınız. Birçok temel stratejiler öğrendiniz. Şimdi onları güçlü ve olumlu biçimde kullanıp hayatınızı değiştirebilirsiniz. Şu anda size sormak istediğim soru şu: O araçları kullanmaya karar verdiniz mi? Bu kitabın size sunduğu şeylerden en iyi biçimde yararlanmayı kendinize borçlu değil misiniz? îşte attığınız adımı izlemenin en önemli yollarından biri bu. Şu anda bunu yapmaya, bir zamanlar ancak hayallerinizde görebildiğiniz hayatı gerçekte yaşamaya karar verip adanın. Anlamanızı istediğim şey, bu bölümün benim size meydan okuduğum bölüm olduğu. Bu hem bir fırsat, hem de bir davetiye. Kendinizden beklediklerinizin herkesin sizden beklediklerinden daha fazla olmasına davetiye. Bu adanmışlığın meyvelerini toplamanıza davetiye. Öğrendiklerinizi uygulamaya koymanın zamanı geldi. Ama aynı zamanda, hayatınızda basit olmasına karşın çok güçlü değişiklikler yaratmak isteyip istemediğinize karar vermenin de zamanı geldi. İstediğiniz şeyin bu olduğunu biliyorum. Eğer yapabileceğinize dair kanıt istiyorsanız, okumuş olduğunuz bu bölümün o kanıtları sağlayabileceğine içtenlikle inanıyorum tabii eğer tüm gücünüzle uygularsanız. Bu noktada, artık kitabın ikinci kesimine geçmeye hazırsınız. Kararlar vererek hayatınızı biçimlendirmenin temel araçlarını öğrenmiş bulunuyorsunuz. Ama şimdi de, hayatınız boyunca verdiğiniz her kararı kontrol eden Master Sistem'i incelememiz gerekiyor. Kendi kişisel felsefenizin temellerini anlayabilmek için bilmeniz gereken şey... |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://dl8.glitter-graphics.net/pub/...xheac5dzk4.gif BOLUM İKİ: MASTER SİSTEM'İ KONTROL ALTINA ALMAK NİHAİ ETKİ: MASTER SİSTEMİNİZ "Çok basit, sevgili Watson..." SIR ARTHUR COMAN DOYLE'DAN Özür dileyerek yaptığım işle ilgili en sevdiğim şeylerden biri, insan davranışının esrarını çözme fırsatı bulmak ve o sayede çözümler sunup insanların hayat kalitesinde gerçek anlamda farklar yaratmak. Görünen yüzeyin altına doğru sondajlar yapıp, bir insanın davranışının altındaki "niçin'leri keşfetmek, o kişinin çekirdek inançlarını, sorularını, metaforlarım, referanslarını ve değerlerini anlamak, içimde büyük bir hayranlık uyandırıyor. Benim iddiam derhal ve ölçülebilir sonuçlar üretmek olduğu için, değişikliği kolaylaştıracak kilit kaldıraç noktalarını çabucak bulmayı işim gereği öğrendim. Her gün Sherlock Holmes rolü oynama fırsatı buluyorum, incecik ayrıntılara inip, her insanın benzersiz tecrübesini, tıpkı bulmaca parçalarını birleştirir gibi ortaya çıkarıyorum. Herhalde benim pek özel bir hafiye olduğumu söyleyebilirsiniz! İnsan davranışında her şeyi açık eden ip uçları vardır. Dumanı tüten bir tabanca gibi ortaya vurur her şeyi. Bazen ipuçları biraz daha gizlidir. Onları ortaya çıkarabilmek için daha derin araştırmalar yapmak gerekir. Ama her ne kadar insan davranışları çok çeşitli ise de, benim bu işi başarmamı kolaylaştıran şey, eninde sonunda kilit unsurlardan oluşan bazı belli paternlere gelip dayanması. Eğer siz de o düzenleyici ilkeleri anlarsanız o zaman insanları hem olumlu değişikliğe doğru itebilecek gücü bulursunuz, hem de neyi neden yaptıklarını anlayabilirsiniz. Tüm insan davranışlarını yöneten Master Sistem'i anlamak da tıpkı kimya, fizik gibi bir bilimdir, önceden kestirilebilecek aksiyon ve reaksiyon paternleri tarafından yönetilmektedir. Kendi Master Sistem'inizi düşünün. Hayatınızda olup biten her şeyi nasıl değerlendirdiğinizi saptayan beş komponent vardır. Sisteminizin tümü bir Zamansal Tablo gibidir, üzerinde insan davranışlarının unsurları ayrıntılı biçimde bulunur. Nasıl fiziksel maddelerin hepsi birtakım temel ünitelere ayrılabilirse, insan davranışı süreci de öyle ayrıştırılabilir... Tabii bunu da ancak, neyi arayacağını bilen bir kimse yapabilir. Her birimizi farklı kılan şey, bu unsurların bileşimi ve yapısıdır, yani unsurları nasıl kullandığımızdır. Bazı bileşimler uçucu gazlar gibidir, patlama sonuçları doğururlar. Diğer bazı bileşimler nötralize eder, bazıları katalize eder, bazıları da paralize eder. Her gün bize bir sürü şey olduğu için, çoğumuz kendi kişisel felsefemizin varlığını fark edemeyiz bile. Hele bu olayların bizim açımızdan ne anlama geldiğini çıkarabilmek için değerlendirmeler yapış biçimimizi bu felsefenin nasıl yönlendirdiği hiç aklımıza gelmez. Elindeki kitabın bu ikinci bölümü, Master Sistem Değerlendirme'mzm kontrolünü elinize almaya yardımcı olmak içindir. Kontrole alacağınız o güç, hayatınızın her ânında kendinizi nasıl hissettiğinizi ve neler yaptığınızı denetlemektedir. Başkalarının Master Sistem'ini anlamak, size o insanın esas ruhunu bir anda tanıtır. O kişi ister eşiniz olsun, ister çocuğunuz, ister patronunuz ya da iş ortağınız, ya da isterse, her gün karşılaştığınız başka kimseler. Şimdi bu anlattığım, ömrünüzde size verilecek en büyük armağanlardan biri değil mi? Sizin için en önemli olan insanları ve bu arada kendinizi, nelerin güttüğünü bilmek müthiş bir şey değil mi? Bir kimseyle aranızdaki tüm sorunların ötesine geçebilmek, o kişinin neden böyle davrandığını anlamak, ondan sonra da, o kişiyi yargılamaya kalkmaksızın, bir anda onun gerçek kişiliğiyle bağlantı kurabilmek ne harika bir şey, değil mi? Çocuklarla olduğumuz zaman, huysuz davranmaya başladıklarında, aslında uykularının geldiğini, yoksa keyiflerinin kaçık olmadığını pekâlâ biliriz. Evlilikte de gündelik streslerin altında yatanı görüp birbirinize destek sunarak, sizi ilk bir araya getiren o duyguyu besleyip büyütmek son derece önemlidir. Eğer eşiniz işinin baskısını üzerinde hissediyorsa, evde o hırsını boşaltmaya çalışıyorsa, bu hiç de evliliğinizin sona erdiği anlamına gelmez. Ama daha dikkatli olmak gerektiğini, sevdiğiniz bu kişiyi desteklemeye odaklanmanız gerektiğini gösterir. Ne de olsa, insan borsayı yalnızca endekslerin yirmi puan kaybettiği bir tek güne bakarak değerlendiremez. Aynı şekilde, bir kişinin karakterini de bir tek olaya dayanarak değerlendirmek yanlıştır. İnsanlar, davranışlarına eşit değildirler. İnsanları anlamanın anahtarı, onların Master Sistem'ini anlayıp kendilerine özgü sistematik akıl yürütme biçimlerini çözümlemektir. Hayattaki her durumda, olup bitenlerin bizim için ne anlama geldiğini ve bizim bu konuda ne yapmamız gerektiğini saptamak için hepimizin uyguladığı bir sistem ya da süreç vardır. Sizin de, benim de hatırlamamız gereken şey, çeşitli olayların farklı insanlar için önemli olduğudur, herkesin olup biteni, kendi perspektifine ve şartlanmasına göre farklı değerlendireceğidir. Şimdi kendinizi tenis oynarken kötü bir servis atmış gibi düşünün. Sizin açınızdan, işi yüzünüze gözünüze bulaştırmaktır bu. Rakibinizin açısından, harika bir vuruştur, çünkü işine gelmiştir. Hakemin açısından o servis iyi de, kötü de değildir, ya "içeri" ya da "dışarı" düşmüştür, o kadar. Peki, kötü bir vuruş yaptıktan sonra genellikle ne olur? İnsanlar genellemeler yapmaya başlarlar ve bunu da çoğu zaman güçsüzleştirici bir biçimde yaparlar. "Ne kötü bir servis" sözü değişir, "Bugün ben canımı kurtarmak için bile olsa iyi bir servis atamayacağım" haline gelir. Tabii bundan sonraki birkaç servis de büyük olasılıkla yine kötü olacaktır. O zaman genelleme treni hızını artırır, şöyle bir süreç izler: "Zaten hiçbir zaman servislerim aman aman değildir." "Ben zaten tenisi iyi oynayamıyorum." "Hiçbir şey doğru dürüst öğrenemem ben zaten." "Felâket bir insanım." Burada böyle ayrıntılı anlatınca pek garip görünüyor ama, aslında hayatımızın pek çok alanında olan bu değil mi? Eğer değerlendirme sürecimizin kontrolünü ele alamazsak, iş çığrından çıkıyor, bizi de kaptığı gibi kendini küçümseme ve azarlama girdabına sürüklüyor. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://dl8.glitter-graphics.net/pub/...xheac5dzk4.gif ÜSTÜN DEĞERLENDİRMELER ÜSTÜN HAYATLARI YARATIR Kültürümüzün en başarılı insanlarıyla modellemeler yaparken hepsinde gördüğüm bir ortak payda varsa, bu insanların üstün değerlendirmeler yaptıklarıydı. Şimdi herhangi bir alanın ustası saydığınız birini düşünün. İster iş hayatında, ister politikada, ister hukukta, sanatta, ilişkilerde, fiziksel sağlıkta ya da maneviyatta olsun. Bu insanları kişisel doruk noktalarına ulaştıran nedir? Savcı Gerr Spense'in son on beş yıldan beri hemen hemen girdiği her davayı kazanması nedendir? Bili Cosby nasıl oluyor da her sahneye çıkışınca seyircilerinin hayranlığını uyandırabiliyor? Andrew Lloyd Webber'in müziğini bu kadar mükemmel kılan şey ne? Hepsi aynı noktaya gelip düğümleniyor. Bu insanlar, kendi uzmanlık alanlarında üstün değerlendirmeler yapabiliyorlar. Spence, insan duygularını ve kararlarını neyin etkilediği konusunda yüksek bir anlayış geliştirmiş. Cosby yıllar boyunca kilit referansları, inançları, kuralları incelemiş, çevresindeki her şeyi kullanarak insanları nasıl güldürebileceğini bulmuş. Webber'in ezgi ustalığı, orkestrasyonu, aranjman yeteneği ve diğer özellikleri ruhumuzun en derin noktalarına dokunabilen müzikler yazmasını sağlamış. Dünyanın en çok maaş alan yöneticilerinden biri, Sir John Templeton'dur. Uluslararası yatırım dalında çalışır ve elli yıldan beri sicili rakipsizdir. 1954'de Templeton Growth Fonu kurulduğu zaman oraya yatırılmış bir para eğer bugüne kadar dursaydı, şimdi değeri 2.2 milyon dolar olurdu! Bugün portföyünüze onun şahsen bakmasını sağlamak için en az 10 milyon, dolar nakit para yatırmanız gerekiyor. En çok yatıran müşterisi, bir milyar dolarını ona emanet etmiş. Templeton'u gelmiş geçmiş en büyük yatmm'«danışmam yapan şey nedir? Bu soruyu kendisine sorduğumda, bir an bile kararsızlık göstermedi. "Bir yatırımın gerçek yararını değerlendirebilme yeteneğim" dedi. Her türlü trendler ve kısa dönemli piyasa dalgalanmaları sırasında bile bunu yapabilmeyi başarmış. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Son bir yıl içinde birlikte çalıştığım ve modellediğim diğer büyük yatırım danışmanları arasında Peter Lynch, Robert Precher ve VVarren Buffet de var. Buffet finansal değerlendirmelerinde kendisine yardımcı olsun diye güçlü bir metafor kullanıyor. Bunu arkadaşı ve hamisi Ben Graham'dan öğrenmiş: "(Piyasa dalgalanmalarıyla ilgili bir metafor olarak, onlara bakarken hayalinizde) onları kendi ortağınız olan Bay Piyasa adlı, iyi huylu biri tarafından gönderilen şeyler farz edin... Bay Piyasa'nın sunduğu fiyatlar asla (istikrarlı) değildir. Neden? Çünkü zavallının tedavisi imkânsız duygusal sorunları vardır. Bazen kendini pek mutlu hisseder, iş hayatına yalnızca en iyi etkenlerin girebildiğini görürsünüz. Ruhsal durumu kötü olduğu zaman da çok yüksek bir alış-satış fiyatı patlatır, çünkü kendi çıkarlarına göz diktiğinizi sanır, kazancını elinden alacağınızdan korkar. Bazen de iyice depresyondadır, iş hayatının ve bütün dünyanın geleceğini kapkara görmeye başlar. Böyle zamanlarda çok düşük fiyat verir, çünkü sizin faizleri onun üstüne yükleyeceğinizden korkar. Ama tıpkı baloya giden Kül Kedisi gibi, bir tek işarete çok dikkat etmelisiniz, aksi halde her şey balkabağına dönüşür. Bay Piyasa'nın işi size hizmet etmektir, size rehberlik etmek değildir. Sizin işinize yarayacak olan, onun bilgeliği değil, cüzdanıdır. Günün birinde saçma sapan bir ruhsal durum içinde karşınıza çıkarsa, ister onu görmezden gelirsiniz, ister ondan yararlanırsınız, ama eğer onun etkisi altına girerseniz işiniz bitti demektir. Gerçekten de eğer kendi işinizi Bay Piyasa'dan daha iyi anlayıp değerlendiremiy orsanız, sizin zaten bu oyunda yeriniz yoktur." Besbelli Buffet'in yatırım kararları, borsa düştükçe kaygılanıp yükseldikçe coşanlardan çok farklı. Değerlendirmesi farklı olduğu için de, aldığı sonuçlar farklı bir kalitede oluyor. Eğer bir insan, hayatın belli bir alanında bizden daha başarılı oluyorsa, nedeni olayları değerlendiriş biçiminin farklı oluşu, bu konuda ne yapması gerektiğine ilişkin kararının da farklı oluşudur. Unutmamalıyız ki değerlendirmelerimizin etkisi, aslında finans dünyasından çok daha yeni alanlara yayılmaktadır. Her akşam yemekte ne yiyeceğinizi değerlendiriş biçiminiz, hayatınızın uzunluğunu da, kalitesini de saptayacak şeydir. Çocuklarınızı nasıl büyüteceğiniz konusundaki kötü değerlendirmeler insana ömür boyu sürecek acılar getirebilir. Bir başkasının değerlendirme sürecini anlayamamak bazen çok güzel ve sevgi dolu bir ilişkiyi mahvedebilir. O halde amaç, hayatınızdaki her şeyi, sizi sürekli olarak istediğiniz sonuçlan elde etmeye götürecek biçimde değerlendirmektir. Bu işin zorluğu, gözümüze karmaşıkmış gibi görünen süreçlerin kontrolünü hiçbir zaman ele almak alışkanlığında olmayışımızdır. Ama ben bunu da kolaylaştıracak usuller geliştirdim. Artık dümene geçip, kendi değerlendirme süreçlerimizi, bu yolla da kaderlerimizi yönetebiliriz. Aşağıda değerlendirmenin beş unsurunun kısa bir özetini bulacaksınız. Bunlardan bazılarını zaten biliyorsunuz, geri kalanlarını da bundan sonraki bölümlerde ele alıp inceleyeceğiz. Aşağıya baktığınızda, çifte hedeflere dönük bir ok göreceksiniz. Bu şema, değerlendirme Master Sistem'imizin nasıl çalıştığını gösteriyor. Şimdi beş unsuru birer birer ele alalım ve herbirini sırası geldiğinde bu şemaya ekleyelim. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar 1) Tüm değerlendirmelerinizi etkileyen birinci unsur o değerlendirmeyi yaparken içinde bulunduğunuz zihinsel ve duygusal durum'dur. Hayatınızda bazen öyle zamanlar olur ki, birisi bir söz söylemeyegörsün, hemen ağlamaya başlarsınız. Oysa o kişi aynı sözü başka bir zamanda söylese, gülersiniz. Nedir bunun farkı? Yalnızca sizin içinde bulunduğunuz durumdur. Korku dolu, duyarlı bir durumdaysanız, gece pencerenizin dışından gelen ayak sesleri açılan bir kapının gıcırtısı bambaşka duygular verir, neşeli ve heyecanlı, olumlu beklentiler içindeyseniz, daha başka duygular verir. Yorganın altına büzülüp titreyecek inisiniz, yoksa fırladığınız gibi iki kolunuzu açıp kapıya mı koşacaksınız, bunu saptayan, sizin o seslere verdiğiniz anlamdır. O halde demek ki üstün değerlendirmeler yapmanın başlıca anahtarlarından biri, olayların ne anlama geldiği ve bizim ne yapacağımız konusundaki kararları verirken kendimizi çok akıllı ve verimli bir zihin ve duygu durumunda bulundurmak, ölüm kalım eşiğinde gibi hissetmemektir. 2) Master Sistem'in ikinci yapı taşı da sorduğumuz sorular'dır. Sorular, değerlendirmemizin ilk biçimini yaratır. Unutmayın, hayatınızda olan her şeye cevap olarak beyniniz değerlendirmeyi bir soru sorarak yapar: "Ne oluyor? Bu olan ne anlama geliyor? Acı mı demek, zevk mi demek?" Birisine birlikte gezmeye çıkmayı teklif etmenize yol açan nedir? Değerlendirmeleriniz, bu insana yaklaşırken sorduğunuz sorulardan çok etkilenir. Eğer kendinize, "Bu kişiyi tanımak ne hoş olur, değil mi?" diye sorarsanız, o kişiye yaklaşmaya motive olursunuz. Ama eğer siz kendinize, "Ya beni reddederse? Ya yaklaştığım için gücenirse? Ya ben incinirsem?" gibi sorular sormayı alışkanlık edinmişseniz, o zaman tabii ki bu soruların sizi yönelteceği değerlendirmelerin sonucunda, gerçekten ilgi duyduğunuz biriyle bağ kurma fırsatını tepeceksiniz demektir. Sofrada tabağınıza hangi yemeği alacağınızı saptayan şey de yine kendinize sorduğunuz sorulardır. Yemeğe baktığınızda sürekli olarak kendinize, "Çarçabuk yiyip hemen hemen doyabileceğim ne var?" diye soruyorsanız, seçeceğiniz yemek, ağır işlemden geçmiş rahat yemekler, yani sözün kısası, junk food diye bilinen fasafiso yiyecekler olacaktır. Yok eğer kendinize, "Şimdi beni besleyecek ne yiyebilirim?" diye sorarsanız, herhalde meyvelerden, meyve sularından, sebzelerden ve salatalardan bir seçme yaparsınız. İkide bir çikolata atıştırmakla taze sıkılmış portakal suyu içmek arasındaki fark, fiziksel vücudunuzun kalitesini saptayacaktır ve aslında yaptığınız değerlendirmenin sonucudur. Sormayı alışkanlık edindiğiniz sorular bu süreçte çok büyük rol oynar. 3) Değerlendirmelerinizi etkileyen üçüncü unsur da değerlerinizin hiyerarşisidir. Hepimiz ömrümüz boyunca, bazı duygulara diğerlerinden daha çok değer vermeyi öğrenmişizdir. Hepimiz kendimizi iyi hissetmek isteriz, yani zevk duygusu isteriz, kötü duygulardan, acılardan kaçmak isteriz. Ama hayat tecrübemiz her birimize benzeri olmayan bir kutlama sistemi öğretmiştir, neyin acı, neyin zevk olduğunu ona göre ayırırız. İşte bu, değerlerimizin rehber sisteminde bulunur. Örneğin bir insan zevki, kendini güvende hissetmeye bağlarken, bir başkası acıyı aynı şeye bağlar, çünkü ailesinin güvence tutkusu ona hiç özgürlük hakkı tanımamış olabilir. Bazı insanlar bir yandan başarıya ulaşmaya çalışırken, bir yandan da ne pahasına olursa olsun reddedilmekten kaçınmaya çalışırlar. Bu iki değerin birbiriyle nasıl çatıştığını, insanı nasıl hırslanmaya ve hareketsizliğe iteceğini görebiliyor musunuz? Seçtiğiniz değerler, hayatınızda vereceğiniz her kararı biçimlendirecektir. Bir sonraki bölümde öğreneceğiniz iki tip değer vardır. Biri zevk duygusu durumlarıdır, ki hep onlara doğru hareket etmek isteriz. Bunlar sevgi, neşe, merhamet ve heyecan gibi duygulardır. Bir de, acı duygusu durumları vardır, hep bunlardan uzağa doğru hareket etmek isteriz. Bunlar da küçük düşme, hırslanma, depresyon ve öfkedir. Bu iki hedefin yarattığı dinamik, hayatınızın yönünü saptayacaktır. 4) Master Sistem'inizi oluşturan dördüncü unsur da inançlar'dır. Küresel inançlarımız bize nasıl hissedeceğimiz ve kendimizden, hayatımızdan, insanlardan neler bekleyeceğimiz konusunda bir emin olma duygusu verir. Kurallarımız, değerlerimizin yerine geldiğini hissetmemiz için neler olması gerektiği konusundaki inançlarımızdır. Örneğin bazı insanlar, "Eğer beni seviyorsan hiç bana bağırmazsın" diye bir inanca sahip olabilirler. Böyle bir kuralı olan insan, karşısındakinin sesini yükselttiğini duyduğu anda, bu ilişkide sevgi olmadığına inanacaktır. Bu belki doğru olmayabilir ama o kural o kişinin yaptığı değerlendirmeyi yönlendirecek, dolayısıyla kişinin, neyin doğru olduğu konusundaki algılarını biçimlendirecektir. Buna benzer daha başka sınırlayıcı kurallar da şunlar olabilir: "Eğer başarıhysan, demek milyonlarca dolar kazanıyorsun." Ya da, "İyi bir anne ya da babaysan, çocuklarınla asla anlaşmazlığa düşmezsin." Küresel inançlarımız hem beklentilerimizi saptar, hem de ilk başta neyi değerlendirmeye istekli olduğumuzu kontrol eder. Bvı inançların gücü bir araya gelince, kendimize ne zaman bir zevk tecrübesi, ne zaman bir acı tecrübesi tanıyacağımızı saptar, ayrıca yaptığımız her değerlendirmenin çekirdek unsuru haline gelir. 5) Master Sistem'inizin beşinci unsuru da, beyninizdeki o koskocaman dosya dolabında bulacağınız referans tecrübeleri dediğimiz çorbadır. Bunun içine, hayatınızda karşılaştığınız her şeyi atmışsınızdır. Hattâ hayalinizde canlandırdığınız her şeyi de atmışsınızdır. Bu referanslar, kararlarımızı yönlendiren inançları inşa etmekte kullandığımız ham maddelerdir. Bir şeyin bizim açımızdan ne anlama geldiğine karar vermek için, onu bir başka şeyle kıyaslamak, karşılaştırmak zorundayız. Örneğin, acaba bu durum iyi mi, yoksa kötü mü? Bu bölümün başında anlattığım tenis karşılaşmasını düşünün. İyi mi kötü mü, ama neye göre? Arkadaşlarınızın yaptıklarına ya da sahip olduklarına göre mi iyi? Duymuş olduğunuz en kötü duruma göre mi kötü? Her kararı verirken kullanabileceğiniz sınırsız sayıda referansınız vardır. Hangi referansları seçtiğiniz, bir tecrübenin sizin için ne anlam ifade edeceğini, o konuda kendinizi nasıl hissedeceğinizi ve bir dereceye kadar da ne yapacağınızı saptayacaktır. İnanç ve değerlerimizi referansların biçimlendirdiği, su götürmez bir gerçektir. Örneğin çocukluğunuzda hep sömürüldüğünüz duygusu hissetmiş olmakla, kayıtsız şartsız seviliyor olduğunuzu hissetmiş olmak arasındaki farkı görebiliyor musunuz? Bu sizin inanç ve değerlerinizi nasıl etkiler, hayata, insanlara, fırsatlara bakışınızı nasıl etkiler? Diyelim ki on altı yaşındayken gök dalışları yapmayı öğrenmişsiniz. O zaman belki de, yeni bir beceriye, kavrama, fikre her yönelişlerinde reddedilen bir insana göre, sizin serüven anlayışınız bambaşka olur. Usta dediğimiz insanlar genellikle herhangi bir durumda neyin başarıya, neyin hırslanmaya yol açacağı konusunda sizden daha çok sayıda referanslara sahip olan insanlardır. Herhalde John Templeton'ın kırk yıllık yatırım hayatının sonunda, neyin iyi yatırım olduğu konusunda sahip olduğu referanslar, ömründe ilk defa yatırım yapan birinin sahip olduklarından çok daha fazladır. Ek referanslar bize ustalık potansiyeli kazandırır. Ama ne kadar tecrübeli ya da tecrübesiz olursak olalım, referanslarımızı düzenleyip inanç ya da kural haline getirmenin sınırsız yolları vardır, bunlardan güçlendirici ya da güçsüzleştirici inanç ve kurallar oluşturmak mümkündür. Her gün sizin de benim de birkaç yeni referans daha edinme fırsatımız olur. Bunlar inançlarımızı daha güçlendirir, değerlerimizi rafine eder, ortaya yeni sorular getirir, bizi gitmek istediğimiz yöne doğru harekete geçebileceğimiz durumlara sokar ve kaderimizi gerçek anlamda daha iyiye doğru biçimlendirir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img483.imageshack.us/img483/3471/92030649uq4.gif "İnsanlar tecrübeleri kadar bilge değildir, tecrübe kapasiteleri kadar bilgedir." GEORGE BERNARD SHAW Birkaç yıl önce, Dwayne Chapman adlı birinin inanılmaz başarı öyküsünü ilk defa duymaya başlamıştım. Chapman yıllardan beri yasanın pençesine düşmemeyi başarmış suçluları bir bir izleyip yakalıyordu. "Köpek" takma adıyla bilinen bu adam, ülkenin en başta gelen ödül avcısı olmuştu. Ben bu duruma hayranlık duyduğum için onunla tanışmak, onu bu kadar etkin kılan şeyin ne olduğunu öğrenmek istedim. Köpek, aslında son derece ruhsal derinliğe sahip bir insan. Amacı suçluları yakalamakla kalmıyor, aynı zamanda o suçlunun hayatında değişiklikler yapmasına yardımcı oluyor. Nereden gelmiş bu istek ona? Kendi acılarından gelmiş. Köpek, gençliğinde, arkadaş seçme konusunda bazı zayıf ve kötü değerlendirmeler yapmış. İlle de bir grubun üyesi olma hevesi içinde, bir motosikletli çeteye katılmış, şeytanın hempaları arasına girmiş. Günün birinde bir uyuşturucu alışverişi ters gitmiş, çeteden biri ateş açmış, oradaki birini, ölüme yol açacak şekilde, ağır yaralamış. Panik başlamış, tüm çete üyeleri çil yavrusu gibi kaçışmışlar. Cinayeti işleyen gerçi Köpek değilmiş, ama o eyalette yasalar, tetiği çekenle cinayete yataklık eden arasında pek de fark gütmüyormuş. Köpek, kendini cezaevinde bulmuş, mahkûmlarla birlikte çalıştırılmış. Hapiste yatmak ona o kadar acı vermiş ki, hayat felsefesini yeni baştan bir değerlendirmeye tabî tutmuş. Acıyı yaratanın, kendi çekirdek inançları, değerleri ve kuralları olduğunu anlamaya başlamış. Kendine yeni sorular sormaya başlamış, cezaevi tecrübelerini (referanslar) de eski felsefesine dayanarak yaptığı seçimlerin bir sonucu olarak görür olmuş. Bu onu öyle bir noktaya getirmiş ki, hayatını artık kökten değiştirmesi gerektiğine karar vermiş. Tahliye edildikten sonraki yıllarda Köpek birkaç çok renkli kariyere girip çıkmış, sonunda da özel hafiyelik işinde karar kılmış. Çocuğuna nafaka ödemediği için (cezaevindeyken olsun, tahliyeden sonraki parasal dengesizlik döneminde olsun, ödemeleri gerçekten yapamamıştı) yargıç karşısına çıkarıldığında, yargıç ona sahip olmadığı bir parayı ödemesini emretmek yerine, bir para kazanma olanağı sunmuş. Denver yöresinde birçok kadına saldırmış olan bir ırz düşmanını yakalamasını önermiş. Köpeğin cezaevinde edindiği referanslar sayesinde, bu suçlunun saklandığı yeri öğrenebileceği kanısındaymış. Polisler bir yıldır uğraştıkları halde adamı bulamıyorlarmış, ama Köpek onu üç gün içinde bulup getirivermiş! Yargıç bundan çok etkilenmiş. Bu olay çok parlak bir kariyerin başlangıcı olmuş. Köpek bugüne kadar 3000'den fazla tutuklama sağlamış, ülkedeki en iyi ajan değilse bile, en iyilerinden biri olmuş. Yıllık ortalaması 360 tutuklama, yani demek ki günde bir tutuklama. Nedir bu başarısının anahtarı? En kritik etkenlerden biri elbette yaptığı değerlendirmelerdir. Köpek, avının akrabalarıyla ve sevdiği insanlarla konuşuyor ve türlü yollarla onlardan ihtiyaç duyduğu enformasyonu alabiliyor. İzlemekte olduğu kişinin inançlarını, değerlerini ve alışkanlık haline getirdiği kurallarını öğreniyor. Onların hayattaki referanslarını anlayınca, onlar gibi davranması mümkün oluyor, onların ne yapacağını inanılmaz bir doğrulukla biliyor. Yani bu insanların Master Sistem'ini anlıyor, aldığı sonuçlar da ortada. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Eğer siz ya da ben, hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istiyorsak, bu mutlaka iki şeyden biridir: ya nasıl hissettiğimiz ya da nasıl davrandığımızdır. Belli bir bağlamdaki duygularımızı nasıl değiştireceğimizi elbette öğrenebiliriz. Örneğin aktör olarak reddedileceğinizden korku duyuyorsanız, kendinizi şartlayıp o korkuyu duymamanız için size yardım edebilirim. Ya da ikinci tür değişikliği gerçekleştirebiliriz. Yani küresel değişikliği. Buna ilişkin bir metafor şöyle olabilir. Eğer bilgisayarımızın verileri işleyiş biçimini değiştirmek istiyorsam, kullandığınız yazılımı değiştiririm, siz yine aynı tuşlara bassanız bile, ekranda gösterilen bilgiler değişik biçimde formatlanmış olur. Ya da eğer yalnız bu tür dosyaları değil de, çeşitli ortamları değişirmek niyetindeysem, o zaman bilgisayarın işleyiş biçimini değiştiririm. MASTER Sistem'i değiştirmekle, çok çeşitli durumlardaki karşılıklı ilişkilerinizi değiştirmek mümkündür. O halde yalnız kendinizi reddedilme karşısında farklı hissetmeye şartlamak yerine, yeni bir küresel inanç benimseyebilirsiniz. Bu inanç, "Bütün duygularımın kaynağı benim. Nasıl hissettiğimi benden başka hiç kimse ve hiçbir şey değiştiremez. Eğer ben herhangi bir şeye bir türde tepki gösterdiğimi fark edersem, o tepkimi bir anda değiştirebilirim" şeklinde olabilir. Eğer bu inancı gerçekten benimserseniz yani yalnız zihinsel olarak değil, duygusal olarak benimser, onu kesinlikle hissederseniz, yalnız reddedilme korkunuzu değil, öfke ve hırslanma ya da yetersizlik duygularınızı da nasıl yok edeceğini görebiliyor musunuz? Birdenbire kendi kaderinizin kontrolü elinize geçmiş olur. Ya da değer yargılarınızı değiştiririz katkıda bulunmayı en yüksek değer haline getiririz. O zaman biri sizi reddettiğinde, önemi kalmaz. Siz yine de o kişilere bir katkıda bulunmak istersiniz, sürekli katkıda bulunurken de, artık insanların sizi reddetmediğini görürsünüz. Aynı zamanda içinize bir sevinç duygusunun dolduğunu görürsünüz. Daha önce hayatınızın hiçbir alanında tatmadığınız bir duygudur bu. Ya da belki sigara içmeye karşı şartlanmış duygularınızı değiştirmek için sağlığı ve canlılığı değerler listenizin en başına yükseltiriz. Sağlık konusu hayatınızın en yüksek önceliği haline geldiği anda, sigara içme davranışı ortadan kalkar, daha da önemlisi, onun yerine, yeni değerlerinizi destekleyecek başka davranışlar gelir, örneğin farklı şeyler yemek, farklı soluk alıp vermek, vb. gibi. Bu kitabın ikinci bölümünün odağı, bu küresel değişiklikleri nasıl yaratacağımızdır. Böylelikle, Master Sistem'in beş unsurundan birinde bir tek değişiklik yapmak, hayatınızın pek çok alanında nasıl düşündüğünüzü, neler hissettiğinizi ve neler yaptığınızı aynı anda etkileyecektir. Eğer Master Sistem'inizdeki bir tek unsuru değiştirirseniz, artık bir daha hiç düşünmeyeceğiniz birtakım değerler, artık sormayacağınız birtakım sorular, bilgisayarın dikkate bile almayacağı bir takım inançlar saf dışı kalır. Küresel değişiklik yaratma yolundaki bu süreç, kader biçimlendirme işinde büyük bir güç olabilir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img483.imageshack.us/img483/3471/92030649uq4.gif "Nedeni kaldırın, etki de yok olur." MIGUEL DE CERVANTES Anlatmaktan çok hoşlandığım bir hikâye vardır. Adamın biri nehrin kıyısında durmuş, bakarken, birdenbire akıntıya kapılmış birini görür. Adam kayaların arasında çırpınıyor, imdat diye bağırıyordur. Hemen suya atlar, boğulan adamı kurtarır, yapay solunum uygular, yaralarına bakar ve doktor çağırır. Daha soluk soluğayken, nehirden yine çığlıklar duyar, yine atlar, bir kurtarış daha yapar. Bu sefer iki genç kadını kurtarmıştır. Daha düşünmeye fırsat bulamadan, bu sefer dört kişinin imdat diye bağırdığını duyar. Çok geçmeden adam yorgunluktan bitkin duruma gelir. Kurban ardından kurban kurtarmıştır, ama çığlıklar hâlâ sürmektedir. Oysa biraz düşünüp nehrin yukarısına doğru yürüse, bütün bu insanları suya atanın kim olduğunu görecektir! Çabalarını sorunun etkisine değil de nedenine yöneltse, bu kadar çırpınmak zorunda da kalmayacaktır. Tıpkı bunun gibi, Master Sistem'i anlamak da size, etkilerle uğraşıp yorulmak yerine, nedeni ortadan kaldırma olanağı getirecektir. Benim ilk tasarımladığım programlardan biri, üç günlük Kaderle Randevu semineri olmuştur. Her zamanki gibi 2000 katılımcı almaktansa, bu seminere yalnızca 200 kişi alırım. Kaderle Randevu'da hep birlikte çalışarak, her katılımcının Master Sistem yapısını çok iyi anlamasını sağlarız. Bu anlayış insanları değiştirir. Birdenbire, duygularım neden hissettiklerini, yaptıklarını neden yaptıklarını anlayıverirler. Aynı zamanda hayatlarındaki her şeyi bir anda nasıl değiştirebileceklerini öğrenirler. Daha da önemlisi, hayatlarının amacına ulaşmak için Master Sistemlerinin nasıl olması gerekiyorsa, onu öyle tasarımlamalarını sağlarız. Kendilerini nasıl düzenlemelidirler ki, çabasız biçimde kendi isteklerine doğru kaysınlar, çelişkili değerler, inançlar ya da kurallar onları farklı yönlere doğru çekip durmasın? O programda sorduğumuz en önemli sorulardan bazıları şunlardır: "Beni kontrol eden değerler nelerdir?" "Değerlerimin yerine geldiğini nasıl anlarım? Kurallarım nelerdir?" Kaderle Randevu seminerine gelenler arasında ABD senatörleri, Temsilciler Meclisi üyeleri, Fortune 500'de adı olan büyük şirket genel müdürleri, sinema yıldızları geldiği gibi, hayatın çeşitli mesleklerinden pek çok insan da katılmıştır. Aslında hepimizin karşısında bazı ortak zorluklar vardır. Üzücü olaylar karşısında hırslanma, başarısızlık, çevremizden gelen ve ne kadar başarılı olursak olalım kontrol edemediğimiz bazı olaylar karşısında nasıl davrandığımız bunlar arasındadır. Hissettiğimiz duygular ve giriştiğimiz eylemler, her şeyi nasıl değerlendirdiğimize dayalıdır. Ama bununla birlikte, çoğumuz kendimiz için bu değerlendirme sistemini bilinçli kurmuş değilizdir. Yalnızca üç gün süren bu programda insanların yaşadığı derin değişiklikler inanılacak gibi değildir. Katılımcılar, hayatları konusundaki düşünce ve duygularını hemen hemen bir anda değiştirmektedirler, çünkü beyinlerinde bulunan ve hayat tecrübelerini kontrol eden bölümün kontrolünü kendi ellerine almışlardır. Beyin kendine neyin en önemli olduğu konusunda yeni öncelikler koyarken, ortaya çıkan değişiklikler de duygusal, hattâ fiziksel olabilmektedir. Bu kitap her ne kadar Kaderle Randevu seminerinin yerini tutamazsa da, o programda kullandığımız bazı temel araçları size de derhal kullanabilmeniz için sunmak istiyorum. Bundan sonraki bölümleri okurken, siz de hayatınızda aynı tür değişiklikleri şu andan başlayarak gerçekleştirebilirsiniz. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Master Sistem'inizin nasıl çalıştığı konusundaki düşüncelerinizi uyarmak için, izninizle size birkaç tahrik edici soru sorayım. Bu sorular baraj duvarındaki sel kapaklarını açsın, karar verirken sisteminizin çeşitli bölümlerinin nasıl çalıştığını teşhis etme olanağını bulun. OKUMAYA DEVAM ETMEDEN ÖNCE ŞU DÖRT SORUYU CEVAPLANDIRIN: 1. En değerli anınız hangisidir? 2. Dünyadaki açlığı şu anda, bir masum insanı öldürerek yok edebilecek olsaydınız, yapar mıydınız? Neden yapardınız ya da neden yapmazdınız? 3. Bir kırmızı Porche'ye çarpıp çamurluğunu çizmiş olsaydınız, ortalıkta da kimse olmasaydı, bir not bırakır mıydınız? Neden bırakırdınız ya da neden bırakmazdınız? 4. Bir çanak dolusu canlı hamamböceğini yeme karşılığında 10.000 dolar kazanacak olsanız, yer miydiniz? Neden yerdiniz ya da neden yemezdiniz? Şimdi şu sorulara nasıl cevap verdiğinizi gözden geçirelim. Master Sistemi'nizin çizimine bakın: İlk soruyu cevaplarken, beş değerlendirme alanından hangisini kullandınız? Değerlendirme işine başlarken herhalde kendinize bir soru sormuş olmalısınız. Belki benim size sorduğum soruyu aynen tekrarlamışsınızdır. Ama verdiğiniz cevap, kendi referanslarınızdan gelmiştir, öyle değil mi? Hayatınız boyunca yaşadığınız onca tecrübe arasından sonunda bir tanesini en değerli anınız olarak seçmişsinizdir. Ya da belki bir taneyi seçmek olanaksız olmuştur, çünkü inançlarınızdan biri, "Hayattaki tecrübelerin hepsi değerlidir" biçimindedir, ya da, "Birini seçmek, başka bir hayat tecrübesini küçümsemektir" şeklindedir. Bu inançlar, soruyu cevaplamanızı engellemiştir. Görüyorsunuz ki Master Sistem'imiz yalnız neyi değerlendirdiğimizi ve nasıl değerlendirdiğimizi değil, neleri değerlendirmeye istekli olduğumuzu bile saptamaktadır. Şimdi de ikinci soruya bakalım. Bu soru çok daha yoğun bir sorudur. İnsanlara bunu sorduğumda aldığım cevaplar da yoğun düzeydedir. Bazıları, "Kesinlikle," derler. Dayandıkları mantık çok kişinin hayatının, tek kişinin hayatından daha değerli olduğudur. Bu insanlara göre bir tek kişi acı çekmeye razı olur, bu sayede dünyadaki tüm acılar biterse, varılan amaç, seçilen yolu haklı kılmaktadır. Diğer bazıları ise bu düşünce karşısında çileden çıkarlar. Onlara göre her insan değerlidir. Bu tutum da bir dizi inanca dayalı, öyle değil mi? Yine bazıları, hayatta her şeyin olması gerektiği gibi olduğu yolunda bir küresel inanca sahiptir, açlıktan ölmekte olan bunca insanın, gelecek doğuşlarına yararı olacak paha biçilmez dersler öğrendiğine inanmaktadırlar. Bazıları da, "Evet yapardım, ama öldürdüğüm kişi kendim olurdum," demektedir. İnsanların aynı soruya, değerlendirmede kullandıkları beş unsura dayanarak bu kadar farklı cevaplar vermesi son derece ilginçtir. Ya üçüncü soru! Bazıları buna cevap olarak, "Kesinlikle bırakırdım" demektedir. Neden? Çünkü bu kişilerin en çok değer verdiği şey dürüstlüktür. Diğer bazıları, yine "Kesinlikle" derler, ama dayandıkları neden, suçluluk duygusundan kaçmayı her şeyden çok istiyor olmalarıdır. Not bırakmamak, kendilerini suçlu hissetmelerine yol açacaktır, bu da onlara büyük acı vermektedir. Yine bazıları, "Ben not falan bırakmam" demekte, nedeni sorulduğunda, "Benim başıma da kaç kere geldi, hiç kimse not bırakmadı" diye cevap vermektedirler. Yani demek istedikleri, "Başkaları sana ne yapıyorsa sen de onlara onu yap" inancını geliştirmek için kişisel referanslara sahip olduklarıdır. Ve geldik dördüncü soruya. Bunu her soruşumda, evet diyenlerin sayısı pek az olur. Neden? Çünkü çoğu kişinin hamamböcekleri konusundaki referansları, bu konuda zihinlerinde biriktirdikleri imajlar ve vücutlarında sakladıkları duygusal tepkiler, son derece yoğun biçimde olumsuzdur. Hamamböceklerini kendi vücutlarına sokmak istemeyecekleri kesindir. Ama ben bu sefer onlara, "100.000 dolar verilecek olsaydı kaçınız yerdiniz?" diye sorarım. Salonda bir kıpırdanma olur, daha önce hayır demiş olanlardan bir kısmı ellerini kaldırırlar. Peki, 100.000 dolar olunca neden bu işi yapmaya karar vermişlerdir? Değerlendirme sistemlerine ne olmuştur? İki şey olmuştur: Ben bir tek kelimeyi değiştirerek onlara farklı bir soru sormuşumdur, ikincisi de, 100.000 doların hayatlarındaki pek çok acıyı yok edebileceğine inanmaktadırlar. Bunların bazıları uzun vadeli acılar olabilir, yok edilmesi daha zor şeyler olabilir, onların yanında hamamböceği yemenin kısa dönemli acısı solda sıfır kalabilir. Ya 1 milyon olsaydı? Ya 10 milyon olsaydı? Birdenbire salondaki insanların çoğunun elini havada görürüm. 10 milyonun getireceği uzun vadeli zevkin, kısa dönemli bir acıya göre çok daha fazla ağırlık taşıdığım düşünmüşlerdir. Ama yine de, verilen kaç para olursa olsun, asla canlı hamam böceği yemeyecek insanlar da vardır. Onlara neden yemeyeceklerini sorduğum zaman, farklı cevaplar verebilirler: "Asla canlı bir şeyi öldüremem." "Etme bulma." Başkaları da şöyle der: "Ben hamam böceklerini hep öldürürüm, ama beni engelledikleri için yaparım!" Bir keresinde adamın biri, onları rahatça yiyebileceğini, ama bunu eğlence olsun diye yapabileceğini, para karşılığı yapmayacağını söyledi! Neden? Çünkü onun çocukluğunu geçirdiği ülkede hamam öcekleriyle diğer böcekler "delikates" saydırmış, değerli yiyeceklermiş. Farklı insanların farklı referansları, farklı değerlendirme biçimleri oluyor. İlginç, değil mi? |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Master Sistem'in beş unsurunu incelerken hatırımızda tutmamız gereken bir konu daha vardır: değerlendirme işini fazlaya kaçırmak da elbette mümkündür. İnsanlar analizi ölene kadar sürdürmeye bayılırlar. Ama bir nokta gelir ki, değerlendirmeyi kesip eyleme geçmek gerekir. Örneğin bazı insanlar öyle çok değerlendirme yaparlar ki en küçük bir karar bile onlar için önemli bir üretim biçimine dönüşür. Belki günlük jimnastikleri hayatlarının normal bir parçası haline getiremiyorlardır. Neden? Bunu önemli bir üretim olarak düşündükleri için. Bu tecrübeyi kafalarında canlandırdıklarında, onların bakış açısına göre atılacak öyle çok adım vardır ki, çekingenlik duyarlar. Jimnastik yapabilmek için: 1) ayağa kalkmaları; 2) kendilerini fazla şişman göstermeyen egzersiz kıyafeti bulmaları; 3) egzersiz pabuçları bulmaları; 4) hepsini bir çantaya doldurmaları; 5) jimnastik salonuna kadar gitmeleri; 6) park yeri bulmaları; 7) merdivenleri çıkmaları; 8) listeye imza atmaları; 9) soyunma odasına gitmeleri; 10) egzersiz kılığını giymeleri; 11) sonunda egzersiz salonuna girip hareketsiz bisiklete çıkmaları ve deliler gibi terlemeleri gerekmektedir. Bütün bu işler bitince de, 12) her şeyin tersini yapmak zorundadırlar. Tabii aynı insanlar, plaja gitme işini çok daha kolaylıkla yapabilmektedirler. Göz açıp kapayana kadar hazırdırlar! Onlara neden diye sorarsanız "Eh, plaja gitmek için arabaya atlar gidersin!" derler. Bu sürecin her adımını değerlendirmek için duraklamazlar. Bu işi kocaman bir tek dev adım olarak görülürler, yalnızca gidip gitmeme arasında karar verirler, her ayrıntısına inmezler. Bazen fazla sayıda ayrıntıyı değerlendirmek, bizi yük altına sokar. Buradan öğreneceğimiz şeylerden biri de, küçük adımları bir araya getirip kocaman bir küme yaratmamak, bir tek dev adımı attığınız anda istediğiniz sonuçlan yaratabileceğinizi düşünmektir. Biz bu bölümde, değerlendirme sisteminin analizini yapacağız, onu anlam ifade edecek biçimde gurgulayacağız, sonra da tartışmayı kesip onu kullanmaya başlayacağız. Bundan sonraki birkaç bölümü okumayı sürdürürken, daha önce mümkün saymadığınız değişiklikleri yapmak için kendinize kaldıraçlar yaratma fırsatının elinize geçtiğini hep hatırlayın. O halde, hemen başlayalım. Size şimdiki değerlendirme sisteminizi anlama, güçlendirici yeni bir Master Sistem kurma yolunda antrenörlük yapacağım. Güçlü durum sorularını zaten biliyorsunuz, o halde değerlendirmenin üçüncü alanını ele alalım, bakacağımız konu da... |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img483.imageshack.us/img483/3471/92030649uq4.gif HAYAT DEĞERLERİ: KİŞİSEL PUSULANIZ "Harikulade şeyler ancak, içlerindeki bir şeyin koşullarının üzerinde olduğuna inanma cesaretini gösterenler tarafından yapılmıştır." BRUCE BARTON Cesaret, kararlılık, sebat, adanmışlık... Ross Perot, Dallas'da o gerilim dolu brifingini verirken, olağanüstü kurtarma operasyonu için seçtiği adamların yüzünde hep bu niteliklerin yansıdığını görüyordu. 1979 yılının ilk günlerinde, İran'da sosyal tedirginlikler ve Amerika aleyhtarı isteri giderek yükselmekteydi. Daha bir iki gün önce Perot'nun Tahran'daki şirket elemanlarından ikisi, anlaşılmaz nedenlerle hapse atılmıştı. Onlara biçilen kefalet, 13 milyon dolardı! Baskılı diplomatik temaslar sonuç almaya yetmeyince, Perot adamlarını kurtarmanın bir tek yolu olduğuna karar verdi: Bu işi kendisi yapacaktı. Adı efsaneleşmiş Albay Arthur (Bull) Simmons'ın tecrübelerinden yararlanabilmek için onu bu atak misyona lider seçti, sonra da cezaevini basıp adamlarını kurtarmak amacıyla, şirketinin baş yöneticilerinden bir ekibi çabucak seçti. Bu kişilerin seçilişi, hepsinin Tahran'da bulunmuş olması ve hepsinin askerî geçmişe sahip olmasıydı. Adamlarına "Kartallar" adını verdi, bu sözle onların yükseklerde uçan, insiyatif kullanan, iş bitiren, özür yerine sonuç sunan kişiler olduklarını anlatmaya çalıştı. Kazanırlarsa ödüller çok büyük olacaktı, ama riskler daha da büyüktü. Bu girişim tümüyle yetki dışıydı, izinsizdi. Başarısızlığa uğrama ihtimali de vardı, ölme ihtimali de. Ross Perot'yu tüm kaynaklarını kullanarak böyle risklere gitrmeye, koşullara meydan okumaya iten neydi? Kendisi kesinlikle, değer yargılarına göre yaşayan bir insandı. Cesaret, sadakat, sevgi, adanmışlık ve kararlılık, ona istisnaî bir sevgi kapasitesi, efsane düzeyinde bir irade gücü vermekteydi. Şirketini kurmaya da onu yine aynı değerler itmişti. EDS (Elektronik Data Sistemleri Şirketi) bin dolarlık bir yatırımla başlayıp, milyarlarca dolarlık bir girişim haline gelmişti. Perot'nun tepelere yükselişi, değerlendirme yapabilme kapasitesiyle doğru adamları seçebilme yeteneğinden kaynaklanıyordu. Adamlarını çok kesin bir değerler kriterine göre seçer, seçtiği zaman onların tam istediği kişiler olduğunu bilir, yüksek standartlara sahip kişiler olduğundan emin olurdu. Tek yapacağı, onlara işi vermek, sonra da yapabilmeleri için yolun üzerinden çekilmekti. Bu sefer, seçtiği insanları nihaî bir sınavdan geçirmek üzereydi. Onlardan en değerli kaynaklarını kullanarak şirket "ailesinin" birkaç üyesinF kurtarmalarını isteyecekti. Bu girişimin ve karşılaşılan zorlukların öyküsü, Kartallar adlı kitapta anlatılmaktadır. Burada söyleyebileceğimiz, akla hayale gelmeyecek engellere rağmen Perot'nun kahramanca kurtarma operasyonunun başarıya ulaştığı, en değerli varlığını, adamlarını yuvalarına döndürmeyi sağladığıdır. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img483.imageshack.us/img483/3471/92030649uq4.gif "Kişinin karakteri, onun koruyucu tanrısıdır." HERACLITUS Değerler her kararımızın rehberidir. Kendi değerlerini iyi bilen ve onlara göre yaşayan insanlar, toplumumuzda lider durumuna geçerler. Tüm ülkede dikkati çeken bireyler hep onların standartlarını örnek alırlar. Bu, yönetim kurulu salonlarında da okul sınıflarında da böyledir. Örneğin acaba siz Stand and Deliver adlı filmi gördünüz mü? Jaime Escalante adlı bir matematik öğretmeninin hikâyesini anlatıyordu. Kendi içindeki öğrenme ihtirasını öğrencilerine aktarabilmek için kahramanca adımlar attığında siz de benim kadar heyecanlanmış mıydınız? Herkesin öğrenemeyeceklerini sandığı şeyleri öğrenirken benliklerinin en derin düzeylerinde bir gurur duymayı, sinir sistemlerine bir asosiyasyon olarak yerleştiriyordu. Onun bu adanmışlığı, öğrencilerinin değer yargılarına da geçti. Onun disiplininden, güveninden, ekip çalışmasına verdiği önemden, esnekliğinden ve kararlılığından ders aldılar. Bu öğrencilere, hayatlarında neler yapmaları gerektiği konusunda nutuk çekmiyordu. Kendisi canlı bir örnekti. Nelerin mümkün olduğunun yeni bir tanımıydı. Herkesin imkânsız bir şey saymasına karşın öğrencilerinin yüksek matematik seçme sınavını başarmasını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda kendilerinin kim olduğu yüksek standartlara adanırlarsa neler yapabilecekleri konusundaki inançlarını da değiştirdi. Eğer doyumun en derin düzeylerini istiyorsak, onu ancak bir şekilde elde edebiliriz, o da bu iki kişinin yaptığını yapmaktır. Hayatta en çok neye değer verdiğimizi kararlaştırmak, en yüksek değerlerimizi seçmek, sonra da her günümüzü o değerlere uygun biçimde yaşamak. Ne yazık ki bu davranış bugünkü toplumumuzda oldukça ender rastlanan bir şeydir. Genellikle insanlar, kendileri için neyin önemli olduğunu pek bilmemektedir. Her konuda yalpa vururlar, dünya gözlerine gri renkte görünür, hiçbir şey için ve hiç kimse için kesin bir tutum benimsemezler. Eğer siz ya da ben, hayatımızda neyin en önemli olduğu konusunda emin değilsek, neyi temsil ettiğimizi bilmiyorsak, o zaman bir özsaygının temelini atmayı bile nasıl bekleyebiliriz? Etkin kararlar verme yeteneği ise hiç bizim harcımız olmaz. Eğer bir konuda karar vermeyi zor bulduğunuz hiç olmuşsa, nedeni öyle bir durumda neyi en önemli bulduğunuz konusunda emin olmayışınızdır. Unutmamamız gerekir ki tüm kararlar, değerlerin netleşmesine dayalıdır. Sizin için neyin en önemli olduğunu bildiğiniz zaman karar vermek çok kolaylaşır. Ama pek çok insan, hayatlarında neyin en önemli olduğunu bilmez, bu yüzden de karar vermek onlar için bir tür iç işkence olur çıkar. Hayatlarının en yüksek ilkelerini tanımlamış kimseler için bu geçerli değildir. Ross Perot için, ne yapacağına karar vermek hiç de zor olmamıştır. İnandığı değerler, ona zaten başka seçenek bırakmamıştır. Bu değerler ona kişisel bir pusula gibi yardımcı olmuş, tehlikelerle dolu bir yolda ona rehberlik etmiştir. Son zamanlarda Escalante de Los Angeles okul sisteminden ayrılıp Kuzey California'ya taşınmıştır. Öğretmenlerin performansı konusunda hiçbir standardı olmayan bir kuruluşta kalmayı sürdüremeyeceği sonucuna varmıştır. Kültürümüzde evrensel olarak hayranlık duyulan, herkesin saygı gösterdiği insanlar kimlerdir? Kendi değerlerine sahip çıkan, standartlarını yalnız açıklamakla kalmayıp onlara göre yaşayanlar değil midir? İnandıkları doğrultuda kesin bir tutum benimseyenlere hepimiz saygı duyarız. Onların doğru/yanlış saydığı fikirlere katılmıyorsak bile, yine de saygı duyarız. Felsefeleriyle eylemleri birbiriyle tutarlı bir hayat süren insanlarda bir güçlülük vardır. Çoğu zaman bu benzersiz insanlık durumunu tanımlamak için, "kişiliğinde tutarlılık olan bir insan" sözünü kullanırız. Kültürel olarak, bu insanlar çok çeşitli olabilir. John Wayne'lerden Ross Perot'lara, Bob Hope'lardan Jerry Lewis'lere, Martin Sheen'lerden Ralph Nader'lara, Norman Cousins'lardan VValter Cronkite'lara kadar. İşin aslı, değerlerinde tutarlılık sağlayan insanlarda, kültürümüzü etkileme konusunda büyük bir güç bulunduğudur. Walter Cronkite'ın akşamları yayınlanan haber programını hatırlıyor musunuz? Hayatımızın en önemli günlerinde Walter hep bizimleydi. Zafer günlerinde de trajedi günlerinde de. John F. Kennedy öldürüldüğü gün, Neil Armstrong aya ilk ayak bastığı gün de. VValter bizim ailemizin bir parçasıydı. Ona tüm yüreğimizle güvenirdik. Vietnam Savaşı'nın başlangıcında o haberleri de kendi standart usulüyle bize aktardı. Böyle bir savaşa girişmemiz konusunda tarafsız davrandı. Ama Vietnam'ı ziyaret ettikten sonra, bakış açısı değişti. Değerlerindeki dürüst tutarlılık, uğradığı hayal kırıklığını, doğru ya da yanlış olsun, bize aktarmasını zorunlu kıldı. Onunla ister aynı kanıda olun, ister olmayın, pek çok Amerikalının o savaşla ilgili sorular sormasını ilk başlatan da onun etkisi olmuştur. Artık Vietnam'ı protesto eden yalnızca bir avuç radikal öğrenci değil, "Walt Amca"dır. Vietnam sorunu kültürümüzde gerçen bir değerler çatışmasıydı. İnsanların neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusundaki algıları, neyin bir fark yaratabileceği konusundaki farklı inançları, ülkemizin içinde ikinci bir savaş halinde devam ediyordu. Çocuklar cephede silahla, bazen nedenini bilmeden savaş verirken, vatanda da bu savaş verilmektedir. Liderlerimiz arasında rastlanan değer tutarsızlığı, esasen kültürümüzün en büyük acı kaynaklarından biridir. Watergate kesinlikle pek çok sayıda Amerikalıyı yaralamıştır. Ama o olay boyunca, ülkemiz büyümeyi sürdürmüştür, çünkü sürekli olarak, daha yüksek bir standarda sarılmanın mümkün olduğunu bize gösteren kişiler de vardır. İster dünyanın dikkatini Afrika'daki açlık sorununa çekmeyi başaran Bob Geldof olsun, ister sakatların hayat kalitesini yükseltmek için gerekli politik ağırlığı sağlamayı başaran Ed Roberts olsun. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img483.imageshack.us/img483/3471/92030649uq4.gif "Ne zaman bir değer doğsa, varlığımız yeni bir anlam kazanır; ne zaman bir değer ölse, o anlamın bir parçası da birlikte ölür." JOSEPH WOOD KRLJTCH Anlamamız gerekir ki hayatımızın yönü, değerlerimizin mıknatısının etkisindedir. Onlar bizim önümüzdeki güçtür. Bizi sürekli olarak hayatlarımızda bir yön ve bir nihaî varış yeri yaratacak kararlar vermeye yöneltirler. Bu yalnız bizim gibi bireyler için değil, şirketler, kuruluşlar hattâ içinde bulunduğumuz ulus için de böyledir. Belli ki ülkemizi kuranların en değerli bulduğu şeyler, bizim ulusumuzun kaderi olmuştur. Bunlar da özgürlük, seçenek, eşitlik, bir toplum bilinci, çok çalışma, bireycilik, zorlukların üstesinden gelme, rekabet, refah, bir de, büyük zorlukları yenmeyi bilenlere yönelik saygıdır. Bunlar Amerikan yaşamını sürekli olarak biçimlendirmiş, bizim ortak kaderimizi ortaya koymuştur. Bu değerler bizi sürekli büyüyen, sürekli yenilenen, sürekli tüm dünya insanları için vizyon sunan bir ülke haline getirmiştir. Başlangıçta konan ulusal ve kültürel değerler başka olsaydı, ülkemizi başka türlü mü biçimlendirirdi? Tabii öyle! Ya kurucularımızın en önemli saydığı değer, istikrar olsaydı? Uyumluluk olsaydı? Koca ülkemiz nasıl değişirdi o zaman? Örneğin Çin'de, kültürün en değerli kavramlarından biri, grubun bireye üstünlüğü, yani bireyin gruba boyun eğmesi gereğidir. Bu değer, Çin'i Amerika'dan nasıl farklı kılmıştır? Aslında bizim ulusumuzun içinde bile, kültürel değerler arasında sürekli kaymalar, kıpırdamalar olmaktadır. Gerçi bir takım temel değerler vardır, ama önemli duygusal olaylar da gerek bireylerde, gerekse şirket, kuruluş ve bunların oluşturduğu ülkelerde sürekli değişmeler yaratmaktadır. Doğu Avrupa'daki değişim, kesinlikle bizim ömür süremiz içinde dünya toplumunda yer almış olan o derin değer değişimlerinin sonucudur. Ülkelere ve bireylere olan şey, şirketlere de olmaktadır. Yönü ve kaderi daha ilk kurucusu tarafından çizilen şirketlere, IBM iyi bir örnek oluşturmaktadır. Tom Watson daha şirketi kurarken kaderini de belirlemiştir. Nasıl mı? Şirketin hangi değerleri temsil ettiğini, gelecekte girecekleri ürün, hizmet ve finansal iklimler ne olursa olsun, bu şirketteki insanlar için neyin en önemli olacağını daha baştan ortaya koymuştur. "Büyük Mavi"yi dünyanın en büyük ve en başarılı şirketlerinden biri haline gelmek üzere yönlendirmiştir. Bütün bunlardan ne öğrenebiliriz? Kişisel ve profesyonel hayatımızda olsun, küresel cephede olsun, hayatımızda neyin en önemli olduğunu bilmek ve ne olursa olsun bu değerlere göre yaşama kararını vermek zorundayız. Bu tutarlılık, çevremiz bizi standartlarımıza göre yaşadığımız için ödüllendirse de, ödüllendirmese de, yine de var olmalıdır. İlkelerimize göre yaşamayı kesinlikle sürdürmeliyiz düzenlediğimiz geçit töreninde yağmur da yağsa, kimse bize ihtiyacımız olan desteği vermese de. Uzun vadeli mutluluğa kavuşmamızın tek yolu, en yüksek ideallerimize göre yaşamak, sürekli olarak, hayatın ne olduğuna inanıyorsak ona göre yaşamaktır. Ama değerlerimizin ne olduğunu açık seçik bilmiyorsak, bunu asla yapamayız! İşte birçok kimsenin hayatında en büyük trajedi budur. Birçok insanlar nelere sahip olmak istediklerini bilirler, ama kim olmak istediklerini bilmezler. Bir şeyleri elde etmek, sizi mutlu etmeye, doyuma ulaştırmaya yetmez. Hepimizin hakkımız olan o iç güç duygusunu size verecek olan, yalnızca doğru bildiğinizi yaşamak ve doğru bildiğinizi yapmaktır. Unutmayın ki değerleriniz (bunlar hangi değerler olursa olsun) sizi nihaî kaderinize doğru götürecek olan pusulanızdır. Sizi sürekli olarak kararlar alıp eylemleye geçmekle hayat yolunuzu çizmeye yöneltiyorlar. İç pusulanızı akıllıca kullanmamak, sonunda hırslanma, hayal kırıklığı, doyumsuzluk, hayatın böyle olmaması gerektiği konusunda sinsi bir duygu getirir. Bir şeyler farklı olsaydı, böyle olmazdı, dersiniz. Beri yandan, değerlerimizi yaşama yolunda inanılmaz güçler vardır, bir emin olma duygusu, bir iç huzur, bir tutarlılık vardır ki bunun tadını pek az insan bilmektedir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img483.imageshack.us/img483/3471/92030649uq4.gif EĞER GERÇEK DEĞERLERİNİZİ BİLMİYORSANIZ, ACI ÇEKMEYE HAZIR OLUN Uzun vadede kendimizi mutlu ve doyumlu hissetmenin tek yolu, gerçek değerlerimize göre yaşamaktır. Bunu yapmazsak, çok yoğun acılar çekeceğimiz kesindir. Çoğu zaman insanlar bazı davranış paternlerini alışkanlık haline getirirler. Bu paternler onlara hırslanma duyguları verir, onları mahvedebilir. Bunlar arasında sigara içmek, içki içmek, aşırı yemek, ilaçları yersiz kullanmak, başkalarına tahakküm etmeye, onları kontrol etmeye kalkışmak saatlerce televizyon seyretmek gibi şeyler sayılabilir. Nedir buradaki sorun? Bu davranışlar aslında hırslanmanın, öfkenin, insanların hissettiği bir boşluk duygusunun sonucudur, o boşluk duygusu da, hayatlarında bir doyum bulamamaktan gelir. O boşluğu doldurabilmek için kendi akıllarını dağıtmaya, durumlarını "hızlı çözüm'lerle kurtarmaya çalışmaktadırlar. Bu davranış bir patern haline gelir, insanlar davranışın nedenini değiştirmek yerine, kendisini değiştirmenin üstüne gider. Onlarınki içki sorunu değildir. Değerlerinde sorun vardır. İçmelerinin tek nedeni, duygusal durumlarını değiştirmek istemeleridir, çünkü duygularından hoşlanmamaktadırlar. Hayatlarında neyin en önemli olduğunu bilmemektedirler. Bu konuda bir avuntu varsa, en yüksek standartlarımıza göre yaşamaya başladığımız, değerlerimizi yerine getirdiğimiz zaman çok büyük bir sevinç hissetmemizdir. Fazla yemek ya da içmek zorunda değiliz. Kendimizi stüpör durumuna sokmak zorunda değiliz. Hayat o aşırılıklara kaçmadan da çok zengindir. Kendimizi o inanılmaz yüksekliklerden yoksun bırakmak, bayram sabahı uyku hapı almaya benzer. Bilin bakalım zorluk nerede! Yine her zamanki gibi, hayatlarımızı biçimlendirecek olan şeyin çekirdeği ortaya çıkarken, biz uyku halindeydik. Değerlerimizi anlamanın ne kadar önemli olduğunu bilemeyecek yasta çocuklardık, ya da hayatın baskılarına karsı savaş vermekte olan yetişkinlerdik, aklımız başka yerlerde olduğu için de değerlerimizin oluşmasını kendimiz yönlendirememiştik. Bir kere daha söylemekte yarar var, her karan bu değerler yönlendirir ve çoğu durumda değerleri de koyan biz değilizdir. Şimdi sizden hayattaki en yüksek on değerin bir listesini yazmanızı, bunları önem sırasına koymanızı istesem, on bin kişide bir kişinin zor becereceğine bahse girerim. (O yüzde birin yüzde biri de, mutlaka benim Kaderle Randevu seminerime gelmiş kişiler olacaktır!) Ama eğer bu sorunun cevabını bilmiyorsanız, nasıl kesin kararlar verebilirsiniz? Uzun vadede en derin duygusal ihtiyaçlarınızı karşılaması gerektiğini bildiğiniz seçimleri nasıl yapabilirsiniz? Hedefin ne olduğunu bilmeden, o hedefi vurabilmek çok güçtür! Değerlerinizi bilmek, onlara göre yaşayabilmek için son derece önemlidir. Önemli bir karar vermekte ne zaman zorluk çekseniz, bilin ki değerleriniz konusunda kafanız karışık olduğu içindir. Yeni bir iş için ailenizi alıp ülkenin öbür yanına taşınmanız istense ne olacak? Bu işte bir dereceye kadar risk bulunduğunu, ama maaşın daha yüksek, işin daha ilginç olduğunu bilseniz, ne yaparsınız? Bu soruya nasıl cevap vereceğiniz, sizin için neyin en önemli olduğuna bağlıdır... Kişisel büyüme mi, yoksa güvence mi? Serüven mi yoksa rahatlık mı? Bu arada bir noktaya daha değineyim. Serüvene mi, yoksa rahata mı daha çok değer verdiğiniz şeyi saptayan nedir? Değerleriniz aslında karmakarışık bir tecrübeler torbasından çıkmaktadır. Ömür boyu gelen şartlanmalardan, çektiğiniz cezalardan, bulduğunuz ödüllerden gelmektedir. Annenizle babanızın değerlerine uygun şeyler yaptığınızda, onlar sizi kutlamış, ödüllendirmişlerdir. Onların değerleriyle çelişkiye düştüğünüzde, ya fiziksel olarak, ya sözel olarak cezalandırılmış, ya da size aldırış edilmemesinin acılarını yaşamışsınızdır. Öğretmenleriniz de aynı şeyi yapmış, onayladıkları şeyleri yaptığınız zaman sizi alkışlayıp cesaretlendirmiş, kendi değerleriyle uyuşmayan şeyler yaptığınızda benzer cezalar uygulamışlardır. Bu döngüyü arkadaşlarınızla işverenleriniz de sürdürmüştür. Siz, kahramanlarınızın değerlerini modellemiş, benimsemişsinizdir. Belki bazı "anti-kahraman"ları da devreye sokmuşsunuzdur. Bugün olaya yeni ekonomik faktörler de karışmıştır. Çoğu ailelerde anne de, baba da evden çıkıp işe gittiği için ev değerlerini temsil eden eski geleneksel rol modeli ortadan kalkmıştır. Okullar, kulüpler ve daha tatsızı televizyon; acıları, boşluğu doldurmaya başlamıştır. Gerçekten de televizyon bizim en rahat dadımızdır. Ortalama bir insan günümüzde yedi saat televizyon seyretmektedir! Şimdi ben size, yüksek değerlere sahip çocuklar yetiştirmek için tek yol "geleneksel" aile çatışıdır mı diyorum? Asla. Benim önerdiğim, çocuklarımıza hayat felsefemizi, rol modeli olarak, kendi değerlerimizi bilerek ve onlara uyar biçimde yaşayarak öğretmemiz gerektiği. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Bir şeye değer vermek demek, ona önem vermek demektir. Sizin sevdiğiniz şeylerin hepsi birer "değer" sayılır. Bu bölümde özellikle hayat değerlerine yani hayatınızda sizin için en önemli olan şeylere değineceğim. Bu tür değerler aslında iki tiptir, biri sonuç, diğeri araç türündedir. Eğer size, "En çok neye değer verirsin?" diye sorsam, belki bana cevap olarak, "Sevgi, aile, para" dersiniz. Bunların arasında sevgi, izlemekte olduğunuz sonuç değerdir, yani kavuşmak istediğiniz duygusal durumdur. Ama aile ile para, yalnızca araçtır. Yani bunlar, gerçekte istediğiniz duygusal durumları olduracak yollardır. Eğer size, "Ailen sana ne veriyor?" diye sorsam, belki, "Sevgi, güvence, mutluluk" dersiniz. Aslında değer verdiğiniz, yani izlemekte olduğunuz şeyler, sevgi, güvence ve mutluluktur. Para konusunda da aynı şey geçerlidir. Şimdi size, "Para senin için ne anlam taşıyor, sana ne veriyor?" diye sorsam, belki bana, "Özgürlük, etki yapabilme, katkıda bulunabilme bir güvence duygusu" dersiniz. Yine aynı şey ortada. Para yalnızca bir araç oluyor, çok daha derin değerleri, duyguları istiyor, onlara hayatınızda sürekli sahip olmak istiyor, paranın bunu getirecek bir yol olduğunu düşünüyorsunuz. Hayattaki zorluk, pek çok kimsenin sonuç ve araç değerler arasındaki farkı anlamaması, bu nedenle çok acı çekmesidir. İnsanlar genellikle araç değerleri kovalamakla öyle meşguldür ki, gerçek istekleri olan sonuç değerleri elde edememektedirler. Sonuç değerler, size doyum veren, hayatınızı zenginleştiren, ödüllendirici kılan şeylerdir. Benim görebildiğim en büyük zorluklardan biri, insanların kendilerine amaç seçerken hayatta en çok nelere değer verdiklerinin hiç farkında olmayışlarıdır. Bu nedenle, seçtikleri amaca ulaşınca da, "Hepsi bu muymuş?" derler. Örneğin diyelim ki bir kadının en yüksek değerleri, sevgi ve katkıda bulunma olsun. Bu kadın avukatlık mesleğini seçiyor, çünkü bir zamanlar bir avukat tanımış ve çok etkilenmiş. Bu insan çalışmalarıyla tüm insanlara yardım edebilen, fark yaratabilen biriymiş. Zaman geçtikçe bu kadın hukuk mesleğinin girdaplarına yakalanmış, çalışmakta olduğu hukuk firmasının ortağı olmayı ummuş. Bu hedefi seçtiğinde, işi bambaşka bir odağa yönelmiş. Şirkete tahakküm etmeye, onu yönetmeye başlamış, son derece başarılı bir kadın olmuş ama kendini çok mutsuz hissediyormuş, çünkü artık müşterileriyle yakın temas kuramaz olmuş. Mevkii, iş arkadaşlarıyla arasında yeni tür bağlar yaratmış. Tüm zamanı toplantılarda, protokol ve usullerin düğümlerini çözmekle geçiyormuş. Amacına ulaşmış, ama hayatının isteğini elden kaçırmış. Siz hiç bu tuzağa düştünüz, sonuç yerine aracı kovaladınız mı? Gerçekten mutlu olmak için aradaki farkı bilmemiz, sonucun kendisini kovalamamız gerekir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Henüz 7. sayfadayım. "Zerynthia" kitabı almama gerek kalmadı ve sayende beni olumlu yönde tetikleyen 2.kitabı okuyorum. Arada notlar alıyorum. Teşekkürler emeklerine, oturup kendin yazıyorsun, takdir isteyen bir davranış. Emeklerine sağlık, gözlerine sağlık ;) |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Alıntı:
Sevgiler. actionsmile |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Sizin de benim de sürekli olarak zevk yaratan değerlere doğru hareket halinde olduğumuz doğrudur ama bazı duygulara diğerlerinden daha çok değer verdiğimiz de doğrudur. Size en büyük zevkleri vereceğini düşündüğünüz duygular nelerdir? Sevgi mi, başarı mı? Özgürlük mü, yakınlık mı? Serüven mi, yoksa güvence mi? Ben en çok değer verdiğimiz bu zevkli durumlara yaklaşmak istediğimiz değerler diyorum, çünkü bunlara ulaşmak için en çok şeyi yapmaya hazır ve razıyızdır. Hayatınızda sürekli olarak yaşamanın sizin için önemli olduğu bazı duygular nelerdir? Bu soruyu seminerlerde sorduğumda, katılımcılarım her zaman şu tür kelimelerle cevap veriyorlar: Sevgi, Başarı, Özgürlük, Yakınlık, Güvence, Serüven, Güç, İhtiras, Rahatlık, Sağlık... Bu değerlerin hepsini önemli bulduğunuz herhalde doğrudur. Hepsini hissetmek istediğiniz de doğrudur. Ama bunların hepsine eşit değer vermediğinizi söylesek, yanlış mı olur? Besbelli içlerinden bazılarını elde edebilmek için, biraz daha çok şey yaparsınız. Aslında hepimizin bir değerler hiyerarşisi vardır. Herkes bu listeye baktığında, kendisi için bu duygulardan bazılarının diğerlerinden daha önemli olduğunu düşünecektir. Değerlerinizin hiyerarşisi, her an verdiğiniz kararları etkilemektedir. Bazı insanlar rahatlığa ihtirastan daha çok ağırlık verir, ya da özgürlüğe güvenceden yakınlığa başarıdan daha çok önem verir. Hemen bir süre ayırın, listeye bakıp hangisine en büyük değeri verdiğinizi seçin. Listeyi yeni baştan, kendi sıralamanıza göre yazın, 1 numarayı sizin için en önemli olan duygu durumuna, 10 numarayı da en az önemli olanına verin. Buna şimdi zaman ayırın ve boşluklara kendi önem sıralamanızı yazın. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://s55.radikal.ru/i149/0902/3f/bc80ca10e6f8.gif "Karakterinize şöhretinizden daha çok önem verin. Çünkü karakteriniz, aslında neyseniz odur. Oysa şöhretiniz, başkaları sizi ne sanıyorsa odur." JOHN WOODEN Şimdi bu sıralamadan ne öğrendiniz? Eğer ben sizin yanı başınızda oturuyor olsaydım, herhalde size birtakım kaliteli feedback'ler verebilirdim. Örneğin, 1 numarayı özgürlüğe, 2'yi ihtirasa verir, ardından da serüvenle gücü sıralarsanız, sizi daha iyi tanımış olurdum. Baş değerleri güvence, rahatlık, yakınlık ve sağlığa veren birinden farklı kararlar vereceğinizi bilirdim. Bir numaraya serüveni koyan insan, güvenceyi koyanla aynı kararları mı verir sizce? Bu iki insan aynı tip araba mı satın alır? Aynı tür tatillere mi gider? Aynı mesleği mi seçer? Asla. Unutmayın, değerleriniz ne olursa olsun, hayatınızın yolunu etkiler. Bazı duyguların bize diğer duygulardan daha fazla zevk verdiğini hepimiz hayatımız boyunca öğrenmişizdir. Örneğin bazı insanlar en büyük zevki almak için, olayların kendi kontrollerinde olmasını, şevkle ve enerjiyle ileri atılmayı isterler. Tüm eylemlerinin en baş odağı bu olur. Kimlerle ilişki kuracaklarını, bu ilişkileri ne yapacaklarını, nasıl yaşayacaklarını hep bu odak saptar. Aynı zamanda da, tahmin edebileceğiniz gibi, kontrolün kendi ellerinde olmadığı ortamlarda onlara büyük rahatsızlık duyguları verir. Bunun tersine, bazı kimseler de acıyı, kontrolü elinde tutma fikrine bağlarlar. Dünyada her şeyden çok istedikleri, bir özgürlük duygusu ve serüvendir. Bu yüzden, kararları çok farklı olur. Yine bazıları, daha farklı bir duygudan, katkıda bulunmaktan, en büyük zevki alırlar. Bu değer onların sürekli olarak, "Neyi verebilirim? Nasıl bir fark yaratabilirim?" diye sormalarına yol açar. Bu da kuşkusuz onları, kontrolü başa alanlardan çok farklı yönlere götürür. Değerlerinizin ne olduğunu bir kere bilince, neden sürekli olarak şimdi gittiğiniz yönlere yöneldiğinizi de anlamış olursunuz. Ayrıca, değer hiyerarşinize bakarak, neden bazen karar vermekte zorlandığınızı ya da neden hayatınızda bu kadar çok çelişki olduğunu anlayabilirsiniz. Örneğin bir insanın bir numara verdiği duygu özgürlükse, iki numara da yakınlıksa, bu bağdaşmaz değerlerin birbirine bu kadar yakın,olması o kişiye sürekli zorluk çıkaracaktır. Bir keresinde danışmanlık yaptığım bir adamın sürekli olarak bu itme-çekme duygusunu yaşadığını hatırlıyorum. Sürekli olarak özerklik arar ama onu elde edince de yakınlık özlemi çekerdi. Yakınlığa yöneldiğinde, bu sefer özgürlüğünü kaybedeceğinden korkar, ilişkiyi sabote ederdi. Kendisi iki değer arasında gidip gelirken, ilişkilerinden biri de bir kopup bir geri dönerek varlığını sürdürüyordu. Ben ona değer hiyerarşisinde basit bir değişim yaptırttığımda, ilişkisi de hayatı da bir anda değişti. Önceliklerin yerini değiştirmek, güçlülük yaratır. Kendi değerlerinizin ne oduğunu bilmek, neyi neden yaptığınıza bir açıklık getirir, daha tutarlı yaşarsınız. Ama başkalarının değerlerini bilmek de aynı derecede önemlidir. İlişkiniz olan ya da birlikte iş yaptığınız birinin değerlerini bilmek, yararlı olur mu sizce? O kişinin değerlerini bilmek, elinde pusulayı bilmeniz demektir. Nasıl karar verdiklerini de anlarsınız. Kızım Jolie inanılmayacak kadar zengin bir hayat yaşar, en yüksek değerleri her zaman yerine gelir. Aynı zamanda kendisi harika bir aktrist, dansçı ve şarkıcıdır. On altı yaşına geldiğinde, Disneyland'de gösterilere çıkmak için yarışmalara girdi (kabul edilirse, başarıya verdiği değerlerin yerine geleceğini biliyordu). 700 yarışmacıyı geçerek parkın ünlü Electric Light Parade'inde rol kazandı. Başlangıçta Jolie sevinçten kendinden geçti. Biz de arkadaşları da, hem sevindik, hem de onunla gurur duyduk. Hafta sonlarında sık sık gidip onu seyrediyorduk. Ama Jolie'nin programı çok yorucuydu. Hafta içi de hafta sonu da her akşam gösteriye çıkıyordu. Okul da henüz yaz tatiline girmemişti. Bu nedenle her akşam, trafiğin en sıkışık olduğu saatte, San Diego'dan Orange County'ye kadar araba sürmek, prova yapmak, saatler boyunca gösteriye çıkmak, ardından da gece yarısından sonra arabayla eve dönmek, yatıp sabaha okul için erken kalkmak zorundaydı. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu günlük gidiş gelişler, bu uzun çalışma süreleri sonunda bir ıstıraba dönüştü... Bu arada, giymek zorunda kaldığı o ağır kostümün sırtına acı verdiğini hiç saymıyorum bile. Ama Jolie'nin açısından daha da beter olan şey, bu programın özel hayatını etkilemesi, ailemizle ve arkadaşlarıyla geçirecek vakit bırakmamasıydı. Bir yığın verimsiz duygu durumları arasında gidip geldiğini görmeye başlamıştım. Yere şapka düşse çığlık atıyor, her şeyden sürekli olarak yakınıyordu. Jolie'ye uymuyordu bunlar. Bardağı taşıran damla, üç haftalık sertifika programı için Havvaii'ye gitmek üzere bütün aile toparlanmaya başladığı zaman geldi. Tabii Jolie bizimle gelemiyordu. Evde kalıp Disneyland'deki işini sürdürmek zorundaydı. Bir sabah olanlar oldu, gözyaşları içinde bana geldi. Kararsızdı, kafası karmakarışıktı. Öyle hırslanmış, öyle mutsuz, öyle doyumsuzdu ki! Oysa daha altı ay önce imkânsız görünen bir amacına ulaşmıştı. Şimdi ise, Disneyland ona acı veriyordu. Neden? Çünkü en çok sevdikleriyle vakit geçirmesini engellemekteydi. Ayrıca Jolie her zaman, sertifika programlarına katılmanın ona çok büyük bir büyüme getirdiğine inanırdı. Hayatındaki her şeyden çok. Arkadaşlarının pek çoğu bu programa her yıl katılırlardı. Disneyland artık can sıkıyordu, çünkü kendini orada pek büyüyemiyor gibi hissetmekteydi. Bizimle sertifika programına gelme fikri de acı veriyordu ona. Sebatsız biri olmak istemiyordu. Ama Disneyland'deki işini sürdürürse, kendisi için en önemli saydığı şeyleri kaçıracaktı. Birlikte oturduk, hayatının en yüksek değerlerinin neler olduğuna bir göz atmasına yardım ettim. Sıralama şöyle oldu: 1) sevgi, 2) sağlık ve canlılık, 3) büyüme, 4) başarı. O değerlere baktığımda, doğru kararı vermesine yardımcı olabileceğimi hemen anladım. "Disneyland'deki işin sana ne veriyor?" diye sordum. "Nesi önemli orada çalışmanın?" Başlangıçta buna heyecanlandığını, çünkü bunu yeni arkadaşlar edinme, çalışmasından ötürü saygınlık kazanma, eğlenme, tecrübe biriktirme ve başarı duygusu tadma olarak gördüğünü söyledi. Ama şimdi, başarı duygusunu pek tadamadığını, çünkü artık kendini büyüyormuş gibi göremediğini anlattı. Daha hızlı büyümek için yapabileceği başka şeyler de bulunduğu kanısındaydı. "Kendimi yakıp kül ediyorum" dedi. "Sağlıklı değilim. Ailemle olmayı da çok özlüyorum." Ona sordum. "Hayatının bu alanında bir değişiklik yapmak ne anlama gelir? Disneyland'den çıkıp vaktini evde geçirsen, bizimle Havvaii'ye gelsen, bu sana ne verir?" Yüzü hemen parladı. Gülümseyerek, "Eh sizinle birlikte olurum" dedi. "Erkek arkadaşımla geçirecek biraz zamanım olur. Yeniden özgür olurum. Biraz dinlenirim, jimnastiklerimi yapıp yeniden forma girerim. Okuldaki 4.0'lık ortalamamı düşürmeyebilirim. Büyümenin ve başarı kazanmanın başka yollarını bulurum. Mutlu olurum!" Ne yapması gerektiği açık seçik önüne serilmişti. Mutsuzluğunun kaynağı belli olmuştu. Disneyland'de çalışmaya başlamadan önce en üst değerlerinin hepsini tutturuyordu. Sevildiğini hissediyordu, sağlıklıydı, büyümekte olduğunu da hissediyordu. Böyle olunca, listede bir sonra gelen değerin peşine düşmüş, başarıyı kovalamıştı. Ama bunu yaparken yarattığı ortamda, en üst üç değerini yitirmişti. Bu çok sık yaşanan bir tecrübedir. Önce en baştaki değerlerimizi tutturmamız gerektiğini hepimiz anlamak zorundayız. Onlar bizim en büyük önceliklerimizdir. Ve unutmayın, tüm değerlerimize aynı anda ulaşmanın bir yolu da her zaman vardır. Bundan azına razı olmadığımızdan emin olmalıyız. Jolie'nin kararında son bir engel daha vardı. Disneyland'den ayrılmaya hâlâ acıyı bağlamış durumdaydı. Hayatta en sevmediği şey maymun iştahlılıktı. Bu görüşüne ben de katkıda bulunmuştum, çünkü işler zorlaşınca pes eden insanların hiçbir şey başaramayacağı kanısındayımdır. Kızım Disneyland'den çıkmayı, pes etmek olarak görüyordu. İnsanın hayatını kendi değerleriyle tutarlı biçimde yaşamak için vereceği bir kararın, pes etmek sayılmayacağını söyledim ona. Eğer iş zor diye çıkıyor olsa, ona devam etmesini ilk söyleyen ben olurdum. Ama durum öyle değildi. Ben de ona, bu fırsatı bir başkasına bir armağan haline çevirmesi için olanak tanıdım. "Jolie" dedim, "İlk yedek olsan, sonra asıl seçilen vazgeçse, senin gösteriye katılma şansın doğsa, neler hissederdin? Bu armağanı bir başkasına versene!" Jolie'nin sevgi tanımı kısmen katkıda bulunmak olduğu için, bu sözüm hemen en yüksek değerine bağlandı. İşten çıkmayı acıya bağlamaktan vazgeçti, kararına zevki bağlayıverdi. Değerlerle ilgili bu dersi hiçbir zaman unutmadı. İsin ilginç yanı, tüm yüksek değerlerine cevap veren bir başka fırsat da buldu. Hem kendini daha mutlu hissedip daha çok eğlendi, hem de kısa bir süre sonra San Diego Starlight Tiyatrosu'nda oynanan bir oyunda işe girdi. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Zevkli oldukları için tatmak istediğimiz duygular olduğu gibi (zaten hayatta bunlara doğru gideriz), kaçınmak için ne olsa yapacağımız bazı duygularımız da vardır. Ben kariyerimin ilk başlarında daha ilk şirketimi kurarken, bir yandan hep seyahatteyken bir yandan da şirketimi yönetme konusunda çok büyük sorunlarla karşılaşmıştım. Bir ara, beni temsil eden birinin pek de dürüst olmadığı gibi bir görünümle karşılaşmıştım. Eğer benim gibi yüzbinlerce insanla iş yapmaya kalkarsanız, onlarla binlerce anlaşmaya varırsanız, ortalamalar kanunu size birilerinin sizi kandırmaya çalışacağını söyler zaten. Ne yazık ki böyleleri de hep, bütün beklentilerinizi aşan o binlerce ilişkinin arasında en aklınızda kalanlar olur. Böyle acılı bir durumun sonunda, kendime yeni bir genel müdür aramaya kalktım. Şirketimi gerçekten yönetebileceğini düşündüğüm biri. İnsanların değerlerini öğrenebilme konusunda yeni edindiğim araçla, adayların her birine, "Hayatında en önemli şey nedir?" diye sordum. Bazıları, "başarı", "bir numara olma" gibi şeyler söylediler. Ama içlerinden biri sihirli kelimeyi buldu. "Dürüstlük" dedi. Söylediğine hemen inanmadım. Daha önce birlikte çalıştığı kişilerden onu soruşturdum. Çok dürüst biri olduğunu onayladılar. Hattâ bazen namus söz konusu olduğunda, kendi ihtiyaçlarını bile ikinci plana iter," dediler. Kendi kendime, "İşte beni böyle birinin temsil etmesini istiyorum" dedim. İşi gerçekten güzel yaptı. Ama çok geçmeden hızla gelişen işime birinin daha yardım etmesi gerektiği ortaya çıktı. Daha başka becerileri olan biri. Genel Müdürüm, kendisiyle birlikte çalışabilecek birini önerdi, kuruluşumu ikisi birlikte yönetmeye başladılar. Durum bana harika görünüyordu. Söz konusu adamla tanıştım. Ondan Bay Smith diye söz edelim (Bu kitapta, pek de masum olmayanları korumak için isimler değiştirilmiştir). Bana harika bir demonstrasyon yaptı, yılların birikimi olan tecrübesini kullanıp şirketimi nasıl bir üst düzeye çıkarabileceğini gösterdi. Benim boş zamanım kalacaktı, daha büyük seminerler düzenleyebilecek, daha çok sayıda insanı etkileyip yardım edebilecektim, hem de o kadar çok seyahat etmek zorunda kalmayacaktım. O sıralarda yılın 150 gününü evden uzakta geçirmekteydim. Ayrıca, bu adam sonuçlar gelmeden para da almak istemiyordu! İnanılmayacak kadar iyi bir teklifti. Anlaşmaya razı oldum. Bay Smith'le benim dürüst genel müdürüm şirketimi birlikte yönetmeye başladılar. Bir buçuk yıl sonra uyanıp baktım ki, gerçekten teklifin parlaklığına inanmamak gerekirmiş! Evet, seminerlerim daha büyümüştü, ama ben yılda 270 gün evden uzakta kalıyordum. Becerilerim ve etkim artmıştı. Eskisine göre çok daha fazla insana yardım edebiliyordum, ama bir de haber aldım ki, canla başla koşturup uğraştığım halde 758.000 dolar borçtaymısım. Bu nasıl olabilidi? Eh, yönetim kadar güçlü şey var mı? Bu şirketlerde de böyle, kendi içimizde de. Besbelli yöneticilerim, istediğim tipte insanlar değildi. Ama daha da beteri, Bay Smith bu on sekiz aylık süre içinde kasalarımızdan çeyrek milyon dolar götürmüştü. Yeni bir evi, yeni bir arabası vardı. Ben bunları diğer işlerinin geliriyle aldığını sanıyordum. Öyle şaşırmıştım ki! Öfkeliydim, çileden çıkmış, yıkılmıştım dersem, inanın ki Değişim Sözlükçesini kullanıyorum! O sıra kullandığım metaforlar daha çok, "Sırtımdan bıçaklandım" "İlk evlâdımı katletmeye çalıştı!" gibi şeylerdi. Böylesi bir duygusal yoğunluğa ne diyorsunuz? Ama beni asıl şaşırtan, dürüst genel müdürümün bunlar olup biterken beni hiç uyarmayışıydı. O biliyordu durumu! İşte o zaman anlamaya başladım ki, insanlar yalnız zevke doğru gitmekle kalmıyor, acıdan da sürekli kaçıyorlar. Benim dürüst genel müdürüm, bu adam için kaygılandığımı bana söylemeye çalışmıştı gerçekten. Üç ay eve dönmeden dolaştığım bir gezinin sonunda bana gelmiş, Bay Smith'in dürüstlüğünden kuşku duyduğunu söylemişti. Ben hemen kaygılanmış, bunun nedenini sormuştum. O da bana, "Yeni işyerine taşındığımızda en büyük odayı o aldı" demişti. Bu öyle önemsiz, öyle küçük bir konuydu ki, hemen kızdım. "Bak" dedim. "Onu buraya sen getirdin. Şimdi de sen çözümle durumu." Sonra fırtına gibi odadan çıkıp gittim. Şimdi anlıyordum ki, adam bana bilgi vermek istediğinde ben ona acı vermiştim. Yorgun ve stresliydim. Olup bitenin daha derinlere giden anlamını kavrayamamıştım. Bu kadarı yetmiyormuş gibi, genel müdürüm bana bir kere daha gelip bilgi vermeye çalıştı. Bay Smith'le konuşacağı yerde bana gelmesinin dürüst bir hareket olmadığını söyledim, çıkıp Bay Smith'in odasına gittim, "Bak, senin hakkında bir yığın şey söylüyor. Konuyu ikiniz aranızda çözümleyin!" dedim. Bundan sonra Bay Smith'in ona ne kadar acı vermiş olacağını düşünebiliyor musunuz? Şimdi dönüp o olaylara baktığımda, bana gerçeği neden söylemediğini çok iyi anlıyorum. Şirketime çeyrek milyon dolar çalacak birini getirmiş olmaktan ve bunu bana söylemekten duyduğu acı, işi kısa vadeler için idare edip ertelemekten, bir şekilde çözebileceğini hayal etmekten çok daha büyük bir acıydı. Aslında bu genel müdürümle olan ilişkilerime bakıyorum da, sorunların hep, çatışmadan kaçınmak için bazı şeyleri yapmamasından kaynaklandığını görüyorum. Çalışma onun için acıların en büyüğüydü. Evet, dürüstlük de önemliydi, ama kavgadan kaçmak daha önemliydi. Bu nedenle benimle iletişim kurmuyor, yine de kendini dürüst sayıyordu, çünkü ona hiçbir zaman, "Bay Smith para alıyor mu?" diye sormamıştım. Sorsam, söyleyecekti. Duruma çok kızıyordum, parasal ve duygusal açıdan büyük sıkıntılar içindeydim, ama bir yandan da ömrümün en değerli derslerinden birini öğrenmiş, insan davranışını anlama konusunda bulmacanın son parçalarını da birleştirmeyi başarmıştım. Acı ve zevk denilen bu ikiz güçleri anlamak, yalnız kendimi ve ailemi olumlu etkilememi sağlamakla kalmadı, dünya insanlarını da daha ince ve ayrıntılı bir biçimde aydınlatmamı sağladı. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar O halde unutmayalım ki, ne yapacağımız konusunda ne zaman bir karar versek, beynimiz ilk önce bu hareketin zevke ya da acıya yol açıp açmayacağına bakıyor. Beyniniz sürekli olarak alternatifleri tartıyor, ne gibi bir etki yaratacağına bakıyor, bunu da sizin hiyerarşinize dayanarak yapıyor. Örneğin size gök dalışı yapın desem, sizin de en kaçınmak istediğiniz duygu, korku olsa, herhalde eyleme geçmezdiniz, değil mi? Ama eğer ne pahasına olursa olsun kaçınmak istediğiniz bir numaralı duygu reddedilmekse , dediğimi yapmazsanız sizi reddedeceğimi de biliyorsanız, korkunuza rağmen uçaktan atlarsınız. Acının bazı duygulara bağladığımız görece düzeyleri, kararlarımızı etkileyecektir. Sürekli olarak kaçınması sizin için en önemli olan duygulardan bazıları nelerdir? Seminerlerimde insanlara bu soruyu sorduğumda, genellikle şu cevapları verirler: Reddedilme Öfke Hırslanma Yalnızlık Depresyon Başarısızlık Küçük düşme Suçluluk 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Yine soralım, bu duygu durumlarının hepsi, hissetmekten kaçmak istediğiniz şeyler midir? Elbette, çünkü bunlar acı verir. Peki, bunlardan kaçınmak istiyor olmanıza rağmen, bazılarının diğerlerinden daha çok acı verdiği de doğru mudur? Kaçınmak istediğimiz değerler konusunda da bir hiyerarşiniz olduğu doğru mudur? Yukardaki listede bulunan duyguların hangisinden kaçınmak için daha çok şey yaparsınız? Reddedilme mi? Depresyon mu? Küçük düşme mi? Bu sorunun cevabı, hemen her ortamdaki davranışlarınızı saptayacaktır. Bir süre ayırıp bu listeyi yandaki boşluklara yeniden yazın ama kendinize göre bir öncelik sıralaması yapın. En çok kaçınmak istediğiniz duygu durumunu başa, en az kaçınmak istediğinizi de sona getirin. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://s55.radikal.ru/i149/0902/3f/bc80ca10e6f8.gif "Umarım futbol takımımızın gurur duyacağı bir üniversite kurarız." OKLAHOMA ÜNİVERSİTESİ için söylenmiş. Listeye baktığınızda size neler söylüyor? Örneğin, listenin en başına küçük düşme duygusunu yazdınızsa, size sert davranılabilecek durumlardan niçin hep kaçtığınızı anlamış olursunuz. Eğer en çok kaçınmak istediğiniz duygu yalnızlıksa, hep insanlara uzanan, onlara yardım eden, sürekli bir şeyler veren, bu sayede onların sizin yanınızda olmasını sağlamaya, çevrenizi minnet dolu dostlarla doldurmaya çalışan birisiniz demektir. ÖZ-SABOTAJ KAYNAĞI... DEĞER ÇATIŞMALARI Şimdi de değerler hiyerarşimizin yarattığı dinamiğe bir bakalım. Eğer ulaşmak istediğiniz değerlerin tepesine başarı yazmışsanız, kaçınma listesinin başına da reddedilmeyi koymuşsanız, bu sıralamanın hayatınızda ne gibi zorluklar yaratabileceğini görüyor musunuz? Size hemen söyleyebilirim, başarının zevkine ulaşmak isteyen, ama bu arada reddedilme acısını hiç yaşamak istemeyen insan, uzun vadede başarılı olamayacaktır. Bu kişi aslında büyük bir başarıya ulaşmadan önce kendi kendini sabote edecektir. Bunu nasıl söyleyebiliyorum, diye merak ediyorsunuz, değil mi? Pek sık değindiğimiz düzenleme ilkesini hatırlıyor musunuz? İnsanların acıdan kaçmak için yaptıkları, zevki kazanmak için yaptıklarından daha çoktur. Eğer hayatta gerçekten en yüksek düzeyde başarıya ulaşacaksanız, reddedilme riskini de göze almanız gerekmez mi? Bunu tatmaya razı değil misiniz? Siz dünyanın en dürüst insanı bile olsanız, sürekli olarak çevrenizdekilere yardım da etseniz, birilerinin sizi yanlış anlayacağı, sizi hiç tanımadıkları halde saldırılar yöneltecekleri doğru değil midir? İster yazar olmak isteyin, ister şarkıcı, ister konuşmacı, ister iş adamı reddedilme riski her zaman vardır. Beyniniz başarıya ulaşmak için reddedilme riskini de göze almanız gerektiğini bildiğine göre, reddedilmeyi en büyük acı saymaya da zaten karar vermiş olduğuna göre, söz konusu başarının kazanmaya değmez bir şey olduğu sonucuna varacak, sizi daha oraya varmadan önce sabote edecektir! İleriye doğru büyük adımlar atan insanları nice kere görmüşümdür. Son anda esrarengiz nedenlerle kendilerini geri çekerler. Ya da peşinde koştukları kişisel, duygusal, fiziksel başarıyı sabote edecek şeyler yapar, söylerler. Bunun nedeni her seferinde, başta gelen değerlerin çatışmasıdır. Beynin bir bölümü, "Haydi, koş!" derken, diğer bölümü, "Eğer bu işe atılırsan çok acı duyacaksın," demektedir. Bu insanlar bu nedenle iki adım öne gittikten sonra hemen bir adım geri basarlar. 1988 seçimlerinde ben bu ilkeye, "Gary Hart Sendromu" diye isim takmıştım. Hart iyi bir adamdı. İnsanları ve toplumu gerçekten seviyordu. Ama bu değer çelişkileri de herkesin gözünün önünde sergilenmekteydi. Kör adam mıydı Gary Hart? Hiç sanmam. Yalnızca, değerleri çatışma halinde olan bir adamdı. Gittiği kilise ona dans etmenin bile günah olduğunu öğretmişti. Beri yandan karşısına Warren Beatty gibi rol modelleri çıkmıştı. Çelişkili istekleri besbelli siyasal düşüşünün en büyük nedenidir. Gary Hart gibi zeki bir insanın, televizyonda halka dönüp, "Benden kuşku duyuyorsanız, izleyin beni!" dedikten sonra, oradan çıkıp metresinin evine gitmesini düşünebiliyor musunuz? Belli ki beyni ona, başkalarının kurallarına göre oynamak zorunda kaldığı bu oyundan çıkması için tuzak kuruyordu. İsterseniz siz buna "pop-psikoloji" demekte özgürsünüz, ama iki ayrı yöne çekilirken, ikisine de hizmet edemeyeceğiniz doğru değil midir? Bir şeyler kaybedilecektir arada. Bilinç ya da bilinçaltı düzeyinde, ne gerekiyorsa yapıp bize acı verecek bu durumdan kurtulmak isteyeceğimiz de doğru değil midir? Kamuoyunun karşısına çıktıkları zaman değer çelişkileri sergileyen insanları hepimiz görmüşüzdür. Ama onları yargılamak yerine, hepimizin de içinde çatışmalar olduğunu hatırlasak iyi ederiz. Neden? Çünkü değerler sistemimizi kendimiz kurmamışız da ondan. Çevrenin bizi biçimlendirmesine izin vermişiz. Ama bu durumu şimdi değiştirmeye başlayabiliriz. Nasıl mı? İki basit adım atarak. Birinci Adım, şimdiki değerlerinizin neler olduğunu öğrenmek, yaptıklarınızı neden yaptığınızı anlamaktır. Yaklaşmak istediğiniz duygu durumları nelerdir, kaçınmak istedikleriniz nelerdir? İki listeyi yanyana koyup karşılaştırdığınızda, şimdiki zamanınızı ve geleceğinizi yaratan gücü daha iyi anlarsınız. İkinci Adım: Artık hayatınızın kalitesini yükseltmek ve istediğiniz, hak ettiğiniz kadere kavuşmak için hangi değerlere göre yaşamak istediğiniz konusunda bilinçli kararlar verebilirsiniz. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar O halde başlayalım. Verdiğim listeleri yaparken örnek değer listelerine bakmıştınız. Aslında yapmanız gereken, kendi listelerinizle sıfırdan başlamak. Değerlerinizi keşfetmek için tek yapacağınız, bir tek basit soruya cevap vermek: "Hayatımda benim için hangisi en önemli?" Bu sorunun cevabını bulmak için beyin fırtınası uygulayın. Huzur mudur? Etki yapabilmek midir? Sevgi midir? Şimdi o değerleri, en önemlisinden en önemsizine doğru sıraya koyun. Biraz süre ayırıp bu işi hemen yapın... HAYATIMDA BENİM İÇİN HANGİSİ EN ÖNEMLİ? Ben yaklaşmak istediğim değerlerin ilk listesini yaptığımda, elimde şu sıralamaya göre, şöyle bir kâğıt bulmuştum. BENİM ESKİ YAKLAŞMA DEĞERLERİ LİSTEM İhtiras Sevgi Özgürlük Katkı Büyüme Başarı Mutluluk Eğlence Sağlık Yaratıcılık Listeme baktığımda, yaptıklarımı neden yaptığımı anladım. Öyle yoğun bir insandım ki! Kime sorsanız, bu yaklaşımıma "Patlama!" derdi. Ben buna ihtiras diyordum. Aileme ve dostlarıma olan sevgim ve seminerlerimde gösterdiğim paylaşma isteği zaten ortadaydf. Arzum insanları özgürleştirmekti. Çevremdekileri özgürleştirir onlara katkıda bulunursam, her şeyi yapabileceğim kanısındaydım. Büyüyecektim, başaracaktım, sonunda eğlenecek ve sağlıklı, yaratıcı olacaktım. Değerler listemi bilmek, raydan çıkmamamı sağladı, sürekli olarak kendim için önemli olanlara göre yaşadım. Yıllar boyunca hayatımda en büyük tutarlılık duygularını hissettim. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Yukarıdaki Bay Smith'le olan serüvenimden sonra, her şeyden uzaklaşabilmek için Fiji'ye gittim. Kendimi duygusal açıdan dengeye sokmam gerekiyordu. Durumu da biraz daha net görebilecek bir perspektif arıyordum. Daha önemlisi, ne yapacağıma, durumu nasıl tersine çevireceğime karar vermek zorundaydım. Oraya ilk vardığım akşam, uykuya dalmadan önce kendime çok önemli bir soru sordum. "Bütün bunlar neden bana oluyor?" diyecek yerde, daha iyi bir soru bulup sormayı başardım. "İnsan davranışlarının kaynağı nedir? İnsanlara yaptıkları şeyleri yaptıran nedir?" Ertesi sabah saat sekizde uyandığımda içime bir yığın fikirlerin boşalmakta olduğunu gördüm. Ajandamı kaptım, ana kabana'ya yerleşip sürekli yazmaya başladım. İnsanlar girip çıkıyordu ama ben o akşam saat 6.30'a kadar durmadan yazı yazdım. Kolum tutulmuş, parmaklarım uyuşmuştu. Sakin düşünüp yazıyor değildim. Fikirler patlayarak doğuyordu içime. Bu durmak bilmez fikir selinden, Kader Teknolojilerini tasarımladım, Nöro-Asosiyatif Şartlanma'nın da büyük kısmını o fikirlerden aldım. Ama sonradan notlarıma baktığımda tek kelimesini bile okuyamadım! Yine de o fikirler ve duygular içime demir atmıştı. Yarattığım şeyin değerini ve gücünü hemen anladım. Bir insanın hayatındaki öncelikleri sinir sisteminde yeniden tasarımlaması için bir program. İnsanların ne düşünecekleri, ne hissedecekleri hayatlarının her alanında ne yapacakları konusunda tüm kararlarını veriş sürecini yeniden yönlendirme. İnsanlara yalnızca değerlerinin ne olduğunu göstermek yerine, onlara o değerleri bilinçli olarak seçip sırasını değiştirmeyi öğretsem, neler olacağını düşünüyordum. Birinci önceliği güvenceye, on beşinci sırayı serüvene veren birini alsam, bu sımyıdeğiştirsem yalnız zihinsel düzeyde değil, serüveni sinir sisteminin yeni önceliği olacak hale getirecek biçimde değiştirsem ne olurdu? Böyle bir şey, o insanın hayatında nasıl bir değişiklik yapardı? Küçük bir değişiklik mi, yoksa büyük bir değişiklik mi? Cevap belliydi. Bunu yapmakla o insanın düşünüşünü, hissedişini davranışını, hayatının her alanında değiştirebilirdiniz. Bir insan bundan büyük bir değişiklik gerçekleştiremezdi. Aslında bu, tarih boyunca hep tarif edilen değişikliğin ta kendisiydi. Saul iken Paul olmak gibi bir şeydi. Kişinin en nefret ettiği şeylerin, en sevdiği şeyler haline gelmesi! Gerçekten yapılabilir miydi böyle bir şey? Bunu deneyebilecek en uygun kişinin kendim olduğuma karar verdim. Değerler listeme baktım. Başlangıçta, "Değerlerim harika!" dedim. "Çok seviyorum değerlerimi. Ne de olsa, ben buyum." Ama kendime hatırlatmam gereken şey, "Biz değerlerimizden ibaret değiliz. Değerlerimizden çok daha fazlası var bizde" ilkesiydi. Bu değerler zekice yapılmış seçimlerin ve bir master planın sonuçları değildi. Benim şu ana kadar yaptığım, başardığım şey, hayatımda nelerin öncelikli olduğuydu. Bana programlanmış olan zevk ve acı sistemi içinde yaşamayı bilinçli olarak kabul etmiştim. Ama eğer kendi hayatımı gerçekten kendim tasarımlayacak olsam, istediğim kaderi biçimlendirecek bir değerler dizisi edinsem neler nasıl sıralanırdı? |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://s55.radikal.ru/i149/0902/3f/bc80ca10e6f8.gif "Biz seni ne cennetten, ne de dünyadan yarattık. Ne fânisin, ne de ebedî, Seçme özgürlüğün ve onurunla, Kendinin yaratıcısı ve biçimlendiricisiymiş gibi, Kendini yoğurabilir, istediğin biçime sokabilirsin. Ruhunun yargı gücüne sahip olacaksın. Ve daha yüce biçimlerde, bu sefer ebedî olarak, yeniden doğacaksın." Pico Della Mirandola'nın "İnsan Gururu" Oration'ında Tanrı'nın Adem'e Söyledikleri İçim ilhamla doluydu. O anda hayatımın önünü ebediyen değiştirecek kararlan vermek üzere olduğumu anlamaya başlıyordum. Değerlerime bakıp şu soruyu sormaya başladım: "Nihaî kaderimi yaratmak için değerlerim nasıl olmalı? Olabileceğim en iyi insan olup hayatım boyunca en geniş etkileri yapabilmem için, nasıl olmalı?" Şimdi sahip olduğum değerler bana yardımcı oluyor, diye düşündüm. Ama hemen ardından, "Başka hangi değerleri eklemem gerek?" diye sordum. Listemde bulunmayan şeylerden birinin zekâ olduğunu fark ettim. Tabii ki zeki bir insandım, ama zeki olmayı, ihtiras kadar üst sıraya almamıştım. Aslında kendimi o ihtirasıma kaptırmış, bazı çok saçma seçimler yapmıştım. Genel müdürümü seçiş biçimim de bunlardan biriydi! Zekâyı sinir sistemimin bilinçli bir önceliği haline getirmedikçe, yani vereceğim kararların sonuçlarını düşünmek için önceden bir iki saniye ayırmadıkça, sürekli olarak isteklerimin gerisinde kalacaktım. Zekânın listemde çok yüksek sıralara çıkması gerektiğine hiç kuşku yoktu. O sırada, eklemem gereken daha başka değerler de geldi aklıma. Hepsinin listemde nerelere yerleşmesi gerektiğini kararlaştırdım. Ondan sonra, daha önce hiç sormadığım bir soru sordum: "Nihaî kaderime ulaşmak için listemden hangi değerleri çıkarıp atmam gerekir?" Birden farkına vardım ki, sürekli olarak özgür olmaya odaklandığım için, elimde var olan özgürlüğü de kaçırmaya başlıyordum. Şu andakinden daha özgür olunamayacağını anladım. Belki bu seçeneklere sahip olmadığım bir ülkede yaşıyor olsaydım duygularım daha değişik olurdu, ama benim için, bugünkünden daha özgür olmaya imkân yoktu. Böylece o maddeyi listemden çıkarmaya, artık mesele etmemeye karar verdim. Özgürlüğü listemden çıkardığım anda kendimi ne kadar özgür hissettiğimi anlatamam! Bundan sonra, her değerimi tek tek alıp enine boyuna incelemeye, gerçek niteliklerini araştırmaya koyuldum. Kendime, "Ben bu değeri hiyerarşinin bu sırasına koymaktan ne kazanıyorum?" diye soruyordum. Önce ihtirasa baktım, "ihtirası buraya yazmaktan yararım ne?" diye sordum. Cevap olarak, "Bana dürtü sağlıyor, heyecan ve enerji veriyor, insanları olumlu etkileyecek gücü veriyor; hayatıma özsuyu katıyor" dedim. Sonra beni biraz korkutan bir soru sordum. Yine hiç sormamış olduğum bir soruydu: "İhtirası tepeye koymak bana nelere mal olmuş olabilir?" O anda cevap hemen belirdi. Denver'de yaptığım seminerden daha yeni dönmüştüm. Oradayken yıllardır ilk defa kendimi çok hasta hissetmiştim. Sağlık benim listemde hep vardı, önemliydi. Ama yeri pek yukarlarda sayılmazdı. Bu arada, sizin değerler listenizde bir şey varsa, o sizin için önemli demektir, çünkü daha o listeye girebilecek yüzlerce şey vardır. Ama benim sağlık konusundaki fikrim yalnızca iyi yemeyi ilgilendiriyordu. Cimnastik yapmıyordum, yeterince de dinlenmiyordum. Sürekli sınırsız enerji talep ettiğim vücudum biraz çöküyordu. O gün hatırladığım şey, kendimi iyi hissetmediğim zamanlarda da zorlanıp seminerleri yine de yaptığım oldu. Ama öyle zamanlarda ihtiras hissetmiyordum, sevgi hissetmiyordum, pek etki yapabilecekmişim gibi de hissetmiyordum. Bu durumda ihtirası listenin başına yazmanın beni yakıp kül edeceğini gördüm. İstediğim kader bu yüzden engellenebilirdi. Ve son soruyu da sordum: "Nihaî kaderime ulaşmak için değerlerim hangi biçimde sıralanmalı?" Yani, benim için hangisi önemli, diye sormadım da, hangisi olması gerekir, diye sordum. Bu süreci uygulamaya başladığımda, listem değişti, bu sefer şöyle oldu: YAKLAŞMA DEĞERLERİ YENİ LİSTEM Sağlık/Canlılık Sevgi / Sıcaklık Zeka Neşe Dürüstlük İhtiras Minnet Eğlence / Mutluluk Bir fark yaratmak Öğrenmek / Büyümek Başarmak En iyisi olmak Yatırım Katkı Yaratıcılık Bu değişiklikler belki size pek sinsi ve belli belirsiz şeyler gibi görünebilir, ama benim üzerimdeki duygusal etkileri çok büyük oldu. Hayat önceliklerim hakkında yalnızca bu yeni listeyi yaratmak bile zaman zaman yoğun korkulara, mücadelelere yol açıyordu. Sanırım en zoru da, başarı ile mutluluk arasındaki sıra değişimini yapmaktı. Hatırlarsanız eski listemde, ihtiras, sevgi, özgürlük, katkı, yapabilme, büyüme ve başarı diye bir sıralamam vardı. Kendimi mutlu hissetmeye daha aşağıda yer vermiştim. "Mutluluğu bir öncelik yaparsam ne olur?" diye düşünmeye başladım. Acaba onu başarının da yukarısına çıkarsam ne olurdu? Doğrusunu isterseniz bu da içimde korku yaratan sorulardan biriydi. Kendi kendime, "Benim için kendimi mutlu hissetmek zaten kolay," diyordum. "Belki dürtülerimi kaybederim. Belki başarmak istemeyebilirdim. Belki aynı etkileri sağlamak istemeyebilirim. Belki insanlara o kadar katkım olmaz." Ne de olsa, ben kimliğimi, ihtirası kullanarak bir fark yaratmaya bağlamış bir insandım. Hemen hemen iki saat düşündüm, sonunda "gustolu olsun" diye karar verip kendimi mutlu etmeye yöneldim. Ne gülünç! Ama size bir şey söyleyeyim mi, Kaderle Randevu'da büyük çoğunluğu başarıya dönük olan onbinlerce insanla çalıştıktan sonra, bunun herkesin en büyük korkularından biri olduğunu öğrendim, insanlar genellikle, önce kendilerini mutlu hissederlerse güçlerini ve dürtülerini kaybedeceklerinden korkuyorlar, Oysa ben size diyorum ki, benim hayatımda olan, mutlu olmak için başarmak yerine, mutlu mutlu başarmak oldu. Aradaki farkın hayat kalitem üzerindeki etkisi de öyle derin ki, bunu kelimelerle tarif etmeme olanak yok. Dürtümü kaybetmedim tam tersine, kendimi çok iyi hissettim, daha bile çok şey yapmak istedim! Listem tamamlanınca, daha önce hiç hissetmediğim bir duyguya kapıldım. Bir tür sükûnet. İçimde hiç tanımadığım bir emin olma duygusu vardı, çünkü artık benliğimin her zerresinin, rüyalarımın yönüne doğru çekileceğini biliyordum. Artık kendimle savaş halinde değildim. Sürekli olarak özgürlük için mücadele vermeyince, daha fazla yakınlığa ve sevgiye yer açılmıştı özgürlüğüm bile artmıştı bu yüzden. Artık muti mutlu başaracaktım. Sağlıklı ve zeki olacaktım. Hayatımın önceliklerini değiştirme kararımla o değişiklikleri bir anda fiziksel vücudumda hissetmeye başlamıştım. Ayrıca, eğer başarıya ulaşacaksam, bazı duygu durumlarından da uzak durmam gerektiğini anlamaya başlamıştım. Bunlardan biri kaygıydı. Şirketimi nasıl devam ettireceğimi, kapıları nasıl açık tutacağımı düşünmekten, acı içindeydim. O sıralarda, eğer kaygılanırsam daha motive olacağımı sanıyordum. Ama kaygının beni daha az verimli yaptığını gördüm. Artık kaygılanamayacağıma karar verdim. Normal bir merak ve endişe duyabilirdim, ama daha önemlisi, işleri düzeltecek eylemlere geçmekti. Kaygının kaderimi mahvedeceğine karar verdiğim anda, ondan ne pahasına olursa olsun kaçmaya başladım. Besbelli bu çok acılı bir duyguydu. Bu sefer de kendime, kaçınılacak duygular listesi yapmaya başladım. ABD'ye dönüş yolculuğum sırasında, artık kaderimi tasarımlamıştım. Tanrım, dostlarımla iş arkadaşlarım amma da şaşırdılar! Daha ofise ilk döndüğüm gün, insanlar bana "Ne oldu sana böyle?" demeye başladılar. "Çok farklı görünüyorsun! Ne kadar rahatsın!" Her bir kişiye yeni teknolojimi saatlerce anlatmaya koyuldum, sonunda baktım ki onu ele alıp rafine etmem, bir seminer formuna sokmam gerekiyor. İşte Kaderle Randevu böyle doğdu. Bu kitabı yazış nedenim, Kader-NAC teknolojisini mümkün olduğu kadar çok sayıda insana yaymak içindir. Umarım onu kullanırsınız. Unutmayın, kim olacağımızı gerçekten kendimiz tasarımlayabiliriz. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Alıntı:
Arka arkaya yazdığın için araya girmemeye çalışıyorum. Okunmaz mı aşkolsun ;) Okumaya devam. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar merhaba zerynthia bende bu konuyu ilgiyle takip ediyorum.foruma sık sık giremiyorum ama her ziyaretimde bu konuya bakmadan geçemiyorum.sayende alacağım kitaplar listesine bir kitap daha eklendi.emeklerinin boşa gitmediğinden eminim.ben ki bu kadar haylaz olmama rağmen her fırsatta paylaşımını ilgiyle takip edebiliyorsam ilerleyen dönemlerde bu konuya ilginin artacağından eminim.üstelik okadar güzel birşey yapıyorsun ki ilgi çekmeyi bir kenara bırak okuduğun kitabı hem yazarak sende kalıcı olmasını sağlıyorsun hemde bizimle paylaşıyorsun.çok çok teşekkür ediyorum sevgilerle... |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar okunmaz olurmu hiç. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img171.imageshack.us/img171/6185/29op7.gif "Bana iç ruh güzelliği ver, dış ve iç insan bir olsun." SOKRAT O halde Master Sistemi'nizde değerler olarak bilinen bu üçüncü unsuru nasıl kontrol edebilirsiniz? Şu iki basit adımı atın: Birinci adım. Şimdiki değerlerinizin neler olduğunu bulun, sonra bunları önem sırasına koyun. Bu size en çok neyi yaşamak istediğinizi açıklayacaktır. Hangi değerlere doğru gitmekte olduğunuzu ve hayatta en çok nelerden kaçmakta olduğunuzu gösterecektir. Yaptıklarınızı neden yaptığınızı anlatacaktır. Ayrıca size sürekli olarak daha çok zevk ala ala yaşamanız için, içinizde var olan acı-zevk sistemini de anlatacaktır. İkinci adım. Eğer koçu boynuzlarından yakalamaya istekliyseniz, kaderinizi yeniden yönlendirme olanağınız da var. Kendinize yeni bir soru sorun: "Benim değerlerim ne olmalı ki, istediğim ve hak ettiğim kaderi elde edeyim?" Beyin fırtınasıyla bir liste oluşturun. Onu sıraya sokun. Gerçekten istediğiniz hayat kalitesine ulaşabilmek için hangi değerlerden kurtulmanız gerektiğini, hangilerini listeye eklemeniz gerektirdiğini kararlaştırın. Belki siz şimdi, "Benim kaderim de neymiş, yahu?" diye soruyor olabilirsiniz. Eğer bu noktada takılmış durumdaysanız, Bölüm 12'ye dönün. Orada ben size, tüm istediklerinizi başarabilmek için nasıl bir insan olmanız gerektiğini sormuştum. O insan olabilmek için, değerlerinizin neler olması gerekir? Hangi değerleri eklemek ya da çıkarmak istiyorsunuz? Örneğin, korkuyla, hırslanmayla, reddedilmeyle başa çıkma kapasiteniz, yeni bir sıralamayla ne kadar değişecektir? Eğlenceye ve oyuna daha yüksek bir öncelik vermek neleri değiştirecektir? Hayatta daha çok eğlenmenizi sağlayacak mıdır? Tüm tecrübelerden zevk almayı, çocuklarınızla daha yakınlaşmayı, onlara yalnızca ekmek parası getiren biri olmaktan çıkmayı sağlayacak mıdır? Yeni değerler listenizi yaratmakla siz ne başarmış oldunuz? Bir kâğıt üzerinde bir yığın kelime mi onlar? Öyle tabii, eğer kendinizi şartlayıp onları yeni pusula olarak kullanmazsanız. Ama kullanırsanız, vereceğiniz her kararı sağlam temeli olacaklar. Seminerlerimde kullandığım tüm şartlandırma araçlarını bu kitapta size vermek hiç kolay değil ama isterseniz kaldıracın gücünü bir kere daha hatırlatayım. Kaderle Randevu seminerine katılan insanların pek çoğu, de- ğerler listesini iş yerlerinde, evde, insanların görüp onlardan bu yüksek standartları bekleyeceği her yerde duvarlara asıyor, göz önüne koyuyorlardı. Siz de aynı tür kaldıraçlar kullanarak yeni değerlerinize adanmışlığınızı artırın. Gelecek sefer çocuklarınıza bağırırken, belki sevdiğiniz biri oradan geçerken size, "Merhamet senin listende bir numara değil miydi?" diye hatırlatabilir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Kaderle Randevu'da insanların değer hiyerarşilerinin kontrolünü ellerine alışını seyretmek öyle ödüllendirici bir şey ki! Cuma sabahı kim olduklarıyla, Pazar akşamı kim haline geldikleri arasındaki farkı anlatamam. Bu değişimler sırasında sanki sihir sergileniyor. Bir adam hatırlıyorum, karısı onu programa sürükleyerek getirmişti. Hiç gelmek istemiyordu. Biz değerlerden ve o alanda değişiklikler yapma olanağından söz ederken o, "Ben değerlerimi değiştirme ihtiyacı duymuyorum" diye direnmekteydi. Bu arada söyleyeyim, bir numaraya koyduğu değer özgürlüktü! Hayatında istemediği bir şeyi değiştirmeye zorlanmaktan yakınıp duruyordu. O değişimi reddederken, mesele bir kontrol sorunu haline gelmişti. Sonunda ona, "Değişiklik yapmak zorunda olmadığınızı biliyorum" dedim. "Sizin özgür olduğunuzu da biliyorum. Eminim ki yeni değerler ekleme özgürlüğünüz de var. Hayatınızın kalitesini artırmak ve belki nihaî kaderinizi de etkilemek için ekleyeceğiniz bazı değerler hangileri olurdu?" Birkaç saniye düşündükten sonra, "Eh, belki esnekliği eklemek iyi olur" dedi. Herkes kahkahalarla gülmeye başladı. "Harika!" dedim. "Esnekliği listede nereye koyarsınız?" Dipten başlayıp yukarıya doğru tırmandık, sonunda o kelime listede dördüncü sıraya girdi. Oranın yeni değer için uygun sıra olduğuna karar verdiği anda, onun yanında oturan bir başka katılımcı, "Gördünüz mü şunu?" diye patladı. Salondaki başkaları da fark etmişti. Adamın fizyolojisi gözümüzün önünde değişiyordu resmen! Esnekliği kendi değer sistemi içinde kabullendiği zaman, duruşu birden rahatlamış gevşemişti. Sandalyesinde farklı oturuyor daha özgürce soluyordu. Yüz kasları gerilimini kaybederken ifadesi bile değişti. Esneklik yeni önceliği olunca, sinir sistemi hemen mesajı almıştı besbelli. Ona sordum: "Listenize eklemek isteyeceğiniz daha başka değerler var mı?" Adam bir an düşündü, "Belki... Bağışlama?" dedi. Bunu sonunda soru işareti varmış gibi söylemişti. Herkes yine gülmeye başladı. İşe düşmanca bir tutum içinde başlayan adam, karşımızda 180 derecelik bir dönüş yapıyordu. Bağışlamayı listesinde nereye sokacağını düşünürken, tavrında daha başka değişiklikler de görmek çok hoştu. Duruşu, soluyuşu, yüz kasları, hareketleri! Hafta sonu boyunca, o iki değeri eklemenin bu adamda sağladığı değişime herkes şaşıp durdu. İnsanlarla konuşurken sesi artık yumuşaktı. Yüzü "açık" bir ifadeye bürünmüştü. Daha ifadeliydi. İnsanlarla kurduğu bağlar, eskiden yapamadığı türdendi. Şimdi aradan üç yıl geçti, özgürlük artık onun listesinde bile değil. Karısıyla arasındaki yakınlık da büyük ölçüde arttı. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Hayat bir bakıma bizim değerlerimize adanmışlığımızı sınavdan geçirir. Benim sınavım da, bir gün uçağa binerken karşıma çıktı. Bir de baktım, karşımda meşhur Bay Smith duruyor! İçimde iki yıldır hissetmediğim öfkeler ve düşmanlık duyguları kabarmaya başladı. Bu duyguları iki yıldır tatmayışım, biraz da onu bu arada hiç görmeyişimdendi. Uçağa bindi, arka tarafa oturdu. Ben yerime otururken, onun arkamda olduğunu bildiğim için, düşünceler kafamda cirit atıyordu: Ne yapmalıydım? Onunla yüzleşmeli miydim? Oraya yürüyüp yüzüne mi bakmalıydım? Onu bakışlarımla çökertmeli miydim? Bu sorulardan gurur duymuyorum doğrusu. Ama madem ki dürüstlük benim en baş değerlerimden biri, sizinle açık konuşayım dedim. Ama bir an sonra, eylemlerimi değerlerim yönetmeye başladı. Neden? Defterimi açıp bir şey yazarken, değerler hiyerarşimi gördüm. En başta, "Benim için hayatta en önemli şey sevgi ve sıcaklık," diyordu. Hımmm. "Zeki ol." Hımmm. "Neşeli ol. Dürüst ol. İhtiraslı ol. Minnet duy. Eğlen. Bir fark yarat..." Eh, tahmin edebileceğiniz gibi, durumum birden değişti. Besbelli paternim kırılmıştı. Aslında kim olduğumu, amacımın ne olduğunu hatırlamak, bana bu etkiyi yapmıştı. Ne yapacağım da böylelikle açık seçik ortaya çıktı. Uçak indiğinde, ona içtenlikle ve sıcaklıkla yaklaştım, geçmiş davranışını hiç onaylamamakla birlikte, artık ona fazla kızmamaya karar verdiğimi söyleyip iyi dileklerimi sundum. Ben dönüp uzaklaşırken yüzündeki şaşkınlığı hâlâ hatırlıyorum. Öfff! Ne büyük bir duygusal isabet! Stresli bir ortamda bile, doğru saydığım şeylere göre davranmıştım. Hayatta hiçbir şey insana, doğruyu yaptığını bilmek kadar büyük bir doyum duygusu veremiyor. Kendinize kaderinizi biçimlendiren bu gücü kontrolünüze alma fırsatı tanıyın. Zaman ayırıp, önceliklerinizi netleştiren egzersizleri de kesinlikle yapın. İnsanın değerlere sahip olması, ama onlara göre yaşadığını hissetmemesi de mümkün mü? Hayatınıza muhteşem biçimde yön veren harika bir değerler sisteminiz olabilir, ama yine de kendinizi mutsuz hissedebilirsiniz. Böyle olmaması için, bir başka şeyin gücünü anlıyor olmanız gerek, o da... |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img171.imageshack.us/img171/6185/29op7.gif KURALLAR; MUTLU DEĞİLSENİZ, İŞTE NEDENİ! "Kimsenin sizden beklemediği kadar yüksek bir standarttan sorumlu olmayı seçin." HENRY WARD BEECHER Bu kelimeleri yazarken bir yandan da, Hawaii'nin en büyük adasındaki Hyatt Regency Waikoloa beldesinde, penceremden Büyük Okyanusun o derin maviliğine bakıyorum. Az önce tanık olduğum şey, Amerika'da 2017 yılına kadar olmayacak. Güneşin tam tutulması. Becky'yle ikimiz bu sabah 5.30'da kalktık, diğer binlerce konukla birlikte bu ender astronomik olayı seyrettik. Seyretme yerinde büyük kalabalıklar toplanırken, benim niyetim olayı bizimle paylaşmaya gelenlerin çeşitliliğini gözlemlemekti. En yüksek düzeyde iş adamlarından, tatile gelmiş ailelere kadar, yanlarında teleskoplarını getiren bilimadamlarından, çadırlarını dün gece lav çukurlarına kurmuş yürüyüş meraklılarına kadar, bunun heyecanlı bir olay olduğunu anneleriyle babaları söylediği için bilen çocuklara kadar her türlüsü vardı. Sayısız insanlar dünyanın her yanından uçarak gelmişlerdi buraya. Binlerce dolar harcayıp gelmiş, üstelik de bunu sırf dört dakika sürecek bir şeyi seyretmek için yapmışlardı! Ne işimiz vardı bizim burada? Gölgede durmak mıydı bütün derdimiz? Ne ilginç bir canlı türüyüz, değil mi? Saat 6.28'de olay başladı. Havada bir gerilim vardı. Bu yalnız tutulmayı görmekten kaynaklanan bir şey değildi. Herkes hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordu. Çünkü bu benzersiz sabah saatinde, bulutlar yavaş yavaş toparlanmaya, gökyüzü kapanmaya başlıyordu. Kalabalığın içinde, beklentilerinin boşa çıkabileceğini düşünenlerin sayısı öyle çoktu ki! Görmeye geldikleri şey yalnızca ayın güneş önünden çabucak kayması değildi. Dört dakikalık tam tutulmayı bekliyordu onlar. Ayın gölgesi, güneş ışınlarının yolunu tümden tıkayacak, bizi karanlıklara itecekti. Onlar bunun için gelmişlerdi buraya. Topyekûn bir olay görmeye! 7.10'da bulutlar daha da artmış, her geçen dakikayla çoğalıyorlardı. Birden güneş, bulutların arasındaki bir delikten kendini gösterdi, bir an için kısmî bir tutulma görebildik. Kalabalık bu fırsatı alkışlarla selamladı, ama bulutlar hemen yine güneşi örttü, giderek kalınlaştılar, sonunda görüşümüzü tıkadılar. Tam tutulma yani salt karanlık ânına yaklaşırken, ayı güneşin üzerinde göremeyeceğimiz belli oldu. Birdenbire binlerce insan, televizyoncuların oraya kurduğu dev ekrana doğru koşmaya başladı. O ekranın karşısına oturup tutulmayı öyle seyrettik. Dünyanın her yanındaki diğer insanlar gibi! İşte o anda, sınırsız sayıda farklı insan duyguları gördüm. Herkes kendi kurallarına göre davranıyordu, Bu tecrübeden gerekli duyguları elde edebilmeleri için ne olması gerekiyorsa, onu sağlamaya çalışıyorlardı. Arkamda duran bir adam küfretmeye başladı. "4000 dolar harcayıp buralara kadar gelişim, dört dakikalık tutulmayı televizyondan seyretmek için miydi?" diyordu. Birkaç adım ötemdeki bir kadın da ikide bir, "Kaçırdığımıza inanamıyorum!" demekteydi. Hevesli biri olan kızı ona, "Ama anne, şimdi oluyor işte!" diye karşılık veriyordu. Sağımda oturan bir başka kadın da, "Ne inanılmaz şey, değil mi? Burada olduğum için kendimi öyle şanslı hissediyorum ki!" diyordu. Derken çok çarpıcı bir şey oldu. Biz televizyonda, son güneş ışınlarının da ayın arkasında görünmez oluşunu seyrederken, ortalık kapkaranlık kesildi. Geceye hiç benzemiyordu. Gece olurken gökyüzü yavaş yavaş kararırdı. Oysa bu, bir anda gelen salt bir karanlıktı! Önce kalabalıktan bir uğultu yükseldi, sonra bir sessizlik çöktü. Kuşlar hemen ağaçlara konup seslerini kestiler. Gerçekten çok şaşırtıcı bir andı. O sırada isterik bir şey oldu. İnsanlar karanlıkta oturup, televizyon ekranındaki karanlığa bakarken, kameralarını getirmiş olanlar ekranı çekmeye başladılar. Ortalık aydınlanıverdi. Güneşten değil... Flaş ışıklarından! Olay başladığı kadar anî son buldu. Bence bütün bu serüvenin en çarpıcı yanı, bir ışın demetinin ayın arkasından kurtulup bizi aydınlığa kavuşturmasıydı. İçimden sessizce, karanlığı silmek için o kadar da fazla ışık gerekmiyor, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Güneş ışığının geri dönmesinden birkaç saniye sonra, insanlar kalkıp dağılmaya başladılar. Şaşırmıştım. Oysa tutulma henüz bitmemişti. Gidenlerin çoğu, bunca yolu gelip de böyle önemli bir tecrübeyi kaçırdıklarından yakınıyorlardı. Ama birkaç kendinden geçmiş kişi orada oyalandı, olayın her dakikasını seyretti, büyük bir heyecan ve sevinç hissetti. İşin garip yanı, on beş, yirmi dakika geçmeden rüzgârın tüm bulutları dağıtıp gökyüzünü pırıl pırıl etmesiydi. Gökyüzü masmaviydi, tutulma olayı da hâlâ devam ediyordu. Ama insanlar homurdanarak odalarına dönmüşlerdi bile. Beklentileri gerçekleşmedi diye kendilerine acı vermeyi sürdürüyorlardı. Ben yine her zamanki gibi insanlarla konuşmaya başladım. Önce, tutulma olayından elde ettikleri tecrübeyi bilmek istiyordum. Çoğu kişi olayı inanılmaz bulduklarını, hayatlarının en ruhanî olayı saydıklarını söyledi. Bir hamile kadın göbeğini ovalayarak, tutulma sırasında karnındaki çocukla daha yakın bir bağ kurduğunu anlattı. O anda burada bulunmam şarttı, diyordu. Ne de çeşitli inançlar ve kurallar dinliyordum bugün! Ama bana esas komik gelen, insanların böyle bir şey için bu kadar heyecanlanıp duygulanmalarıydı. Alt tarafı, tam karanlığın süresi dört dakikaydı! Bir düşünürseniz, aslında güneşin her sabah doğması da bir mucize! İnsanların her sabah böyle toplaşıp gündoğumunu seyredişini düşünebiliyor musunuz? Ya ulusal televizyon bu olayı her sabah yayınlasa, güneşin ufuktan yükselişi hakkında yorumlar yapıp dursaydı? Herkes de sabahları öğleye kadar bu mucizeden söz etseydi? Ne tür günler yaşardık, hayalinizde canlandırabiliyor musunuz? CNN günlük yayınına, "Günaydın. Mucize bir kere daha oldu... Güneş doğdu!" diye başlasaydı? Neden böyle tepki vermiyoruz? Verebilir miydik? Herhalde verebilirdik. Ama tabii alışırdık. Çevremizde her gün yer alan mucizelere öylesine alışıyoruz ki, artık onları mucize olarak bile görmüyoruz. Çoğumuz için, nelerin değerli olduğu konusundaki kurallar, bizi hep ender şeylere yöneltiyor. Çok sayıda olan mucizelere aldırış etmiyoruz. Peki, bu insanların tepki farklarını yaratan nedir? Bir adam öylesine bozulmuştu ki, olay yerinde kamerasını kırıp parçalamıştı. Kimi de bugün yalnıca bir sevinci yaşamıştı. Ayrıca o sevinci, olayı b ıskalarına anlatırken de, her sefer yaşayacaklardı. Haftalarca, aylarca, yıllarca! Bizim bu gerçek olayla ilgili olarak yaşadığımız tecrübenin aslında gerçekle ilgisi yoktu. Durumu biz kendi inançlarımızın kontrol edici gücüyle yorumluyorduk. Kendimizi iyi hissetmemiz için ne olması gerekiyorsa, ona göre. Ben ne zaman zevk, ne zaman acı hissedeceğimizi saptayan bu belirli inançlara, kurallar diyorum. Bunların gücünü anlayamamak, ömür boyu mutluluk olanağını tümüyle öldürebilir, çok iyi anlayıp onlardan yararlanmak ise, hayatınıza tüm bu kitapta anlatılanları katarak onu değiştirebilir. Daha ileriye gitmeden size bir soru sorayım. Sizin kendinizi iyi hissetmeniz için ne olması gerek? Birinin sizi kucaklaması, öpmesi, sizinle sevişmesi, size ne kadar saygı duyduğunu, sizi ne kadar sevdiğini söylemesi mi gerek? Yoksa bir milyon dolar mı kazanmalısınız? Golfta en güzel puanı mı tutturmaksınız? Patronunuz sizi takdir mi etmeli? Amaçlarınızın tümüne ulaşmanız mı gerekli? Seçkin bir araba kullanıp, seçkin partilere gidip, seçkin insanlarla tanışık mı olmanız gerek? Manevî değerlerinizin güçlü olması, tümden aydınlanma ânını bekliyor olmanız mı gerek? Günde beş mil koşmanız mı gerek? Kendinizi iyi hissetmeniz için ne olması gerek? Aslına bakarsanız, sizin kendinizi iyi hissetmeniz için hiçbir şeyin olması şart değil. Güneşin tutulması şart değil. Şu ada bile, hiçbir neden olmadığı halde, kendinizi çok iyi hissedebilirsiniz! Bir düşünün. Bir milyon dolar kazansanız, size zevki veren o bir milyon dolar değil. Kendinize, "Bir milyona varınca, kendime iyi hissetme izni vereceğim," diye koymuş olduğunuz kural. O anda, kendinize iyi hissetme izni verdiğiniz sırada, beyninize bir mesaj yolluyor, yüz, göğüs, vücut kaslarınıza giden emirleri değiştiriyor, solumanızı ve sinir sisteminizin biyokimyasını değiştiriyor, zevk diye tanımladığınız şeyleri hissetmeye izin veriyorsunuz. O güneş tutulması gününde en kötü tecrübeyi kim yaşadı sizce? Kendilerini iyi hissedebilmek için koydukları kuralları çok sert ve yoğun tutanlar! Bilimadamlarının ve kendilerini bilimadamı gibi gören turistlerin en çok acıyı çektiğine hiç kuşku yok. Çoğu ellerinde koca gündemlerle gelmişlerdi. Tutulma sırasında o gündemdekilerin hepsim yapacak, ancak ondan sonra kendilerini iyi hissedeceklerdi. Beni yanlış anlamayın; kendini adamanın elden gelenin en iyisini yapmaya çalışmanın kötü bir yanı yok. Ama yıllar önce ben, hayatımı ebediyen değiştiren bir farklılık keşfetmiştim: hayatlarımızı kendi kontrolümüzün dışındaki bir şeyden mutlu olacak biçimde yapılandırırsak. Acı çekeriz. Bundan böyle acının gelip beni sarsacağı korkusuyla yaşamak istemediğim için, ayrıca kendimi zeki bir insan saydığım için, kurallarımı yeni baştan tasarımladım, acıyı ve zevki ancak kendim uygun bulduğum zaman ve kendi zihnimi, vücudumu, duygularımı yönlendirme kapasiteme göre yerinde bulduğum zaman çekerim, dedim. Bu arada söyleyeyim, Becky de, ben de, güneş tutulmasından büyük .keyif aldık. Zaten Havvaii'ye başka nedenlerle de gidecektik (orada üç haftalık sertifika programım vardı), bu nedenle birkaç günlüğüne buraya uğrayıp tutulmayı seyredebilmek de bize ek bir ikramiye gibi geldi. Ama keyif almamızın asıl nedeni beklentilerimizin az olması değildi. Olayı biz de hevesle bekliyorduk. Bizim mutluluğumuzun nedeni, ikimizin de paylaştığı bir kilit kuralda yatmaktaydı: o günün kuralı olarak, ne olursa olsun olaydan zevk almaya karar vermiştik. Beklentilerimiz olmadığından değildi zevk alabilişimiz. Kararımızın, ne olursa olsun, zevk alacak bir yanını bulma yolunda olmasındandı. Eğer bu kuralı benimser ve kendi hayatınızda sürekli olarak uygularsanız yaşadığınız olayların tümünü nasıl değiştireceğini görebiliyor musunuz? Ben insanlara bu kuralı anlattığımda, içlerinden bazıları, "Evet ama aslında siz standartlarınızı düşürüyorsunuz" diyorlar. Oysa bu hiç doğru değil! Bu kuralı kabul etmek standartlarınızı yükseltmektir. Kendinizi daha yüksek bir standarda adıyorsunuz, koşullar ne olursa olsun zevk alıyorsunuz demektir. Odağınızı, hayatın gerçek zenginliğinden zevk alabilecek biçimde yöneltecek kadar zeki, esnek ve yaratıcısınız demektir. Belki de kuralların en hayatî olanı budur. Bir önceki bölümde, kendinize bir değerler hiyerarşisi tasarımlamaya başladınız, hayatınızın yönünü tanımladınız. Anlamanız gereken şey, değerlerinizi tutturmak isteyip istememenin tümüyle sizin kurallarınıza, yani kendinizi başarılı ya da mutlu hissetmek, sevgiyi yaşamak için nelerin olması gerektiği yolundaki inançlarınıza bağlı olduğudur. Mutluluğu bir öncelik yapmaya karar verebilirsiniz, ama eğer mutluluk kuralınız, her şeyin plana göre gitmesini şart koşuyorsa, o duyguyu pek de sık yaşayamayacağınızı size şimdiden söyleyebilirim. Hayat değişken bir olaydır bu yüzden kurallarımız da, uyum sağlamamıza, büyümemize ve zevk almamıza izin verecek biçimde düzenlenmelidir. Kendimize ne zaman acı, ne zaman zevk vereceğimizi kohtrol eden bu bilinç dışı inançlarımızı anlamak son derece önemlidir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Hepimizin hem hayatımızda olan olaylar karşısındaki duygularımızı, hem de belli bir durum karşısındaki davranışlarımızı yöneten farklı kuralları ve standartları vardır. Sonunda ne yaptığımız ve kim olduğumuz, değerlerimizin bizi hangi yöne götürdüğüne bağlıdır. Ama beri yandan da, bizim duygu ve davranışlarımızı yöneten, neyin iyi, neyin kötü olduğu yolundaki, neyi yapmamız, neyi yapmaya mecbur olduğumuz konusundaki inançlarımızdır. Bu standartlar ve kriterlere ben kurallar adını vermiş bulunuyorum. Kurallar, herhangi bir anda sinir sisteminizde hissettiğiniz her acı ya da zevkin tetiğini çeker. Sanki beynimizin içinde minyatür bir mahkeme sistemi kurmuş gibiyizdir. Bizim kişisel kurallarımız, hükmü verecek olan yargıçla jüridir. Eğer ben size "Vücudun çok güzel mi?" diye sorsam, nasıl cevap verirdiniz? Kendi kafanızda güzel vücut konusunda koyduğunuz kriterlere göre ölçerdiniz, değil mi? İşte bir başka soru daha: "Usta bir aşık mısınız?" Cevabınız, usta bir aşık olmak için neler gerektiğiyle ilgili kurallarınıza, kendinizi adadığınız standartlarınıza bağlı olacaktır. Eğer bana, "Evet, harika bir aşığım" derseniz size kilit soruyu sorarak kurallarınızı anlayabilirim: "Usta bir aşık olduğunuzu nereden biliyorsunuz? Kendinizi usta bir aşık gibi hissetmeniz için neler olması gerekiyor?" Belki dersiniz ki, "Biliyorum, çünkü biriyle seviştiğim zaman genellikle 'çok harikaydı' der." Kimi de der ki, "Sevgilim öyle dediği için biliyorum." Ya da der ki, "Karşımdakinin türlü tepkilerinden biliyorum." Kimi de der ki, "Sevişirken kendimi harika hissettiğimden anlıyorum." (Karşısındakinin tepkisi hiç mi önemli değilmiş? Hımmm.) Ya da belki bana cevap olarak: "Sorun herkese" deyiverirsiniz. Beri yandan bazıları da kendilerini usta bir aşık saymazlar. Bu gerçekten öyle olmadıkları için midir? Yoksa kuralları uygun olmadığı için midir? İşte bu çok önemli bir sorudur. Çoğu durumda insanların kendini usta bir aşık gibi hissetmemesi, sevgilileri onlara öyle olduklarını söylemediği içindir. Belki o sevgili, hareketlerine ihtiraslı cevaplar veriyor olabilir, ama bu cevaplar o kişinin belirli kurallarını tutturamadığı için, kişi kendinin usta bir aşık olduğundan emin olamıyordur. Hak ettiğimiz duyguları hissedememe konusundaki bu durum, yalnız ilişkilere ve sevişmelere özgü de değildir. Çoğumuzun başarıyı, fark yaratmayı, güvenceyi, zekâyı, daha başka şeyleri tanımlamak için de uygunsuz kuralları vardır. Hayatımızdaki her şey, işten eğlenceye kadar hepsi, bu yargıç-jüri sisteminin hükmü altındadır. Bunun anlamı basittir. Sağ olduğumuz sürece verdiğimiz her cevabı ve her tepkiyi, bizim kurallarımız kontrol etmektedir. Ve tabii tahmin ettiğiniz gibi, o kurallar da rastgele konmuş kurallardır. Master Sistem'in hayatımızı yöneten nice unsuru gibi, kurallarımız da hayatımızda karşımıza çıkan şeylerin etkisinde, baş döndürücü bir kolaj'a benzer. Değerlerimizi biçimlendiren o ceza ve ödül sistemi, kurallarımızı da biçimlendirir. Aslında yeni değerler geliştirdikçe, o değerlere ulaşmak için neler gerektiği konusundaki inançlarımız da değişir, listelere kurallar da sürekli olarak eklenir. Yeni yeni kurallar eklendikçe, çoğu zaman eskilerini çarpıtma, genelleştirme ya da listeden silme eğilimindeyizdir. Birbiriyle çelişkili kurallar ediniriz. Bazı kimseler için kurallar, büyürken içlerine işleyen kurallara bir isyan olarak biçimlenir. Bugün hayatınızı yöneten kurallar, sizin kim olduğunuza uygun mu? Yoksa geçmişte işinize yaramış kurallara sarılıpkalmış durumda mısınız? Çocukluğunuzdan kalma, artık uygun olmayan kurallarla mı idare ediyorsunuz? |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img171.imageshack.us/img171/6185/29op7.gif "Her budala kural koyabilir... Her budala da ona uyar." HENRY DAVID THOREAU Kurallar beynimiz için kestirme yollardır. Eylemlerimizin yaratacağı sonuçhr konusunda bize bir emin olma duygusu verirler, böylelikle neyin ne anlama geldiği ve bizim o konuda ne yapacağımızla ilgili olarak şimşek hızında kararlar vermemizi sağlarlar. Biri size gülümseyince, bunun ne anlama geldiği konusunda upuzun birtakım hesaplara girmek zorunda kalsaydınız, hayatınız perişan olurdu. Oysa sizin bir kuralınız var, eğer biri size gülümserse, o kişi mutlu demektir, ya da dost demektir, belki sizi seviyordur. Eğer biri size kaşını çatarsa o da başka kuralların dediğini çeker, başka anlamlar getirir, ne yapacağınızı başka biçimde etkiler. Bazı kimseler için biri kaş çatınca, o kişi kötü bir duygu durumunda, demek ki ondan kaçmak gerek, anlamı doğar. Diğer bazılarının kuralı ise, "Eğer biri kötü duygu durumundaysa, onun o durumunu değiştirmem gerek" biçimindedir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Gregory Bateson'rn Zihin Ekolojisine Atılan Adımlar adlı çok ilginç kitabım okuyuşumu hatırlıyorum. Kızıyla yıllar önce yaptığı bir konuşmanın kaydıydı. Size özetleyeyim. Günün birinde kızı ona gelip ilginç bir soru soruyor: "Baba, her şey nasıl bu kadar kolay karmaşıklaşabiliyor?" Bateson ona, "Karmaşıklaşmak demekle ne demek istiyorsun, tatlım?" diyor. Kız o zaman, "Bilirsin, baba" diye karşılık veriyor. "Kusursuz değil yani. Şu anda benim çalışma masama bak. Her şey her yerde. Karmakarışık. Oysa dün gece orayı kusursuz hale getirmek için ne kadar uğraşmıştım. Ama hiçbir şey kusursuz durumda kalmıyor. Kolayca karmakarışık oluyor!" Bateson, "Kusursuz olunca nasıl olduğunu göster bana" demiş. Kız masadaki her şeyi yerli yerine koymuş, "İşte, baba, şimdi kusursuz" demiş. "Ama böyle kalmayacak." Bateson o zaman "Boya kutunu şöyle otuz santim kaydırsam ne olur?" diye sormuş. Kızı, "Yo baba, şimdi karıştı" demiş. "Hem zaten düz durmalı, senin koyduğun gibi çarpık durmamalı." "Ya kurşun kalemini şuradan şuraya alsam?" "Yine karıştırıyorsun." "Şu kitap kapalı değil de, biraz açık dursa?" "O da karışıklık demek!" Bateson kızına dönmüş, "Tatlım, mesele her şeyin kolayca karmakarışık olmasında değil. Senin karıştırma usullerinin sayısı pek çok, kusursuz yapma yolun ise bir tek de ondan" demiş. Çoğumuz kendimizi kötü hissetmek için çeşitli yollar yaratmışızdır, ama iyi hissetmek için bir tek yolumuz vardır. Kurallarıyla kendilerini acılara bağlamış insanların bu kadar çok oluşu beni hep şaşırtmaktadır. Sanki tam kaçınmak istedikleri duygu durumuna giden bir yığın nöral yollardan oluşan bir şebeke örmüşlerdir. Oysa zevke giden nöral yollarının sayısı pek azdır. Klasik bir örnek olarak, Kaderle Randevu seminerime katılan bir adamı anlatayım. Fortune 500'e girmiş ünlü bir şirket yöneticisiydi. Toplum onu katkılarından ötürü pek severdi. Beş çocuğu vardı. Karısına ve çocuklarına yakındı, fiziksel olarak sağlamdı, hattâ maraton koşucusuydu. Ona, "Başarılı mısınız?" diye sorduğumda, herkesi şaşırtacak biçimde, ciddi bir sesle, "Hayır" dedi. "Kendinizi başarılı saymanız için ne olmalı?" diye sordum. (Unutmayın, sizin ya da başkasının kurallarını anlamak için kilit soru budur.) Kendini hayatta başarılı saymak için yerine gelmesini şart gördüğü bir yığın katı kural saydı. Maaşı yılda 3 milyon dolar olmalıydı (o sıra 1,5 milyondu, ama ikramiyeleriyle birlikte 3,5 ediyor ... bu onu tatmin etmiyordu). Vücudunda yağ oranı % 8 olmalıydı (oysa % 9'du). Çocuklarına hiç hırslanmamalıydı (unutmayın, beş çocuğu vardı, hepsi de hayatın farklı yönlerine doğru gitmekteydiler). Sizce bu adamın kendini başarılı hissetme şansı ne kadar? Bütün bu mantığı tartışmalı kriterleri aynı anda tutturabildiği zaman mı kendini başarılı sayacak? Hiçbir zaman başarılı saymayacak mı kendini? Buna karşılık, seminerde bir de başka adam vardı. Enerjisi taşıyor, bir an yerinde duramıyordu. Seminerden de, hayattan da büyük zevk alıyor gibiydi. Ona da aynı soruyu sordum. "Başarılı mısınız?" Sırıttı, "Kesinlikle," dedi. Tekrar sordum: "Başarılı olmanız için ne olması gerek?" Sırıtarak cevap verdi: "Çok kolay. Tek yapmam gereken, ayağa kalkıp aşağıya bakarım, yerden yukarda olduğumu görürüm, yeter!" Herkes güldü. Adam devam etti. "Yerin yukarısında geçirdiğim her gün harika bir gündür!" Bu kural, Kaderle Randevu kadrosunun pek hoşuna gitti. Artık her seminerde bunu yazıp bir tarafa asıyoruz, sabahları yorganı üstümüzden attığımız anda ne kadar başarılı sayılacağımızı kendimize hatırlatmaya çalışıyoruz. Kendi kurallarını tutturamayan o genel müdür gibi, sizin de kendinizi kazanıyor ya da kaybediyor hissetmeniz, elinizdeki puan kartının haksız düzenlenmiş olmasından kaynaklanabilir. Kart yalnız size haksızlık etmekle kalmamakta, eşinize, çocuklarınıza, her gün sizinle çalışan insanlara, hayatınızla teması olan herkese de haksızlık etmektedir. Eğer koyduğunuz kurallar sistemi sizin kendinizi öfkeli, kızgın, incinmiş ya da başarısız hissetmenize yol açıyorsa, ya da ne zaman mutlu başarılı, vb. olduğunuzu anlamanız için açık seçik kurallarınız yoksa, çevrenizdekilere davranışınız da etkilenecek, onların sizin yanımzdayken neler hissettikleri de etkilenecektir. Ayrıca, siz ister farkında olun ister olmayın, başka insanları da belki hiç seslendirmediğiniz bu bir dizi kurala göre yargılıyorsunuzdur, çünkü biz başkalarının da bizim kurallarımıza uymasını bekleriz, değil mi? Kendinize karşı fazla sert davranıyorsanız, büyük olasılıkla başkalarına da öyle davranıyorsunuzdur. İnsan hem kendine, hem de en çok sevdiklerine, neden böyle aşırı sert yasalar uygulasın ki? Bunun büyük bölümü kültürel şartlanmadan gelmektedir. Çoğumuz, eğer kurallarımız aşırı yoğun değilse başarıya ulaşamayacağımızdan çok çalışmaya motive olamayacağımızdan korkarız. Oysa sizi dürtü durumunda tutmak için gülünç denecek kadar zor kurallara ihtiyacınız yok! Eğer kişi kendi kurallarını fazla yoğun, fazla acılı koyarsa, çok geçmeden, ne yaparsam yapayım kazanamam, demeye başlar, öğrenilmiş çaresizliğe yuvarlanırlar. Amaçların gücünü, parlak bir geleceğin çekiciliğini kullanarak kendimizi ileriye itmeyi elbette istiyoruz. Ama işin temelinde her istediğimiz zaman mutlu olmamıza izin verecek kurallara sahip olduğumuzdan emin olmak zorundayız. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img169.imageshack.us/img169/5...dc47533iy2.gif KURALLARINIZ SİZİ GÜÇLENDİRİYOR MU, YOKSA GÜÇSÜZLEŞTİRİYOR MU? Bizi eyleme geçmeye sevinç hissetmeye, sebat etmeye iten kurallar geliştirmek isteriz. Yolumuzu kesecek kurallar istemeyiz. Benim tanıdığım bazı kadın ve erkekler, ilişkiler konusunda kendilerine öyle kurallar koymuşlardır ki, hayatlarının bu alanında başarılı olmalarına olanak kalmamıştır. Örneğin bazı insanların aşkla ilgili kuralı şöyledir: "Eğer beni seviyorsan, ne yapmanı istersem yaparsın." Ya da, "Eğer beni seviyorsan, ben sızlanır, yakınırım, sen de kabullenirsin." Bunlar uygun kurallar mı? Pek sayılmaz! İlişkinizi paylaştığınız herkes içinhaksızlık bu. Kaderle Randevu'ya gelen bir kadın aslında bir erkekle yakın ilişkisi olmasını çok istediğini, ama "ilk kovalamacanın heyecanı" geçtikten sonra böyle bir ilişkiyi sürdüremediğini söylemişti. "Bir erkeğin size çekici gelmesi için neler olması gerek?" diyerek sorularıma başladım. Kurallarını söylediği anda, zorluğun ne olduğunu ikimiz de anladık. Bir erkeği çekici bulması için adamın sürekli onun peşinde koşması, kendisi reddedip dururken yine ısrar etmesi gerekiyordu. Eğer adam direnir, engelleri aşmaya uğraşırsa, kadın onu çok çekici buluyordu. Güçlü bir erkek, diyordu. Ama asıl ilginç olan, ikinci kuralıydı. Adam bu sebatı bir aydan uzun sürdürürse, bu sefer kadın ona saygısını kaybediyor, artık çekici bulmaz oluyordu. Bu durumda, neler olduğunu görüyor musunuz? Reddedildikten sonra yine onun peşinde koşacak erkek sayısı zaten azdır, onlar da kısa bir süre sonra vazgeçerler. Böyle olunca, bu kadın hiçbir erkekle bir ilişki kuramaz. Direnebilen bir avuç erkek bir süre bu kadının iltifatına hak kazanır, ama sonra rastgele seçilmiş bir aylık süre dolunca bu sefer kadının ilgisi söner. Hiçbir erkeğe bir aydan uzun süre ilgi duyamaması, erkeklerin onun o girift takvim düzenini tahmin edemeyişinden kaynaklanıyor. Sizin böyle imkânsız kurallarınız hangileri? Bazı kimseler, herhangi bir konuda kontrolü kendi ellerinde hissedebilmek için, ne olacağını önceden bilmek zorundalar. Bazıları bir konuda güven kazanabilmek için ille tecrübe sahibi olmak zorunda. Benim güven kurallarım böyle olsa, hayatımda yaptıklarımı asla yapamazdım! Benim başarımın büyük bölümü elimde hiç referansım olmadığı halde, bir şeyi başarabileceğime güven duyma yeteneğimdir. Güven kuralım şöyledir: "Eğer güven duymaya karar verirsem, her konuda duyabilirim, güvenim de başarıma yardımcı olur." Ustalık ve beceri de bir başka ilginç kuraldır. Bazı kimselerin bu konudaki kuralı, "Bir şeyi yıllarca mükemmel yapmışsam, o şeyin ustasıyım" biçimindedir. Bazılarınınki, "Bir şeyi bir kere iyi yapmışsam, ustasıyım," biçimindedir. Bazıları da, "Buna benzer herhangi bir şey yapmışsam, bunu da öğrenirim, demek ki ben ustayım" derler. Bu kuralların güveninize, mutluluğunuza, kontrol duygunuza, eylemlerinizin kalitesine ve hayatınıza yapacağı etkileri görebiliyor musunuz? |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Geçen bölümde değerlerin konulmasına bir hayli zaman harcadık. Ama daha önce de söylediğim gibi, eğer kuralları ulaşılır kılmazsanız kendinizi hiçbir zaman o değerlere varmış gibi hissedemezsiniz. Ben kaderi tasarımlama konusundaki fikirlerimi ilk geliştirmeye başladığımda kafamda yalnızca değerler kavramı vardı, kuralların farkında değildim. Bu nedenle, kişi kendini doğru yolda hissediyor mu, hissetmiyor mu konusu raslantıya kalıyordu. Kuralları keşfettiğim gün, yaşadığımız acıların ve zevklerin kaynağını da bulmuş oldum. Kuralların insan duygularının tetiğini çeken şey olduğunu anladım, bu sefer kuralları nasıl daha etkin kullanabileceğimi değerlendirmeye koyuldum. Yine daha önce söylediğim gibi, insanlarının çoğunun acıya kablolarla bağlı durumda olduğunu görmem uzun sürmedi. Bu insanların kuralları, kendilerini iyi hissetmelerini çok zorlaştırıyor, kötü hissetmelerini çok kolaylaştırıyordu. Size güçlü bir örnek vereyim. Adına Laurie diyeceğimiz bir kadının değerlerini çerçeve içinde göstereyim. Kendisi ilk Kaderle Randevu seminerlerimden birine gelmişti: |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:17 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.