Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri

Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri (http://www.hayatimdegisti.com/forum/index.php)
-   Hedefler Makaleler (http://www.hayatimdegisti.com/forum/hedefler-makaleler/)
-   -   İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar (http://www.hayatimdegisti.com/forum/hedefler-makaleler/617360-icindeki-devi-uyandir-kitabindan-alintilar.html)

Işıldayan Safir 30-04-2011 05:01 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i30.tinypic.com/2dlljsg.gif

İDEAL KALP ATIŞ HIZINI HESAPLAMAK*

180 - Yaşınız = İdeal kalp atış hızınız (yani anaerobik'e geçmeden önce aerobik egzersiz yapabileceğiniz hız)

Eğer önemli bir hastalıktan iyileşme dönemindeyseniz ya da ilaç alıyorsanız, yukarıdaki sayıdan 10 daha çıkarın. Daha önce egzersiz yapmadmızsa ya da bir sakatlığınız varsa, belki sık sık nezle/grip oluyor, alerjiler geliştiriyorsanız, 5 puan daha çıkarın.

İki yıldır egzersiz yapıyorsanız ve yılda bir iki kereden fazla nezle/grip olmuyorsanız, puanınız aynen kalsın. İki yıldan fazladır egzersiz yapıyorsunuz ve hiç sorunlarla karşılaşmadınızsa, 5 puan ekleyin.

Her türlü egzersiz programına başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışın.

Üçüncüsü, soğumak için de on iki ya da on beş dakika ayırın, ya yürüyüş yaparak ya da başka tür hafif bir hareket yaparak bunu sağlayın. Böylelikle kanınızın çalışan kaslarda havuz gibi birikmesini önlersiniz. Eğer egzersizden sonra hemen durursanız, kanın temizlenmek, yeniden oksijen almak, yeniden dağılmak üzere geri dönmesine olanak bırakmamış olursunuz. Kanınız kaslarda kalır, kasları boğar, kan damarlarında toksisiteyi artırır.

İnsanlar genellikle egzersiz yapmayı istemezler, çünkü buna çok fazla acı bağlarlar. Bağladıkları acı ya fiziksel acıdır, ya da "hiç vakti olmama" acısıdır. Ama bir denerseniz çok hoş sürprizlerle karşılaşacaksınız:

1) Bu türlü egzersizden hoşlanacaksınız, çünkü zevk veren ve acı vermeyen bir egzersizdir.

2) Daha önce hiç tatmadığınız bir fiziksel canlılık düzeyi keşfedeceksiniz.

Eğer bu işin ne kadar zaman alacağına kaygılanıyorsanız, zamanı iyi kullanmaya dönük başka yöntemler düşünün. Örneğin ısınma süresinde bantlar dinleyin, okuyun, Sabah ve Akşam Güçlendirici Soruları'nızı yapın, değerler ve kurallar hiyerarşinizi okuyun, zamanı başka yararlı işlerde kullanın.

Stu Mittleman'a nasıl bir egzersiz programı önerdiğini sorduğumda, haftada en az üç seansla başlamak gerektiğini söyledi. Önce on beş dakika ısınma, sonra aerobik alanda yirmi dakika, sonra da soğumak için on beş dakika. Daha uzun seanslara ilerde, uygun bulduğunuz zaman geçmeniz gerekiyor.

Şimdi ben size aerobik egzersizin tek yapılmaya lâyık egzersiz olduğunu mu söylüyorum? Tabii ki hayır. Amaç sağlığı ve formda olmayı bir arada sağlamak. Biz performansi da, dayanıklılığı da artırmak istiyoruz. (Unutmayın ki aerobik alanda çalışırken de dayanıklılıktan fedakârlık ediyorsunuz demektir.) Demek bir yandan aerobik kapasitenizi geliştirirken, belli bir düzeye varınca (egzersize başladıktan üç dört ay kadar sonra) bu sefer anaerobik egzersizi de devreye sokabilir, örneğin ağırlıklarla hızlı çalışabilirsiniz. Bu da kişiden kişiye değişir. En iyisi vücudunuzu dinlemektir. Eğer plajda koşuyorsanız ve birden içinizden hız yapmak geliyorsa, yapın! Bir vücut bilgeliği geliştirin. Vücudunuzun daha zor fiziksel işler yapabilme durumunu hissetmeyi öğrenin.

Aslında Stu diyor ki, dayanıklılığımızı altın yıllarımıza kadar sürdürebilir, iyileştirebilirmişiz. Yaslanınca çıt diye kırılabilecek hale gelmemiz gerekmiyormuş! Sağlığımızın saptayıcısı yaşımız değil, sağlığı artırıcı yaşam biçimimizmiş.

Her ne kadar bazı kimseler yağ yakmaya eğilimli doğsalar da ya da hızlı ya da güçlü yaratılışta olsalar da, vücudunun kimyasını şartlandırmaya karar veren herkes dayanıklılığa ve canlılığa sahip olabilirmiş.

* Egzersiz alanınızın hesaplanmasında klasik formül şöyledir: 220 - yaşınız = Maksimum Kalp Atış Hızı; Maksimum Kalp Atış Hızı ¥ % 65 - % 85 = Egzersiz alanı. Yukarıdaki formül ise, Stu Mittleman ve Dr. Philip Maffetone'dan alınmadır.



Işıldayan Safir 30-04-2011 05:04 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i30.tinypic.com/2dlljsg.gif

"İleri yaşımız bizi sınırlamaz, özgürleştirir."
STU MITTLEMAN

En heyecan verici haber ise, bize zevk veren tüm paternler gibi, egzersizin de olumlu bir tiryakilik haline gelebilmesi. Şu sıra egzersizden ne kadar yüksünüyor olursanız olun, doğru dürüst egzersiz yapmanın ne zevkli şey olduğunu öğrendiğiniz anda, büyük olasılıkla bu işin çekiciliğine herkesten çok kapılacaksınız, istatistiklerin gösterdiğine göre, eğer on iki ay boyunca sürekli egzersiz yaparsanız, bu iş ömür boyu sürecek bir bağımlılık olurmuş. Bir süre raydan çıkarsanız, yine sürekli egzersize dönüş yapabilirsiniz. Vücudunuz sağlığın zevkine doğru çekiliyormuş gibi olur, fiziksel potansiyelinizi doğal bir yüksekliğe ulaştırmak istersiniz. Neden bu? Çünkü sinir sisteminizi şartlayıp, metabolizmanızın bundan büyük zevk almasını sağlamış olursunuz. Hayat kalitemizi yükseltecek fiziksel canlılığa hepimizin ihtiyacı vardır. Fiziksel kaderiniz, zihinsel, duygusal, parasal ve ilişkisel kaderinizle çok yakından ilgilidir. Hattâ bir kaderiniz olup olmadığını saptayacak olan bile aslında odur!


Işıldayan Safir 30-04-2011 05:07 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i30.tinypic.com/2dlljsg.gif

BİR GENÇLİK ÇEŞMESİ

Kültürümüzde inkâr edilemeyecek kadar güçlü bir totem varsa o da gençlik ve fiziksel canlılıktır. Cocoon filminde hayata yeniden dönen o yaşlı insanları düşünün. Nice kişi, gençliklerini biraz uzatacak her şeyi yapmaya hazırdır, oysa o çeşme zaten onların içindedir. Ona İnsan Büyüme Hormonu (Human Growth Hormone - HGH) denmektedir. HGH doku büyümesini uyarır, kas dokusunu artırır, esneklik verir, kasları kalınlaştırır, kemik ve organların büyümesini uyarır, sağlıklı dokuları sağ tutar. HGH siz uyuduktan bir buçuk saat kadar sonra, kan damarlarınıza doğal olarak salgılanmaktadır. Bir kere de, sabah siz uyanmadan hemen önce salgılanır. (Ben bu yıl 31 yaşımı doldurdum, o yüzden de bu programa aldanmıyorum!) Elbette ki zamanla HGH'in yüksek düzeyleri düşmeye başlamaktadır. Altmış yaşına geldiğimizde, insanların yaklaşık %30'u bu maddeyi ya hiç salgılamamakta, ya da pek az salgılamaktadırlar. Kadınların çok ileri yaşlara kadar HGH salgıladığı, bu yüzden daha uzun yaşadıkları da söylenmektedir.

Zorlayıcı egzersizlerden, ciddi bir sakatlıktan sonra da HGH salgılarız, çünkü HGH tedavi edici bi maddedir. Şimdi artık HGH sentezi laboratuvarlarda yapılabilmekte, cüce kalacak çocuklara iğneyle verilebilmektedir. Ama siz HGH'i damarlarınıza doğal yollardan daha çok salgılatabilmek için ne yapabilirsiniz? Bunu hemen ve sürekli olarak sağlamanın bir yolu, egzersiz patlamaları yapmaktır. Bunun anlamı da, ancak otuz ya da kırk beş dakika sürdürebileceğiniz bir hareketi tekrar tekrar yapmak demektir. Örneğin ağırlık kaldırmak gibi.

Miami-Florida'da yapılan laboratuvar testleri çok heyecan verici sonuçları haber vermektedir. Altmış yaşındaki insanlar, on-on beş yıl hiçbir kas çalışması yapmadıkları halde ağırlık kaldırmayı öğrenmekte, yirmi bir yaşındakiler kadar kas oluşturmakta, enerjileri de yirmi bir yaşındakilere denk hale gelmektedir.

Nedir bütün bunların anlamı? Demek ki yetmişli ve seksenli yaşlarınızda da, yirmi ve otuzken olduğunuz kadar güçlü olabilirsiniz! Yalnız aerobik egzersizlerle dayanıklılık faktörünüzü yükseltmekle kalmayıp, kısa patlamalı anaerobik egzersizlerle gücünüzü de arttırabilirsiniz. Yeter ki denklemdeki öbür faktörü hatırdan çıkarmayın: vücudunuza ihtiyaç duyduğu besinleri verin. Kendinizi aşırı şekerle, yağla, tuzla ve etle zehirlemediğinizden emin olun. Bunların hepsi çok iyi haber, çünkü yirmi birinci yüzyıla girerken, örneğin ABD'de nüfusun % 24'ünün altmış beş yaşın üzerinde olması bekleniyor. Eğer şimdi vücutlarımızın kontrolünü ele alırsak, her dört kişiden biri topluma yük olmak zorunda kalmayacak, değerli katkılarda bulunan ve hayattan zevk alan birer birey olacak demektir!


Işıldayan Safir 30-04-2011 05:10 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i30.tinypic.com/2dlljsg.gif

"İnsan vücudu, insan ruhunun en güzel resmidir."
LUDWIG WITTGENSTEIN

Bugünün Ödevi:


1) Sağlıkla formda olma arasındaki farkı ayırt edin. Bunu zaten yapmış bulunuyorsunuz.
2) Sağlıklı olmaya karar verin. Umarım bunu da yapmışsınızdır.

3) Nerede olduğunuzu bilin. Siz aslında aerobik egzersiz mi yapıyorsunuz yoksa anaerobik mi? Yağ mı yakıyorsunuz, yoksa glikojen mi? Ya size test uygulayabilecek birine gidin, ya da şu aşağıdaki sorulara cevap verin: Sabahları yorgun mu uyanıyorsunuz? Egzersiz yaptıktan sonra açlık mı duyuyorsunuz? Egzersizden sonra ruhsal durumunuz çılgınca değişimler gösteriyor mu?

Ne kadar çaba gösterseniz, o göbek hâlâ duruyor mu? Egzersizden sonra ağrılar ve sızılar hissediyor musunuz? Bu sorulara evet demişseniz, demek büyük olasılıkla anaerobik egzersiz yapıyorsunuz.

4. Küçük bir kalp atış hızı ölçme aygıtı alın (fiyatı 165 ile 200 dolar arasındadır). Yapabileceğiniz yatırımların en iyisidir.

5. Bir plan yapın. Metabolizmanızı yağ yakmaya ve sürekli enerji düzeyleri yaratmaya şartlandırmak için on günlük bir aerobik egzersiz programına başlayın ve ana hatları yukarda anlatıldığı gibi olsun. Buna hemen başlayın.

6. On gün boyunca bir işiniz de, Sınırsız Güç adlı kitabımdan "Enerji: Mükemmellik Yakıtı" adlı bölümü okumak olsun.

7. Egzersizi kimliğinizin bir parçası haline getirin. Hayatın bize sunacağı ödülleri ancak egzersize uzun vadeli, ömür boyu adandıktan sonra dermeye başlayabiliriz.

Şimdi kendimizi daha yüksek bir standarda bağlayabilmek için yükseltmek isteyeceğimiz bir şey de...


Işıldayan Safir 30-04-2011 05:16 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i30.tinypic.com/2dlljsg.gif

İLİŞKİLER KADERİ: PAYLAŞMA VE SEVME ALANI

ÜÇÜNCÜ GÜN


Sonucunuz: Kişisel ilişkilerdeki kalitenizi ölçülebilir düzeyi de artırın ve en çok sevdiğiniz insanlarla duygusal bağlarınızı derinleştirmek için "başarılı ilişkiler" ile ilgili altı ilkeyi gözden geçirin,

BAŞARI, eğer onu paylaşacak kimseyi bulamazsak, değersiz olur. Aslında en çok arzulanan insanî duygu, başkalarıyla bağ duygusudur. Bu kitap boyunca sürekli olarak, ilişkilerin karakter biçimlendirme etkisinden, değerleri, inançları ve hayatımızın kalitesini etkileme gücünden söz ettik. Bugünkü uygulama da size, her ilişkide önemli olan altı ana noktayı hatırlatmaya dönük olacak. Ödevinizi vermeden önce o altı ilkeyi kısaca bir gözden geçirelim:

1. Eğer ilişki paylaştığınız insanların değerlerini ve kurallarını bilmiyorsanız, kendinizi acıya hazırlasanız fena olmaz. İnsanlar birbirini çok seviyor olabilirler. Ama eğer herhangi bir nedenle sevdikleri kişinin kurallarını habire ihlâl ediyorlarsa, bu ilişkide büyük sorunlar ve stresler başlar. Unutmayın her geçimsizlik bir kural ihlâlidir. İnsanlar birbirine çok yakınsa, bazı kuralların çatışmasından kaçınılamaz. Birinin kurallarını biliyorsanız, bu tür zorlukları önceden önleyebilirsiniz.

2. İlişkilerdeki en büyük zorluklardan bazıları, insanların ilişkiye bir şey koparabilmek için girmesinden kaynaklanır. Kendilerini iyi hissetmelerine yol açacak birini arıyorlardır. Aslında bir ilişkinin kalıcı olabilmesinin tek yolu, sizin o ilişkiyi "alma değil verme fırsatı" olarak görmenizdir.

3. Hayattaki her şey gibi, ilişkinin de beslenebilmesi için bazı şeyleri sağlamak, bazı konularda uyanık olmak gerekir. İlişkilerde bazı işaretler vardır, onların anlamı, bu sorun çığrından çıkmadan hemen üstüne eğil, demektir. Arkadaşım Dr. Barbara De Angelis Her An Sevişmenin Yolu adlı kitabında, bir ilişkiyi öldüren dört aşamadan söz etmektedir. Bunları teşhis ettiğimiz anda hemen müdahale edebilir, sorunları büyümeden, ilişkiyi bozacak hale gelmeden alt edebiliriz.

Birinci aşama, Direnme: Bir ilişkinin ilk zor aşaması, içinizde bir direnme duygusu hissetmenizdir. Herhangi bir ilişkiye giren herkes, zaman zaman karşısındakinin söylediği ya da yaptığı bir şeye karşı bu duyguyu hissetmiştir. Direnme o kişiden uzaklaşmak, ya da canı sıkılmak, kendini ondan ayrı hissetmek demektir. Belki bir partide, sizi rahatsız eden fıkralar anlatıyorlardır, keşke anlatmasalar diyorsunuzdur. Ama işin zorluğu çoğu insanın bu duyguyu hissettiğini hiç söylememesi, sonuçta duygunun büyüyüp biçim değiştirerek bir başka duyguya dönüşmesidir ki o da...

İkinci aşama, Gücenme: Eğer direnme duygusu çözümlenmemişse, gücenmeye dönüşür. Artık yalnız tedirgin değilsinizdir, karşınızdakine kızıyorsunuzdur. Kendinizi ondan ayırmaya başlar, aranıza bir duygusal engel dikersiniz. Gücenme, yakınlık duygusunu öldürür. İlişkinin yıkıcı bir paternidir. Eğer çözümlenmezse, hız kazanacaktır. Değiştirilmez, iletişimle açıklanmazsa, bu sefer yine biçim değiştirir, başka bir duygu olur, o da...

Üçüncü Aşama, Reddetme: Bu noktada, içinizde öyle çok güceniklik birikmiştir ki, karşınızdakini suçlu görecek nedenler aramaya başlar, ona sözle ya da sözsüz olarak saldırılara başlarsınız. Bu aşamada artık her şeyi tedirgin edici ya da üzücü görmeye başlamışsımzdır. Bu noktada yalnız duygusal ayrılma değil, fiziksel ayrılma da yer alır. Eğer reddetmenin devamına izin verilirse, acımızı azaltmak için bir sonraki duyguya geçeriz, o da...

Dördüncü aşama, Bastırma: Reddetme aşamasında gelen öfkeyle başa çıkmaktan usandığınızda, duygusal uyuşukluk yaratarak acınızı azaltmaya çalışırsınız. Acı duymaktan kaçarsınız, ama ihtirastan ve heyecandan da uzaklaşmış olursunuz. İşte bu, bir ilişkinin en tehlikeli aşamasıdır, çünkü bu aşamada sevgililer "oda arkadaşı" oluverir. Bu çiftin bir sorunu olduğunu hiç kimse anlamaz, çünkü kavga da etmezler, ama artık ortada ilişki diye bir şey kalmamıştır.

Bu dört duyguyu önlemenin anahtarı nedir? Cevap basit: Erkenden durumu açıklayıp konuşun. Kurallarınızı söyleyin, onlara uyulabilmesini sağlayın. Durumu gereğinden fazla büyütmemek için Değişim Sözlükçesi kullanın. "Şöyle yapmana dayanamıyorum!" demek yerine, tercih kelimeleri kullanın. "Bunun yerine şöyle yapmanı tercih ederim" deyin. Patern kesintileri oluşturarak tartışmaları önleyin, çünkü sonradan tartışmanın ne konuda olduğunu bile hatırlamaz, yalnızca kazanmanız gerektiğini düşünürsünüz.

4. İlişkilerinizin hayatınızdaki en yüksek öncelikler olmasını sağlayın; yoksa gündelik acil işlerinizin ardında geri plana itilirler. Yavaş yavaş duygusal yoğunluk ve ihtiras söner. Biz ilişkilerimizin gücünü kaybetmek istemeyiz. Yüz göz olmak yüzünden ya da ihmal alışkanlığı yüzünden o kişiye duyduğumuz yoğun heyecandan ve ihtirastan olmayı asla istemeyiz.

5. Becky ile birlikte, daha ilk başlangıçta keşfettiğimiz en önemli paternlerden biri, her gün o günü daha iyi kılmaya odaklanmak olmuş, bu da ilişkimizi kalıcı hale getirmekte çok önemli rol oynamıştır. İlişki biterse neler olacağına odaklanmak yanlıştır. Unutmamalıyız ki neye odaklanırsak o olur. Eğer sürekli olarak ilişkinin biteceği korkusuna odaklanırsak, bilincimiz dışında o ilişkiyi sabote edecek şeyler yapmaya başlarız, bir kopma olup acılar başlamadan kendimizi kurtarmaya çalışıyormuş gibi davranırız.

Bu ilkeye uyan bir de söz vardır: Eğer bir ilişkinin kalıcı olmasını istiyorsanız, asla, asla o ilişkinin kendisini tehdit etmeyin. Sırf bu sözü söylemek bile bir tehlike yaratıyor. Ayrıca tarafların dengesini bozan korkulara yol açıyor. Kalıcı ilişkisi olan hangi çiftle konuşsam, görüyorum ki, ne kadar kızgın ya da gücenmiş olurlarsa olsunlar, asla ilişkinin biteceği kuşkusuna yönelmiyorlar ve ilişkiyi bitirme tehdidini asla ortaya atmıyorlar. Araba yarışı okulunu, yan duvara çarpma meselesini hatırlayın. Bir ilişkide, nereye gitmek istiyorsanız oraya odaklanmanız gerekir, korktuğunuz şeye değil.

6. Her gün ilişkiniz olan o insanın nesini çok sevdiğiniz konusunda yeniden asosiyasyon yapın. Bağlılık duygularınızı takviye edin, yakınlık ve çekicilik duygularınızı yenileyin. Bunu yapmak için sık sık, "Hayatımda nasıl bu kadar şanslı oldum?" diye sorun. Hayatınızı bu insanla paylaşma imtiyazına tam anlamıyla asosiye olun. Bu zevki çok yoğun biçimde hissedin ve sinir sisteminize çakın. Bunu yapmazsanız, alışkanlık başlar, birbirinizi olağan kabul edersiniz. İlişkinizi bir rol modeli haline getirecek, efsanevi kılacak o özel dakikaları bulun ve yaratın!


Işıldayan Safir 30-04-2011 05:19 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i30.tinypic.com/2dlljsg.gif

"Dolu bir kalpte her şeye yer vardır ama boş bir kalpte hiçbir şeye yer yoktur."
ANTONIO PORCHIA

Bugünün Ödevi:


1. Bugün biraz zaman ayırıp sizin için önemli olan kişiyle konuşun, bu ilişkide her biriniz için neyin en önemli olduğunu öğrenin. Birlikteliğinizde sizin için en yüksek değerler nelerdir ve o değerleiüi yerine geldiğini hissetmeniz için neler olması gerekmektedir?

2. Sizin için seviyor olmanın, haklı olmaktan daha önemli olduğuna karar verin. Eğer herhangi bir zamanda kendinizin haklı olduğu iddiasına kalkıştığınızı fark ederseniz hemen paterni kırın. Derhal kesin, tartışmaya daha sonra, anlaşmazlığı çözecek duruma geldiğiniz zaman devam edin.

3. İşler kızışınca kullanabileceğiniz bir patern kesme yöntemini birlikte kararlaştırın. Böylelikle, ne kadar öfkeli olursanız olun, en azından bir an için gülümseyebilir, sıkıntıyı bir kenara itebilirsiniz. Olayı her ikiniz için de kolaylaştırmak için bulabileceğiniz en garip ve komik patern kesme biçimini seçin. Bu, aranızda özel bir şaka olsun ve sizin kişisel çapanız yerine geçsin.

4. Direnme hissedince, bunu yumuşatarak söyleyin. Örneğin, "Biliyorum, saçma bir tutkum var, ama sen böyle yapınca tersine okşanmış kedi gibi oluyorum" deyin.

5. Akşamları birlikte çıkacağınız günler seçin. Tercihen haftada bir ya da ayda iki kere olsun. Sırayla birbirinizi şaşırtacak, en romantik ve eğlenceli programlar seçecek yollar bulun.

6. Her gün 180 saniye sürecek bir ıslak öpücüğe zaman ayırmayı asla unutmayın!

İşte bugünkü ödeviniz bunlar! Hepsini uygulayın ve zevkini çıkarın. İnanın bana, ödülleri ölçülemeyecek kadar büyük olacaktır. Sürekli ve sonu gelmez iyileşmelere, CANÜ'ye adanmış olduğumuzu kendimize kanıtlamak için şimdi de keyifli bir plan yapalım ve size çok önemli bir şey yaratalım; o da...


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:20 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i30.tinypic.com/2dlljsg.gif

PARASAL KADER: KÜÇÜK (YA DA BÜYÜK) BİR SERVETE DOĞRU KÜÇÜK ADIMLAR


DÖRDÜNCÜ GÜN

Sonucunuz:
Servet sahibi olmanın beş temel unsurunu öğrenerek parasal kaderinizin geleceğini elinize alın.

PARA! Hayatlarımızın en duygu yüklü konusu. Çoğu kişiler biraz daha çok para elde edebilmek için, paradan çok daha değerli nice şeyi feda etmeye bile hazırdırlar. Kendilerini sınırlarının ötesinde zorlar, aileleriyle, dostlarıyla geçirebilecekleri zamandan vazgeçer, hattâ sağlıklarını bile mahvederler.

Toplumumuzda para hem acıya hem de zevke bağlanmıştır. Çoğu zaman hayatımızın kalite farkını ölçmek için kullanılmakta, varsıllarla yoksullar arasındaki farkı daha çok büyütmektedir.

Bazı insanlar para sorunuyla baş edebilmek için, paranın önemli olmadığı numarasına kalkışırlar, ama parasal sıkıntı hepimizi hayatımızın her gününde etkileyen bir gerçektir. Özellikle yaşlılar için, paranın yokluğu, en hayatî kaynakların yokluğu anlamına gelebilir. Bazıları için de para pek esrarengiz bir şeydir. Kimisi onu arzuların, gururun imrenme duygularının, hattâ nefretin kaynağı olarak görür. Hangisi doğrudur bunların? Para rüyaları gerçek eden şey midir, yoksa tüm kötülüklerin kaynağı mıdır? Bir araç mıdır, yoksa bir silah mıdır? Özgürlük, güç, güvence kaynağı mıdır? Yoksa yalnızca sonuca ulaşacak bir araç mıdır?

Siz de, ben de, aklımızla biliyoruz ki para yalnızca bir alışveriş aracıdır. Bir toplum içinde, yaratma, elden ele geçirme ve değer paylaşma işlerini kolaylaştırmamıza izin verir. Çeşitli işlerde uzmanlaşabilmek, acaba başkaları bizim ürettiğimiz şeyi takas edecek kadar değerli bulacak mı diye kaygılanmaktan kurtulmak ve özgür olmak için hep birlikte yarattığımız bir kolaylıktır.

Bizler en ezici duygularımızdan bazılarını, onun yokluğuyla ilintilendiririz: kaygı, hırslanma, korku, güvencesizlik, endişe, öfke, küçük düşme, yük altında ezilme, bunlardan yalnızca bazılarıdır. Şu ara Doğu Avrupa'da tanık olduğumuz gibi, finansal yoklukla ilintilendirilen baskılar yüzünden siyasal sistemler devrilmiştir. Siz hiç parasal stresle yüzleşmemiş bir ülke, bir şirket, bir insan düşünebiliyor musunuz?

Pek çok kişi, yeterli paraya sahip olduğu anda hayatındaki bütün zorlukların sona ereceğine inanma yanılgısına düşer. Oysa bundan yanlış şey olamaz. Daha çok para kazanmak, kendi başına ele alındığında, insanları hiç de özgürleştirmez. Ama beri yandan, daha büyük parasal özgürlüğün ve finansal kaderinizi kontrolünüze almanın, size büyüme, paylaşma, kendiniz ve başkaları için değerler yaratma olanağı vereceğini inkâr etmek de bir o kadar gülünçtür.

O halde neden o kadar çok kişi, bunca ekonomik fırsat varken, yine de parasal bolluğa kavuşamamaktadır? Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, insanlar bir bilgisayarla ilgili ufacık bir fikir bulup yüz milyonlarca dolar kazanabiliyor ve o bilgisayarı da kendi garajlarında üretmiş olabiliyorlar! Çevremiz inanılmaz olanakların rol modelleriyle dolu. Servet yaratmayı ve korumayı bilen insanlar onlar.

Peki, bizi servet kazanmaktan alakoyan nedir? Nasıl oluyor da bunca insan ömür boyu çalıştıktan sonra, yaşlı günlerinde ailenin ya da hükümetin desteği olmadan kendini geçindiremiyor? Kalıcı servetin anahtarlarını yokladığımda, bir tek şey önümde beliriverdi. Aslında servet kazanmak basit bir şey. Ama yine de pek çok insan bunu yapamıyor, çünkü parasal çeşmelerinde bazı. delikler var. Bunlar bazen iç değerlerle inançların çatışmasından oluşuyor. Bazen de başarısızlığa yönelik zayıf planların sonucu oluyor. Bu bölüm size, tüm parasal hayatınızın kontrolünü tek başınıza elinize almak için bilmeniz gereken her şeyi öğretecek değildir. O işi yapabilmek için herhalde bir bölümden çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Ama yine de size bazı basit temelleri aktarmak, sizin de bunları, bu çok önemli alanda kontrolü derhal elinize almakta kullanmanız mümkündür.

Önce inançlarımızın davranışlarımızı yönetme gücünü hatırlayarak başlayalım. Çoğu insanların parasal açıdan başarılı olamamasının en sık rastlanan nedeni, daha çok paraya sahip olmanın neleri gerektirdiği konusundaki, bir de, fazla para sahibi olmanın, yani şu andaki hayatlarını sürdürmeye yetecek paradan daha fazlasına sahip olmanın ne anlama geldiği konusundaki asosiyastonlarmm karışık olmasındandır.

Bölüm 5'de öğrendiğiniz gibi, beyniniz ancak nelerden kaçınacağı ve nelere doğru gideceği konusunda açık seçik asosiyasyonlar bulabildiği zaman ne yapacağına karar verir. Para konusunda biz genellikle ona karışık sinyaller yollarız ve tabii karışık sonuçlar alrız. Kendi kendimize, para bize özgürlük verir, deriz. Sevdiğimiz kimselere karşı verici olmamızı sağlar, hep rüyasını gördüğümüz şeyleri gerçekleştirme, boş zaman artırma olanağı verir, deriz. Ama aynı anda, çok parayı biriktirebilmek için çok daha fazla çalışmak gerektiğine, çok zaman harcamak gerektiğine, o zamana kadar da herhalde paraların tadını çıkaramayacak kadar yaşlanacağımıza inanıyor olabiliriz. Ya da belki, eğer fazla paramız olursa manevî değerlerimizin ekşiteceğine, insanların bizi yargılayacağına, paramızı dolandıracağına inanıyor olabiliriz. Ne diye zahmet edelim ki, diyebiliriz.

Bu olumsuz asosiyasyonlar sırf bizle sınırlı da değildir. Bazı kimseler, parasal başarıya ulaşanlara karşı güceniklik duyar. Madem ki çok para sahibi olmuş, demek ki birilerinin hakkını yemiş, derler. Eğer siz de para sahibi olmuş birine karşı bu tür duygular beslerseniz, beyninize nasıl bir mesaj yollamış olursunuz? "Fazla para kötüdür" mesajını, değil mi? Siz başkalarına karşı bu tür duygular besleyince, zihninize de bilinciniz dışında, başarılı olmak için "kötü" insan olmak gerektiği yolunda mesaj yollamış olursunuz. Başkalarının başarısına bozulmakla, kendinizi o istediğiniz ve ihtiyaç duyduğunuz parasal bolluktan kaçınmaya şartlandırırsınız.

İnsanların paraya hükmedememesinin ikinci en sık rastlanan nedeni de, bu işin fazla karmaşık olduğunu düşünmeleridir. Kendi paralarını yönetmek için bir "uzman" isterler. Doğrusu bu konuda antrenör bulmak da fena şey değildir ama hepimiz eninde sonunda, verdiğimiz parasal kararların sonuçlarını anlayacak kadar eğitilmiş olmalıyız. Eğer bir başkasına bağlı kalırsanız, o kişi bu işin ne kadar ustası olursa olsun, bir terslik olduğunda siz hep onu suçlarsınız. Ama kendi para durumunuzu anlayabilme sorumluluğunu üstlenirseniz, kendi kaderinizi kendiniz yönetebilirsiniz.

Bu kitaptaki her şey, kendi zihnimizin, vücudumuzun ve duygularımızın nasıl işlediğini anlama fikrine dayalıdır, böyle olduğu için de, kaderlerimiz üzerinde bir hayli kontrol sağlama kapasitemiz vardır. Parasal dünyamız da bundan pek farklı değildir. Onu da anlamalı, kendimizi finans konusunun karmaşık olduğuna dair inançlarla sınırlamamalıyız. Konunun esaslarını bir kere anladınız mı, parayı yönetmek oldukça kolaylaşır. O halde finansal dünyanızı kontrolünüze alabilmeniz için size ilk vereceğim görev, NAC (Nöro-Asosiyatif Şartlanma) teknolojisini kullanarak kendinizi finansal başarıya şartlamanız olacaktır. Ekonomik bolluğa kavuştuğunuzda aileniz için yapabileceklerinize, kendi elde edeceğiniz huzura iyice bağlanın.

İnsanları parasal başarıdan uzak tutan ve büyük stres yaratan üçüncü önemli inanç da, azlık kavramıdır. Çoğu kişiler, her şeyin sınırlı olduğu bir dünyada yaşamakta olduğumuza inanırlar. Arazi şu kadardır, petrol bu kadardır, kaliteli evlerin sayısı o kadardır, fırsatlar şu kadardır, zaman da bu kadardır. Böyle bir hayat felsefesiyle, sizin kazanabilmeniz için bir başkasının kaybetmesi şart olmaktadır. Bu oyun, toplamı sıfır olan bir oyun olmaktadır. Eğer buna inanıyorsanız, parasal başarıya ulaşmak için 1900'lerdeki soyguncu baronlar gibi davranmak, belli bir malda piyasayı sıkıştırıp bir ürünün yüzde 95'ini almak, diğer insanlara düşen payı %5'lerde kıstırmak zorundasınız demektir. Oysa aslında, nadir bir malı böyle stoklamak, günümüzde artık kalıcı bir serveti sağlayamamaktadır.

Yakın arkdaşlarımdan iktisatçı Paul Pilzer Wharton İşletme Okulu mezunudur ve simya teorisi diye bilinen ekonomik teorisiyle de üne kavuşmuş bulunmaktadır. Paul geçenlerde, size de şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap yazdı. Kitabın adı bile, onun çekirdek inancını ve o inancı desteklemek için elinde var olan kanıtları gösteriyor. Kitabın adı, Sınırsız Servet, çünkü Paul bize zengin kaynaklı bir çevre içinde yaşamakta olduğumuzu söylüyor. İnsanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş en benzersiz dönemi yaşadığımıza, nadir fiziksel kaynaklarla ilgili geleneksel fikrimizin artık servet konusunda birincil önem taşımadığına işaret ediyor. Bugün fiziksel kaynakların değerini teknoloji saptıyor, stokunun ne kadar olduğu da yine teknolojinin eline kalıyor, diyor. Power-Talk adlı radyo programımda onunla röportaj yaptığımda, Paul bana kaynakların varlığını ve değerini nasıl teknolojinin kontrol ettiğine, her ürün ve hizmetin fiyatıyla değerini de nasıl yine teknolojinin kontrol ettiğine dair harika bir örnek sundu. Yetmişli yıllarda, petrolün bitmek üzere olduğundan herkes emindi. 1973 yılına gelindiğinde, insanlar benzin kuyruklarında saatlerce bekliyor dünyanın en büyük uzmanları, bilgisayar analizleri yapıp bize tüm dünyada 700 milyar varil petrol kaldığını haber veriyorlardı. O günlerdeki tüketim hızımızı esas alırsak, bu mal bize otuz beş ya da kırk yıl yetecekti. Paul bu analizlerin doğru olduğunu söylüyordu. 1988 yılı geldiğinde, eldeki rezervlerimizin 500 milyar varile indiğini görmemiz gerekirdi. Oysa 1987'de elimizde bulunan petrol, on beş yıl öncekinin % 30 fazlasıydı! 1988 tahminleri bize 900 milyar varil var diyor, bunu söylerken de yalnızca kanıtlanmış rezervleri hesaba katıyordu. Bugünkü araştırmacıların, yeni geliştirilmiş bulma ve çıkarma teknikleriyle piyasaya sunulabileceğine inandıkları 2000 milyar varillik rezervler buna dahil değildi bile. Peki, eldeki petrolün miktarında bu radikal değişikliği sağlayan şey neydi? İki şey: Birincisi, petrol bulma yeteneklerimiz elbette teknoloji sayesinde gelişmişti. Teknoloji ayrıca petrolü daha randımanlı kullanma yeteneklerimizi de güçlü biçimde etkilemişti. Bilgisayarlı yakıt enjektörlerinin hemen her otomobile takılacağı, arabalarımızın yakıt randımanını bir anda iki katına çıkaracağı, 1973'de kimin aklına gelirdi ki? Üstelik 25 dolara satılan bu bilgisayar chip'i, 300 dolarlık karbüratörün de yerini alıyordu! Bu teknoloji geliştiği anda, eldeki benzin stokumuz bir anda iki katına çıkmış, petrolün görece azlık rakamları da göz açıp kapayana kadar değişmişti. Aslına bakarsanız bugünkü petrol fiyatları, enflasyon payını hesaba katar, bir litreyle ne kadar mesafe alabileceğinizi de hesaplarsanız, otomobilin icat edilmesinden bu yana kilometre başına en düşük fiyattır diyebiliriz. Ayrıca biz öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, şirketler olsun, insanlar olsun, gereğinden fazla ekonomik acıyla yüz yüzegeldikleri anda hemen başka alternatif kaynaklar arıyor, aradıkları sonuçları o yollarla elde etmeye çalışıyorlar. Dünyanın her yanındaki bilimadamlan bugün petrole alternatif enerji kaynakları bulmaya çalışıyor, fabrikaları, otomobilleri, hatta uçakları onlarla uçurma planlarının peşinde koşuyorlar:

Paul o röportajda,Teksaslı Hunt kardeşlere olanların, piyasayı sıkıştırıp para vurma yönteminin artık sonuç vermeyeceğini göstermeye yettiğini söyledi. Hunt'lar gümüş piyasasının kontrolünü ele almaya çalıştıklarında iflas etmişlerdi. Neden mi? Başta gelen nedenlerden biri, dünyada gümüşü en çok kullanan tüketicinin Kodak firması olmasından, bu madeni developman sürecinde kullanmasından kaynaklanıyordu. Fiyatların yükselmesi gibi bir acıyla karşı karşıya kalınca, Kodak hemen fotoğraf developmanının alternatif yollarını bulmaya yönelmiş, çok geçmeden gümüşe olan ihtiyacını azaltmıştı. Gümüş fiyatları hemen düşmüş, Hunt'lar da silinip gitmişlerdi.

Günümüz toplumunun bazı en güçlü kişileri de aynı hataya düşmekte, servet yaratmak için o eski formülü kullanmaya kalkmaktadırlar. Sizin de benim de anlamamız gerekir ki, her şeyin değeri teknolojiye bağlıdır. Teknoloji bazen atık bir malı, paha biçilmez bir kaynak haline getirebilir. Unutmayın ki bir zamanlar çiftliğinizde petrol çıkması bir lanet sayılırdı. Oysa teknoloji onu ne büyük bir servet kaynağı haline getirdi!

Paul'e göre gerçek servet, onun "ekonomik simya" dediği şeyi uygulama yeteneğinden kaynaklanıyor, o da çok az değeri olan bir şeyi alıp, onu çok daha fazla değerli bir şey haline çevirebilmek anlamına geliyor. Ortaçağda ilm-i simya ile uğraşanlar, kurşunu altına çevirmeye çalışır dururlardı. Onu başaramadılar. Ama bununla uğraşırken de kimya biliminin temellerini atmış oldular. Bugün zengin olanlar da aslında modern çağın simyacıları. Sıradan bir şeyi değerli bir şey haline çevirmeyi öğrenmişler, bunun ekonomik ödüllerini de almışlar. O ödüller bir değişim sonucu gelmiş. Bir düşünürseniz, bilgisayarların o akıl durdurucu işlem hızı da toprağa dayalı değil mi? Silikon da topraktan çıkmaz mı? Fikirleri ve düşünceleri alıp onları ürüne ve hizmete çeviren insanların yaptığı da kesinlikle simya. Servetlerin tümü zihinde başlar! Günümüzün simyası, en zenginlerin servetlerini yaratmış. Adı ister Bili Gates olsun, ister Ross Perot, ister Sam Walton, ister Steven Jobs. Bu insanların her biri, gizli bir değeri, yani fikirleri, enformasyonu, sistemleri almış, onları belli bir biçimde düzenleyip, daha çok insanın kullanımına sunmuşlardır. Bu katma değeri yaratırken de, korkunç büyüklükte ekonomik imparatorluklar oluşturmuşlardır.

Kalıcı servet yaratmanın beş temel dersini bir gözden geçirelim. Ondan sonra sizi hemen, finansal kaderinizi ele alma yoluna doğru süreceğim.

1. İlk anahtar, şimdiye kadar kazanmadığınız düzeyde çok para kazanma, servet yaratma yeteneğidir. Size basit bir soru sorayım. Şimdi harcadığınız kadar zaman harcayıp, şimdikinin iki katı para kazanmanız mümkün mü? Ya üç katı kadar kazanabilir misiniz? Ya on katı? Peki, şimdi harcadığınız süreyi harcayarak, şimdikinin 1000 katı para kazanmanız da mümkün olabilir mi? Kesinlikle olabilir! Eğer şirketiniz için bir başkasından 1000 kat daha değerli olmayı başarırsanız. Servetin anahtarı, daha değerli olmaktır. Eğer daha çok beceriniz, daha çok yeteneğiniz, daha çok zekânız, daha çok ihtisas bilginiz, az kişinin yapabildiği şeyleri yapabilme kapasiteniz varsa ya da daha yaratıcı düşünür, daha geniş çapta katkıda bulunursanız, aklınızdan geçiremeyecek kadar çok kazanabilirsiniz. Gelirinizi artırmanın bir tek önemli ve güçlü yolu vardır, o da, insanların hayatına sürekli gerçek değer katmanın yollarını bulmaktır; bu arada size de zenginleşirsiniz. Örneğin, doktorun kazancı neden kapıcınınkinden çoktur? Cevap basit: doktor daha çok katma değer dağıtır. Daha çok çalışmış, kendini geliştirmiş, kapasitesini çok yükseltmiş, insanların hayatına ölçülebilir değerler katmaya başlamıştır. Kapıyı kim olsa açabilir. Oysa doktor, hayatın kapısını açmaktadır.

Kültürümüzde başarılı girişimciler neden bu kadar güzel ödüllendirilirler? Çünkü çevrelerindeki herkesten fazla değer katarlar. Girişimcilerin yarattığı iki ana yarar vardır. Birincisi, ürünlerinin kullanılmasıyla müşterilerinin hayat kalitesini yükselterek bir değer katarlar. Bu arada söyleyeyim, bu olay her şirketin kâr etmesi için hayatî önem taşır. Şirketler genellikle varlıklarının gerçek nedeninin sırf kâr etmek olmadığını unuturlar. Kâr her ne kadar bir şirketin sağ kalması ve büyümesi için şartsa da, yemek içmek ve uyumak kadar gerekliyse de, asıl amaç o değildir. Bir şirketin gerçek amacı, tüm müşterilerinin hayat kalitesini yükseltecek ürünler ve hizmetler yaratmaktır. Eğer bu sürekli biçimde sağlanırsa, kâr da kendiliğinden garantiye alınmış olur. Ama bir şirket eğer insanların hayatına sürekli olarak katma değer eklemiyorsa, kısa dönemde kâr etse bile, uzun dönemde yerinde yeller eser. Aynı şey hem şirketler, hem de bireyler için geçerlidir. Girişimcilerin yaptığı ikinci şey de, ürünlerini yaratırken istihdam yaratmaktır. Bu istihdam sayesinde, orada çalışanların çocukları yüksek eğitim alabilir, doktor, avukat, öğretmen, sosyal hizmet görevlisi olur, toplumun tümüne daha çok değer katarlar... bu arada bu ailelerin kazandıkları parayı başka satıcılardan mal almaya harcayacakları da unutulmamalıdır. Değerler zincirinin asla sonu gelmez.

Ross Perot'ya servetin sırrı sorulduğunda "Benim bu ülke için yapabileceğim, istihdam yaratmak," demişti. "O işi de iyi bilirim. Çok da ihtiyacımız olan bir şey, Tanrı da biliyor ya!" Ne kadar çok değer katarsanız, o kadar çok kazanırsınız, yeter ki kendinizi bunu yapabilecek pozisyona sokun.


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:22 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

Alınacak ders basittir. Katma değer yaratmak için girişimci olmanız da şart değildir. Ama her gün yapmanız gereken şey, bilginizi, becerinizi daha çok verme yeteneğinizi artırmaktır. İnsanın kendi kendini eğitmesi bu yüzden çok önemlidir. Benim çok genç yaşta epey servet sahibi biri oluşum bir tek nedene dayanır. Ben hemen hemen herkesin hayat kalitesinde derhal yükselmeler yaratabilecek beceri ve yeteneklerin ustası oldum. Ondan sonra bu enformasyonu ve becerileri, en kısa zamanda en çok insanla paylaşmanın yollarını aradım. Sonuçta yalnız duygusal olarak değil, parasal olarak da zenginleştim.

Bugün bulunduğunuz yerde daha çok para kazanmak istiyorsanız, bunu yapmanın en kolay yollarından biri, kendi kendinize sunu sormaktır: Bu şirket için kendimi nasıl daha değerli hale getiririm? Daha az sürede daha çok şey başarmasını nasıl sağlayabilirim? Ona nasıl çok miktarda değer katabilirim? Maliyeti kısıp kaliteyi artırabileceğim bazı yollar var mı? Hangi yeni sistemleri geliştirebilirim? Şirketin mal ve hizmetlerini daha etkin biçimde üretebilmesi için hangi yeni teknolojileri kullanabilirim?" Eğer insanların daha azla daha çoğu başarmasına yardımcı olabilirsek, o zaman o kişileri gerçek anlamda güçlendiriyoruz demektir, bu arada biz de ekonomik açıdan güçleniriz, yeter ki kendimizi bunu yapabilecek pozisyona sokalım. Bizim Finansal Kader seminerlerimizde, katılımcılar beyin fırtınası uygulayıp, daha çok katma değer yaratma ve gelirlerini artırma yolları ararlar. Onlara, ellerinde şu anda kullanmadıkları kaynakların olup olmadığını sorarız. Sizin kendinize soracağınız kilit soru şöyledir: Nasıl daha çok kişinin hayatına yardımcı olabilirim? Bunu nasıl daha derin düzeyde yapabilirim? Nasıl daha kaliteli ürün ya da hizmet verebilirim? Tabii bazıları cevap olarak, "Daha fazla değer katmama olanak yok, zaten günde on altı saat çalışıyorum" diyeceklerdir.

Unutmayın, ben size daha çok çalışın demedim, daha zekice çalışın bile demedim. Benim sizden istediğim, başka insanların hayatına daha fazla değer katabilmek için hangi yeni kaynakları kullanabileceğinizi bulmanız! Örneğin, bir masaj tedavicisi hatırlıyorum. San Diego bölgesinde bu konuda çalışanların en başarılılarından biriydi. Her saati randevularla doluyken, gelirini nasıl artırabileceğini bilmek istiyordu. Günlerine bir randevu daha sıkıştıracak yer kalmamıştı. Aldığı ücret de bu daldaki en yüksek ücretti. Yeni fikirler bulmak için beyin fırtınası uygular, elindeki kaynakları hastalarına ve diğer insanlara yardım etmek için nasıl kullanabileceğini ararken, birden aklına geldi. Eğer fizik tedavi merkezi sahibi biriyle anlaşır, yardıma ihtiyaç duyan hastaları oraya yollarsa, arada komisyon alabilirdi. Şimdi geliri hemen hemen iki katına çıktı, çalışma saatleri de aynı kaldı. Tek yaptığı hem doktorların, hem de müşterilerin hayatına daha çok değer katmaktı. Doktorları iyi tanıyordu. Onlar da onun tedavi biçimini anlıyorlardı. Aralarında bir tutarlılık vardı. O da bundan parasal yarar sağladı.

Phoenix-Arizona'da radyo istasyonu satış temsilcisi bir kadın, mesleğinin en önde gelenleri arasındaydı. Esas pazarlama stratejisi olarak, yalnızca radyoda reklam saati satmayı amaçlamaz, sürekli olarak, yerel şirketlerin daha çok zenginleşmesine yardımcı olma fırsatları arardı. Örneğin yeni bir alışveriş merkezi kurulacağını duyduğu anda, orada dükkân tutabilecek firmaları arayıp bu fırsatı bildirir, erken harekete geçmelerini sağlardı. Sonra alışveriş merkezini kuranlarla temasa geçer, kendini radyo istasyonu pazarlama temsilcisi olarak tanıtır, sürekli olarak onların içinde bulunduğu sanayideki kimselerle çalıştığını söylerdi. O tür dükkânlarla ilgilenecek firmaların bir listesini ister misiniz, diye sorardı. Bu tür stratejiden pek çok sonuçlar doğar. Bir kere bu kadın, o şirketlerin promosyonuna, radyoda reklam saati almanın ötesinde katkılarda bulunmuş oluyor. Onlara çevredeki herkesten fazla şey veriyor onlar da bunun karşılığında, radyo reklam saatlerinin hepsini değilse bile, daha çoğunu ondan alıyorlar. Değere değerle cevap verme yolunda motive oluyorlar. Bu iş kadının pek fazla zamanını da almıyor, ama onu müşterileri için daha değerli kılıyor. Bölgedeki diğer radyo satış temsilcilerinden daha değerli. Geliri de bunu yansıtıyor.

Büyük bir şirkette çalışıyor olsanız bile, yine daha fazla katma değer yaratabilirsiniz. Bir kadın tanırdım, bir hastanede ödemeler bölümünde çalışırdı. Ödemelerin vaktinde yapılmasının bir hastanenin can damarı olduğunu biliyordu. Ama bu işin çok daha randımanlı biçimde yapılabileceğini görüyor, daha önceki hızına göre dört kat, beş kat işlemi aynı sürede bitirebileceğini düşünüyordu. Amirlerine, beş kişinin işini üstlenirse, maaşını yüzde 50 artırıp artırmayacaklarını sordu. Uzun vadede hep o hızda sonuç alabileceğini kanıtlarsa, arttıracaklarını söylediler. O günden beri hem iş randımanını, hem de gelirini çok artırdı, üstelik yepyeni bir gurur nedeni buldu.

Çalıştığınız şirkette gelirinizi artırmanın anahtarı, yaptığınız katkının kalitesini %50 artırdığınız zaman, gelirinizide % 50 artıramayacağınızı bilmektir. Şirketin kâr etme zorunluluğu vardır. Kendinize soracağınız soru şöyle olmalıdır. "Yaptığım şeyin değerini nasıl on kat, on beş kat artırabilirim?" Bunu başarabilirseniz, çoğu durumda gelirinizi iki katına çıkarmanız işten bile değildir.


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:26 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

Doksanlı yıllarda ve daha ötesinde katma değer yaratmanın en güçlü yollarından biri, bugünün toplumunda servetin dağıtım yoluyla yaratıldığını anlamaktır. Ürünler ve hizmetler sürekli olarak değişmektedir, ama bir şeyi alıp çok sayıda insana ulaştırmanın yollarını keşfedenler her zaman zenginleşecektir. ABD'nin en zenginadamı Sam Walton'un sırrı bu olmuştur.

Kendisi bir dağıtım şirketi kurarak zenginliğe kavuşmuştur. Ross Perot da EDS'de, aynı şeyi enformasyonla yapmıştır. Zaten yüksek değeri olan bir şeyi insanlara nasıl ulaştırabileceğinizi ya da nasıl daha ucuz maliyetle ulaştırabileceğinizi bulursanız, o zaman değer katmanın yolunu da bulmuşsunuz demektir. Değer katmak yalnızca ürün yaratmak değildir. O üründen ya da hizmetten daha çok sayıda insanın yararlanıp hayat kalitelerini artırmasının yolunu bulmak da olur.

Ama tabii, konuyu enine boyuna düşünürsek, insanların parasal durumunun neden kötü olduğunu da anlıyoruz. Evet, sınırlayıcı inançları var da ondan. Ama daha da önemlisi, çoğu insanda olan bir çekirdek inanç onlarda da var. Hiçbir şey yapmadan bir şeyler almak istiyorlar. Örneğin çoğu kişiler, gelirlerinin her yıl artmasını beklerler, şirkete kendi katkıları artmış mı, artmamış mı, onu hiç düşünmezler.

Zamlar aslında artan değere göre olmalıdır. Kendimizi eğittiğimiz, beceri repertuarımızı genişlettiğimiz sürece, kendi değerimizi yükseltmemiz de mümkündür. Elemanlarının katma değer yaratıp yaratmadığına bakmadan habire zam veren bir şirket, sonunda kendini çukurda bulur, ekonomik sıkıntılara düşer ya da silinir gider. Eğer zam isteyecekseniz, istediğiniz farkın en az on katı kadar katma değer yaratmış olmaya bakın.

Şirketler de donanıma yatırım yaparken, donanımın sınırlı getirişi olduğunu anlamak zorundadırlar. Paul Pilzer'in dediği gibi, emek demek, sermaye demektir. Eğer biri yılda 50.000 dolar kazanıyor, ama 500.000 dolarlık değer yaratabiliyorsa, o insanı alıp becerilerini, yeteneklerini, istidadını, tutumunu, eğitimini artırmak, bir milyon dolarlık değer katmasını sağlamak, en istenecek şeydir. 50.000 dolar yatırıp bir milyon dolar almak, çok değerli bir varlığa işaret eder.

Şirketlerin yapabileceği en iyi yatırım, kendi insanlarının eğitimine ve gelişmesine yapacakları yatırımdır.


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:45 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://img383.imageshack.us/img383/695/93239728zg1.gif

"Servet insanın düşünebilme kapasitesinin ürünüdür."
AYN RAND

Ben yıllar boyunca insanlara hayatlarının kalitesini yükseltsinler diye yardım ederken, değerli fikirlerini alıp onlara kullanabilecekleri biçimde geri sundum. Bir değişim teknolojisini alıp etkili bir biçimde teslim etmekle, ben de para sahibi oldum. Ama servetimi patlarcasına artırdığım gün, kendime belli bir soruyu sorduğum gündü: "Her zamankinden daha çok insana nasıl ulaşabilirim? İnsanlara ben uyurken bile nasıl ulaşabilirim?" Bu güçlendirici soruların sonucu olarak, kayıt bantlarımı televizyondan sunmak gibi, daha önce hiç düşünmediğim bir yolla, etkim büyük ölçüde arttı.

Bu iş iki yıl önce oldu. O günden bu yana, Kişisel Güç programımın bantlarından 7 milyon tanesini dünyanın her yanına dağıttık, fikirleri ve enformasyonu paylaştık, günün yirmi dört saatinde insanlara ulaştık! Cassette Productions'daki iş ortaklarım, son yirmi dört ay içinde mesajımı iletmekte kullanılan bantların, ekvator çevresini yirmi kere dolaşabilecek uzunlukta olduğunu tahmin ediyorlar! Bu arada ben de, yalnız bantlardan yararlananların hayat kalitesini yükseltmekle kalmayıp, 75.000 saatlik imalât istihdamı yaratmış olduğumuzun sevincini yaşıyorum. Üstelik buna satış temsilcilerinin harca-
dığı saatler dahil değil.

Katma değer yaratmanın nasıl servet yarattığına dair pek çok örnekler dinlediniz. Formül basit ve güçlüdür. Kendinize, "İçinde bulunduğum herhangi bir çevreye nasıl daha çok değer katabilirim?" diye sorun. İş çevrenizde, "Son on iki ay içinde şirketime nasıl para kazandırdım ya da tasarruf sağladım?" diye sorun. Gerçek katkı hayatı daha zenginleştirir, onun için, kendinizi yalnızca kişisel kazanç uğruna yapacağınız katkılarla simrlamaym. Evinizde, tapınağınızda, okulunuzda, toplumunuzda nasıl değer katabilirsiniz? Eğer kendi aradığınızın en az on katı kadar değer katmanın bir yolunu bulursanız, kendinizi her zaman doyuma ulaşmış hissedersiniz. Eğer herkes sizin örneğinizi izlese, hayat nasıl olurdu, bir düşünün.

İkinci anahtar, servetinizi korumaktır. Servet biriktirmek, büyük miktarlarda para kazanmak için etkin bir strateji bulduğunuzu varsayalım, o parayı nasıl koruyacak, nasıl sürdüreceksiniz? Genel kanının tersine, serveti sürdürmek, sürekli kazanmaya devam etmekle olmaz. Büyük servetler kazanıp sonra bir gece içinde batıran ünlü insanların hikâyesini çok dinlemişizdir. Nice sporcular, yetenekleri sayesinde korkunç paralar almış, ama gelirleri değiştiği anda, edindikleri hayat biçimi o parayı bitirmiştir. Gelir düşünce, isteklerini karşılayamaz olmuşlar, paranın tümünü harcamışlardır. Parayı korumanın bir tek yolu vardır, o da şudur: Kazandığınızdan az harcayın, aradaki farkı yatırıma yöneltin.

Hiç kuşku yok, her ne kadar gözümüze pek çekici gözükmese de, serveti uzun süre devam ettirmenin tek yolu budur. Beni asıl şaşırtan, insanların ne kadar çok kazanırlarsa kazansınlar mutlaka hepsini harcayacak bir yol bulabilmeleri. Finansal Kader seminerlerimize gelenlerin yıllık gelirleri 30.000 dolarla 2 milyon dolar arasında değişiyor, ortalaması da 100.000 tutuyor. Ama en çok kazananlar sınıfına giren bu kişiler sürekli meteliksiz. Neden? Çünkü tüm ekonomik kararlarını, uzun vadeli yerine kısa vadeli düşünerek veriyorlar. Açık seçik bir harcama planları yok, yatırım planları ise hiç yok. Niagara çavlanına doğru ilerleyip duruyorlar.

Servet edinmenin tek yolu, gelirinizin belirli bir yüzdesini ayırıp her yılın başında yatırıma koymaktır. Bunu aslında pek çok insan biliyor. En azından bir %10 ayırıp yatırım yapmak gerektiğini hep duyuyoruz. Ama yapan kişilerin sayısı pek az. İlginç olan nokta da, zengin sayısının da pek az olması! Servetinizi sürdürmenin en güvenli yolu, gelen paranın yüzde onunu, daha o paranın yüzünü görmeden ayırıp yatırmaktır.

İnsan servetini sürdürmek için harcamalarını kontrol altında tutmak zorundadır. Ama bütçe yapmaya kalkışmayın. Siz bir harcama planı yapın. Değişim Sözlükçesi nelere kadir, görüyor musunuz? Gerçekten, eğer bütçeyi iyi kurarsanız, adı zaten harcama planı olur. Sizin açınızdan, ya da eğer evliyseniz, sizin ve eşinizin açısından, nelere para harcayacağınızı önceden bilmek, bir anlık heveslere kapılmamak anlamına gelir. Genellikle karşımıza fırsatlar çıktığında, bir telaş içinde kararlar verir, sonra da pişman oluruz. Ayrıca size bir şey daha söyleyeyim, eğer eşinizle ikiniz, her ay hayatınızın hangi alanına ne kadar para harcayacağınızı açık seçik belirlemişseniz, aranızdaki tartışmaların büyük bir bölümü de ortadan kalkacaktır.

Ne yazık ki çoğu insan kendi bütçelerinin ötesinde bir hayat sürmektedirler. ABD'de 1980 yılında insanların kredi kartlarına toplam borcu 54 milyar dolardı. 1988 sonunda bu para üç katına çıkmış, 172 milyar doları aşmıştı! Böyle bir sistem, parasal felâketi kaçınılmaz kılar. Akıllı olun, kazandığınızdan azını harcayın ve servetinizi sürdürün.

Şimdi diyeceksiniz ki, "Ama yatırımlar beni büyütmeyecek mi?" Evet, ama bir de enflasyonu düşünmeniz gerek. O yüzden de servetinizi sürdürmek için üçüncü bir adım daha atmalısınız.

Üçüncü anahtar, servetinizi artırmaktır. Bunu nasıl sağlarsınız? Demin anlattığım denkleme bir güçlü faktör daha ekleyerek. Servet sahibi olabilmek için, kazandığınızdan az harcamalı, aradaki farkı yatırıma yöneltmeli ve yatırım kazançlarınızı da yatırıma ekleyerek bileşik büyüme sağlamalısınız.

Çoğu insan bileşik kavramının geometrik diziyle artan gücünü duymuş, ama hiçbir zaman anlayamamışlardır. Bileşik faiz demek, yatırımınız sizin için kendi kendine para kazanmaya başlıyor demektir. Çoğumuz ömrümüz boyunca, hayat biçimimizin makinesine yakıt yetiştirebilme uğruna çalışır dururuz. Finansal açıdan başarılı olanlar, paralarının belli bir yüzdesini ayırıp yatırım yapanlar o paranın gelirini de yatırım yapmayı sürdürenler, sonunda o gelirin artık çalışmadan yaşayabilecekleri kadar büyümesi olanağını hazırlayanlardır. Biz buna, sermaye birikiminin sizi iş kritik ağırlığından kurtarması, diyoruz. Finansal bağımsızlığınızı kazanma hızınız, yatırım gelirini harcamayıp yeniden ana paraya ekleme isteğinizle doğru orantılıdır. Böylelikle paralarınızın doğurdukları büyür, çoğalır, siz de sağlam bir ekonomik tabana kavuşursunuz.

Şimdi izninizle size, bileşik yatırımın gücüyle ilgili basit ve çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Bir kumaş peçeteyi (0.7 milimetre kalınlığında) bir kere katlarsanız kalınlık ne kadar olur? Tabii ki 1.4 mm. olur. İkinci kere katladığınızda, 2.8 mm. olur. Üçüncü katlayışta, 5.6 mm. ye varır. Dördüncüde 1 cm 2 mm. olur Beşinci katlayışta ise yaklaşık iki buçuk santime ulaşmış olursunuz. Size sorum şu: Kalınlığın dünyadan aya kadar olan uzaklığa erişmesi için bu peçeteyi kaç kere katlamanız gerek? İşte bir ipucu: ay dünyadan 384.000 kilometre uzaktadır. Şaşacaksınız ama aya otuz yedinci katlamada ulaşırsınız. Ellinci katlamada, tabii kuramsal olarak, peçetenizin kalınlığı aya 1179 kere gidiş dönüş yoluna eşit olur! İşte bileşiğin gücü. Çoğu insanlar küçücük bir paranın bileşik yatırımla ne büyük bir servet olabileceğinin farkında değildir.

Şimdi diyeceksiniz ki, "Harika! Yatırımlarımı bileşik faize koymayı ben de bilirim. Ama neye yatırım yapacağımı nereden bileceğim?" Bu sorunun basit bir cevabı yoktur. Önce parasal amaçlarınızın neler olduğuna karar vermeniz gerek. Neyi elde etmek istiyorsunuz ve onu ne sürede elde etme istiyorsunuz? Risk toleransı'nız nedir, yani hangi risk düzeyinde kendinizi rahat hissedebilirsiniz? İsteklerinizi, ihtiyaçlarınızı ve potansiyel kaygılarınızı iyice anlamadan, neye yatırım yapmanız gerektiği kesinleşemez. Genellikle yatırıma niyetlenenler, mâlî danışmanların kendilerine yol göstermesini beklerler, oysa o danışmanlar da müşterinin gerçek ihtiyaçlarını bilemeyecek kişilerdir.

Finansal hayatınızda yapabileceğiniz en önemli şey, çeşitli yatırım türlerini, bunların muhtemel riskleriyle getirilerini adamakıllı anlamaya karar vermektir. Sorumluluk sahibi danışmanlar, müşterilerinin mevcut yatırım olanaklarını çok iyi anlamasında ve finansal planlara katkıda bulunmasında direnirler. Ortada açık seçik bir yatırım planı yoksa, sonunda parasal başarısızlığa uğrarsınız. Finansal bülten editörü Dick Fabian'a göre "Göstergeler yatırımcıların on yıllık süre sonunda hiç para kazanmadığını göstermektedir. Bu acıklı istatistiğin gerisinde bir takım nedenler vardır. Örnek olarak şunları sayabiliriz:

1) Bir amaç saptamamak;
2) Moda olan yatırımların peşinde koşmak;
3) Mâlî yayınların verdiği haberlere bel bağlamak;
4) Mâlî danışmanların öğütlerine körü körüne uymak;
5) Duygusal hatâlar yapmak, vb.

Bereket versin, bu konudaki sorularınızın cevaplarını bulmak zor değildir. Büyük ustaların yazdığı kitaplarda o cevaplar vardır. Peter Lynch'lerin, Robert Prechter'ların, Warren Buffet'lerin kitaplarında. Ayrıca hayatınızın ihtiyaçlarını karşılayacak bir yatırım planı yapmanıza yardım edecek etkin mâlî danışmanlar da vardır. Para konuları hayatınızda acı ve zevk miktarı üzerinde çok büyük bir rol oynadığı için, mümkün olan en iyi danışmana gitmeye özen gösterin. Bunu yapmazsanız acı çekersiniz. Yaparsanız, rüyalarınızda bile görmediğiniz bir parasal bolluk düzeyine ulaşırsınız.

Şimdi artık servetinizi yaratıp büyütmeye başladığınıza göre parasal başarının dördüncü kilit unsuruna da hazırsınız demektir.

Dördüncü anahtar servetinizi korumaktır. Servet sahibi olmuş pek çok insan, parasız oldukları günlerdeki kadar güvensiz ve güvencesiz duygular içindedir. Zaten insanlar genellikle, kaybedebilecekleri şeyler çoğaldıkça kendilerini daha bir tehlikede hissederler. Neden? Çünkü herhangi bir anda birinin çıkıp kendilerine karşı haksız yere dava açabileceğini, varı yoğu elinden alabileceğini bilirler.

Bu konuda ABD'de durumun ne kadar kötü olduğunu bilmek ister misiniz? 22 Haziran 1991 tarihinde Landon Financial Times'da çıkan bir makaleye göre, 1988 ve 1989 yıllarında bütün dünyada açılmış tüm davaların % 94'ü ABD'de açılmış. Bu ülkede yılda 18 milyon dava açılıyor. Hattâ Amerika Barosunun en son istatistiklerine göre, eğer California'da yaşıyor ve yılda 50.000 dolardan fazla kazanıyorsanız aleyhinize dava açılması olasılığı yüzde yirmi beş. Avrupa'nın yorumuna göre, Amerikalılar işler ters gittiğinde hep suçlayacak birini arıyorlar, davaların inanılmaz çokluğunun nedeni de bu oluyor. Bu sözler ne kadar sert olursa olsun, doğru da. Böyle bir tutum dünyanın hiçbir yerinde yok, üstelik ABD'yi ekonomik olarak yıpratıyor, zamanı, sermayeyi, enerjiyi ziyan sayılacak verimsiz yerlere bağlıyor. Örneğin The Wall Street fournalını geçenlerde bildirdiğine göre, adamın biri sarhoş araba sürerken yanındaki koltukta duran av tüfeğini yerinden kıpırdatmaya çalışmış, tüfek yanlışlıkla ateş almış, adam da ölmüş. Dul kalan eşi, kocasının sarhoşluğunu bilinçlendireceği yerde, tüfek üreticisi şirketi dava etmiş. Tüfeklere sarhoş sürücüler için emniyet kilidi koymadıklarından 4 milyon dolar tazminat istemiş, üstelik de davayı kazanmış!

Yıllarını vererek kazandıkları serveti, hiç hakkı olmayan insanların ellerinden alabileceğini bilmek, çoğu kimseleri sinirli ve tedirgin bir hale getiriyor. İş yükümlülüklerini kuşkuyla üstleniyorlar, yatırım kararları da bundan etkileniyor. Ama bir iyi haber varsa, o da eğer o sıra bir davaya taraf değilseniz, servetinizi korumanın yasal yollarının da bulunması. Bu servetinizi koruma meselesi, meşru borçlarınızdan kaçmak anlamına gelmiyor, yalnızca kendinizi kapris saldırılarından korumak anlamına geliyor. Bazı kimseler dürüst olmayan amaçlarla sizi dava edeceklerdir, bu da iki nedenle olabilecektir. Biri sizi sigortanızı paylaşmak, ikincisi de mal veya paranızı elinizden almak olabilir. Eğer ortada el sürülebilecek bir para yoksa, o zaman gelebilecek tazminata dayanarak avukat tutmaları zor olacaktır. Eğer siz önceden tedbirli davranırsanız servetinizi koruyabilirsiniz, bunun nasıl yapılabileceği de açık seçik bellidir.

Ben mâlî konuları anlama çabalarım sırasında John Templeton gibi tipleri incelemeye başlamıştım. Haksız taleplere servetlerini korumak için ne gibi önlemler aldıklarını yavaş yavaş öğrenmeye başladım. Hayatta herhangi bir durumda, "büyük oyuncular"ın ne yaptığını bilmekte yarar vardır. Onların değerlendirme süreçlerini ve stratejilerini siz de uygulayabilirsiniz. İki yılımı verip, Fortune Yönetim Şirketinin doktor müşterileri için, haksız tazminat taleplerine karşı servet koruma yollarını inceledim. Servet koruma işinin hile ve dolap sayılacağı yolundaki genel inanç yanlıştır. Bu konuda dürüstlükten iyi politika yoktur. Mal ve para varlığınızı saklamak zorunda değilsiniz. Koruyun, yeter. Eğer servetinizi korumak bugün için size önemli görünmüyorsa bile, servetiniz oluşmaya başladığında önem kazanacaktır. Bu konuda yapabileceğiniz çok şey olduğunu bilmenizde yarar vardır.

Beşinci anahtar da servetinizin tadını çıkarmaktır. Pek çok insan ilk dört aşamayı yerine getirmişlerdir. Gerçek değer katarak serveti kazanmanın yolunu öğrenmişler, kazandıklarından az harcayarak onu sürdürmeyi de keşfetmişler, yatırım yapmanın ustası olmuşlar bileşik gelir kazanarak yararlanıyorlardı. Beri yandan, servetlerini korumayı da artık bilmektedirler. Ama yine de mutlu değildirler. Bir boşluk duygusu içindedirler. Nedeni paranın bir amaç olmadığını, bir araç olduğunu henüz anlayamamış olmalarındandır. Oysa siz ve ben onun olumlu etkilerini sevdiklerimizle paylaşmakta olduğumuzdan emin olmalıyız, yoksa paranın hiçbir değeri kalmaz. Gelirinizle orantılı biçimde katkılarda bulunmanın yollarını keşfettiğinizde, hayatın en büyük zevklerinden birini yaşamaya başlayacaksınız.

Size bir şey söyleyebilirim, eğer değer yaratıp para kazanmaya belli bir düzeyde zevk bağlamıyorsanız, para sizde uzun süre kalmaz. Pek çok kimseler eğlenmeye başlamak için belli miktarda para biriktirmeyi beklerler. Ama o zaman da beyinlerine acıyı, servet yaratmaya bağlamayı öğrenirler. Tam tersine yol boyunca kendinizi duygusal olarak ödüllendirmeniz gerekir. Arasıra kendinize bir piyango ikramiyesi vermelisiniz (bunu Bölüm 6'da konuşmuştuk). Bir parasal sürpriz yapın kendinize. Beyniniz de para kazanmanın zevkli ve ödüllendirici bir şey olduğunu öğrensin.

Ayrıca verici olmanın gücünü de unutmayın. Size bir şey anlatayım. Benim parasal durumum ne zaman tersine dönmeye başladı, biliyor musunuz? Birine yirmi dolar vermiştim, oysa aslında verecek yirmi dolarım yoktu... İşte o gün başladı. Kendimi öyle iyi hissettim ki, bu tecrübe hem performansımı, hem de daha çok kazanma kapasitemi etkiledi. Birçok kimseler, "Daha çok param olunca yardım ederim" diye düşünürler. Ama hangisini yapmak daha zor sizce? Bir dolarınız varken on sentini vermek mi, yoksa bir milyonunuz varken yüz bin dolarını vermek mi? Cevap çok açık, değil mi? Size yüzde on rakamının değişmez kural olduğunu söylemeye çalışıyor değilim, ama kazancınızdan birazını ayırıp onu size zevk verecek biçimde vermek için de çaba gösterin. Bunu yapmanın güzelliği, kazancınızdan birazını verirken beyninize elinizde yeterinden fazla para olduğunu söylüyor olmanızdır. Yoksul değilsiniz. Buna inanmak bile hayatınızı değiştirmeye yeter.

Gerçek servet, bir duygudur: bir bolluğa sahip olma duygusudur. Kültürel mirasımız bile zengin sayılmamıza yeter. Kendi yapmadığımız tabloların, kendi bestelemediğimiz müziklerin, kendi kurmadığımız eğitim tesislerinin zevki ve yararı bizim. Ülkenizin parklarına siz sahipsiniz. Şu anda da zengin olduğunuzu bilin ve o servetin zevkini çıkarın. Sizin bolluğunuzun parçalarıdır bütün bunlar. Bu minnet duygusu, daha da çok yaratmanıza yol açacaktır.

Sözlerime son verirken yalnızca şunu söyleyeyim: İnançlarınızı değiştirip parasal durumunuzun kontrolünü elinize almak, kişisel gelişmenin inanılmaz derecede ödüllendirici bir tecrübesi olabilir. Şimdi kendinizi adayın ve bu süreci başlatın.


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:47 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://img383.imageshack.us/img383/695/93239728zg1.gif

"Sadakayla kişisel güç tek gerçek yatırımdır."
WALT WHITMAN

Bugünün Ödevi:


1. İnançlarınıza bir göz atın, eğer hizaya girmemiş inançlar varsa onları NAC uygulayarak değiştirin. Çalıştığınız yerde daha fazla değer katacak bir süreç uygulayın. Büyük çapta bir değer katsın. Karşılığında para alsanız da, almasanız da, bunu yapın.

3. En az yüzde on biriktirmeye karar verin, onu hemen ayırıp planlı bir hesaba yatırın.

4. İyi bir antrenör bulun. İster Finansal Kader Grubu profesyonelleriyle temas edin, ister kendi yerel finansal "antrenörünüze" yaklaşın, ama sizinle çalışan kişinin, anlayabileceğiniz bir ayrıntılı finansal plan geliştirmenize yardımcı olmasını sağlayın. Harika birkaç finansal kitap alın. Size zeki ve bilgili yatırım kararları vermeyi öğreten çok iyi kitaplar var.

5. Eğer servetinizin saldırı altında olduğunu hissediyorsanız, bir servet koruma planı geliştirin.

6. Zevki parasal başarıya bağlayabilmek için küçük bir piyango yaratın. Kime özel bir iyilik yapabilirsiniz? Bugün başlamak için takviye olarak kendinize ne yapabilirsiniz? Şimdi artık başka bir adım atmaya hazırsınız, o da...


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:53 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

BEŞİNCİ GÜN

Sonucunuz:
Acaba çok yüksek değerlere sahip olmak, kurallarınızı onları destekleyecek biçimde hizalandırmak, kendinize doğru sorulan sormak ve yine de değerlerinizi ânında yaşayamamak mümkün mü? Eğer kendinize karşı dürüst davranıyorsanız, bunun cevabının evet olduğunu da biliyorsunuzdur. Hepimiz zaman zaman olayların bizi kontrol altına almasına izin veririz, kendi durumumuzu ve o olayların ne anlama geldiği yolundaki kararlan kendimiz kontrol etmez oluruz. Kabul ettiğimiz değerleri sürekli olarak yaşamakta olmamızı sağlayacak açık seçik bir yönteme ihtiyacımız vardır. O değerleri gün be gün gerçekten yerine getiriyor olduğumuzu ölçecek bir şey gerekir bize.

Genç adam yirmi yedi yaşına geldiğinde çok büyük başarılara ulaşmıştı. Çok zekiydi, iyi okumuştu ve dünyayı kuyruğundan yakalamış olduğunu hissediyordu. Ama günün birinde bir şeyin farkına vardı: Pek de mutlu sayılmazdı! Onu sevmeyenler pek çoktu. Kibirli ve baskı yapan biri olarak görmekteydiler onu. Hayatının yönünün artık kendi elinde olmadığını hissediyordu. Kaderi ise hiç elinde değildi.

Hayatının kontrolünü yeniden ele almak için kendine daha yüksek bir Standard koymaya karar verdi. O yüksek standarda ulaşmak için bir strateji benimseyecek sonuçları gün be gün ölçecek bir de sistem oluşturacaktı. Kendine on iki "yüce değer" seçti. Bunlar her gün tatmak istediği durumlardı. Bunların hayatını kendi istediği yöne doğru götüreceğine inanıyordu. Derken bir gün ajandasını eline aldı, bu on iki durumu yazdı, yanına da kareler çizip ayın tüm günleri için kutular ayırdı. "Bu durumlardan herhangi birini her ihlâl edişimde, o günün kutusuna bir küçük siyah nokta koyayım" dedi kendi kendine. "Amacım buraya hiç siyah nokta koymamak. İşte o zaman, bu değerlere göre yaşayıp yaşamadığımı bilirim."

Bu fikrinden öyle gurur duydu ki, ajandayı bir dostuna gösterdi, sistemini anlattı. Dostu ona, "Harika!" dedi. "Ama bence bu değerlere mütevazı olmayı da eklemen gerek." Benjamin Franklin bunu duyunca güldü, listesine on üçüncü değeri de yazdı.

Ben Franklin'in otobiyografisinde bu hikâyeyi, Milwaukee kentinde, salaş bir otel odasında okuduğumu hatırlıyorum. Programım çok yoğundu. Birkaç radyo ve televizyon programına birden çıkacaktım, ayrıca kitap imzalayacaktım, bir de toplantıya katılıp gelenlerin sorularını cevaplayacaktım. Bütün bunlardan bir gece önce, "Pekâlâ, madem geldin, bari zevkle yap" dedim kendime. "En azından, zihnin beslenir bari."

Değerlerle ve değerler hiyerarşisiyle ilgili fikri yeni bulmuştum, kendime de harika bir değerler listesi yarattığıma inanıyordum. Bunları yaşamakla kendimi iyi hissedeceğim bir listeydi. Ama Ben'in listesini düşünürken kendi kendime, "Evet, sevgiyi bir değer olarak listeye aldın, ama şu anda için sevgi dolu mu?" diye sordum. "Katkıda bulunmak, senin en baş değerlerinde biri. Ama şu anda bir katkıda bulunuyor musun?" Cevap hayırdı. Harika değerlerim vardı, ama onlara göre yaşayıp yaşamadığımı an be an ölçmüyordum. Sevgi dolu bir insandım ama geriye baktığımda, pek de sevgi dolu davranmadığım nice anlar buluyordum!

Oturup kendi kendine sordum: "En yüksek ve en iyi halimde olsam, ne durumda olurdum? Ne olursa olsun, her güne hangi durumları sokmam gerek? Çevre ne olursa olsun, karşımda ne zorluklar bulunursa bulunsun, ben bu durumların her birine günde en az bir kere gireceğim!" Kendime seçtiğim durumlar arasında şunlar vardı: dost canlısı, mutlu, sevgi dolu, dışa dönük, neşeli, güçlü, cömert, çılgın, ihtiraslı ve keyifli. Bu durumların bazıları değerlerimin aynısıydı, bazıları da değildi. Ama biliyordum ki, eğer bunların her birini her gün bir kere gerçek anlamda yaşarsam, sürekli olarak kendi değerlerimi yaşıyor olacağım. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu çok heyecan verici bir sürecin başlangıcı oldu!

Ertesi gün radyo ve televizyon programlarına çıktığımda, kendimi bilerek o durumlara soktum. Mutluydum, sevgi doluydum, güçlüydün, komiktim, söylediklerimin bir katkıda bulunduğuna inanıyordum... Yalnız beni programa davet edenlere değil, programı seyredip dinleyenlere de. Daha sonra alışveriş merkezine, kitapçı dükkânında kitaplarımı imzalamaya gittim. Oraya vardığımda müdür bana yüzünde kaygılı bir ifadeyle yaklaştı, "Küçük bir sorun var, Bay Robbins" dedi. "Bugün kitap imzalayacağınızın ilânı yarınki gazetede çıkıyor!"

Eğer bu bana, Ben Franklin'in listesini okumadan önce olsaydı, pek kendine özgü bir tepki gösterirdim. Ama yeni listem kafamda olduğu için şöyle düşündüm: "Ben ne olursa olsun bu durumlarda yaşamaya karar verdim. Bu da, her gün kendi yasama göre yaşayıp yaşamadığımı kontrol etmek için çok güzel bir sınav!" Kitapları imzalayacağım masaya yürüdüm, çevreme bakındım. Kimseler yoktu. Alışveriş merkezinde dolaşan insanların sayısı pek azdı.. Hiç heyecan bulunmayan bir yerde, ben nasıl heyecan yaratabilirdim?

İlk aklıma gelen, çılgınca davranmak oldu. Ne de olsa, lis-
temde vardı çılgınca davranmak. Kendi Sınırsız Güç kitabımdan bir tane aldım, türlü acayip sesler çıkararak okumaya başladım: "Oooo! Ahhh! Vay canına, doğru mu bu?"

Çok geçmeden, bir kadın yakınımdan geçerken benim kitaba tepkim ilgisini çekti. Besbelli yaman bir kitap olmalı diye düşündü, durdu, ne okuduğuma baktı. Ona bunun ne inanılmaz bir kitap olduğunu anlatmaya başladım, içindeki en müthiş hikâyelerden, tekniklerden örnekler verdim. Derken bir başkası yaklaştı, bu patırtının nedenini anlamaya çalıştı. Az sonra başkaları da gruba katıldı. Yirmi dakika içinde çevreme yirmi otuz kişi birikmiş, bulduğum bu müthiş kitap hakkında bir şeyler duymaya çalışıyorlardı.

Sonunda onlara, "En iyi yanı da nedir, biliyor musunuz? dedim. "Ben bunu yazanın çok yakın arkadaşıyım!" İlk duran kadının gözleri parladı. "Sahi mi?" Kitabı kaldırıp arka kapağı gösterdim. "Tanıdık biri mi?" diye sordum. Kadının soluğu boğazına tıkanır gibi oldu, sonra güldü. Herkes güldü. Oturup kitapları imzalamaya başladım.

Çok başarılı bir gün oldu. Hepimiz çok eğlendik. Olayların benim hareketlerimi ve algılarımı kontrol etmesine izin vermektense, Kendi Davranış Yasam dediğim şeye göre davranmayı seçmiştim. Bu durumlara göre yaşar, gerçekten olduğum kişi gibi davranırken, bir yandan da değerlerimi yerine getirdiğimi bilmek özellikle doyum veriyordu.


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:56 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://img383.imageshack.us/img383/695/93239728zg1.gif

"Yaptığınız işe inancınızı katın."
RALPH WALDO EMERSON

Ben Franklin'le ben Davranış Yasası sahibi olan tek kişiler değiliz. On Emir nedir ki sizce? Ya İzci Yasası? Ya askerlerin davranış kuralları? Bir de İyimserler Kulübü Düsturu oluşturamaz mıyız?

Kendi yasanızı yaratmanın bir yolu, var olan davranış yasalarını gözden geçirmektir...

İYİMSERLER KULÜBÜ DÜSTURU


Güçlü olmaya ve hiçbir şeyin huzurunuzu bozmasına izin vermemeye;

Her karşılaştığınız insanla sağlık, mutluluk ve varlık konusunda konuşmaya;

Tüm dostlarınıza kendilerini değerli hissetmeye;

Her şeyin güneşli tarafına bakmaya ve iyimserliğinizi göstermeye;

Hep en iyi şeyleri düşünmeye, en iyi şeyler için çalışmaya ve en iyi şeyleri beklemeye;

Başkalarının başarısı için de kendi başarınız için olduğu kadar heves göstermeye;

Geçmişin hatalarını unutup gelecekte daha büyük başarılara doğru gitmeye;

Her zaman neşeli bir yüzle dolaşıp her karşılaştığınız yaratığa gülümsemeye;

Kendinizi geliştirmeye çok zaman ayırdığınız için başkalarını eleştirecek zaman bulamamaya;

Kaygılanmayacak kadar büyük, kızmayacak kadar soylu, korkmayacak kadar güçlü, üzülmeyecek kadar mutlu olmaya;

Kendi kendinize söz verin.


Işıldayan Safir 30-04-2011 06:58 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

UCLA'nın büyük basket antrenörü John Wooden on iki yaşında ilk okulu bitirdiğinde, babası ona yeni maddelik bir düstur vermiş. John o düsturun tüm hayatı ve kariyeri üzerinde en güçlü etkileri yaptığını anlatıyor. Hayatının her gününde uyduğu düstur şöyle:

JOHN WOODEN'İN YEDİ MADDELİK DÜSTURU: "KENDİ DEĞERİNE ULAŞMAK"

1. Kendine karşı dürüst ol.

2. Her günü kendi şaheserin haline getir.

3. Başkalarına yardım et.

4. İyi kitaplardan bol bol su iç.

5. Dostluğu güzel sanatlardan biri haline getir.

6. Yağmurlu gün için bir sığınak yap.

7. Her gün sana yol gösterilmesi için dua et ve her gün haline şükret.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:03 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://img383.imageshack.us/img383/695/93239728zg1.gif

"Hayatınızla vereceğiniz vaaz, dudaklarınızla vereceğinizden iyi olur."
OLIVER GOLDSMITH


Bugünün Ödevi:


1. En yüksek ilke ve değerlerinize göre yaşamak için her gün tatmaya karar verdiğiniz durumların bir listesini yapın. Listenin hayatınıza hak ettiğiniz zenginliği ve çeşitliliği katacak kadar uzun olmasını, ama yine de bu durumların her birine her gün girebilecek kadar kısa olmasına özen gösterin. Çoğu kişilere göre, yediyle on arasındaki bir sayı idealdir.

Sürekli olarak hangi durumlarda olmak istersiniz? Mutlu?, Dinamik?, Dost canlısı?, Bağlı?, Neşeli?, Minnet dolu?, İhtiraslı?, Dengeli?, Serüvenci?, Eğlendirici?, Çılgınca davranan?, Cömert?, Zarif? Bu durumların bazıları yaklaşma değerlerinizin tıpkısı olabilir, bazıları da sizi her gün değerlerinize yaklaştıracağını hissettiğiniz şeyler olabilir.

2. Listenizi tamamladıktan sonra, her birinin yanına bir cümle yazıp, bunu gerçekleştirmekte olduğunuzu nereden bileceğinizi tarif edin... Ani bu durumlar için kurallarınızı yazın. Örneğin: İnsanlara gülümsediğim zaman, neşeliyim demektir"; "Beklenmedik eğlenceli bir şey yaptığım zaman çılgınca davranıyorum demektir"; "Hayatımdaki iyi şeyleri hatırladığım zaman minnet doluyum demektir."

3. Bunların her birini günde en az bir kere hissetmeye karar verin. Belki Davranış Yasanızı bir kâğıda yazıp cüzdanınızda taşımak, iş yerindeki masanıza, yatağınızın başucuna koymak istersiniz. Gün içinde arasıra o listeye bakıp kendi kendinize, "Bugün bunlardan hangilerini tattım? Hangilerine henüz sıra gelmedi ve akşamdan önce onları nasıl tadabilirim?" diye sorun.

Eğer Davranış Yasanıza gerçekten adanırsanız, ne inanılmaz duygular içinde olacağınızı düşünün! Artık olaylar sizi kontrol edemez, onu biliyorsunuz. Çevrenizde ne olursa olsun, kendinize hakim olursunuz ve yarattığınız vizyona göre yasarsınız. Kendinizi daha yüksek bir standarda adamanın ve her gün neler hissedeceğinizi kendiniz saptadığınızı bilmenin, en yüksek düzeyde davranacağınızdan emin olmanın getirdiği müthiş bir gurur duygusu vardır.

Wayne Dyer geçenlerde benimle harika bir metaforunu paylaştı. Konu insanların, davranışları için kendilerini nasıl hissettiklerini suçlayışlarıyla ilgiliydi. "Baskı olumsuz davranış yaratmaz" diyordu. "Kendini bir portakal gibi düşün. Portakalı sıkarsan, tüm baskı dıştan gelirse, ne olur? Suyu çıkar, tamam mı? Ama baskı yapıldığında dışarı çıkan şey, zaten portakalın içinde var olan bir şeydir."

Ben de diyorum ki, kendinizi daha yüksek bir standarta bağlayarak, içerne nelerin var olacağına siz karar verin. Baskı geldiğinde, çıkan şeyler iyi şeyler olsun. Ne de olsa, işler her zaman bal börek olmaz. Yasanıza göre yaşamak ve CANÜ ilkelerini uygulayıp yönünüzü çizmek size kalmıştır. Unutmayın, karakterinizi kurgulayan ve kimliğinizi biçimlendiren, her gün kim olduğunuzdur, yaptığınız küçük ve büyük hareketlerdir.

Bu konuda yapabileceğiniz en büyük eylemlerden biri de...


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:06 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://img383.imageshack.us/img383/695/93239728zg1.gif

ZAMANINIZI VE HAYATINIZI ELİNİZE ALIN


ALTINCI GÜN

Sonucunuz:
Zamanın doyum ve stres düzeylerinizi yönetmesine izin vermektense, onu kendi avantajınıza kullanmayı öğrenin. Eğer hiç stres hissettinizse (kim hissetmemiştir ki!) herhalde nedeni, istediğiniz şeyi istediğiniz kalitede yapmaya zaman bulamamış olmanızdandır. Bu hırslanma duygusunu belki yalnızca o ânın gerektirdiklerine odaklandığınız için hissetmiş olabilirsiniz. O ânın gerekleri, o ânın zorlukları, o ânın olayları. Böyle stresli ve aşırı yüklü bir durumda, etkinliğiniz hızla azalır. Çözüm basittir: Odaklandığınız zaman çerçevesinin kontrolünü elinize alın. Eğer şimdiki zaman stresliyse, zorluklarla başa çıkma konusunda daha zekice davranabilmek için geleceğe odaklanın, o işin başarıyla tamamlanmasını ya da karara bağlanmasını düşünün. Bu yeni
odak derhal durumunuzu değiştirecek, size olayları şimdiki zamanda da tersine çevirmek için gerekli kaynaklan sağlayacaktır.

Stres çoğu zaman, belli bir zaman çerçevesi içinde "sıkışma" sonucudur. Bunun bir örneği, kişinin kendi geleceğini güçsüzleştirici bir biçimde düşünme durumudur. Bu kişiye veya kendinize böyle bir durumda yardım etmek için, şimdiki zamanda neler yapabileceklerine odaklanmayı sağlamanız gerekir. Bazı kimseler de, onlardan bir zorluğu aşmaları istendiğinde, yalnızca geçmişlerindeki zayif performansa odaklanırlar. Geçmiş zamanda kaldıkları sürece stresleri artar.

Şimdiki zamana ya da olumlu bir geleceğin beklentisine dönmekle, duygusal durumunuzu bir anda değiştirebilirsiniz. Demek ki duygularımız, o anda hangi zaman çerçevesi içinde iş görüyorsak, onun güçlü etkisinde kalmaktadır.
Zamanın zihinsel bir yapı olduğunu biz genellikle unuturuz. Zaman tümüyle izafîdir ve bizim zaman tecrübemiz de hemen hemen tümüyle zihinsel odağımızın sonucudur. Uzun süre demek, ne demektir? Duruma bağlı, öyle değil mi? Kuyruğa girip 10 dakika beklemek, sonu gelmez bir şey gibi gözükebilir, ama bir saat boyunca sevişmek şimşek gibi gelip geçer.

Zaman algımızı inançlarımız da bir süzgeçten geçirir. Bazı kimseler için uzun süre, yüzyıl demektir. Bu tip insanlar nasıl farklı yürürler, nasıl farklı konuşurlar, amaçlarına nasıl farklı bakarlar, ayrı zaman çerçeveleri içinden iş görürken birbirleriyle ilişki kurmaya nasıl çaba gösterirler, düşünebiliyor musunuz? İşte zaman becerisi edinmek bu yüzden önemli bir hayat becerisi sayılır. Zaman tecrübenizi esnekleştirebilme yeteneği, hayat tecrübenizi biçimlendirme yeteneği demektir.

Bugünkü egzersizler için önce üç "zaman tasarrufu" yöntemini gözden geçirip uygulamayı öğrenelim.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:08 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

Odağınızı değiştirme yoluyla zaman çerçevelerini de değiştirme yeteneğini edindikten sonra, zaman becerisinin ikinci önemli aşamasına gelmişsiniz demektir, o da zamanı çarpıtma, bir dakikayı bir saat gibi, bir saati bir dakika gibi algılayabilme becerisidir. Bir konuya kendinizi bütünüyle kaptırdığınızda zamanı nasıl unuttuğunuza hiç dikkat ettiniz mi? Neden oluyor o? Çünkü artık zamana odaklanmıyorsunuz. Daha az zaman ölçümü yapıyorsunuz. Odağınızı daha zevkli bir şeye çevirmişsiniz, o yüzden de zaman daha çabuk geçiyor.

Unutmayın ki kontrol sizin elinizde. Odağınızı bilinçli olarak yönlendirin ve zamanı nasıl ölçeceğinize de bilinçli olarak karar verin. Eğer habire saatinize bakıyorsanız, zaman geçmek bilmez. Bir kere daha tekrarlamakta yarar yar, zaman tecrübenizi odağınız kontrol eder. Zamanın kullanımını siz nasıl tanımlarsınız? Zaman harcamak diye mi, zaman ziyan etmek diye mi, zaman öldürmek diye mi? "Zaman öldürmek cinayet değil, rdır" diye bir söz vardır, bilir misiniz?


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:11 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

İkinci ve belki de en önemli nokta, zamanınızı ne yapacağınızı kararlaştırırken sizi kontrol eden şeyin aciliyet ve önem olduğunu, dolayısıyla da kendi kişisel tatmin düzeyiniz olduğunu anlamaktır. Ne demek istiyorum, diye mi soruyorsunuz? Bakın, size şöyle bir şey sorayım: Deli gibi çalışıp listenizde o gün yapılacak işler olarak gösterilenlerin hepsini bitirdiğiniz, ama akşam olunca yine de kendinizi tatmin olmamış hissettiğiniz oldu mu hiç?

Bunun nedeni, o an için acil olan ve dikkatinizi gerektiren şeylerin hepsini yaptığınız halde, esas önemli olan şeyi yapmamış olduğunuzdandır. O da uzun vadede fark yaratacak olan şey ya da şeylerdir. Tam tersine, bazen de günlük gereklerin yalnızca birkaçını yapabilmiş olduğunuz halde, akşam olduğunda çok önemli bir gün yaşamış olduğunuzu hissedersiniz. İşte böyle günler, acil şeyler yerine önemli şeylere odaklandığınız günlerdir.

Acil işler hayatımızı kontrol ediyor gibi görünmektedir. Telefon çalar. O anda biz önemli bir şey yapıyoruzdur, ama yine de telefona cevap vermek zorunda kalırız. Ya bir şey kaçırırsak? İşte bu, acil olana yönelmemizin tipik bir örneğidir. O telefonu açmasanız belki çok önemli bir anketi kaçırırsınız! Ama beri yandan hayatımızda fark yaratacağını bildiğimiz bir kitap satın alırız, ama onu okumayı defalarca erteleriz, çünkü gelen postayı açmak, gaz deposunu doldurmak, televizyon haberlerini dinlemek falan derken onu bir türlü araya sıkıştıranlayız. Zamanı yönetmenin gerçek anlamda ustası olmak için, her günkü programınızı yaparken, zamanın çoğunu, acil işlere değil, önemli işlere ayırmak gerekir.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:13 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

3. KENDİNİZE YILLAR KAZANDIRIN

Zaman kazanmak için öğrendiğim en etkili yol, başkalarının tecrübelerinden ders almaktır. Eğer dünyayı tanıma ve bir şeyler öğrenme konusundaki baş stratejimiz yalnızca deneme-yanılma yöntemine dayanıyorsa, zamanı yönetmeyi asla başaramayız. Sizin istediğiniz başarılara şimdiden ulaşmış olanları taklit etmek, sizi yıllar sürecek acılardan kurtarabilir.

Benim bu kadar çalışkan bir okuyucu olmama, ses ve video bantlarına, seminerlere bu kadar tutkun olmama da bu sebep olmuştur. Ben bu tecrübeleri, birer aksesuar olarak değil, birer gereklilik olarak görmüşümdür, o tecrübeler de bana birkaç on yılın tecrübelerinden, o tecrübelerin sonucunda gelen başarılardan doğan bilgeliği kazandırmıştır. Elinizden geldiğince başkalarının tecrübelerinden ders almanızı ve bu öğrendiklerinizi kullanmanızı şiddetle öneririm.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:16 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

"Eğer doğru kullanırsak, zamanımız yeterlidir."
JOHANN WOLFGANG VON GOETHE


Bugünün Ödevi:


1. Bugünden başlayarak zaman çerçevelerini değiştirme alıştırmalarına başlayın. Şimdiki zamanın baskısını hissettiğiniz anda, durup geleceği güçlendirici bir biçimde düşünün. Örneğin sizi güden amaçları düşünün, onlara tümüyle bağlanın. Görüntüyü gözünüzün önüne getirin, sesini dinleyin, o tablonun içine girin ve neler hissedeceğinize bakın. Ya da kendinizi değerli bir anıya geri götürün, ilk öpüşmeniz, çocuğunuzun doğumu, bir dostla özel bir an. Zaman çerçevelerini hızla değiştirebilme yeteneğiniz ne kadar gelişirse, özgürlüğünüz o kadar artacak, kendi içinizde bir anda yaratabileceğiniz duyguların yelpazesi de o kadar genişleyecektir.Bunu tekrar tekrar yapın, odak değiştirmekle durumunuzu bir anda değiştirmeyi iyice öğrenin.

2. Zamanı bilerek çarpıtmayı öğrenin. Normalde çok uzun sürede bitirilebilecek bir işi yaparken, hem zaman algınızı hızlandıracak, hem de aynı anda iki şey yapabilmenize olanak tanıyacak yeni bir girdi ekleyin. Örneğin ben koşuya çıktığımda, kulaklıklarımı takar, bir yandan en sevdiğim müzikleri dinlerim. Ya da step egzersizleri yaparken haberleri izlerim, bazen telefonlarımı ederim. Böyle olunca, egzersizimi yapmamak için özrüm kalmaz, önemli olanı ihmal etmemiş olurum... Hem beni arayanları ararım hem de egzersizimi yaparım.

3. Acil yerine önemlilik önceliği güden bir "yapılacak işler listesi" oluşturun. Listeye bir milyon tane iş yazıp, akşam kendinizi başansız hissetmek yerine, yapılması sizin için en önemli olan şeylere odaklanın. Bunu yaparsanız, pek az kişinin ulaşabildiği bir doyum ve başarma duygusuna ulaşacağınıza da inanın.

Ama tabii mutlaka zaman ayırıp bir başka şeyi daha yapmamız şarttır, o da...


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:19 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

DİNLENME VE EĞLENME: TANRI BİLE BİR GÜN DİNLENMİŞ!

YEDİNCİ GÜN

Sonucunuz:
Başarın ve dengeleyin. Çok çalıştınız ve çok çabaladınız. Eğlenmek için bir gün ayırın! İçinizden geldiği gibi davranın, çılgınlıklar yapın, kendinizin dışında hissetmenize yol açan bir şeyler yapın. Sizi en çok heyecanlandıran şey ne olabilir?

"Büyük adam, çocuksu yüreğini kaybetmeyen adamdır."
MENCIUS

Bugünün Ödevi:
Ya eğlenceli bir şey planlayıp uygulayın ya da bir anda aklınıza gelen bir şey yapın. Seçtiğiniz her neyse, tadını çıkarın!

Yarın yeni bir alanı incelemeye hazır olacaksınız, o da...


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:25 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

BÖLÜM DÖRT: BİR KADER DERSİ

EN SON ZORLUK: BİR TEK KİŞİ NE YAPABİLİR Kİ?

"Ufacık bir kıvılcımın peşinden güçlü bir alev gelir."
DANTE

Onları durdurmak zorunda olduğunu biliyordu. Cebinde yalnızca 800 dolar para bulunan Sam LaBudde, arabasını sürüp Meksika sınırını aştı, Ensenada'daki balıkçı rıhtımında durup fırsatı beklemeye başladı. Omzundaki video kamerasıyla anılarını çekmeye çalışan saf Amerikalı turistlere benziyor, teknesini rıhtıma yanaştıran kaptanlara tayfa ya da teknisyen olarak hizmete hazır olduğunu söylüyordu. Sonunda geçici tayfa olarak Maria Luisa'ya alındı. Panama bandıralı ton balığı teknesi Meksika kıyısından uzaklaşırken, LaBudde gizlice gemidekilerin faaliyetlerini videoya çekmeye başlamıştı bile. Yakalanırsa hayatının tehlikeye gireceğinin de farkındaydı.

Sonunda beklenen oldu, çevreleri sarılıverdi. Birçok kimselerin "su insanları" diye adlandırdığı yunuslardan koca bir sürü, Maria Luisa'nm çevresinde sıçrayıp cıvıldaşmaya başladı. Onları bu tekneye doğru çeken şey, kendi dost canlısı yaratılışlarıydı. Ama ölüme koşmakta olduklarının farkında değildiler. Bu balıkçıların yunus peşine düşmeleri, sarıkanat ton balıklarının da genellikle bu oyuncu yaratıkların altında yüzmekten hoşlandıklarını bildikleri içindi. Soğukkanlı bir hesapçılıkla ağlarını yunusların yolu üstüne attılar, onlara ne olacağına hiç aldırış etmediler.

Beş saat boyunca LaBudde'ün videosu bu dehşet olayını baştan sona filme kaydetti. Yunuslar peşpeşe ağlara takıldılar, kendilerini kurtaramayınca, yaşayabilmek için ihtiyaçları olan oksijeni alabilmek için yüze yükseldiler. Bir ara kaptan, "Ağda kaç tane var?" diye kükredi. Le Budde kamerasını çevirip bu katliamı kaydetmeye hazırlanırken, tayfalardan birinin, "Elli kadar!" diye cevap verdiğini duydu. Kaptan ağların toplanması emrini verdi. Sayısız yunus kaygan güvertede cansız yatıyordu. Tayfalar onları ton balıklarından ayırıp denize fırlattılar. Çöp torbaları gibi. LaBudde'ın filmi, nice kişinin yıllardan beri iddia ettiği şeyin sağlam kanıtı niteliğindeydi. Duyarlı kişiler, yüzlerce yunusun bir tek gün içinde katledildiğini söyleyip durmaktaydı. Tahminlere göre son on yıl içinde öldürülen yunus sayısı altı milyonu aşıyordu. LaBudde'ın filmi montajdan geçip on bir dakikalık formata sokulduğunda, gezegenimizi bizimle paylaşan bu zeki ve sevgi dolu yaratıklara neler yaptığımızı görmek seyircilerin yüreğini burktu. Yavaş yavaş ton balığı tutkunları bu ürünü satın almayı kestiler, boykot ilan ettiler, zaman içinde medyanın dikkati bu konuya odaklanırken, boykota katılanların sayısı da arttı.

LaBudde bu trajediyi filme aldıktan dört yıl sonra, 1991 yılında, dünyanın en büyük ton balığı konservecisi olarak bilinen Starkist firması, artık ağla yakalanmış ton balıklarını konservelemeyeceğini açıkladı. Ardından Chickens of the Sea firmasıyla Bumblebee Seafoods da onu izlediler, Starkist'ten birkaç saat sonra onlar da benzer açıklamalar yaptılar. Gerçi henüz bu savaş kazanılmış sayılamaz, çünkü yabancı kaçak ton balığı tekneleri hâlâ Amerikalıların eskiden öldürdüğü kadar yunus öldürmeyi sürdürmektedirler ama LaBudde'ın Maria Luisa'da geçirdiği gün, ABD ton balığı sanayiinde büyük bir devrimin katalizörü oldu, bir yandan binlerce yunusun hayatını kurtarırken, bir yandan da deniz ekosisteminin bir dereceye kadar dengesini korumasına kesinlikle katkıda bulundu.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:29 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

"Her insan, doğuncaya kadar, imkânsızdır."
RALPH WALDO EMERSON

İş sosyal konulara ve dünya olaylarına gelip dayandığında, birçok insan kendini çok güçsüz ve önemsiz hisseder, kendisi özel hayatında her işini kusursuz yapsa bile kaderinin yine de başkalarının eylemlerine bağlı olduğuna inanır. Çete çatışmalarının, şiddet suçlarının, büyük bütçe açıklarının tehdidi altındaymıs gibi hisseder, evsiz barksızlara ve okuma yazma bilmeyenlere üzülür, dünya ikliminin
ısınmasına, dünyadaki pek çok canlı türünün yok olmasına kaygılanırlar. Bu tür insanlar genellikle şöyle düşünür: "Ben kendi hayatımı ve ailemin hayatını düzene soksam bile neye yarar ki? Yüksek mevkiye gelmiş bir deli her an yanlış düğmeye basabilir, hepimizi havaya uçurabilir nasılsa!" Bu tür bir inanç sistemi, kontrolün kendi elimizde olmadığını, herhangi bir önemli değişiklik yaratacak gücümüz olmadığını hissettirmekte, sonunda öğrenilmiş çaresizlik duygusuna yol
açmakta, sonu da, "Niye zahmet edeyim ki?" sorusuyla noktalanmaktadır.

Bir insanın eyleme geçme yeteneğine, bu öğrenilmiş çaresizlik kadar zarar veren bir başka duygu olamaz. Bu duygu bizim kendi hayatımızı değiştirmemizi, başkalarına da hayatlarını değiştirmeleri için yardım etmemizi engelleyen bir numaralı nedendir. Eğer bu kitabı burasına kadar okumuşsanız, benim hangi ana mesajı vermeye çalıştığımı da kuşkusuz anlamışsınızdır: düşünce biçiminizi, neler hissettiğinizi ve neler yaptığınızı şu anda değiştirecek güç zaten elinizdedir.

Belki de ömrünüzde ilk defa olarak Master Sistem'inizin kontrolünü elinize alma gücünü elde ettiniz, o güç sizi bilinciniz dışında bu noktaya kadar getirdi. Bu kitabı okuyarak ve egzersizleri yaparak edindiğiniz üstünlüklerle, kendi kaderinizin efendisi ve yöneticisi olduğunuz gerçeğini anlamış ve artık uyanmış olmanız gerekir. Sizinle birlikte, kaderi biçimlendiren o dev gücü, kararları keşfettik, neye odaklanacağımıza, nelerin ne anlama geldiğine, neler yapmak gerektiğine ilişkin kararlarımızın, hem bugünümüz, hem de yarınımız için kalite saptayıcı olduğunu anladınız.

Şimdi de sıra, toplumumuzu, ülkemizi, dünyamızı biçimlendirecek ortak kararların üstüne gitmeye gelmiş bulunuyor. Gelecek kuşaklar boyunca doğacak ve yaşayacak insanların hayat kalitesini saptayacak olan şey, bizlerin bugün vereceğimiz kolektif kararlarla, uyuşturucu bağımlılığı gibi, ticarette dengesizlikler gibi, etkisiz eğitim gibi, cezaevlerimizin eksiklikleri gibi yaygın zorlukların üstüne gitmemiz olacaktır.

İyi işlemeyen her şeyin üstüne gitmekle, odağımızı etkilere yöneltmiş oluyor, bu sorunların nedenlerini ihmal ediyoruz. Kaderimizi yaratan şeyin, sizin ve benim her gün verdiğimiz küçük kararlar olduğunu anlayamıyoruz. Bunun anlamı, bizim adımıza düşünme işini çevremizdeki diğer insanlara ve diğer faktörlere bırakmak, yaptıklarımızın potansiyel etkilerini düşünmeden hareket etmek, böylelikle belki de en çok korktuğumuz sorunları daha büyütmek demektir.

Kısa dönemde acıdan kaçmaya çalışırken, uzun dönemli acılar yaratacak kararlar veriyoruz, sonra nehrin daha ötelerine sürüklendiğimiz zaman da, bu sorunlar kalıcıdır, değiştirilemez, koşulların doğal sonucu bunlar, deyip duruyoruz.

Herhalde en inandırıcı sahte inanç, durumu tersine ancak bir süpefmenin çevirebileceği yolundaki, çoğumuzun paylaştığı inanç olsa gerektir. Oysa bundan yanlış şey olamaz. Hayat kümülatif bir şeydir. Hayatımızda aldığımız bu sonuçlar, bizim birey olarak, aile olarak, toplum olarak, canlı türü olarak verdiğimiz bir yığın küçük kararın bir toplamıdır. Hayatımızın başarılı ya da başarısız olması, bir tek büyük olayın, dünyayı sarsan kararın sonucu olarak ortaya çıkmaz. Bazen her ne kadar bize öyleymiş gibi görünse de, bu doğru değildir. Aslında başarıyla başarısızlığı saptayan şey, her gün verdiğimiz kararlarla her gün giriştiğimiz eylemlerdir.

Yine aynı şekilde, her birimizin bireysel düzeyde verdiği günlük kararlar, giriştiği eylemler, yüklendiği sorumluluklar, sakatlarımıza bakıp bakamayacağımızı, çevremizle uyumlu yaşayıp yaşayamayacağımızı saptayan şey olacaktır. Hem bireysel, hem de ortak kaderimizde büyük ve etkili değişiklikler yaratabilmek için, kendimizi sürekli ve sonu gelmez gelişmeye, CANI disiplinine adamak zorundayız. Uzun dönemde kalıcı olacak değişiklikleri ancak o yolla yaratabiliriz.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:33 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

Bugün bizim bir ulus olarak ve bir dünya olarak karşımıza dikilmiş sorunların ortak noktası nedir sizce? Sayıları giderek artan evsiz barksızlardan tırmanan suç oranlarına, bütçe açıklarına, ekosistemimizin yavaş yavaş boğulur duruma gelmesine kadar hepsinin bir ortak noktası var mıdır? Vardır. Bu sorunların her birine neden olan ya da başlatan şey, insan davranışıdır. O halde bunların hepsinin çözümü de insan davranışını değiştirmek olacaktır. (Bunu yapabilmek için, nasıl değerlendirme yaptığımızı, nasıl karar verdiğimizi değiştirmek durumundayız ki, esasen bu kitabın tümü de bu konudadır.) Bizin uyuşturucu sorunu diye bir sorunumuz yok, davranış sorunumuz var. Yeni yetmelerde hamilelik olaylarının artması, bir virüsün yarattığı sorun değildir. Belli bir davranışın sonucudur. Çete çatışmaları da bir davranış sorunudur. Nükleer savaş bile aslında bir davranış sorunudur! Bombaları yapan bizim kararlarımızdı, onları yok eden de bizim kararlarımız olacak. Bu sorunların hepsi, insanların girişmeyi seçtiği eylemlerden kaynaklanmıştır.

Örneğin kişi çete üyesi olursa, bu bir tek karar, bir dizi davranışa ve sorunlara yol açmaktadır. Yeni çeteci kimliğiyle, bu kişi çok özel bir davranış biçimine boyun eğecek, gruba sadakat gibi konulara en büyük değerleri bağlayacak, buradan da, tipik kural ve davranışlardan oluşan koskoca bir sistem doğup gelişecektir. Kararlarımızın uzun vadeli etkilerinin küresel bir örneği de, dünyanın pek çok yerinde pek çok hayatı etkileyen kronik açlıklar ve yiyecek sıkıntılarıdır. Dünya Sağlık Teşkilâtı, bu gezegenin üzerinde yaşamakta olan her kadın, erkek ve çocuğu beslemenin mümkün olduğunu kanıtlamıştır ama yine de her gün 40.000 çocuk açlıktan ölmektedir. Neden? Besbelli kaynaklarımız yeterlidir, ama bir şeyler fena halde ters gitmiştir. Bu ters giden şey yalnız yiyeceklerin dağıtılış biçimiyle ilgili olmayıp, kaynaklarımızın kullanılış biçimiyle de ilgilidir.

Bütün bunların harika yanı nedir? Bir iyi haber varsa, o da, tüm sorunların kökünde davranışın (ve davranışı başlatan kararlarımızın) yattığını anlamakla, bunu değiştirebilecek olanın kendimiz olduğunu da anlıyor olmamızdır! Bu kitaptan öğrendiğiniz gibi, kesinlikle kendi kontrolümüzde olan bir şey varsa o da bizim iç dünyamızdır. Olayların ne anlama geldiğine ve bu konuda ne yapmak gerektiğine biz kendimiz karar veririz. Ve kararlarımızın sonucunda da, dış çevremizi etkileyen eylemlere geçeriz. Kendi evimizin içinde, kendi işimizde, kendi toplumumuzda girişebileceğimiz bazı öyle eylemler vardır ki, bir dizi olumlu sonuçları başlatabilir. Biz eylemlerimizle en derin değer ve inançlarımızı ifade ederiz ve medyanın küresel etkisiyle, en basit eylemlerimiz bile tüm ulusların halkını etkileyecek ve harekete geçirecek gücü kazanır.

Bu sözler insan nesli bakımından çok cesaret verici olsa bile, siz bu arada kendi kendinize, "Bir tek kişi dünyada fark yaratacak ne yapabilir ki?" diye soruyor olabilirsiniz. Hemen hemen her şeyi yapabilir! Yapacağınız etkinin tek sınırı, kendi hayal gücünüzün ve adanmışlığınızın sınırıdır. Dünya tarihi, kendini fark yaratmaya adamış bir avuç insanın neleri gerçekleştirebildiğinin örnekleriyle doludur. Bu kişiler aslında küçük şeyleri çok iyi yapabilen insanlardı. Bir şeylerin değişmesi gerektiğine karar verdiler, bunu yapanın kendileri olması gerektiğine karar verdiler, yapabileceklerini gördüler sonra da cesaretlerini toplayıp direndiler, onu yapmanın bir yolunu buluncaya kadar pes etmediler. İşte biz bu insanlara kahraman diyoruz.

Ben sizin de, benim de, karşılaştığımız hemen hemen herkesin de kahraman olmaya yetecek iç kapasiteye sahip olduğuna inanıyorum. Cesaretli, soylu adımları atıp hayatı başkaları için daha iyileştirebilme yeteneği hepimizde var. Kısa dönemde belki bunu kendimizi feda ederek yapıyormuşuz gibi görünse de, asıl gerçek değişmez. Doğru şeyi yapabilme kapasitesi, ayağa kalkıp dikilme, bir fark yaratma kapasitesi, şu anda sizin içinizde de var. Asıl sorun: Zamanı geldiğinde, kendinizin kahraman olduğunu hatırlayıp, ihtiyaç içinde olanlara destek verme uğruna bencillikten uzaklaşabilecek misiniz?


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:36 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

"İstemeyerek oldu; gemimi batırmışlardı."

JOHN F. KENNEDY (nasıl kahraman olduğu sorulduğunda)

Pek çok insan, sorun ya da zorlukların gölgesinden bile kaçınmak ister, oysa zorlukların üstesinden germek, karakteri oluşturan şeydir. Nice kişi, karşısına büyük bir zorluk ya da hayat tehdit eden bir olay çıkıncaya kadar kendisinin kahraman olduğunu hiç fark etmemiştir. Ancak o zaman ellerinden geleni yapmaya kalkışmışlardır, çünkü başka çareleri kalmamıştır. Gelecek sefer kendinizi bir zorlukla yüzyüze bulduğunuzda, bir fark yaratmaya karar verip eyleme geçir. Olay o sıra gözünüze ne kadar küçük ve önemsiz görünürse
görünsün, yapın bunu. Hangi sonuçlar zincirini başlatacağınızı kim nereden bilebilir? Kendinizi bir kahraman olarak tanımlayın ki gerçekten kahraman gibi davranabilesiniz.

Mother Teresa'ya bakan nice kişi, onun kahraman olmak için doğmuş biri olduğunu düşünür. Onun inanılmaz düzeyde manevî değerlere sahip bir kadın olduğuna, yoksullara yardım etmeye adanmışlığı nedeniyle zaten yaratılıştan farklı olduğuna inanırlar. Gerçi Mother Teresa'nın büyük cesarete ve merhamete sahip bir kadın olduğu doğrudur, ama onu çağımızın en büyük katkıcılarından biri olarak tanımlayan bazı çok önemli ve kritik olaylar olduğu da doğrudur. Mother Teresa başlangıçta yoksullara yardım etmek için yola çıkmış bir insan değildir. Bir kere, yirmi yıl boyunca Kalküta'da en zengin ailelerin çocuklarına öğretmenlik yapmıştır. Kendi çalıştığı zengin mahalleyi çevreleyen yoksul gecekonduları görmezden gelmiş, o ufacık etki alanının dışına çıkmaya uzun süre cesaret edememiştir.

Bir gece sokakta yürürken bir kadının imdat istediğini duymuş, ölmek üzere olan bu kadın Mother Teresa'nın kollarına yıkıldığı anda, kahramanımızın kaderi de bir anda ve ebediyen değişmiştir.

Kadının durumunun ciddi olduğunu anlayan Mother Teresa onu hastaneye yetiştirmiş, orada hastaya oturup beklemesi söylenmiştir. Derhal ilgilenilmezse kadının öleceğini anlayan Mother Teresa, onu kapıp bir başka hastaneye götürmüştür. Hastaya orada da beklenmesi söylenmiştir, çünkü ait olduğu kast sınıfı, onun önemini azaltmakta, önce önemli hastalarla ilgilenilmesini şart koşmaktadır. Sonunda Mother Teresa çaresizlik içinde, kadını evine götürmüştür. Gecenin geç saatlerinde kadın, Mother Teresa'nın sevgi dolu kollarında ölmüştür.

Mother Teresa'nın "tanımlayıcı an"ı o zaman gerçekleşmiştir. Elimi uzatabileceğim kimselere bir daha böyle bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim, kararına o zaman varmıştır. O andan başlayarak, hayatını tümüyle çevresindekilerin acılarını hafifletmeye adamaya karar vermiştir. Yaşasalar da, ölseler de, gururla yaşayıp ölmelerine yardımcı olacaktır. Ömürleri boyunca görmedikleri kadar iyi muamele görmeleri, her insanın hakkı olan sevgiyi ve saygıyı görmeleri için elinden gelen her şeyi yapacağına karar vermiştir.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:41 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

"Şu yerden ve şu zamandan çıkan haberi dost düşman duysun ki, meşale artık yeni kuşak Amerikalıların eline geçmiştir. Bu yüzyılda doğan, savaşlarla terbiye olan, acı ve zor bir barış döneminin disiplinini taşıyan, tarihsel mirasımızla gurur duyan, ulusça adandığımız insan haklarının yavaş yavaş ayaklar altına alınmasına tanık olmayı, izin vermeyi kabul etmeyen, o haklara bugün, hem yurdumuzda hem de dünyada adanmışlığını bilen bir kuşağız. Dost düşman her ulus bilsin ki, özgürlüğün bekası ve başarısı için her bedeli ödemeye, her yükü taşımaya, her zorlukla boğuşmaya, her dostu desteklemeye, her düşmana karşı çıkmaya hazırız."
JOHN F. KENNEDY

Günümüzde pek çok kişi, kahraman olma fikrinden bile ürker, nedeni belki de getireceği sorumluluktan kaçmak içindir. Hem zaten bu tür niyetler bencil niyet sayılmaz mı? Kahramanlık denilen şey baştan sona bir sahtelik değil mi? Ne de olsa, hiç kimse kusursuz değildir. Bugün içinde yaşadığımız toplum, yalnız potansiyel kahramanları görmezden gelmekle kalmıyor, kendini kanıtlamış kahramanları bile küçültmeye çalışıyor. Haince bir merakla özel hayatlarını deşiyoruz, zırhlarında bir delik arıyoruz ve sonunda da tabii, buluyoruz. Bulamazsak, kendimiz uyduruyoruz. Her seçim zamanı geldiğinde insanlar adayların kalitesizliğinden yakınır ama yine de, adayın geçmiş davranışlarını tarayıp ufacık da olsa bir kusur arar, Yüksek Mahkeme üyeliğine aday birinin on yıllarca önce bir kere esrarlı bir sigara içmiş olduğunu bile keşfeder!

Geçmiş çağlara ait kahramanlarımızı da günümüzün kahramanlarına uyguladığımız bu katı kriterlere göre incelesek, hiç kahramanımız kalır mıydı! Kennedy'ler de, King'ler de, bugünün boyalı basın zihniyeti karşısında zor ayakta kalırlardı. Görünüşe göre, sonunda ihanete uğramaktan o kadar korkuyoruz ki, daha başlangıçta bir terslik bulmaya çalışıyor, kendimizi gelebilecek bir hayal kırıklığına karşı korumak istiyoruz. Tüm kahramanların ayaklarının kilden olduğuna inanmayı sürdürürsek, hepimizde bir terslik olduğuna, hiç kimsenin kahraman olacak niteliklere sahip olmadığına da inanıyoruz demektir.

Ben kahramanı nasıl tanımlıyorum? Kahraman, en zor koşullarda bile cesaretle katkılarda bulunan insandır; kahraman, bencillikten uzak davranan, kendisinden beklediği şeyler başkalarının ondan beklediğinden fazla olan insandır; kahraman, muhalefete meydan okuyan, doğru olduğuna inandığı şeyi, korkusuna rağmen yapan kişidir.

Kahraman, statükocuların sağduyu dediği şeyin ötesinde hareket eder. Kahraman katkıda bulunma amacını seçen, örnek olmaya istekli, kendi inançlarının gerçeğini yaşayan herkestir. Kahraman kendi sonuçlarını yaratacak stratejileri geliştirir, bunları gerçekleştirinceye kadar direnir, gerektiğinde yaklaşımını değiştirir, sürekli girişilen küçük eylemlerin önemini anlar. Kahraman kişi, kusursuz kişi değildir. Hepimiz hata yaparız, ama bu hatalar, hayatımız boyunca getirdiğimiz katkıları geçersiz kılmaz. Kusursuzluk, kahramanlık değildir; kahramanlık olan insanlıktır.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:49 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/2k0bnt.gif

ÇEVREMİZLE İLGİLİ SORUNLAR

Çevre artık yalnızca karşıt kültürleri oluşturan kaynak olmaktan çıkmış, başta gelen ulusal ve uluslararası kaygı nedenimiz haline gelmiştir. Tarih boyunca kaydedilmiş en sıcak dört yılı yaşadıktan sonra, insanlar küresel ısınma konusuna fena halde kaygılanır olmuşlardır. Bu olguyu yaratan, ozon tabakasının kıstırdığı karbon dioksit fazlasının, termometrelerde yükselme yaratmasıdır. Nedir sorunun başlıca kaynakları?

İçlerinden biri, havalandırma sistemlerinde ve sprey şişelerinde kullanılan fluorokarbon gazlarıdır. Bir başka temel neden de Orta ve Güney Amerika'nın yağmur ormanlarının imha edilmesi ve yanmasıdır. Yağmur ormanları tüm dünyadaki bitki örtüsünün %80 gibi şaşılacak bir miktarını oluşturdukları için, dünya ekosistemi açısından hayati önem taşımaktadırlar. Ağaçlar bizim atmosfere saldığımız toksik gazlarla karbon dioksit birleşip bunları solunabilir oksijene çevirmektedir! Ağaç! Bizim yaşamımızı borçlu oldüğümüz varlıklardır; onlar olmasa, dünyada bizim bildiğimiz anlamda hayat bulunmasına olanak yoktur. Yağmur ormanlarındaki ağaçlar aynı zamanda dünya hayvan ve böcek
çeşitliliğinin de en zengin kaynağıdır. Yağmur ormanlarını yakmakla, yalnız oksijen veren bitki örtüsünü yok edip hayvanların ve bitkilerin içinde yaşadığı çevreyi bozmakla kalmıyoruz aynı zamanda atmosfere çok fazla miktarda karbon dioksit salarak dünyanın ısınma etkisini de hızlandırıyoruz.

Bunca önemine rağmen yağmur ormanları neden bu kadar hızla yok edilmektedir? Cevap yine en basit anlamda, acı/zevk ekonomisinde yatmaktadır. Söz konusu ülkelerde çiftçilere, kendilerine otlak açmaları için çok büyük miktarlarda vergi muafiyetleri tanınmıştır. Bunun nedeni, daha fazla iskân
sahası kazanmak için midir? Elbette ki hayır. Esas amaç, ABD'ye ihraç edilecek sığır eti için hayvanlara daha fazla otlama alam sağlamaktır. ABD tükettiği etin %10'unu Orta ve Güney Amerika'dan ithal etmektedir. Bu ihtiyacı karşılayabilmek için yağmur ormanları, beş saniyede dört dönüm hızıyla yok edilmektedir.

Açılan bu alanların böylesine yanlış bir davranışla otlak olarak kullanılması, insanoğlunun verebileceği en yanlış kısa dönemli kararlardan biridir. Kendi sağ kalma kaynağımızı yıkıp yok ediyoruz. Kasaptan her yüz gram kıyma alışınızda 6
metrekare yağmur ormanını yok ettiğinizden haberiniz var mı?

Bu ormanlar bir kere yok edildi mi, bir daha yerine konması olanaksız! Dahası da var, orada yaşamakta olan canlı türlerinin imha hızı da yılda 1000 tür düzeyinde! Bu bizim eko-sistemimize yönelik, hayallere sığmayacak bir saldırı.

Ne anlamı var bütün bunların? Her şey vücutlarımızdan daha çok miktarda eti daha hızlı geçirmek için yapılıyor, oysa tıp bilimi kırmızı etin bir numaralı ölüm nedenleri arasında yer aldığını kanıtlamış durumda. Hem kalp hastalığının, hem de kanserin baş nedeni olarak gösterilen bir besin. İstatistiklere göre ABD'de her iki kişiden biri kalpten ölüyor... Rus ruletinden bile kurtulma şansınız, bu beslenme sistemindekinden daha çok! Yani sonunda, kendi iç çevremizi mahvetmeden, dış çevremizi mahvetmemize zaten olanak yok.

Yağmur ormanlarının mahvını durdurmak istiyor musunuz? Eko-sistemimizin o hassas dengesini onarmaya yardımcı ofmak istiyor musunuz? Greenpeace gibi kuruluşlara arasıra bir bağış çeki postalamanın yanısıra yapabileceğiniz en
güçlü şey, gezegenimizin yanlış kullanılmasını teşvik eden kişisel davranışlarınıza acıyı bağlamaktır. En etkili ilk adımlardan biri, hamburger yaptığımız kıymanın tüketiminde önemli azalmalar sağlamak ya da bu tüketimi sıfırlamak olabilir. Ton balığı sanayiindeki boykot pekâlâ sonuç vermiştir. Bu konuda da verebilir. Biz burada yalnızca dolarlardan ve sentlerden söz etmiyoruz. Dünyanın kendisi tehlikede. Unutmayın ki sofrada tabağınıza ne koyacağınız konusunda vereceğiniz karar, atmosfere ne kadar karbon dioksit salınacağını ve her gün kaç bitki ve hayvan türünün yok olacağını saptayan gücün bir damlası üzerinde etkilidir.

Şimdi de neler yediğinizin yerel düzeydeki etkilerine bakalım. Belki siz de benim gibi bir durumdasınızdır, yani ciddi bir su kıtlığı içindesinizdir. Yirmi birinci yüzyılda suyun altın değerinde olduğu söyleniyor. En değerli ve en nadir kaynaklarımızdan biri su olacak. Bu nasıl doğru olabilir? Bizim gezegenimizin en büyük bölümü suyla kaplı değil mi? Tabii ki nedeni, bizim bu hayatî kaynağı son derece yanlış yönetmemizdir. Özellikle de et sanayiiyle ilgili açıdan. Şöyle düşünün: Bir tek danayı yetiştirmek için harcanan suyun içinde bir destroyer yüzebilmektedir! Biz California halkı su tasarrufu sağlamak için çılgınca uğraşıyor, bahçelerimizi sulamaz oluyor, tuvaletlerimize ve duşlarımıza su azaltıcı aygıtlar takıyoruz. Bu eylemlerin hepsi önemli, ama yarım kilo sığır, eti üretebilmek için California'da ne kadar su harcandığını biliyor musunuz? 5214 galon! Demek ki yarım kilo sığır eti yememekle tasarruf edeceğiniz su miktarı, bütün bir yıl duş yapmamakla tasarruf edeceğinizden daha çok! Cornell Üniversitesi ekonomistlerinden David Fields ile Robin Hur'a göre, "Yerel yönetimlerin hayvan besleyenlere sulama sübvansiyonu olarak verdiği her dolar, aslında vergi mükellefine yedi dolarlık doğrudan ücret kaybına, daha yüksek hayat standartı giderlerine ve daha az ticaret gelirine patlıyor." Bir tek kişi, su tasarrufu için ne mi yapabilir? Bence cevap apaçık ortada: Et tüketiminizi azaltın.

Size üzerinde düşünecek bir şey daha vereyim. Et sanayiinin, başka herhangi bir sanayiden daha çok enerji tükettiğini biliyor muydunuz? Ülkemizde tüm sanayilere harcanan ham maddeler arasında, canlı hayvan üretimine gidenin, tüm enerji tüketiminin üçte biri olduğuna inanabiliyor musunuz? Yarım kilo sığır eti üretmek için gerekli fosil yakıt, aynı miktar proteini soya fasulyesinden elde etmek için harcananın tam otuz dokuz katı. Eğer niyetiniz enerji tasarrufu yapmaksa, köşedeki lokantaya kadar yürümek yerine arabanızla gidin, daha iyi! Arabanızın tükettiği enerjinin maliyeti, kesinlikle yüz gram sığır ya da tavuk eti için randımansızca ziyan edilen üretim maliyetinden az. Nükleer enerji tesisleri için kaygılanıyor musunuz? Tüm et tüketimimizi %50 azaltabilsek, hem nükleer enerjiye bağımlılığımız ortadan kalkacak, hem de ithal petrole ihtiyacımız kalmayacak.

Hepimizi kaygılandıran konulardan biri de dünyada açlık. Her yıl 60 milyon insan açlıktan ölürken, herhalde kendi kaynaklarımızı ne derece randımanlı kullandığımıza eğilmenin de zamanı gelmiştir. Unutmayın, her kararın bazı sonuçları olur, eğer gezegenimiz üzerindeki uzun vadeli etkileri birazcık bile anlayamıyorsak, kötü kararlar vermekten kaçınamayız.

Dönüm alan başına üretilen besinlere baktığımızda, eğer o besin etse, miktarın fena halde azaldığını görüyoruz. 125 kilo sığır eti üretebilen alanda, 20.000 kilo patates üretilebiliyor, bu da bir kişiyi beslemekle 160 kişiyi beslemek arasındaki farka eşit oluyor! 250 gram sığır eti üretebilen kaynaklarla sekiz kilo tahıl üretebiliyoruz. Et yiyen bir kişiyi bir yıl beslemek için gereken alan, on ya da on iki dönüm. Süt, yumurta ve sebze yiyen birini beslemek için iki dönüm yetiyor, vejetaryeni ise bir dönümden küçük bir alandan besleyebiliyoruz. Başka bir ifadeyle: Dört dönümlük bir alan, yirmi kat fazla vejetaryeni besleyebiliyor! Her gün kırk bin çocuk açlıktan ölüyor, oysa kaynaklarımızı daha etkin kullanmakla hepsini besleyebilecek durumdayız. Hepimiz et tüketimimizi yalnızca %10 azaltsak, hayvan beslemekten artan kaynaklarla yalnız bizim ülkemiz bile 100 milyon insanı besleyebilir! Yani dünyada açlıktan ölen her kadın erkek ve çocuğu! Elbette ki dağıtım denilen siyasal sorunla yine boğuşmamız gerekir ama en azından, gerekli yiyecek elimizde hazır olur. Ayrıca et yüzünden ziyan ettiğimiz çok değerli bir başka kaynak da üst toprak, iki buçuk santim kalınlığında üst toprağın oluşması tam 500 yıl sürüyor. Oysa şimdi, her 16 yılda 2,5 santim kaybediyoruz! Doğrudan hayvancılıkla ilgili üst toprak kaybının oranı % 85. Yeterli üst toprağımız olmayınca, besin zincirimiz çökecek, onunla birlikte, var olabilme yeteneğimiz de ortadan kalkacak.

Benim bu istatistiklerle ilk karşılaşmam, yakın dostum John Robbins sayesinde oldu (soyadı benzerliğine rağmen akraba değiliz, ama bir fark yaratma adanmışlığı bakımından gerçekten iki kardeş gibiyiz). John'ın yazdığı beslenme kitabı Pulitzer Ödülü'ne aday gösterildi. Bence o kitap, günlük karar ve eylemlerinin ne etkiler yaratabildiğim öğrenmek isteyen herkesin evinde bulunmalı.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:52 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 

Bir tavır koymakla, hem kaynakların yanlış kullanılmasını önleme katkınız olur, hem de hamburgerlere göbeğinden bağlı olan yöneticilerimize bir mesaj vermiş olursunuz. Son yıllarda McDonald's gibi yiyecek servis şirketleri, müşteri taleplerindeki değişikliğe cevap verebilmek için salata büfeleri, alternatif yiyecekler sunmaya başladılar. Bu sayede hidrokarbon üretimi % 25 düştü, daha iyi bir çevreye yönelik önemli katkılar gerçekleşti. Siz de tüketici olarak, bu kitaptan öğrendiğiniz becerileri kullanın, olumlu bir değişiklik yaratmaya katkıda bulunun. Ne istediğinizi bilin, satın alma gücünüzü kaldıraç olarak kullanıp kötü paterni kesin, şirketleri alternatifler aramaya zorlayın, sonra da istenen davranışlara yöneldiklerinde, sundukları yeni mal ve hizmetlerden satın alarak onları teşvik edin.


Işıldayan Safir 30-04-2011 07:59 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i27.tinypic.com/2uq2g4i.gif

ÇOCUKLARINIZI İYİ EĞİTİN, ONLARA KENDİNİZ ÖRNEK OLUN

Her zorlukta olduğu gibi, çevreyle ilgili sorunlarımızda da bir değişim yaratacak eylemlere ve eğitime ihtiyaç vardır. Ne yazık ki birçok kimselerin eğitim anlayışı, okula gitmekle sınırlıdır. Mezun oldukları anda öğrenmeyi keserler. Hattâ daha mezun olmadan önce keserler! Bir fark yaratma hevesiyle mesleğe atılan nice öğretmen felç edici idari politikalar yüzünden uyuşup kalmış, öğrencilerinin karşısına dikilen gerçek hayat sorunlarıyla olsun, türlü kişilerle olsun, mücadele etmeye hazır olmadıklarını görmüşlerdir. Oysa siz bu kitap boyunca pek çok mükemmellik modeli gördünüz ve bunlardan çok şey öğrenebilirsiniz. O halde siz ve ben nasıl fark yaratabiliriz? Çocuklarımızın eğitim kalitesini saptamada aktif bir rol alarak! Acaba çocuğunuzun öğretmeni, soruların gücünü, küresel metaforları anlasa, yararlanır mıydı? Değişim Sözlükçesini, değerleri, kuralları, şartlanmayı anlasa? Öğrencilerinizi paylaşın, o zaman bu alanda gerçekten bir fark yaratabilirsiniz.

En önemlisi, çocuklarımıza giriştikleri eylemlerin sonuçlarını öğretmektir. Bireysel ve yerel düzeyde hattâ kolektif etkileri açısından küresel düzeyde nelere yol açabileceklerini gösterin onlara. Kendi eylemlerinin hiçbir fark yaratmadığını sanma tuzağına düşmelerine izin vermeyin... Eğer bu kitapta aktarmaya çalıştığım bir ana mesaj varsa, en küçük karar ve eylemlerin bile, sürekli tekrarlanırsa, çok uzaklara varan etkiler yaratabileceğidir.

Çocuğunuzun sağlıklı bir özsaygıyla büyümesini garantiye almanın bir yolu, onlara kendi kararlarıyla eylemlerinin, sürekli tekrarlandığında, çok büyük etkiler yapabileceğini göstermektir. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Kendiniz örnek olarak, nelerin mümkün olduğunu gösterirsiniz. Çocuklarınıza güçlendirici sorular sormanın, bilinçli seçilmiş değer ve kurallara göre yaşamanın ve şimdiye kadar öğrendiğiniz tüm stratejilerin etkilerini gösterin.

Sizin de benim de katkıda bulunabilmemiz için öyle çok yol var ki! Bizler fark yaratmak için önce muhteşem bir master plan hazırlamak zorunda değiliz. Bir anda, en küçük şeyleri yaparken, önemsiz gibi görünen kararlan verirken de farklar yaratabiliriz. Nice kahramanlarımızın, tekrar tekrar yaptıkları küçük şeylerle kahramanlaştığı bir gerçektir. Çevrenize bir bakın. Her taraf kahramanlarla dolu, ama günlük işlerini mükemmel yapıyorlar diye onlara hak ettikleri takdiri ve alkışı yöneltmiyoruz. Gece gündüz sırtlarında polis üniformalarıyla çalışıp duran insanlar kesinlikle birer kahraman. Bizi koruyorlar, bir güvenlik duygusu yaratıyorlar, ama çoğumuz yine de onları düşman gibi görüyoruz. İtfaiyeciler de kahraman ama kendimiz tehlikeye düşmedikçe onları hiç görmüyoruz. Aynı ilke, cankurtaran şoförleri için de geçerli. Polis görevlileri için de, daha bir yığın akla gelmeyen kahraman için de.

Belki en büyük farkı hazır olarak yaratabiliriz. Örneğin birisi yanıbaşınızda kalp krizi geçirse, ama siz ilk yardım eğitimi aldığınız için neler yapılacağını bilir durumda olsanız, neler hissedederdiniz? Tüm hayat belirtileri kesildiğinde, sizin bilinçli kalp masajınız sayesinde o kişinin hayatı kurtulsa?

İnanın bana, o olayda hissedeceğiniz katkıda bulunma ve başarma duygusu, ömrünüzde hissetmediğiniz kadar büyük olurdu. Hiç kimsenin takdiri size bu duyguyu veremezdi. Dünya kadar paranız olsa, bu kadar gurur duyamazdınız. Hiçbir başarıyı bununla ölçemezdiniz. Bunlar tabii çok çarpıcı örnekler. Daha başka katkıda bulunma yolları da bulabilir misiniz? Tabii bulursunuz! İnsan formasyonuna katkıda bulunmakla da kahraman olunur!

Çevrenizdekileri fark etmekle, onlara destek sunmakla, cesaretlendirmekle, gerçekte kim olduklarını onlara hatırlatmakla da olunur. Markette alışveriş ederken, amaçsız adımlarla enginarlardan kabaklara gidip geleceğiniz yerde, oradaki birini fark edip neşeyle gülümseyerek selamlasanız ne olur? Bir yabancıya içten bir iltifat sunsanız ne olur? Acaba o kişinin durumunu değiştirmeniz, onun da size gülümsemesini, bir sonra rastlayacağı birine iltifat etmesini sağlayabilmeniz mümkün mü? Belki de çocuklarına? O bir tek hareketten bir eylemler zinciri türeyebilir mi?

Fark yaratmanın öyle çok ve öyle basit yolları var ki! Kalkıp birinin hayatını kurtarmak zorunda değiliz. Ama belki o kişiyi gülümsetmek de hayatını kurtarmaktır, ya da en azından, sahip olduğu hayattan daha çok zevk almasını sağlamaktır. Bugün daha hangi basit hareketlerle fark yaratabilirsiniz? İşten eve dönerken bir yaşlılar evine uğrayıp oradakilerle biraz çene çalmaya ne dersiniz? Onlara, "Hayatta öğrendiğiniz en önemli derslerden bazılarını anlatsanıza" deseniz neler hissederler? Eminim size anlatacakları çok şey vardır! Hastaneye uğraşanız, bir hastayı ziyaret edip gününü neşelendirseniz ne olur? Yalnız o hastayı dinlemekle bile yetinseniz, yine kahraman sayılırsınız.

Neden bir yığın insan başkalarına yardım etmek için bu küçücük adımları bile atmaya çekiniyor? En sık rastlanan nedenlerden biri, emin olamadıkları bir şeyi yapmaktan utanmaları. Reddedilmekten ya da budala durumuna düşmekten korkuyorlar. Ama bir şey söyleyeyim mi? Eğer oyunu oynarken niyetiniz kazanmaksa, neyiniz var neyiniz yoksa seferber etmelisiniz. Budala durumuna düşmeye de istekli olmalısınız, sonuç vermeyecek bazı şeyleri denemeye de. Eğer sonuç vermezse, o zaman yaklaşımınızı değiştirirsiniz. Aksi halde nasıl yenilik yaratabilir, nasıl büyüyebilir, kim olduğunuzu nasıl keşfedebilirsiniz?


Işıldayan Safir 30-04-2011 08:03 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i27.tinypic.com/2uq2g4i.gif

"Karşılığım veremeyecek birine bir iyilik yapmadıkça, mükemmel bir gün yaşamış sayılmazsınız.
JOHN WOODEN

Eğer ülkenizde yaşam kalitesini değiştirmek istiyorsanız, çok sayıda insanın değer sistemlerini etkilemekten başka çare yoktur. Geleceğimiz gençlerimizin elinde. Onların değerleri, günün birinde toplumun değerleri olarak. Ben bu kelimeleri buraya yazarken, Başkan Bush geçenlerde, yararlanabilirsek hepimize benzersiz fırsatlar sunabilecek bir belgeyi imzaladı. Adı 1990 Ulusal ve Toplumsal Hizmet Yasası. Amacı, toplumların hizmet fırsatlarını geliştirmesine ve genişletmesine olanak vermek için program fonları, eğitim ve teknik yardım sağlamak. Yasa tüm vatandaşları bu işe zaman vermeye, yeteneklerini ve enerjilerini vermeye teşvik etmekle birlikte, esas olarak gençleri bazı değerli projelere yönlendirmeyi amaçlamış. Bu tür programların gücü değerlerimizi yeni baştan katkıda bulunmanın önemine akord etmemizi sağlaması oluyor. Ama siz yine de kendinizi hükümet destekli programlarla sınırlamayın. Bir ülkede herkes (küçük çocuklarla ihtiyarlar hariç) haftada üç saatini bu tür faaliyetlere verse, yılda kümülatif olarak kaç saat kazanılır, düşünebiliyor musunuz? Ya beşer saat versek? O zaman saatler milyonlara, parasal karşılığı trilyonlara yükselir! Bu tür girişimlerle sosyal zorlukların bazılarını alt edebilir miyiz dersiniz? Zamanınızı vermek, kim olduğunuz konusundaki gözlemlerinizi kesinlikle değiştirecek, sizi kahraman olma yoluna doğru sürecektir.

Bazı insanlar tanırım, hep hayatın haksızlıklarına odaklandıkları için sürekli acı içindedirler. Çocuklar nasıl kör doğabiliyor, gökkuşağını görme şansları nasıl ellerinden alınabiliyor? Kimseye kötülük etmemiş biri nasıl soygunda kurşun yiyip sakat kalıyor? Olayların gerisinde yatan amaçlar belirsizdir. Bu konu, inancın son sınavı sayılır. Herkesin dünyaya, çeşitli zamanlarda çeşitli dersler öğrenmek için geldiğine inanmak zorundayız. İyi ve kötü tecrübeler yalnızca insanların algılarından kaynaklanıyor. Ne de olsa, en güçlü tecrübelerinizden bazıları, aslında en iyi tecrübeleriniz. Onlar sizi yoğurup biçimlendirmiş, eğitmiş, içinizde bir duyarlılık geliştirmiş, sizi kaderinize doğru yönlendirmiş. Bir söz vardır, bilirsiniz: "Öğrenci hazır oldu mu, öğretmen ortaya çıkar" derler. Sırası gelmişken söyleyeyim, siz kendinizi öğretmen sanıyorsanız, bir kere daha düşünün... Belki de ders verdiğiniz kişiden bir şeyler öğrenmek için buradasınız!


Işıldayan Safir 30-04-2011 08:07 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i27.tinypic.com/2uq2g4i.gif

"Daha hayatımız başlarken biri bize ölmekte olduğumuzu söylemeli. O zaman hayatımızın her anını dolu dolu yaşardık. Bir yapın da bakın! Yapmak istediğiniz neyse, şimdi yapın! Yarınların sayısı çok değil."
MICHAEL LANDON


Nedir mesaj? Dünyada olduğunuz sürece hayatı dolu dolu yaşayın. Her şey deneyin. Kendinize ve dostlarınıza iyi bakın. Eğlenin, çılgın olun, gariplikler yapın. Gidip her şeyi yüzünüze gözünüze bulaştırın! Zaten bundan kaçınamazsınız, bari yaparken zevk alın! Fırsatı yakalayıp hatâlarınızdan ders alın. Sorunun nedenini bulup ortadan kaldırın. Kusursuz olmaya çalışmayın; yalnızca insanlığa mükemmel bir örnek olun. Sürekli olarak kendinizi geliştirmenin yollarını bulun.

CANÜ'yi uygulayın. Ömrünüz boyunca yeni şeyler öğrenin. Şimdi zaman ayırıp Master Sisteminizi kurarak hayat oyununu kazanabileceğiniz biçime sokun. Bırakın insanlığınız size ve başkalarına sevgi ve özen göstersin. Hayatınızın yönlendiricisi kendiniz olun ama hayatı fazla ciddiye alıp işin keyfini de kaçırmayın, çocuksu davranmaktan gelebilecek güzel anları ziyan etmeyin. Seksen altı yaşındaki Nadine Stair bunu en güzel biçimde ifade etmiş: Nasıl hatırlanmak isterdiniz? İnsanlar arasında bir dev mi? Hemen öyle davranmaya başlayın! Unutulmamayı neden beklemeli? Her gününüzü, hayatınızın en önemli günüymüş gibi yaşayın. O zaman neşeyi yepyeni bir düzeyde hissedersiniz. Bazı insanlar enerjilerini tasarruf edip, daha uzun süre dayanabilmeye uğraşır. Sizi bilmem ama, bence asıl önemli olan ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımızdır.

Ben paslanacağıma aşınmayı tercih ederim! Sonumuz gelip bizi bir dağa tırmanırken bulsun. Bence yaratıcımızın bize verdiği en büyük armağanlardan biri, o beklenti ve gerilim. Neler olacağını önceden bilsek hayat ne kadar sıkıcı olurdu! Aslında hayatta neler olacağını asla önceden bilemeyiz! Birkaç dakika sonra olacak bir şey, hayatımızın kalitesini bir anda değiştirebilir. Değişimi sevmeyi öğrenmeliyiz, çünkü kesin olan tek şey odur.

Neler değişebilir hayatınızda? Pek çok şey: Bu kitabı okurken geliveren bir anlık derin düşünce ve birkaç karar, sizin için her şeyi değiştirebilir. Bir dostla konuşurken, bir bant dinlerken, bir seminere katılırken, bir film seyrederken, sizi büyütecek bir problemi çözerken de olabilir. Demek ki bir olumlu beklenti içinde yaşamak, hayatınızda yer alan her şeyin size bir yönden yararlı olacağını bilmek gerek. Sonu gelmez büyüme ve öğrenme yolunda yürüdüğünüzü, oranın aynı zamanda ebedî sevgilerin yolu olduğunu bilin.

İşte sonunda sizden ayrılıyorum. Ama ayrılmadan önce, bir insan olarak size ne kadar saygı duyduğumu söylemek istiyorum. Gerçi hiç karşılaşmadık, ama sanki karşılaşmışız gibi geliyor değil mi? Belki yüzyüze gelmedik, ama kalp kalbe geldiğimiz kesin. Bana hayatımı ve becerilerimi sizinle paylaşma fırsatı vermekle büyük bir armağan sunmuş oldunuz.

Paylaştığımız şeylerin bazıları sizi özel bir biçimde heyecanlandırmıştır diye umuyorum. Eğer bu stratejilerden bazılarını, hayatınızın kalitesini artırmak için kullanırsanız, kendimi çok şanslı sayacağım. Umarım benimle ilişkiyi kesmezsiniz. Umarım bana yazarsınız. Günün birinde belki bir seminerde, bir vakıf toplantısında ya da başka bir raslantı sonucu karşılaşırız. Lütfen bana kendinizi tanıtın. Sizi tanımayı, hayatınızın başarı öyküsünü dinlemeyi hevesle bekliyorum.

O güne kadar, hep mucize beklemeyi unutmayın... Çünkü asıl mucize sizsiniz. Işığı getiren iyilik gücü olun. Meşaleyi artık size veriyorum. Armağanlarınızı paylaşın, ihtirasınızı paylaşın. Tanrı sizinle olsun.

"Günün birinde, rüzgârları, dalgaları ve yer çekimini kontrol etmeyi öğrendiğimizde, Tanrı adına sevgi enerjilerini toplayacağız. O zaman dünya tarihinde insanoğlu ateşi ikinci kere keşfetmiş olacak."
TEILHARD DE CHARDIN

http://i27.tinypic.com/2uq2g4i.gif


Işıldayan Safir 30-04-2011 08:20 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
http://i32.tinypic.com/5vbor9.gif

İçindeki Devi Uyandır kitabından alıntılarım sona ermiştir arkadaşlar.

Sevgiler.

http://i32.tinypic.com/5vbor9.gif

yelda_k 30-04-2011 08:58 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
canımcım emegine sağlıkk teşekkür ederizzzz

civicvleri yeni gördumm vede şahaneeeeee oldugunuu sölemeden gecemicem .

Işıldayan Safir 02-05-2011 09:22 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
Alıntı:

YESHAPPY Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 796917)
Arka arkaya yazdığın için araya girmemeye çalışıyorum. Okunmaz mı aşkolsun ;)
Okumaya devam.

Alıntı:

serifozden Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 797278)
okunmaz olurmu hiç.

Alıntı:

tülsüm Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 797004)
merhaba zerynthia bende bu konuyu ilgiyle takip ediyorum.foruma sık sık giremiyorum ama her ziyaretimde bu konuya bakmadan geçemiyorum.sayende alacağım kitaplar listesine bir kitap daha eklendi.emeklerinin boşa gitmediğinden eminim.ben ki bu kadar haylaz olmama rağmen her fırsatta paylaşımını ilgiyle takip edebiliyorsam ilerleyen dönemlerde bu konuya ilginin artacağından eminim.üstelik okadar güzel birşey yapıyorsun ki ilgi çekmeyi bir kenara bırak okuduğun kitabı hem yazarak sende kalıcı olmasını sağlıyorsun hemde bizimle paylaşıyorsun.çok çok teşekkür ediyorum sevgilerle...

Alıntı:

yelda_k Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 797503)
canımcım emegine sağlıkk teşekkür ederizzzz

civicvleri yeni gördumm vede şahaneeeeee oldugunuu sölemeden gecemicem .

Ben teşekkür ederim arkadaşlar. Artık bol bol yorum yaparsınız. ttli3

Sevgiler. actionsmile

black_dragon 05-05-2011 11:31 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
elinize sağlık:))

yaseminist 06-05-2011 09:41 AM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
Alıntı:

Zerynthia Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 797497)


İçindeki Devi Uyandır kitabından alıntılarım sona ermiştir arkadaşlar.

Sevgiler.




Merhabalar Zerynthia,

Ellerine ve hatta yüreğine sağlık. Hem bu kitabın orijinalini okuyorum, hem de buradaki alıntıları takip ediyorum, gerçekten çok faydalı oluyor. Senin bu temiz yüreğin, karşılıksız yaptığın bu iyiliğin, inan bana asla karşılıksız kalmayacaktır.

Bu alıntılar, gerçekten benim için çok değerli, özellikle bu kitabı okudukça içimde şöyle bir inanç oluşmaya başladı: "Bu kitaptaki uygulamaları yapan kişinin, hiçbir sorunu kalmaz"... Buna gerçekten her gün daha fazla inanıyorum.

Tüm arkadaşlara da bu alıntıları okumalarını hatta okumakla kalmayıp uygulamaları hayatlarına geçirmelerini tavsiye ederim.

Sevgilerimle... actionsmile

cadi_bm 06-05-2011 04:58 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
Sabrına hayran kaldımm 2588925889 Eline, emeğine sağlıkk t678

YESHAPPY 06-05-2011 05:17 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
Alıntı:

Zerynthia Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 797497)
http://i32.tinypic.com/5vbor9.gif

İçindeki Devi Uyandır kitabından alıntılarım sona ermiştir arkadaşlar.

Sevgiler.

http://i32.tinypic.com/5vbor9.gif

Bitirdin mi alıntıları? Süpersin.956k Sindire sindire okumaya devam.Gözlerine sağlık.

nlg 06-05-2011 05:22 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
alk78evet canım cok güzel bir sabır kutluyorum emeyine gözlerine sağlık bende okumaya başladım bakalım bize ne gibi güzellikler katacak

Berilce 06-05-2011 05:24 PM

Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar
 
Merhaba Zerynthia,
Ben de çok teşekkür ediyorum paylaştığınız için,
iyi akşamlar


WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:35 AM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.