![]() |
İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Merhaba arkadaşlar, ttli3 Bu başlık altında Anthony Robbins'in İçindeki Devi Uyandır isimli kitabından alıntıları paylaşacağım. Hedeflerinize ve kişisel gelişiminize faydalı olmasını dilerim. Sevgiler... actionsmile |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img261.imageshack.us/img261/3...linderssr6.gif BÖLÜM I GÜCÜNÜZÜN BAĞLARINI ÇÖZÜN 1- KADERİMİN RÜYALARI "Tutarlı bir insan, kadere inanır; kaprisli bir insan, şansa inanır." BENJAMIN DİSRAELİ Hepimizin rüyaları vardır... Hepimiz ruhumuzun derinliklerinde, bizde özel bir şeyler olduğuna, dünyada bir fark yaratabileceğimize, insanlarla özel bir biçimde ilişki kurabileceğimize, yaşadığımız dünyayı daha iyi bir yer haline getirebileceğimize inanmak isteriz. Hayatımızın bir aşamasında, hepimizin içinde, arzu ettiğimiz ve hak ettiğimiz hayatın kalitesiyle ilgili bir vizyon mutlaka belirmiştir. Ama çoğumuz için o rüyalar gündelik koşuşturmanın ve kaygıların arasında öyle sislenmiştir ki, artık onlara ulaşabilmek için çaba göstermeyi bile kesmişizdir. Pek çok insan için, rüya artık silinmiştir ve onunla birlikte, kendi kaderimizi biçimlendirme irademiz de yok olmuştur. Kazanan kişi olabilmeyi getiren o güven duygusunu kaybetmiş pek çok kişi vardır. Benim hayatımın amacı, o rüyayı geri getirip gerçekleştirmek, her birimizin onu hatırlamasını ve kendi içinde uyumakta olan o sınırsız gücü uyandırmasını sağlamaktır. Kendi rüyamı yaşamakta olduğumu ilk anladığım o günü hiç unutamam. Jet helikopterimle, Los Angeles'deki bir iş toplantısından, Orange County'deki seminerime uçuyordum. Glendale kenti üzerinden geçerken gözüme büyük bir bina ilişti. Helikopteri durdurup o binanın üzerinde bir süre kaldım. Aşağıya bakarken, daha on iki yıl önce o binada odacı olarak çalıştığımı düşünüyordum! O günlerde en büyük kaygım, 1960 modeli Volkswagen'imin, ofise kadar olan 30 dakikalık yolculuğa dayanıp dayanmayacağıydı. Hayatımın tek odağı, sağ kalmayı sürdürebilmekti. Kendimi yapayalnız ve korku içinde hissediyordum. Ama helikopterimden o binaya bakarken, "On yıl ne büyük değişiklikler getirebiliyor!" diye düşünmekteydim. O zaman da rüyalarım vardı. Ama ben kendim o noktadayken, hiçbiri gerçek olamayacakmış gibi görünüyordu. Oysa bugün bakıyorum da, geçmiş başarısızlıklarım ve çaresizliklerim aslında bugünkü hayat düzeyimi yaratan anlayışın temelini atıyormuş, diyorum. Sahil yolu boyunca güneye doğru uçmayı sürdürürken, aşağıdaki dalgalarda oynaşan yunusları, sörf yapan insanları gördüm. O manzara, eşim Becky'nin de, benim de, hayatın en özel armağanlarından biri saydığımız manzaraydı. Sonunda Irvine'a vardım. Aşağıya baktığımda, semineri vereceğim yere gelen yolun üzerinde tampon tampona bir trafik yığılması gördüm. Kendi kendime, "Hay Allah, bu akşam bu kentte ne gibi bir gösteri olacaksa, bir an önce başlasa da benim seminere gelecek insanlar da vaktinde gelebilse" diye düşündüm. Ama helikopter pistine inerken, karşımdaki tablonun farklı olduğunu anladım. Güvenlik kuvvetleri binlerce insanı, benim iniş yapacağım yerden uzak tutmaya çalışıyordu. Gerçeği o anda anladım. Gördüğüm trafik sıkışıklığı, benim seminerime gelen insanların yarattığı bir sıkışıklıktı! Biz 2000 kişinin katılmasını bekliyorduk, oysa karşımda 7000 kişi vardı. Tuttuğumuz salon ise ancak 5000 kişi alabiliyordu! Pistten binaya yürürken çevremi yüzlerce insan sardı, hepsi beni kucaklamaya, bana çalışmalarımın hayatlarını nasıl değiştirdiğini söylemeye çalıştılar. Anlattıkları hikâyeler inanılacak gibi değildi. Bir anne bana, "hiperaktif" ve "eğitilemez" teşhisi konulmuş oğlunu tanıştırdı. Bu kitaptaki durum yönetimi ilkelerini uygulamış, oğlunu hem Ritalin ilacını almaktan kurtarmış, hem de California'ya getirip yeniden teste soktuğunda onun "dahî" olduğunu öğrenmişti! Bu yeni teşhisi bana söylerken yüzünü görmeliydiniz! Bir adam bana, bu kitapta okuyacağınız Başarı Şartlanması tekniklerini kullanarak kendini kokain alışkanlığından nasıl kurtardığını anlattı. Elli yaşlarında bir çift, on beş yıllık bir evliliğin sonunda, tam ayrılmak üzereyken, kişisel kurallar'la ilgili bilgileri öğrendiklerini anlattılar. Bir satış görevlisi, aylık gelirinin altı ay içinde 2000 dolardan 12.000 dolara nasıl yükseldiğini, bir işadamı da, kalite soruları ve duygusal yönetim ilkelerini uygulamakla şirketinin kazancını on sekiz ay içinde nasıl 3 milyon dolar artırdığını tarif etti. Genç ve güzel bir kadın, bana eski halinin bir fotoğrafını gösterdi, bu kitapta öğreneceğiniz ağırlık ilkelerini uygulayarak tam yirmi sekiz kilo vermişti. O salondaki duygu yükü bana öyle dokunaklı geldi ki, sesim tıkandı, konuşamaz oldum. Dinleyicilerime bakıp karşımda gülümseyen, tezahüratta bulunan, sevgi dolu 5000 yüzü gördüğümde, gerçekten rüyamı yaşamakta olduğumu anladım! Bunca insanın, en çok istedikleri şeye ulaşabilmesini sağlayacak bilgilere, stratejilere, felsefelere ve becerilere sahip olduğumu hiç kuşkusuz bilmek, öyle harikulade bir duyguydu ki! Benliğimi bir imgeler ve duygular seli kapladı. Daha birkaç yıl önce başımdan geçmiş bir tecrübeyi hatırladım. California'nın Yenice kentindeki küçük bekâr dairemde tek başıma oturmuş, Neil Diamond'ın bir şarkısının sözlerini dinleyip ağlıyordum. Şöyle diyordu şarkı: "Karşımdaki boşluğa, benim, dedim. Kimse duymadı. Sandalye bile. Benim, diye bağırdım. Benim, dedim, Ben! Ve kendimi daha da yalnız hissettim, nedenini anlayamadım." O anda hayatımın hiç önemi yokmuş gibi hissediyordum. Dünyadaki olaylar kontrol ediyordu beni. Ayrıca, hayatımın değiştiği ânı da hatırlıyorum. Sonunda, "Yeter artık! Bende zihinsel, duygusal ve fiziksel olarak bu sergilediğimden çok daha fazla şey olduğunu biliyorum!" dediğim ânı. İşte o anda bir karar verdim ve o karar hayatımı ebediyen değiştirdi. Gerçekten de, hayatımın her yönünü değiştirmeye karar vermiştim. Elimden gelebilecek olanlardan azına asla razı olmayacağım, demiştim. Bu kararın beni böyle inanılmaz bir güne getireceği kimin aklına gelirdi? O geceki seminerime varımı yoğumu kattım. Sonunda salondan çıktığımda, insanlar büyük bir kalabalık halinde benimle birlikte helikoptere kadar yürüdü, beni geçirdi. Bu olayın beni çok heyecanlandırdığını söylemek, aslında olayı azımsamak olur. Yaratıcıma bu harikulade armağanı için şükrederken yanağımdan aşağıya bir gözyaşı damlası kayıyordu. Çimenlerin üzerinden kalkıp mehtaba doğru yükselirken, kendi kendimi çimdiklemek zorunda kaldım. Bütün bunlar gerçek olabilir miydi? Daha sekiz yıl önce çaresizlikler içinde mücadele eden, kendini yapayalnız hisseden, hayatını bir türlü yoluna koyamayan insan ben miydim? Şişman, meteliksiz, nasıl edip de sağ kalabileceğini bilemeyen bir adam! Yalnızca lise eğitimine sahip benim gibi bir genç, bu kadar çarpıcı değişiklikleri nasıl gerçekleştirebilirdi? Cevabım çok basit: Bugün artık konsantrasyon gücü diye isim verdiğim ilkeye, koşum vurmayı başarmıştım. Tüm kaynaklarımızı hayatımızın bir tek alanına odakladığımız zaman, bir anda ne kadar büyük bir kapasiteye komuta eder duruma gelebileceğimizi, çoğu insanlar hiç bilmezler. Kontrollü odaklama, sizi engelliyormuş gibi gözüken her şeyi yarıp geçen bir lazer ışını gibidir. Herhangi bir alandaki gelişme üzerine sürekli odaklandığımız zaman, o alanı nasıl daha iyi hale getirebileceğimiz konusunda benzersiz farklılıklar geliştiririz. Çoğumuzun asıl istediğimiz şeyi elde edemeyişimizin nedenlerinden biri, doğrudan odaklanmayışımızdır. Gücümüzü hiçbir zaman tam anlamıyla konsantre etmeyişimizdir. Çoğu kişiler hayatta gelişigüzel yaşarlar, belli bir konunun hakkından gelmeye karar vermezler. Aslında bakarsanız, pek çok kişinin hayatta başarısız olmasının nedenini, önemsiz şeylerde ustalaşmak olarak görüyorum. Bence hayatın en önemli derslerinden biri, yaptığımız şeyleri neden yaptığımızı anlamayı öğrenmektir. İnsan davranışlarını biçimlendiren nedir? Bu sorunun cevapları, kendi kaderinizi biçimlendirmenin en önemli anahtarlarını sunacaktır. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Benim bütün hayatım, her zaman için, tek ve belli bir odağın gücüyle güdülmektedir: İnsanların hayat kalitesi arasındaki farkları yaratan nedir? Nasıl oluyor da çoğu olayda, sıfırdan başlamış, çok aşağılardan yükselmiş insanlar, hepimize ilham veren hayat biçimlerini her şeye rağmen yaratabilmişlerdir? Bir de bunun tersine, imtiyazlı çevrelerde doğmuş olan, başarının her türlü kaynağını parmaklarının ucunda hazır bulan nice insan, neden şişman, çaresiz, kimyasal tiryakiliklerin kurbanı durumunda yaşar? Bazı insanların hayatını bir örnek, bazılarınınkini bir uyarı yapan şey nedir? İhtiras dolu, mutlu, güzel hayatlar yaratırken, beri yanda bazılarına da, "Hepsi bumuymuş?" dedirten o sır nedir? Benim kendi tutkum, birtakım basit sorularla başladı. "Hayatımın kontrolünü nasıl bir anda kendi elime alabilirim? Fark yaratacak bir şeyi -kendime ve başkalarına kaderlerini biçimlendirmekte yardımcı olacak bir şeyi- nasıl bugün yapabilirim? Nasıl gelişebilirim, nasıl öğrenebilirim, nasıl büyüyebilirim, bu bilgileri nasıl edip de anlamlı ve zevkli bir şekilde paylaşabilirim?" Daha çok erken yaşlarda, hepimizin dünyaya benzersiz katkılarda bulunmak için geldiğimize, hepimizin içinde bize özgü bir armağan bulunduğuna inanmıştım. Anlıyorsunuzdur, ben hepimizin içinde uyumakta olan bir devin varlığına inanıyorum. Hepimizin bir istidadı, bir yeteneği, kapısının açılmasını bekleyen bir dehası var. Bu belki resme ya da müziğe yönelik bir yetenektir. Belki sevdiklerinizle çok özel biçimde ilişkiler kurabilmektir. Belki bir satış dehası, bir onarım dehası, işinizde ya da mesleğinizde ileriye doğru uzanma dehası olabilir. Ben bizi yaratan gücün kimseyi kayırmadığı inancını seçmiş bir insanım. Hepimiz farklı yaratılmışızdır, ama hepimize hayatımızı dolu dolu yaşayacak eşit fırsatlar verilmiştir. Ben uzun yıllar önce, hayatımı önemli bir biçimde yaşayabilmek için, hayatımdan daha uzun süreli bir şeye yatırım yapmam gerektiğine karar vermiştim. Ben yok olduktan sonra varlığını sürdürecek bir şeye katkıda bulunmam gerektiğine karar vermiştim. Bugün fikir ve duygularımı gerçek anlamda milyonlarca kişiyle paylaşmak gibi inanılmaz bir imtiyaza sahibim. Bunu bana kitaplarım, kasetlerim ve televizyon programlarım sağlıyor. Yalnızca son birkaç yıl içinde, kendim şahsen çeyrek milyon insanla ilgilendim. Kongremizdeki milletvekillerine, şirket başkanlarına, çeşitli ülkelerin cumhurbaşkanlarına, yöneticilere, annelere, satış elemanlarına, muhasebecilere, avukatlara, doktorlara, ruh hekimlerine, danışmanlara, profesyonel sporculara yardımcı oldum. Fobiklerle, klinik düzeyde depresyon geçirenlerle, birkaç kişilikli kimselerle, kendilerinde hiç kişilik olmadığına inanmış kimselerle uğraştım. Şimdi de bütün öğrendiklerim arasından en iyilerini, sizlerle paylaşmak gibi benzersiz bir imtiyaza erişmiş bulunuyorum. Bu fırsattan dolayı son derece heyecanlıyım ve içim minnetle dolu. Bütün bunların arasında, bireylerin elinde, hayatlarında istedikleri her şeyi bir anda değiştirebilecek gücün var olduğuna inanmayı da hep sürdürdüm. Rüyalarımızı gerçeğe çevirmek için ihtiyaç duyduğumuz kaynakların, bizim uyanıp doğal hakkımızı almamızı bekler durumda olduğunu öğrendim. Bu kitabı bir tek nedenle yazdım: Hayata bağlı olup, Tanrı'nın verdiği gücü daha iyi kullanmak isteyenler için bir uyandırma zili olarak işlev görmek istedim. Bu kitapta sizlere, gerek kendinizde ve gerekse başkalarında belirli, ölçülebilir, kalıcı değişiklikler yaratmanız için yardımcı olacak fikirler ve stratejiler bulunmaktadır. Farkına varmışsınızdır, ben sizin gerçekte kim olduğunuzu bildiğime inanıyorum. Sizin ve benim birbirine benzer ruhlar olduğumuza inanıyorum. Sizi bu kitaba getiren, büyüme ve genişleme isteğinizdir. Elinizi görünmez bir kuvvet bu kitaba uzattırmıştır. Hayatınızda şu anda nerede bulunuyor olursanız olun, daha fazlasını istediğinizi biliyorum! Çok başarılı olmuş olsanız da, çok büyük sorunlarla yüzyüze bulunsanız da, içinizin derinliklerinde, hayat tecrübenizin şimdikinden çok daha büyük olabileceği konusunda bir inanç var. Sizin yazgınız, kendi benzersiz büyüklüğünüze yönelik. Belki sivrilmiş bir profesyonel olarak, belki öğretmen, işadamı, anne ya da baba olarak. En önemlisi, buna yalnızca inanmakla kalmıyorsunuz, eyleme de geçmişsiniz. Bu kitabı satın almanın yanında, şu anda pek değişik bir şey yapıyorsunuz onu okuyorsunuz! İstatistiklerin gösterdiğine göre, kitap satın alan insanlar içinde ilk bölümden sonrasını okuyanlar, yüzde 10'muş. Ne inanılmaz bir israf! Elinizde, hayatınıza dev değişiklikler getirebilecek dev bir kitap var. Ve belli ki siz de bu konuyu ikinci plana iterek kendi kendine kazık atacak tiplerden değilsiniz. Bu kitaptaki her bölümden yararlanarak, kendi potansiyelinizi en yükseğe çıkarma yeteneğinizi garantiye alacaksınız. Sizden bu kitabın tümünü okumanızı (yarıda bırakan kalabalıklara benzememenizi) istiyorum, ama onun dışında, bu kitaptaki öğretileri her gün, en basit şekilde öğrenmenizi de istiyorum. İstediğiniz sonuçları yaratabilmeniz için atmanız gereken en önemli adım budur. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Değişikliklerin herhangi bir değer taşıyabilmesi için, kalıcı ve tutarlı olmaları gerekir. Bir anlık değişiklikleri hepimiz yaşamışızdır ama sonunda balon gibi sönmüş, hayal kırıklığına uğramışızdır. Aslında pek çok kimselerin değişikliklere yüreklerinde korkuyla yaklaşmaları, bilinç altında o değişikliğin yalnızca geçici olduğuna inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bunun en başta gelen örneği, perhize başlaması gereken bir insandır. Bu işi durmadan erteler, bunun da baş nedeni, değişikliği yaratmak için çekeceği onca zahmetlerin, ancak kısa dönemli bir ödül getireceğine inanmasıdır. Ben ömrümün büyük bölümü boyunca, kalıcı değişikliklerin ilkelerini kovalamış bir insanım. Daha sonraki sayfalarda bunların pek çoğunu öğrenecek, ayrıca nasıl kullanılacaklarını da öğreneceksiniz. Ama şimdilik sizinle ele alacağımız konu, hepimizin birlikte, hayatlarımızda bir değişiklik yaratmak için hemen kullanabileceğimiz üç temel değişim ilkesidir. Bu ilkeler basit olmakla birlikte, beceriyle uygulandıkları zaman son derece güçlüdürler. Kişilerin kendilerinde değişiklik yapmak istediklerinde, şirketlerin potansiyellerini geliştirmek için değişmek istediklerinde, ülkelerin dünyada kendilerine bir yer bulmak için değişmek istediklerinde kullanacakları, yine hep bu ilkelerdir. Hattâ dünya toplumu açısından, yerkürenin her yanında hayat kalitesini korumak için hepimizin uygulamak zorunda olduğu ilkelerdir bunlar. BİRİNCİ ADIM: Standartlarınızı Yükseltin Bir değişiklik yapmayı gerçekten istediğiniz zaman, ilk yapmanız gereken şey, standartlarınızı yükseltmektir. İnsanlar bana, sekiz yıl önce hayatımı değiştiren şeylerin aslında ne olduğunu sorduklarında, en önemlisinin, kendimden beklediklerimi değiştirmek olduğunu söylüyorum. Hayatımda artık kabul etmek istemediğim her şeyi bir liste halinde yazdım. Kabul etmeyeceğim, tahammül etmeyeceğim şeyleri... Ve ayrıca, ne olmak istiyorsam, onları... Kendi standartlarını yükselten ve sonra o yeni standartlara göre yaşayan, daha azını kabullenmemeye karar veren bir yığın kadın ve erkeğin başlattığı hareketlerin ne gibi sonuçlar getirdiğini bir düşünün. Tarih bize bunu yapmış insanların etkileyici bir listesini sunmaktadır: Leonardo da Vinci, Abraham Lincoln, Helen Keller, Mahatma Gandhi, Martin Luther King, Jr., Rosa Parks, Albert Einstein, Cesar Châvez, Soichiro Honda ve standartlarını yükseltmek için harikulade güçlü adımlar atmış olan daha bir sürü insan... Onların elinde var olan güç, sizin elinizde de vardır, ancak siz onu ele alma cesaretini gösterirseniz... Bir kuruluşu, bir şirketi, bir ülkeyi ya da dünyayı değiştirmek, kendinizi değiştirmekle ilgili o basit adımı atmakla başlar. İKİNCİ ADIM: Sınırlayıcı İnançlarınızı Değiştirin Standartlarınızı yükseltir, ama onlara ulaşacağınıza yine de inanmazsanız, kendinizi sabote etmiş sayılırsınız. Bu yolda bir çaba bile göstermeyeceksiniz demektir. Şu satırları okurken bile içinizde var olan o derin kapasiteden yararlanmanızı sağlayacak güven duygusundan yoksun kalacaksınız demektir. İnançlarımız birer sorgulanmaz emirdir. Bize her şeyin nasıl olduğunu, neyin mümkün, neyin imkânsız olduğunu, neyi yapabilip neyi yapamayacağımızı onlar söyler. Her eylemimizi, her düşüncemizi, her duygumuzu onlar biçimlendirir. Sonuçta, hayatlarımızda gerçek ve kalıcı değişiklikler yaratabilmek için, önce inanç sistemimizi değiştirmek şarttır.Yeni standartlara ulaşmadan önce, içimizde onlara ulaşabileceğimiz ve kesin olarak ulaşacağımız konusunda bir güven duygusu geliştirmemiz gerekmektedir. İnanç sisteminizin kontrolünü ele almadıkça, standartlarınızı istediğiniz kadar yükseltin, onları destekleyecek inancı içinizde bulamazsınız. Sizce Gandhi, şiddetsiz muhalefet kavramının gücüne varlığının her hücresiyle inanmasaydı, başarısı ne kadar olurdu? Ona kendi içindeki kaynaklara ulaşabilme, daha zayıf kimseleri engelleyebilecek zorlukların üstesinden gelebilme olanağını veren, inançlarının tutarlılığıydı. Güçlendirici inançlar... Bir güven duygusu... Tarihte gördüğümüz büyük başarıların arkasında yatan kuvvet her zaman budur. ÜÇÜNCÜ ADIM: Stratejinizi değiştirin Kararınızı yerine getirebilmek için, sonuç elde edecek stratejilerin en iyilerine ihtiyacınız vardır. Benim ana inançlarımdan biri, standartları yükseltip kendinizi inandırabildiğiniz zaman, stratejileri de kesinlikle kendi kendinize bulabileceğiniz yolundadır. Bir yolunu nasılsa bulursunuz. Bu kitabın asıl konusu da budur zaten. Size bir işi yapma konusunda stratejiler göstermektedir. Hemen söyleyebilirim: Her durumda uygulanabilecek stratejilerin en iyisi, kendinize bir rol modeli bulmaktır. Sizin istediğiniz sonuçları şimdiden elde etmiş birilerini bulup, onlardan bilgi edinmektir. O kişilerin neler yaptığını, kilit inançlarının neler olduğunu, nasıl düşündüklerini öğrenin. Bu sizi daha etkin kılmakla kalmayacak, aynı zamanda size çok da zaman kazandıracaktır, çünkü o zaman tekerleği yeni baştan icat etmek zorunda kalmayacaksiniz demektir. Akordunu yaparsınız, biçimini değiştirirsiniz, hattâ belki onu eskisinden iyi bir duruma bile getirebilirsiniz. Bu kitap size, kaliteli değişimin üç ana ilkesinin her biri için gerekli bilgileri ve hevesi de verecektir. Standartlarınızı yükseltmenizi, şimdiki standartlarınızın ne olduğunu keşfettirerek ve onları nereye yükseltmek istediğinize karar verdirerek yapacaktır. Sizi varmak istediğiniz yerden geride tutan temel inançlarınızı değiştirmenize yardımcı olacak, bugün işinize yarayan inançlarınızı da güçlendirecektir. Ayrıca, elde etmek istediğiniz sonuçlara, daha bir zerafetle, daha hızlı ve daha randımanlı biçimde varabilmeniz için stratejiler geliştirmenize de yardımcı olacaktır. Görüyorsunuz ya, hayatta ne yapacağını pek çok insan bilir, ama bildiğini yapan insanların sayısı çok azdır. Bilmek yetmez! Eyleme geçmeniz gerekir. Eğer bu kitap sayesinde bana fırsat tanırsanız, bu konuda sizin özel antrenörünüz olabilirim. Ne yapar antrenörler? Eh, ilk önce, size önem verirler. Belli bir uzmanlık alanına yıllarca odaklanmışlardır, daha hızlı sonuç alabilmenin en ince kilit noktalarını öğrenmişlerdir. Antrenörünüzün sizinle paylaştığı stratejileri uygulamakla, performansınızı hemen ve çarpıcı biçimde değiştirebilirsiniz. Bazen antrenörünüzün size söylediği şey pek yeni bir şey de olmayabilir. Beki size zaten bildiğiniz bir şeyi hatırlatıyor, onu uygulamaya davet ediyordur. İşte izin verirseniz sizin karşınızda oynamak istediğim rol bu olacaktır. Size tam hangi konuda antrenörlük edeceğimi mi soruyorsunuz? Hayatınızın kalitesinde kalıcı iyileşmeler yaratmak için gücün farklı biçimlerde kullanılışını göstereceğim size. Siz ve ben birlikte, hayatın beş alanına, çoğumuzu etkilediğine inandığım beş alanına konsantre olup o alanlarda hakimiyet kazanacağız. O alanlar şunlardır: |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar 1. Duygusal Hakimiyet: Yalnız bu alana hakim olmak bile, diğer dördüne hakim olma yolunda size yolun kabasını aldıracaktır! Bir düşünün. Kilo vermeyi neden istiyorsunuz? Yalnızca vücudunuzda daha az yağ olsun diye mi? Yoksa o istenmeyen kiloları attıktan sonra kendinizi nasıl hissedeceğinizi düşünerek, kendinize daha çok enerji ve canlılık kazandırarak, başkalarına daha cazip göründüğünüzü hissederek güveninizi ve özsaygınızı göklere yükseltmek için mi? Yaptığımız her şey, kendimizi nasıl hissettiğimiz konusunda değişiklik yaratmak içindir. Ama yine de çoğumuz, bunu hızlı ve etkin biçimde yapabilme konusunda pek az eğitilmiş ya da hiç eğitilmemişizdir. Komutamız altındaki zekâyı çoğu zaman, kendimizi yararsız, duygusal durumlara sokmak için kullanmamız, her birimizin içinde zaten var olan bir yığın yeteneği unutmamız, şaşırtıcı bir şeydir. Pek çoğumuz kendimizi, kontrol edemeyeceğimiz dış olayların insafına bırakırız, duygularımızın kontrolünü elimize almayız oysa o duygular, bizim kontrolümüzde olan şeylerdir. Bunu yapacağımız yerde, kısa dönemli sahte-çarelere başvururuz. Dünya nüfusunun yalnızca %5'i ABD'de yaşarken, dünya kokaininin %50'sini bizim tüketiyor olmamız başka nasıl açıklanabilir? Şu anda milyarlarca dolara varan Milli Savunma bütçemizin, yılda alkole harcadığımız paraya eşit oluşunu nasıl açıklayabiliriz? Her yıl 15 milyon Amerikalının klinik düzeyde depresyon durumunda oluşunu, yazılan reçetelerin 500 milyon dolardan fazlasının Prozac adlı depresyon ilacıyla ilgili oluşunu nasıl açıklayabiliriz? Bu kitapta, hep yaptığınız şeyleri neden yaptığınızı keşfedecek, en sık hissettiğiniz duyguların tetiğini nelerin çektiğini öğreneceksiniz. Ardından size adım adım uygulanacak bir plan verilecek, hangi duyguların güç verici, hangilerinin güç tüketici olduğunu teşhis edebileceksiniz ve her ikisini de kendi avantajınıza kullanarak duygularınızın size bir engel oluşturmayıp, tersine, en yüksek potansiyelinize ulaşmada işinize yarayacak bir araç olmasını sağlayacaksınız. 2. Fiziksel Hakimiyet: Başlangıçtan beri hayallerinizde yaşattığınız her şeye sahip olmak, ama bunların zevkini çıkaracak sağlıktan yoksun kalmak, istenecek bir şey midir? Her sabah kalktığınızda kendinizi enerji dolu, güçlü, yeni bir günü göğüslemeye hazır hissediyor musunuz? Yoksa uyandığınızda dün geceki kadar yorgun, ağrılar ve sızılar içinde, her şeye yeniden başlamak zorunda olduğunuz için kızgın mı oluyorsunuz? Şimdi yaşamakta olduğunuz hayat biçiminiz, sizi bir istatistik olmaya mı götürecek? Her iki insandan biri koroner hastalığından, her üç insandan biri kanserden ölmektedir. On yedinci yüzyıl doktoru Thomas Moffett'in bir sözüne kulak verelim: "Kendi mezarlarımızı kendi dişlerimizle kazıyoruz," diyor, çünkü vücudumuza fazla yağlı, besleyici değeri az olan yiyecekler sokarak, bünyemizi sigaralarla, alkolle, ilaçlarla zehirleyerek, televizyonun karşısında hareketsiz oturarak yaşadığımıza inanıyor. Bu ikinci hakimiyet dersi, fiziksel sağlığınızı kontrolünüz altına almanıza, yalnız iyi görünmekle kalmayıp aynı zamanda kendinizi gerçekten iyi hissetmenize, hayatınızın kontrolünü kendi elinizde hissetmenize, çevreye canlılık yansıtan ve kendi sonuçlarınızı elde etmenize izin veren bir vücuda sahip olmanıza yardımcı olacaktır. 3. İlişkilerde Hakimiyet: Kendi dugularınıza ve fiziksel sağlığınıza hakim olduktan sonra, ilişkilere hakim olmaktan daha önemli bir şey... Doğrusu aklıma gelmiyor. Bunlar romantik, aile, iş ve sosyal hayat ilişkileri olabilir. Ne de olsa, öğrenmeyi, büyümeyi, başarılı ve mutlu olmayı herkes ister ama bunların hepsini tek başına yapmayı kim ister ki? Bu kitaptaki üçüncü ana ders, kaliteli ilişkiler yaratmanın sırlarını ortaya serecektir -önce kendinizle, sonra da başkalarıyla-. Önce neye en çok değer verdiğinizi, beklentilerinizin neler olduğunu, hayat oyununu hangi kurallara göre oynadığınızı, bunun diğer oyuncuları nasıl etkilediğini öğreneceksiniz. Ondan sonra, bu çok önemli beceride hakimiyet kazandıkça, insanlarla en derin düzeyde ilişki kurmayı ve hepimizin istediği bir şeyle ödüllendirilmeyi de öğreneceksiniz. Hepimizin istediği o şey, bir katkıda bulunmuş olma duygusu, başkalarının hayatında bir fark yaratmış olma duygusudur. Ben kendi açımdan, en büyük kaynağın ilişkiler olduğunu belirledim, çünkü ihtiyacım olan her kaynağın kapısını açan odur. Bu konudaki hakimiyet, size büyümek ve katkıda bulunmak konusunda sınırsız kaynaklar kazandıracaktır. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar 4. Finansal Hakimiyet: Çoğu insanlar altmış beş yaşına vardıklarında ya meteliksizdirler ya da ölmüşlerdir! Oysa ileriye, emekliliğin altın yıllarına baktığımızda, aklımızdan geçen hiç de bu değildir. Ama iyi bir planın desteklediği finansal refahı hak ettiğinize inanmadan, o değerli senaryonuzu nasıl gerçeğe dönüştürebilirsiniz? Bu kitaptaki dördüncü ana ders size, hayatın sonbaharında, hattâ şimdi bile, sağ kalabilme amacının ötesine nasıl geçebileceğinizi öğretecektir. Bizler kapitalist toplumda yaşamak gibi bir talihe sahip olduğumuza göre, her birimizin hayallerimizi gerçekleştirme gücü var demektir. Yine de çoğumuz parasal baskıları sürekli olarak hissederiz, daha çok paraya sahip olmanın bu baskıyı hafifleteceği hayaline kapılırız. Bu, bizim kültürel yanılgımızdır. Size bir konuda güvence verebilirim: ne kadar çok paranız varsa, baskıyı o kadar çok hissedersiniz. İşin kilidi yalnız servet peşinde koşmak değil, bu konudaki inanç ve tutumlarınızı değiştirmek, bunu mutluluk için nihaî amaç olarak görmek yerine, bir katkıda bulunma imkânı olarak görmektir. Bir parasal bolluk kaderini oluşturabilmek için, önce hayatınızda kıtlığını çektiğiniz şeylere neyin sebep olduğunu öğrenmeniz, sonra da servetinizi kazanacak ve sürekli olarak geliştirecek değer, inanç ve duyguları sürekli olarak yaşamanız gerekir. Ancak o zaman amaçlarınızı tanımlayabilir, rüyalarınızı mümkün olan en yüksek refah düzeyini elde edebilmeye dönük olarak biçimlendirebilirsiniz, içinizi huzurla doldurur, hayatın getireceği tüm olanaklara heyecanla bakmaya başlarsınız. 5. Zaman Hakimiyeti: Şaheserlerin yaratılması zaman alır. Ama zamanı iyi kullanmayı kaçımız biliyoruz ki? Ben zaman yönetiminden söz etmiyorum. Zamanı fiilen elinize alıp çarpıtmaktan, biçimlendirmekten, düşmanınız olacağı yerde dostunuz olmasını sağlamaktan söz ediyorum. Bu kitabın size öğreteceği beşinci ana ders, önce kısa dönemli değerlendirmelerin nasıl uzun dönemli acılara yol açabileceğidir. Gerçek bir kararın nasıl verileceğini, çabucak elde etme arzunuzun nasıl yönetileceğini, bu yolla fikirlerinizin, yaratacaklarınızın, hattâ kendi potansiyelinizin olgunlaşmasına ve meyve vermesine nasıl olanak tanınacağını öğreneceksiniz. Onun ardından, kararınızı izlemeniz içingereken haritaları ve stratejileri nasıl tasarımlayacağınızı, büyük çapta eyleme geçme isteğinizle onu nasıl gerçekleştireceğinizi öğreneceksiniz. Aradaki zamanda sabırlı olmayı, gerektikçe yaklaşımınızı değiştirecek esnekliği gösterebilmeyi öğreneceksiniz. Zamana bir kere hakim oldunuz mu, insanların bir yıl içinde yapabileceklerini gözlerinde ne kadar büyüttüğünü, buna karşılık on yıl içinde yapabileceklerini nasıl da azımsadıklarını anlayacaksınız. Ben bu dersleri sizinle, bütün cevapları ben bilirim, benim hayatım mükemmel ve sarsıntısız geçmiştir, diyebilmek için paylaşmıyorum. Benim de elbette çok zor dönemlerim oldu. Ama bunlar olurken, ben hep öğrenmeyi, sebat etmeyi, yıllar içinde sürekli olarak başarı sağlamayı öğrendim. Ne zaman karşıma bir zorluk çıksa, öğrendiklerimi kullanarak hayatımı yeni bir düzeye getirdim. Ve bu beş alandaki hakimiyetim, tıpkı sizin hakimiyetiniz gibi, hâlâ ilerlemeyi ve gelişmeyi sürdürüyor. Ayrıca benim hayat biçimimde yaşamak, sizin için uygun olmayabilir. Benim amaçlarım ve rüyalarım sizinkilere benzemeyebilir. Ama bence rüyaları gerçeğe çevirme konusunda, soyut'u alıp somut hale getirmek konusunda öğrendiklerim, her düzeyde kişisel ya da profesyonel başarıyı sağlamak için esastır. Ben bu kitabı bir eylem rehberi olarak yazdım. Hayatınızın kalitesini yükseltmeniz ve ondan alabileceğiniz zevkleri artırmanız için bir ders kitabı olmasını istedim, İlk kitabım olan Sınırsız Güç'ten tabii ki çok büyük gurur duyuyorum. O kitabın dünyanın her yanındaki insanların hayatlarına yaptığı etki de bana sevinç veriyor. Ama bence bu kitap da size birtakım yeni ve benzersiz kuvvet farklılıklarını öğretecek, bunlar hayatınızı bir sonraki düzeye ulaştırmanızda size yardımcı olacaktır. Bu temel ilkelerin bazılarını yine gözden geçireceğiz, çünkü becerinin temeli tekrarlardır. Bu nedenle, bu kitabı tekrar tekrar okuyacağınızı, ara sıra geri dönüp yine elinize alacağınızı, içinizde zaten var olan şeyin tetiğini çekmek için zaman zaman ondan yararlanacağınızı umuyorum. Yine de, bu kitabı okurken unutmayın ki, içindeki her şeye inanmak, hepsini kullanmak zorunda değilsiniz. Size yararlı gözüken şeylere sarılın, onları hemen uygulamaya koyun. Büyük değişiklikleri yaratabilmek için bu kitaptaki stratejilerin hepsini uygulamak, sunulan araçların hepsini kullanmak zorunda değilsiniz. Ama hepsinin hayat değiştirme yolunda potansiyel özgünlükleri vardır, bir arada kullanıldıkları zaman da patlama sayılabilecek sonuçlar getirebilmektedirler. Kitabın içi, arzuladığınız başarıyı elde etmek için kullanabileceğiniz stratejilerle, kültürümüzün bazı en güçlü ve en ilginç insanlarından alıp modellendirdiğim organizasyon ilkeleriyle doludur. Çok çeşitli insanlarla tanışmak, konuşmak, onları modellemek olanağını buldum. Bunlar büyük etki yapan, benzersiz karaktere sahip kimselerdi. Norman Cousins'dan Michael Jackson'a, Koç John Wooden'dan finans sihirbazı John Templeton'a, sanayi liderlerinden taksi şoförlerine kadar... Daha sonraki sayfalarda, yalnız benim tecrübelerimden yararlanmakla kalmayacak, hayatımın son on yılı içinde topladığım binlerce kitabın, kasetin, katıldığım seminerlerin ve yaptığım röportajın getireceklerinden de yararlanacaksınız. Üstelik ben bu tempoyu hâlâ ömrümün her gününde, bir öğrenme ve büyüme seferinin parçası olarak sürdürmekteyim. Kitabın amacı, yalnızca size hayatınızda belli bir değişikliği yaptırmak değil, hayatınızı yeni düzeylere yükseltmek için bir başlangıç noktası sunmaktır. Kitabın odağı, global değişiklikler yaratmaktır. Bununla ne demek istiyorum? Eh, insan hayatında değişiklik yaratmayı öğrenebilir. Bir fobiyi yener, bir ilişkinin kalitesini yükseltir, her işi yarına bırakma huyunu tedavi edebilir. Bunların hepsi de çok değerli becerilerdir. Eğer Sınırsız Güç'ü okumuşsanız, çoğunu zaten öğrenmişsiniz demektir. Ama bu sayfaları okumayı sürdürürken, hayatınızda bazı kaldıraç noktaları bulunduğunu, o noktada ufacık bir değişiklik yapmakla, daha sonraki hayatınızın her yönünü birden değiştirebildiğinizi öğreneceksiniz. Bu kitap size, şu an için yalnızca hayalini kurduğunuz bir hayatı yaratma, yaşama ve ondan zevk alma stratejilerini sunmaktadır. Siz bu kitaptan birtakım basit, belirli stratejiler öğrenecek, bunları kullanarak, karşınıza çıkan zorluğun üzerine gidecek ve onu en az bir çabayla değiştirebileceksiniz. Örneğin, sık kullandığınız belli bir kelimeyi, kelime dağarcığınızdan çıkardığınız anda, hayatınızın duygusal haritasını değiştirebileceğinize inanmak size zor gelebilir. Bilerek ya da bilmeyerek kendinize sık sık sorduğunuz soruları değiştirmekle, neye odaklandığınızı değiştirebilir, dolayısıyla da hayatınızın her gününde giriştiğiniz eylemleri değiştirebilirsiniz. Ya da bir tek inancınızı değiştirmekle, mutluluk düzeyinizi büyük ölçüde değiştirebilirsiniz. İnanmak şimdi size ne kadar güç gelirse gelsin, bunu izleyen bölümlerde bütün bu tekniklerin de, daha başka pek çok tekniğin de ustası olmayı öğrenecek, bunlarla arzuladığınız değişiklikleri gerçekleştirebileceksiniz. Sizinle aramızdaki ilişkiye büyük bir saygıyla başlıyorum. Birlikte bir yolculuğa çıkacağız, en derin, en gerçek potansiyellerimizi hayata geçireceğiz. Hayat bir armağandır. Bize imtiyazlar, fırsatlar ve sorumluluklar sunmaktadır, karşılığını da daha büyüyerek ödememizi beklemektedir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img261.imageshack.us/img261/3...linderssr6.gif Şimdi artık yolculuğumuza başlayalım ve ilk olarak şöyle bir alanı araştıralım... KARARLAR: GÜCE GİDEN YOL "İnsan yaşamak için doğmuştur, yaşamaya hazırlanmak için değil." BORIS PASTERNAK Cimmy Carter'ın ABD Başkanı olduğu günleri hatırlıyor musunuz? Hani İmparatorluk kötü tokatlar atıyordu, Yoda'yla Pac Man kudurmuşlardı, Brooke Shields'le Calvin'lerinin arasından su sızmıyordu. İran'da Ayetullah Humeyni iktidara gelmiş, Amerikalıları rehin almıştı. Polonya'da, Danzig doklarında elektrikçi olarak çalışan Lech Walesa adında bir adam hiç düşünülemeyecek bir şey yaptı: Komünist rejime meydan okumaya karar verdi. Birlikte çalıştığı işçileri peşine takıp grev yaptı, yetkililer onu işyerine sokmamak istediklerinde, duvarın üzerinden aşıp girdi. O günden bu yana ne çok duvar yıkıldı, değil mi? John Lennon'ın öldürüldüğü haberini duyuşunuzu hatırlıyor musunuz? Saint Helens dağının patlayıp alev püskürttüğünü, 150 mil karelik bir alanı dümdüz ettiğini? ABD hokey takımı, favori Sovyetleri yenip sonunda altın madalya kazandığında sevinmiş miydiniz? O sıralar yıl 1980'di. On yılı biraz geçmiş. (Kitabın basımı 90'lı yıllar.) Bir an düşünün. Siz neredeydiniz o zaman? Nasıl biriydiniz? Arkadaşlarınız kimdi? Umutlarınız, rüyalarınız neydi? Birisi size, "On on beş yıl sonra nerede olacaksın?" diye sorsa, ne derdiniz onlara? O sıra öngördüğünüz yere vardınız mı? On yıl ne de çabuk geçebiliyor, değil mi? Daha önemlisi, belki de kendimize şu soruları sormamız gerekir: "Ömrümün bundan sonraki on yılını nasıl yaşayacağım? İstediğim yarını yaratabilmek için, bugün nasıl yaşamalıyım? Bundan böyle ben neyi temsil edeceğim? Hayatımda şu an için önemli olan nedir, uzun vadede önemli olacak olan nedir? Nihaî kaderimi biçimlendirmek için ben bugün hangi adımları atmalıyım?" Bakın, on yıl sonra siz -elbette ulaşacaksınız- ama esas mesele... Nereye? Kim olmuş olacaksınız? Nasıl yaşıyor olacaksınız? Ne gibi katkılarda bulunacaksınız? Hayatınızın bundan sonraki on yılını tasarımlama zamanı bugündür... O süre geçip gittikten sonra değildir. Şu ânı yakalamalıyız. Hepimiz yeni bir on yılın başlarında sayılırız, üstelik yirminci yüzyılın son yıllarına girmiş bulunuyoruz! Çok geçmeden yirmi birinci, yüzyıl gelmiş olacak. Yeni bir bin yıl. 2000 yılı, göz açıp kapayıncaya kadar burada olacak. O,zaman dönüp bu günlere baktığınızda, 1980'i hatırlıyormuş gibi olacaksınız. Acaba doksanlı yıllara bakarken memnun mu olacaksınız, yoksa şaşkın mı? Sevinçli mi, yoksa tedirgin mi? 1980'lerin başında ben on dokuz yaşında bir çocuktum. Kendimi yalnız ve çaresiz hissediyordum. Mâlî kaynak diye bir şeyim hiç yoktu. Bana başarı antrenörlüğü yapacak kimse de yoktu. Ne başarılı arkadaşlarım vardı, ne beni himaye edecek kimseler, ne de önümde açık seçik hedefler. Ne yapacağını bilmez, şişman bir çocuktum. Ama birkaç yıl içinde bir gücün varlığını keşfettim, onu kullanarak hayatımın hemen hemen her alanını değiştirdim. Bir kere o güce hakim olunca, bu sefer onu hayatımda bir devrim yaratmak için kullandım ve bir yıldan az bir zamanda başardım. Güven düzeyimi çarpıcı biçimde yükseltmek, dolayısıyla eyleme geçme yeteneğimi artırıp ölçülebilir sonuçlar elde etmek için kullandığım araç oydu. Yine onu kullanarak fiziksel sağlığımın kontrolünü de yeniden kendi elime aldım, on dokuz kiloyu üzerimden temelli attım. Bu sayede rüyalarımın kadınını kendime çekebildim, onunla evlendim, arzuladığım aileyi yarattım. Bu gücü kullanarak gelirimi ancak sağ kalabilecek düzeyden, yılda bir milyon doların üzerine çıkardım. Bu güç beni ufacık bir apartman dairesinden (mutfağı olmayan, beni banyo küvetinde bulaşık yıkamaya mecbur eden bir yerden) alıp, ailemin şimdi oturmakta olduğu eve, Del Mar Şatosu'na getirdi. Bu bir tek fark, kendimi yapayalnız ve önemsiz hissetmekten kurtarıp, dünyanın her yanındaki milyonlarca insana bir katkıda bulunma fırsatına kavuştuğum için minnet duymamı sağladı. Ve bugün de hayatımın her gününde, kişisel kaderimi biçimlendirmek için kullandığım güç yine o güçtür. Sınırsız Güç kitabımda, hayatlarımızı biçimlendirmek için en güçlü yolun, kendimizi eyleme geçirmek olduğunu açık seçik ortaya koymuştum. İnsanların ürettikleri sonuçlar arasındaki fark, aynı durumlarda başkalarından farklı yaptıkları şeylerde düğümlenir. Farklı eylemler, farklı sonuçları getirir. Neden? Çünkü her eylem, harekete geçirilmiş bir sebeptir, onun etkisi daha önceki etkilere katılır ve bizi belli bir yöne doğru iter. Her yön, bir nihaî hedefe gitmektedir ve işte o bizim kaderimizdir. Esas olarak, eğer hayatlarımızı kendimiz yönetmek istiyorsak, sürekli eylemlerimizin kontrolünü elimize almak zorundayız. Hayatlarımızı biçimlendiren, ara sıra yaptığımız şeyler değil, sürekli olarak yaptığımız şeylerdir. En önemli kilit soru şudur: Tüm eylemlerimizden önce yer alan nedir? Hangi eylemlere geçeceğimizi saptayan, dolayısıyla da bizi biz yapan, hayatımızın nihaî hedefini tayin eden şey nedir? Eylemin babası nedir? Cevap tabii baştan beri îmâ ettiğim şey: Kararın gücü. Hayatınızda olan her şey -çok sevindikleriniz de, çok zorlandıklarınız da dahil olmak üzere her şey- bir kararla başlamıştır. Benim inancıma göre, sizin de kaderiniz, karar anlarınızda biçimlenmiştir. Şu anda, her gün vermekte olduğunuz kararlar, hem bugün kendinizi nasıl hissettiğinizi, hem de doksanlı yıllarda ve daha sonra kim olacağınızı biçimlendirecektir. Geçtiğimiz on yıla baktığınızda, belli bir anda vermiş olabileceğiniz farklı bir kararın, bugünkü durumunuzu kökten değiştirebilecek güçte olduğu noktaları görebiliyor musunuz? Bugünkü hayatınızı çok daha iyi ya da çok daha kötü yapabilecek karar noktalarını? Örneğin belki hayatınızı değiştirmiş olan bir kariyer kararı vermişsinizdir. Ya da belki o kararı verememişsinizdir. Belki bu on yıl içinde, evlenmeye ya da boşanmaya karar vermişsinizdir. Belki bir kaset, bir kitap satın almış, bir seminere katılmış, onun sonucunda inançlarınızı ve eylemlerinizi değiştirmişsinizdir. Belki çocuklarınız olmasına karar vermiş ya da kariyer yolunu seçerek onları ertelemiş olabilirsiniz. Belki bir eve ya da bir işe yatırım yapmaya karar vermişsinizdir. Belki jimnastik yapmaya, ülkenin başka bir tarafına taşınmaya, dünyanın çevresini dolaşmaya karar vermişsinizdir. Bu kararlar sizi hayatınızın bu noktasına nasıl getirdi? Son on yıl içinde acı ve çaresizlik duyguları hissettiniz, size haksızlık edildiği duygularına kapıldınız, umutsuzluklar duydunuz mu? Ben kesinlikle bunların hepsini yaşadım. Madem ki öyle, siz bu konularda ne gibi kararlar verdiniz? Kendinizi sınırlarınızın ötesinde zorladınız mı, yoksa vaz mı geçtiniz? Bu kararlar şimdiki hayat yolunuzu nasıl biçimlendirdi? |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img261.imageshack.us/img261/3...linderssr6.gif "İnsan rastlantıların yarattığı bir şey değildir; raslantılar insanın yarattığı şeylerdir." BENJAMIN DISRAELI Ben her şeyden çok, kaderimizi kararlarımızın biçimlendirdiğine inanırım, yoksa koşullarının biçimlendirdiğine değil. İmtiyazlı doğmuş bazı insanlar bulunduğunu siz de, ben de biliriz. Genetik avantajları, çevresel avantajları, aile avantajları ya da ilişkilerden doğan avantajları olanlar vardır. Ama sizin de benim de bildiğimiz bir başka şey de hayatlarında ne yapacakları konusunda yeni kararlar vermekle, tüm dezavantajlara rağmen kendi koşullarının ötesine doğru patlayarak sıçrayan kişilerle sık sık karşılaştığımız, onlarla ilgili şeyler okuduğumuz ve duyduğumuz gerçeğidir. O insanlar, insan ruhunun sınırsız gücünün örnekleri olmuşlardır. Eğer karar verirsek, siz ve ben de hayatlarımızı bu ilham verici örneklere benzetebiliriz. Nasıl mı? Doksanlı yıllarda ve onun ötesinde nasıl yaşayacağımızla ilgili kararları şimdi vererek... Eğer nasıl yaşayacağınız konusunda karar vermezseniz, eh, o da bir karar sayılır, öyle değil mi? Kendi kaderinizi çizmek yerine, çevrenin yönetimine girmeye karar vermişsiniz demektir. Benim bütün hayatım bir tek günde değişti... O gün, hayatımda nelere sahip olmak istediğime değil, kim olduğuma ve nelere sahip olmaya adandığıma karar verdiğim gündü. Bu basit bir farktır, ama çok önemli bir farktır. "Durun! Durun! Beni dinleyin! Biz koyun kalmak zorunda değiliz!" Bir an düşünün. Bir şeye ilgi duymakla, ona adanmak arasında bir fark var mı? Hem de nasıl! İnsanlar çoğu zaman, "Ah, daha çok para kazanabilmeyi ne kadar çok isterdim!" derler. Ya da, "Çocuklarımla daha yakın ilişkim olabilmesini isterdim," derler. Ya da, "Biliyor musunuz, dünyada bir fark yaratmayı çok isterdim" derler. Ama bu tür sözlerin adanmakla hiç ilgisi yoktur. Bu yalnızca bir tercihi belirtmektir. "Bunun olmasına ilgi duyuyorum ama bu konuda kendim bir şey yapmamak şartıyla" demektir. Kuvvet değildir bu! Zayıf bir duadır, üstelik olayı başlatmak için gereken inançtan bile yoksun bir duadır. Oysa yalnız elde etmeye adanacağınız sonuçlar konusunda değil, nasıl bir insan olmaya adanacağınız konusunda da karar vermeniz gerekir. Bölüm 1'de konuştuğumuz gibi, kendinizle ilgili olarak kabul edilebilecek davranışlar için standartlar koymanız, sizin için önemli olan insanlardan da neler bekleyeceğinizi saptamanız gerekmektedir. Eğer hayatta neleri kabul edeceğiniz konusunda bir taban standart koymazsanız, hak ettiğinizin çok aşağısında davranışlara, tutumlara ve düzeysiz bir hayat kalitesine doğru kaymanın çok kolay olduğunu görürsünüz. Bu standartları koymak ve hayatınızda ne olursa olsun onlara göre yaşamak zorundasınız. Her şey ters gitse bile, düzenlediğiniz geçit töreninde yağmur yağsa, borsa çökse, sevgiliniz sizi terketse, ihtiyaç duyduğunuzda kimse size destek vermese bile, yine de hayatınızı en yüksek düzeyde yaşama kararına adanmışlığımız bozulmamalıdır. Ne yazık ki çoğu insanlar bunu hiç yapmazlar, çünkü tüm güçlerini özürler bulmaya yöneltirler. Amaçlarına ulaşamayışları ve istedikleri hayatı yaşayamamaları, ya anneleriyle babalarının onlara çocukluklarında davranış biçimindendir, ya gençliklerinde karşılarına hiç fırsat çıkmamış olmasındandır, ya iyi eğitim alma olanağını kaçırdıkları içindir, ya çok yaslı oldukları ya da çok genç oldukları içindir. Aslında bu özürlerin hepsi, İ.S.dir! (yani "İnanç Sistemi") Bunlar sınırlayıcı olmakla kalmaz, aynı zamanda yıkıcıdırlar. Karar gücünü kullanmak, size, hayatınızın her yönünü bir anda değiştirme yolundaki her özrü aşma kapasitesini getirecektir. İlişkilerinizi, çalışma ortamınızı, fiziksel sağlamlık düzeyinizi, gelirinizi ve duygusal durumunuzu değiştirecektir. Mutlu ya da üzgün oluşunuzu, kaygılı ya da heyecanlı oluşunuzu, koşulların esiri ya da özgürlüğünüzün şampiyonu oluşunuzu o saptayacaktır. O, bireyin de ailenin de topluluğun da, toplumun da, dünyamızın da içindeki değişim kaynağıdır. Son birkaç yıl içinde Doğu Avrupa'da her şeyi değiştiren neydi? Orada yaşayan insanlar -yani sizin, benim gibi insanlar- bundan böyle neyi temsil edecekleri, neyin kabul edilebilir, neyin kabul edilemez olduğu, neye artık tahammül etmeyecekleri konusunda yeni kararlar verdiler. Gorbaçov'un kararları elbette yolu açmaya yardımcı oldu, ama Lech Walesa'nın kararlılığı ve daha yüksek bir standarda adanmışlığı, büyük ekonomik ve siyasal değişikliklere giden o yolu asıl inşa eden güç oldu. İşlerinden şikâyet edip duran insanlara sık sık, "Bugün neden işe gittiniz?" diye sorarım. Genellikle, "Mecburdum da ondan," diye cevap verirler. Sizin de, benim de, hatırlamamız gereken bir nokta vardır. Aslında hiçbir şeyi yapmaya mecbur değiliz. İşe gitmeye mecbur olmadığınız gün gibi ortadadır. Hele bugünkü dünyamızda! Belli bir günde, belli bir yerde çalışmak zorunda da değilsiniz. Son on yıldır yapmakta olduğunuz şeyi yapmak zorunda asla değilsiniz. Başka bir şey yapmaya karar verebilirsiniz. Yeni bir şey. Bu kararı hemen bugün verebilirsiniz. Şimdi, şu anda bir karar verebilirsiniz. Okula geri dönersiniz, dans etmeyi, şarkı söylemeyi öğrenirsiniz, mâlî kontrolünüzü elinize alırsınız, helikopterle uçmayı öğrenirsiniz, vücudunuzu bir ilham simgesi haline dönüştürürsünüz, meditasyona başlarsınız, NASA uzay kampına katılırsınız, Fransızca öğrenirsiniz, çocuklarınıza daha çok kitap okursunuz, çiçek bahçesinde daha çok zaman geçirirsiniz, uçağa atlayıp Fiji'ye gider, orada yaşamaya başlarsınız. Eğer gerçekten karar verirseniz, yapamayacağınız şey yoktur. Demek ki eğer şu anda içinde bulunduğunuz ilişkiden memnun değilseniz, onu değiştirme kararını şimdi verin. Şimdiki işinizi sevmiyorsanız, değiştirin. Kendinizle ilgili duygularınızdan memnun değilseniz, onları da değiştirin. İstediğiniz şey daha yüksek düzeyde bir fiziksel canlılık ve sağlıksa, onu da şimdi değiştirebilirsiniz. Bir an içinde, tarihi değiştiren o gücü yakalayıverirsiniz. Ben bu kitabı, içinizdeki dev karar gücünü uyandırmanız ve doğuştan hakkınız olan sınırsız gücü, capcanlı hayatı, neşe dolu ihtirasları ele almanız için yazdım! Hayatınızı derhal değiştirecek yeni bir kararı şu anda verebileceğinizi bilmeniz gerekir. Bu değiştireceğiniz bir alışkanlığınızla, öğreneceğiniz bir beceriyle, insanlara muamele ediş biçiminizle, yıllardır konuşmadığınız birini aramakla ilgili olabilir. Belki kariyerinizi bir sonraki düzeye yükseltmek için temas etmeniz gereken biri olabilir. Belki şu anda vereceğiniz karar, her gün tatmaya hakkınız olan en olumlu duyguların zevkini çıkarmak ve onları geliştirmek olabilir. Daha fazla neşe, daha fazla eğlence, daha fazla güven ve daha fazla huzur yolunu seçmeniz mümkün müdür? Daha bu sayfayı çevirmeden önce, içinizde bekleyen o gücü kullanmaya başlayabilirsiniz. Sizi yeni, olumlu, güçlü bir yöne, büyüme ve mutluluk yönüne gönderecek olan yeni kararı verin. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img261.imageshack.us/img261/3...linderssr6.gif Kendi varlığını bile amacına feda edebilen insan iradesine karşı hiçbir şey direnemez." BENJAMIN DISRAELI Hayatınız, yeni, tutarlı ve adanmış bir karar verdiğiniz anda değişir. Mesleği avukat, karakteri barışçı olan sessiz ve mütevazı bir adamın kararlılığıyla inancı yüzünden, koskoca bir imparatorluğun devrileceği kimin aklına gelirdi? Ama yine de Mahatma Gandhi'nin Hindistan'ı İngiliz yönetiminden kurtarma yolundaki o sarsılmaz kararı, dünyadaki güç dengesini ebediyen değiştiren hareketi başlatan güç olmuştur. Gandhi'nin amaçlarını nasıl gerçekleştirebileceğini hiç kimse anlayamıyordu. Ama o, vicdanına göre davranmaktan başka açık yol bırakmamıştı kendine. Başka hiçbir ihtimali asla kabul etmeyecekti. John F. Kennedy'nin o gergin Küba Füze Krizi sırasında Nikita Kruşçev'le kapışıp Üçüncü Dünya Savaşı'nı önlemesinin kaynağı da karardı. Martin Luther King, Jr.'ın, artık yok sayılmaya razı olmayan bir halkın dertlerini ve umutlarını seslendirerek dünyanın dikkatini çekmesinin de kaynağı karardı. Donald Trump'ın finans dünyasının en yukarlarına meteor gibi yükselmesinin kaynağı karar olduğu gibi, sonradan korkunç biçimde düşüşünün kaynağı da karardı. Pete Rose'un kendi fiziksel yeteneklerini "Dünya Şöhretleri" düzeyine yükseltip, sonunda kendi 'hayatının rüyasını mahvetmesine yol açan da karardı. Kararlar hem sorunların, hem de inanılmaz sevinçlerle fırsatların kaynağı olabilmektedirler. Görünmezi görünür kılma sürecinin kıvılcımı, bu güçte yatar. Gerçek kararlar, rüyalarımızı gerçeğe dönüştüren aracılardır. Bu gücün en heyecan verici yanı, zaten sizin içinizde oluşudur. Karar denilen şeyin o patlayıcı etkisi, yalnızca gerekli referanslara sahip, parasal ve ailesel avantajları olan bir avuç seçilmiş insana özgü değildir. Kralın elinde olduğu kadar, basit bir işçinin de elindedir. Şu anda bu kitabı elinde tutmakta olan sizlerin de elindedir. Eğer gerekli cesareti toplayabilirseniz, bundan sonraki saniyede, içinizde hazır bekleyen o gücü hemen kullanmaya başlayabilirsiniz. Kendinizin kişi olarak, şimdiye kadar sergilediğinizden çok daha büyük olduğunuza kesin karar vereceğiniz gün, bugün müdür? Hayatınızı ruhunuzun kalitesiyle eş düzeye getirmeye kesin karar vereceğiniz gün bugün müdür? O halde duyuruda bulunmaya başlayın. "Ben buyum. Hayatım budur. Yapacaklarım şunlardır. Hiçbir şey, kaderime ulaşmama engel olamaz. Kararım inkâr edilemez." Son derece gururlu bir insanı düşünün. Rosa Parks adlı bir kadın. 1955 yılının bir gününde, Alabama'nın Montgomery kentinde otobüse binmiş ve oturduğu yeri (yasanın gereğine uygun olarak) bir beyaza vermeyi reddetmiş. Bu bir tek sessiz itaatsizlik hareketi, bir anda bir amaç yangınının kıvılcımını tutuşturmuş, olay kuşaklar boyunca bir hak mücadelesinin simgesi haline gelmiş. Vatandaşlık hakları hareketinin başlangıcı olmuş. Bir bilinçlenme ve uyanma süreci başlamış. Bugün eşitliğin, fırsatın ve adaletin, ırka, dine ve cinsiyete bakmaksızın tüm Amerikalılar açısından yeniden tanımlanmasıyla uğraşırken, hâlâ o sürecin içindeyiz. (90'lı yıllardan bahsediliyor.) Rosa Parks o otobüste yerini vermediği anda, geleceği mi düşünüyordu? Toplumun yapısını değiştirmekle ilgili ilâhî bir planı mı vardı? Belki. Ama daha büyük olasılıkla, ona o hareketi yaptıran, kendini daha yüksek bir standarda bağlaması olmuştur. Bir tek kadının kararı ne kadar da büyük hareketlerin kaynağı olmuş! Eğer şu anda içinizden: "Böyle kararlar vermeyi çok isterdim, ama ben gerçek trajediler yaşadım" diye düşünüyorsanız, size Ed Roberts'in örneğini vereyim. Ed Roberts tekerlekli sandalyeye mahkûm, "sıradan" bir insanken, kendisini sınırlayan koşulların ötesinde yaşama kararıyla, birdenbire "olağanüstü" bir insan olmuştur. Ed on dört yaşından bu yana, boynundan aşağı felçlidir. Gündüzleri "normal" bir hayat sürebilmek için soluma cihazı kullanır, gecelerini de çelik ciğer içinde geçirir. Çocuk felcine karşı gerçek bir savaş vermiş, birkaç kere hayatını kaybetme tehlikesiyle karşılaşmış biri olarak, herhalde dikkatini kendi acılarına çevirebilirdi, ama o, başkaları için de fark yaratacak yolu seçti. Yaptığı, başardığı neydi? Son on beş yıldan beri, kendisine tepeden baktığını hissettiği bir dünyaya karşı verdiği mücadele, sakatların hayat kalitesinde nice zenginleşmelerin kaynağı oldu. Ed, fiziksel sakatların yetenekleriyle ilgili çok sayıda yanlış inanca karşı mücadele vererek genel kamuoyunu eğitti, kent sokaklarında tekerlekli sandalyelerin kaldırıma çıkabileceği rampaların yapılmasından, özel park yerlerine, sakatların tutunabileceği duvar çubukları konulmasına kadar pek çok şeyi gerçekleştirdi. Berkeley'deki California Üniversitesi'nden mezun olan ilk kadriplejik oldu, sonra da California Eyaletinde Rehabilitasyon Müdürü olarak görev yaptı, bu görevi üstlenen ilk sakat kişi olmasıyla da öncülüğünü sürdürdü. Ed Roberts, önemli olanın nereden başladığınız değil, nereye varmak üzere karar verdiğiniz olduğu konusunda güçlü bir kanıttır. Giriştiği her eylem, bir tek güçlü ve adanmış karar ânının ürünüdür. Siz gerçekten karar verseniz, hayatınızda neler yapabilirdiniz? Birçok insan der ki, "Öyle bir karar vermeye bayılırdım, ama hayatımı nasıl değiştirebileceğimden emin değilim." Bu insanlar, rüyalarını gerçekleştirmenin yolunu tam olarak bilememe korkusundan felç olmuşlardır. Sonuç olarak da, hayatlarını hak ettikleri şahesere dönüştürecek kararları hiçbir zaman alamazlar. Şimdi ben size diyorum ki, nasıl sonuç yaratacağınızı en başında bilmek, o kadar da önemli değildir. Önemli olan, bir yolunu bulmaya karar vermektir. Nasıl bir yol olursa olsun. Sınırsız Güç kitabımda, "Nihaî Başarı Formülü" diye adlandırdığım bir şeyi açıklamıştım. O formül, sizi gitmek istediğiniz yere ulaştıracak basit bir süreçti: 1) Ne istediğinize karar verin. 2) Eyleme geçin. 3) Nelerin iyi sonuç verip nelerin vermediğini fark edin ve 4) Elde etmek istediğinize ulaşıncaya kadar, yaklaşımınızı değiştirin. Bir sonuç üretmeye karar vermek, olayları harekete geçirir. Eğer istediğinizin ne olduğuna karar verir, kendinizi eyleme geçirirseniz, bundan bir şeyler öğrenip, yaklaşımınızı değiştirirseniz işte o zaman, o sonuca ulaşacak gidişi yaratabilirsiniz. Bir şeyi oldurmaya gerçekten adandığınız anda, bunu "nasıl" yapacağınız da kendini gösterecektir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img261.imageshack.us/img261/3...linderssr6.gif "Tüm inisiyatif ve yaratma eylemleriyle ilgili bir tek basit gerçek vardır: Kişi kendini gerçekten adadığı anda, "Kader" de harekete geçmektedir." JOHANN /VOLFGANG VON GOETHE Eğer karar vermek bu kadar basit ve güçlüyse, o zaman Nike'nin öğüdüne, "Haydi, yapın!" öğüdüne uyan insanlar neden o kadar fazla değil? Bence bunun en basit nedenlerinden biri, çoğumuzun gerçek bir karar vermenin ne demek olduğunu bilmeyişimiz. Tutarlı, adanmış bir kararın yaratabileceği değişim gücünü anlayamıyoruz. Sorunun bir bölümü, çoğumuzun uzun zamandan beri "karar" kelimesini pek gevşek bir anlamda kullanıyor olmamız, onu hemen hemen "dilek listesi" düzeyinde bir anlama indirgemiş olmamızdır. Karar vermek yerine, tercihlerimizi sıralıyoruz. "Sigarayı bırakmak istiyorum," demek yerine, bu konuda gerçek bir karar vermek, diğer tüm ihtimalleri kesen, durduran bir şeydir. Aslında "karar" kelimesinin de kök olarak "kesmek" le bir ilişkisi olduğundan hemen hemen eminim. Gerçek bir karar vermek, bir sonuç elde etmeye adanmak, kendinizi diğer tüm ihtimallerden koparmaktır. Bir daha sigara içmemeye gerçek anlamda karar verdiğinizde, iş bitmiştir. Tamamdır artık! Sigara içme ihtimalini bir daha düşünmeyeceksiniz bile. Eğer karar gücünü herhangi bir zamanda bu şekilde kullanmış insanlardansanız, benim ne demek istediğimi hemen anlamışsınızdır. Alkolikler de çok iyi bilir ki, yıllar boyunca bir tek kadeh içmemiş bile olsalar, eğer günün birinde bir kadeh içme konusunda kendini kandırmayı sürdürüyorsa, her şey nasılsa yeni baştan başlayacaktır. Gerçek bir karar verdikten sonra, o karar çok zor bir karar bile olsa, çoğumuz içimizde çok büyük bir rahatlama hissederiz. Sonunda çitin öte yanına geçtik, deriz. Açık seçik, tartışılmaz bir amaca sahip olmanın ne harika bir şey olduğunu da hepimiz biliriz. Bu tür açık seçiklik size güç verir. Açık seçiklik sayesinde, hayatınızda gerçekten istediğiniz sonuçları üretebilirsiniz. Çoğumuz için zorluk, çoktan beri hiçbir karar vermemiş olduğumuz için bunun nasıl bir duygu verdiğini unutmuş olmamızdır. Karar verme kaslarımız gevşemiştir! Bazı insanlar akşam yemeğinde ne yiyeceklerine karar vermekte bile güçlük çekmektedirler. O halde o kasları nasıl güçlendirebiliriz? Egzersiz yaptırarak! Daha iyi kararlar vermenin yolu, daha çok kararlar vermektir. Sonra her verdiğiniz karardan bir şeyler öğrenmeyi unutmayın. Kısa dönemde sonuç vermiyor gibi görünenlerden bile... Bunlar daha iyi değerlendirmeler yapabilme konusunda önemli farklara işaret ederler, gelecekteki kararlarınızı iyiye götürürler. Bilin ki karar vermek de, her beceri gibi, sık sık yaptıkça daha iyiye gidecektir. Ne kadar sık karar verirseniz, hayatınızın kontrolünün kendi elinizde olduğunu o kadar iyi anlayacaksınız. Gelecekteki alt edilecek zorlukları hevesle bekliyor olacaksınız, onları yeni farklılıklar yaratmak ve hayatınızı bir sonraki düzeye çıkarmak için birer fırsat olarak göreceksiniz. Hayatınızın gidişini değiştirmede kullanabileceğiniz bir tek enformasyon parçasının, bir tek küçük farklılığın bile önemini ne kadar vurgulasam azdır. Enformasyon, kullanıldığı zaman güç verir. Benim gerçek karar kriterlerimden biri, peşinden eylem gelmesidir. İşin en heyecan verici yanı, bunun ne zaman karşınıza çıkacağını bilemeyişinizdir! Benim 700'den fazla kitap okuyuşum, kasetler dinleyişim, o kadar çok sayıda seminerlere gidişim, bir tek küçük farklılığın değerini anladığım içindir. Belki bu kitabın bir sonraki sayfasında ya da bir sonraki bölümünde olabilir. Hattâ belki zaten bildiğiniz bir şey bile olabilir. Ama her nedense, bu sefer aklınıza yer eder, kullanmaya başlarsınız. Unutmayın ki becerinin anası, tekrarlardır. Farklılıklar bize daha iyi kararlar verme gücünü getirir, o sayede de kendi istediğimiz sonuçları yaratabiliriz. Bu farklılıklara sahip olmamak, size büyük acılar getirebilir. Örneğin, kültürümüzdeki ünlü kişilerin pek çoğu rüyalarına ulaşmışlardır, ama onun zevkini çıkarmanın yolunu henüz öğrenememişlerdir. Kendilerini doyumsuz hissettikleri için uyuşturuculara dönmektedirler. Bunun nedeni, kişinin amacına ulaşmasıyla kendi değerlerini yaşıyor olması arasındaki farklılığı gözden kaçırmalarıdır. Bunu daha sonraki sayfalarda öğreneceksiniz, insanların bilmediği, anlayamadığı bir başka küçük farklılık daha vardır ki, ilişkilerinde sürekli olarak acılara o da yol açabilir. Kurallar farklılığıdır bu. Onu da kendimizi tanıma süreci içinde inceleyeceğiz. Bazen bir farklılığı gözden kaçırmak, her şeyinizin kaybedilmesine yol açar. Sürekli koşturarak yaşayan ama yağlı yiyecekler yiyen kişiler, damarlarını tıkamaları nedeniyle, kalp krizi ihtimalini artırırlar. Ben hayatımın büyük bölümü boyunca, ünlü iş dünyası uzmanı Dr. W. Edwards Deming'in derin bilgi dediği şeyin peşinde koştum. Bana göre derin bilgi, anladığımız anda uygulamaya geçirip hayatımızın kalitesinde büyük iyileşmeler yaratabileceğimiz basit bir farklılık, strateji, inanç, beceri ya da araçtır. Gerek bu kitap, gerekse benim hayatım, evrensel uygulama alanına sahip, kişisel ve profesyonel hayatımızı iyileştirebilecek derin bilgileri aramaya adanmıştır. Ben sürekli olarak, bu bilgileri insanlara nasıl aktarsam da, kendi zihinsel, duygusal, fiziksel ve finansal kaderlerini biçimlendirecek gücü onlara kazandırsam diye düşünmekteyim. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif "Kaderiniz karar anlarınızda biçimlenir." ANTHONY ROBBINS Hayatınızın her anında verdiğiniz üç karar, sizin kaderinizi kontrol etmektedir. Bu üç karar, nelere dikkat edeceğinizi, kendinizi nasıl hissedeceğinizi ve neler yapacağınızı, son olarak da ne katkılarda bulunup, kim olacağınızı ilgilendiren kararlardır. Eğer bu üç kararı kontrol etmezseniz, hayatınızın kontrolü sizin elinizde değil demektir. Bu kararları kontrol ettiğiniz zaman, kendi tecrübelerinizi biçimlendirmeye başlarsınız. Kaderinizi kontrol eden üç karar şunlardır: 1. Nelere odaklanacağınıza karar vermek. 2. Bir şeyin sizin için ne anlam taşıdığına karar vermek. 3. İstediğiniz sonuçları yaratmak için ne yapacağınıza karar vermek. Görüyorsunuz ya, kim olacağınızı saptayan şey, daha önce başınıza gelenler ya da şimdi başınıza gelmekte olanlar değildir. Daha çok, neye odaklanacağınız, her şeyin sizin için ne anlam taşıdığı ve bu konuda neler yapacağınızdır. Nihaî kaderinizi çizecek olan bunlardır. Eğer sizin kendi alanınızda, sizden daha başarılı birileri varsa, bilin ki onlar bu kararları, aynı koşullar altındayken bile sizden farklı biçimde vermektedirler. Ed Roberts kesin olarak, kendi durumundaki başka insanlardan farklı şeylere odaklanmayı seçmiştir. Kendisinin bir fark yaratabilmesine yönelmiştir. Fiziksel durumu, onun gözünde, üstesinden gelinmesi gereken bir zorluktur. Ne yapacağına karar verirken, kendi durumundaki başka insanların hayatını daha kolaylaştıracak şeyleri seçmiştir. Fiziksel özürlü kişiler için hayat kalitesini yükseltecek biçimde, çevreyi değiştirmeye kendini adamıştır. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif "İnsanların hayatlarını kendi çabalarıyla yükseltme yeteneğinden daha cesaret verici bir şey bilmiyorum." HENRY DAVID THOREAU Çoğumuz kararlarımızın büyük bölümünü bilinçli olarak vermeyiz. Özellikle bu çok önemli üç kararı! Bunun karşılığında da çok pahalı bir bedel öderiz. Aslına bakarsanız, çoğu insan benim "Niagara Sendromu" dediğim durumu yaşamaktadır. Bence hayat bir nehir gibidir. Çoğu insan bu nehre, sonunda nereye çıkacağına karar vermeden atlar. Böylece çok geçmeden akıntıya kapılırlar. Günlük olaylar, günlük korkular, günlük zorluklar... Nehrin çatal oluşturduğu yerlere vardıklarında, hangi tarafa gitmek istediklerine bilinçli biçimde karar vermezler, kendileri için hangi tarafın uygun olduğunu da düşünmezler. Kendilerini akıntıya bırakmakla yetinirler. Kendi değerleriyle yönetilmek yerine çevre tarafından yönetilen o insan kalabalığına katılırlar. Sonuç olarak, kontrolün kendi ellerinde olmadığını hissederler. Böyle bilinçsiz bir durumda kalmayı sürdürürler. Tâ ki günün birinde kükreyen suların sesi onları uyandırana kadar... Bir de bakarlar ki, küreksiz bir kayığın içinde, Niagara Çavlanından beş metre gerideler. O anda, "Hay Allah!" derler, ama artık iş işten geçmiştir. Aşağıya düşeceklerdir. Bazen bu düşüş, duygusal bir düşüştür. Bazen fiziksel bir düşüştür. Bazen finansal bir düşüştür. Hayatınızda bugün yüzyüze olduğunuz güçlükler, büyük ihtimalle, nehrin yukarısındayken verilen iyi kararlarla önlenebilirdi. Kudurgan bir nehrin sularına kapılmış durumdayken olayları nasıl tersine çevirebiliriz? Ya kürekleri suya daldırıp ters yönde deliler gibi kürek çekerek, ya da ileriyi planlamaya çalışarak. Gerçekten varmak istediğiniz yere doğru bir rota çizerek... Elinizde bir plan ya da harita bulundurup, yol üzerinde kaliteli kararlar verebilmeyi mümkün kılarak... Belki bunu hiçbir zaman düşünmemiş olabilirsiniz ama beyniniz zaten kararlar vermenizi mümkün kılan bir iç sistem olarak yapılandırılmıştır. Bu sistem, görünmez bir güç olarak hareket eder, iyi ya da kötü tüm düşüncelerinizi, eylemlerinizi ve duygularınızı, hayatınızın her ânında yönlendirir. Hayatınızdaki her şeyi değerlendiriş biçiminizi kontrol eder. Onu yöneten de, büyük ölçüde bilinçaltınızdır. İşin korkunç yanı, çoğu insan bu sistemi hiçbir zaman bilinçli olarak kurmuş değildir. Sistem yıllar içerisinde, türlü kaynaklar tarafından, hemen hemen kendiliğinden kurulur. Bu kaynaklar çok çeşitlidir: Anne-babalar, öğretmenler, arkadaşlar, televizyon, reklamlar ve genel olarak kültür... Bu sistemin beş bölümü vardır: 1) Kilit inançlarınız ve bilinç dışı kurallarınız 2) Hayat değerleriniz 3) Referans noktalarınız 4) Kendinize sürekli olarak sorduğunuz sorular 5) Her an hissettiğiniz duygusal durumlar Bu beş unsurun sinerjisi etkisi, size bir eylemi yaptıran ya da yaptırmayan gücü harekete geçirir, geleceğe kaygılanmanızı ya da gelecekten korkmanızı, kendinizi seviliyor ya da sevilmiyor hissetmenizi, başarı ve mutluluk düzeyinizin ne olacağını dikte eder. Yaptığınız şeyi neden yaptığınızı ya da yapmanız gerektiğini çok iyi bildiğiniz bir şeyi neden yapmadığınızı o saptar. Bu beş unsurdan herhangi birini değiştirmekle, yani ister kilit inançlar ve kurallar, ister değerler, ister referanslar, ister sorular ya da ister duygusal durum olsun, bir tanesini değiştirmekle, hayatınızda hemen güçlü ve ölçülebilir bir değişiklik yaratabilirsiniz. En önemlisi de, bu durumda etkilerle değil, nedenlerle savaşıyor olmanızdır. Unutmayın ki eğer sürekli olarak fazla yiyorsanız, bunun gerçek nedeni genellikle yiyeceğin kendisiyle ilgili değil, değerler sorunuyla ya da inançlar sorunuyla ilgilidir. Bu kitapta adım adım size master sistem'inizi nasıl keşfedebileceğinizi göstereceğim, siz de o zaman kendi isteklerinizle tutarlı birtakım basit değişiklikleri yapmaya başlayacaksınız, geçmiş şartlanmalarınızın kontrolünde devam etmekten kurtulacaksınız. Şu anda harikulade bir yolculuğa çıkmak üzeresiniz. Bu yolculukta kendinizin kim olduğunu, neyi neden yaptığınızı keşfedeceksiniz. Bu güç üstünlükleriyle, iş arkadaşlarınızın, eşinizin ve diğer sevdiklerinizin hangi karar sistemini kullandıklarını anlayacaksınız. Ve sonunda onların "hayranlık uyandırıcı" davranışlarını da çözebilecek, görebileceksiniz! Esas iyi haber, hayatımızın herhangi bir ânında bilinçli kararlar vererek bu sistemi alt edebileceğimizdir. Geçmişteki şartlanmamızın, bugünümüzü ve yarınımızı kontrol etmesine izin vermek zorunda değiliz. Bu kitapla, inanç ve değerlerinizi sistematik olarak yeniden organize edebilir, kendinizi yeni baştan icat edebilir, tasarımladığınız hayatta, kendi istediğiniz yöne doğru yönelebilirsiniz. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif "Cesaretimi kaybetmiyorum, çünkü vazgeçilen her yanlış girişim, ileri doğru atılmış yeni bir adımdır." THOMAS EDISON Karar gücünü gerçek anlamda kullanma yolunda son bir engel daha vardır. O da, yanlış kararlar verme korkumuzu yenmektir. Hayatta hiç kuşkusuz yanlış kararlar da vereceksiniz. İşleri yüzünüze gözünüze bulaştırdığınız da olacaktır! Ben de her zaman mutlaka en doğru kararları vermiş değilimdir. Ama zaten öyle bir şey beklemiyordum. Gelecekte de her zaman en doğru kararları verecek değilim. Ama ben, verdiğim karar ne olursa olsun, esnek olmaya, sonuçlara bakıp onlardan ders almaya, o dersleri, gelecekteki daha iyi kararlar için kullanmaya karar verdim. Unutmayın: Başarı aslında doğru düşünmenin ürünüdür. Doğru düşünme tecrübelerden gelir. Tecrübeler ise kötü düşünmenin sonuçlarıdır! Size kötü ya da acı tecrübe gibi görünen şeyler, genellikle en önemlileridir. İnsanlar başarıya ulaşınca, kutlamalara yönelirler. Başarısızlıkla karşılaşınca, oturup düşünürler, hayatlarının kalitesini daha iyiye götürecek birtakım farkları keşfederler. Hatâlarımızdan ders almaya yönelmeli, dövünmekle zaman harcamamalıyız, çünkü öyle yaparsak, gelecekte de aynı hatâları tekrarlarız. Kişisel tecrübe kuşkusuz çok önemli bir şeydir, ama bir rol modeline sahip olmanın da ne kadar değerli olduğunu düşünmek gerekir. Sizden önce o tehlikeli sularda yolculuk etmiş olan biri, size izleyebileceğiniz bir harita verebilir. Finans konularınız için bir rol modeliniz, ilişkileriniz için bir rol modeliniz, sağlığınız için bir rol modeliniz, mesleğiniz için bir rol modeliniz, hayatınızın geliştirmek istediğiniz her yönü için bir rol modeliniz olabilir. Bu kişiler sizi yıllar sürecek acılardan kurtarabilir, uçurumlara yuvarlanmanızı engelleyebilirler. Bazen de nehrin üzerinde kendinizi yalnız bulur, önemli kararları kendi kendinize vermek zorunda kalırsınız. Bu konudaki iyi haber, eğer tecrübelerinizden ders almaya hazır ve istekliyseniz, zorluk dönemi diye nitelendirdiğiniz dönemlerin bile size çok değerli bilgiler getirdiğini, ilerdeki kararlarınızda kullanabileceğiniz kilit farklılıklar sunduğunu görebilmektir. Hangi başarılı insana sorsanız, size aynı şeyi söyleyecektir -tabii eğer dürüst davranıyorsa!- Benim sizden başarılı olmam, sizden daha çok sayıda kötü kararlar vermiş olduğumdandır, diyecektir. Seminerlerime gelen insanlar genellikle bana, "Belli bir becerinin ustası olmak acaba ne kadar zamanımı alır?" diye sorarlar. Benim onlara hemen verdiğim cevap, "Siz ne kadar zaman almasını istiyorsunuz?" sorusudur. Eğer siz günde on yeni eylem kararı alıyorsanız ve bu oranda da öğrenme tecrübesi biriktiriyorsanız, beri yanda başka biri ayda bir tek yeni eylem kararı alıyorsa, o zaman on aylık tecrübeyi bir günde biriktiriyorsunuz demektir. Çok geçmeden o becerinin ustası olursunuz -ve ne gariptir ki- size o zaman "istidatlı ve şanslı" derler. Ben topluluk önünde konuşma becerisini çok iyi öğrendim, çünkü haftada bir kere değil, günde üç kere konuşmalar yaptım. Beni dinleyecek birilerini bulduğum anda, hazırdım. Kuruluşumda çalışan diğer insanlar yılda kırk sekiz konferans vermek üzere planlar yaparken, ben o kadar konferansı iki haftada veriyordum. Bir ay dolduğunda, iki yıllık tecrübe biriktirmiştim. Bir yılın sonunda tecrübem on yıllık olcaktı. İş arkadaşlarım, böyle bir yetenekle doğduğum için ne kadar "şanslı" olduğumu söyleyip duruyorlardı. Onlara da şu anda size söylediğim şeyi söylemeye çalıştım. Ustalaşmak, siz ne kadar sürdürmek isterseniz, o kadar sürer. Bu arada, acaba verdiğim konferansların hepsi harika mıydı? Hiç de değildi! Ama her tecrübeden ders almayı iş edindim, bu beni ustalaştırdı, sonunda herhangi boyda bir salona girdiğimde, her meslekteki insanlara gerçek anlamda ulaşabilmeyi başardım. Ne kadar hazırlıklı olursanız olun, size bir konuda daha garanti vermek isterim: Eğer hayat nehrinin üzerindeyseniz, mutlaka birkaç sert kayaya da çarpacaksınız demektir. Bu karamsarlık değil, gerçekçilik aslında. İşin kilidi şurada: Kayığınız karaya oturduğu zaman, kendinizi "başarısız" bulup dövüneceğiniz yerde, hayatta başarısızlık diye bir şey olmadığını hatırlayın. Var olan yalnızca sonuçlardır. Eğer istediğiniz sonuçları elde edemedinizse, bu tecrübeden bir şeyler öğrenin ki ilerde daha iyi kararlar verebilmek için elinizde referanslarınız olsun. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif "Ya bir yol bulacağız, ya da bir yol açacağız." ANİBAL Uzun dönemli mutluluğunuzu garantiye almak için vermeniz gereken en önemli kararlardan biri, hayatın size getirdiği şeyi o anda kullanmaya karar vermektir. Eğer; 1) Kesinlikle başarmak istediğiniz şeyin ne olduğuna açık seçik karar vermişseniz, 2) Büyüp çapta eyleme geçmeye istekliyseniz, 3) Nelerin iyi sonuç getirip nelerin getirmediğine dikkat ediyorsanız ve 4) İstediğinizi elde edinceye kadar, hayatın belli anlarda karşınıza çıkardıklarını hemen kullanarak, yaklaşımınızı değiştirmeyi sürdürüyorsanız, o zaman elde edemeyeceğiniz hiçbir şey yok demektir. Büyük çapta başarılı olan herkes bu dört adımı atmış, Nihaî Başarı Formülü'nü uygulamıştır. Benim en sevdiğim "Nihaî Başarı" hikâyelerinden biri, Bay Soichiro Honda'nın hikâyesidir. Tahmin edeceğiniz gibi, Bay Honda, kendi adıyla anılan kuruluşun kurucusudur. Ne kadar büyük olursa olsun bütün şirketler gibi, Honda Şirketi de bir kararla ve sonuç elde etmeye dönük ihtiraslı bir arzuyla başlamıştır. 1938 yılında, Bay Honda henüz okulda öğrenciyken, sahip olduğu her şeyi bir küçük atölyeye yatırmış, piston ringleri konusunda kendi kafasında var olan fikri geliştirmeye koyulmuştur. Çalışmalarını Toyota Şirketine satmak istediği için gece gündüz çalışmış, dirseklerine kadar yağlara batmış, o atölyede yatıp kalkmış, sonuç alacağına olan inancını hiçbir zaman yitirmemiştir. İşini sürdürebilmek için karısının mücevherlerini bile rehine koymak zorunda kalmıştır. Ama sonunda piston ringlerini tamamlayıp Toyota'ya sunduğunda, bunların Toyota standartlarına uymadığı söylenmiştir. Onu gerisin geri iki yıllığına okula yolladıklarında, öğretmenleriyle arkadaşları ona gülüp durmuş, tasarımlarının çok saçma şeyler olduğunu söylemişlerdir. Ama o, bu tecrübenin acısına odaklanacağı yerde, amacına olan konsantrasyonunu sürdürmüştür. İki yıl daha geçtiğinde, Toyota ona hayalindeki anlaşmayı sunmuştur. İhtirasıyla inançlarının sonuç verişi, ne istediğini bildiği, eyleme geçtiği, nelerin iyi sonuç verdiğine dikkat ettiği, istediğine ulaşıncaya kadar yaklaşımını sürekli değiştirdiği içindir. Ama o sırada ortaya yeni bir sorun çıkmıştır. Japon hükümetinin savaşa hazırlandığı günlerdir o günler. Fabrikasını kurmak için ihtiyacı olan betonu ona vermemişlerdir. Peki, o vaz mı geçmiştir o zaman? Hayır. Bunun ne büyük haksızlık olduğuna mı konsantre olmuştur? Rüyasını ölmüş mü saymıştır? Asla. Yine tecrübelerini kullanmaya karar vermiş, başka bir strateji geliştirmiştir. Ekip arkadaşlarıyla birlikte, kendi betonlarını yapabilecekleri yeni bir süreç geliştirmiş, fabrikasını öyle kurmuştur. Savaş sırasında o fabrika iki kere bombalanmış, imalât tesislerinin önemli bölümleri mahvolmuştur. Honda'nın cevabı ne olmuştur o zaman? Ekibini toplamış, ABD ordusunun fırlatıp attığı benzin tenekelerini biriktirmeye koyulmuştur. Bunlara, "Başkan Truman'ın Armağanları" diye isim takmıştır, çünkü niyeti o tenekeleri kendi imalâtında ham madde olarak kullanmaktır. Savaş sırasında Japonya'da bu tür maddeler bulunamamaktadır, îonunda bütün bunları arkasında bıraktığında, bu sefer de bir deprem, fabrikasını yerle bir etmiştir. Honda da o sırada piston operasyonunu Toyota'ya satmaya karar vermiştir. İşte size, başarı konusunda güçlü kararlar vermiş birinin hikâyesi. Yaptığı işe yönelik ihtirası ve inancı olan bir adam. Çok da güçlü bir stratejiye sahipti. Büyük çapta eyleme geçiyordu. Yaklaşımını habire değiştiriyor, ama yine de kendini adadığı sonuçları üretemiyordu. Ama sebat etmeye karar vermişti. Savaştan sonra Japonya'da korkunç bir benzin kıtlığı başladı. Bay Honda, ailesi için yiyecek alışverişine bile arabasıyla gidemez oldu. Sonunda çaresizlik içinde, Bisikletine küçük bir motor taktı. Hemen ardından komşuları, "Bize de böyle motorlu Bisiklet yapar mısın?" demeye başladılar. Bir iki derken sonunda Bay Honda'nın elindeki motorlar tükendi. O zaman, yeni icadı için motor yapacak bir fabrika kurmaya karar verdi ama ne yazık ki elinde sermaye yoktu. Tıpkı daha önce yaptığı gibi, bu sefer de ne yapıp yapıp bir yolunu bulmaya karar verdi! Japonya'daki 18.000 Bisikletçi dükkânına birer mektup yazdı, icadının getireceği hareketlilikle Japonya'ya yeniden hayat verebileceklerini söyledi, içlerinden 5000 tanesi ona istediği sermayeyi vermeye razı oldu. Yine de, yaptığı motorlu Bisikleti ancak azimli Bisikletseverlere satabiliyordu, çünkü bunlar çok kocaman, çok ağır şeylerdi. Bunun üzerine son bir değişiklik daha yaptı, çok daha hafif, küçük bir motorlu Bisiklet modeli yarattı. Adını "Süper Cub" olarak seçti, bir gece içinde başarıya ulaştı, kendisine İmparatorluk Nişanı verildi. Daha sonra motorlu Bisikletlerini Avrupa ve Amerika'nın yeni kuşak çocuklarına yönelik olarak ihraç etmeye girişti, yetmişli yıllarla da, o kadar tutulan otomobilleriyle ortaya çıktı. Bugün Honda Şirketi, ABD ve Japonya'da 100.000 kişi çalıştırmaktadır, Japonya'nın en büyük oto üreticilerinden biri sayılmaktadır, ABD içindeki satışları da Toyota'dan fazladır. Bu başarı, bir tek adamın, koşullar ne olursa olsun, bir karara sürekli bağlı kalıp onu uygulamaktaki değeri ve gücü anlaması sayesinde gerçekleşmiştir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Aşağıda bazı inanılmaz başarıya ulaşmış kitaplarla ilgili gerçek "red" cevaplarını bulacaksınız. Hayvanlar Çiftliği-George Orwell "ABD'de hayvan hikâyeleri asla satılmaz." Anne Frank'in Hatıra Defteri-Anne Frank "Benim görebildiğim kadarıyla, kızda kitabı "merak" düzeyinin üzerine çıkaracak özel bir gözlem ve duygu gücü yok. Sinekler Tanrısı-William Golding "Kanımızca çok gelecek vadeden bir fikir ama işleyiş biçiminizde, tam da başarılı sayılmazsınız. Lady Chatterley'in Aşığı-D.H. Lawrence "Bu kitabı, kendi iyiliğiniz için, hiç yayınlamayın." Hayat Şehveti-Irving Stone "Bir ressamla ilgili, upuzun, sıkıcı bir roman." Bazen bir karar verip eyleme geçtiğinizde, kısa dönemde işlerin sonuç vermiyor gibi görünebileceğini Honda biliyordu. Başarıya ulaşmak için, insanın uzun dönemli odağa ihtiyacı vardır. Kişisel hayatımızda karşımıza çıkan zorlukların çoğu, örneğin sürekli olarak çok yememiz, içki içmemiz, sigara içmemiz, pes edip rüyalarımızdan vazgeçmemiz, hep kısa dönemli odaklanmaktan kaynaklanır. Başarı ve başarısızlık, bir gecelik tecrübeler değildir. İnsanları başarısızlığa sürükleyen, yol üzerinde verdikleri bir yığın küçük kararlardır. İzlememektir. Eyleme geçmemektir. Sebat etmemektir. Zihinsel ve duygusal durumumuzu yönetememektir. Bunun tersine, başarı da yine küçük kararlar vermenin sonucudur: Kendinize daha yüksek standartlar uygulama kararı, katkıda bulunma kararı, çevrenin sizi kontrol etmesine izin vermektense kendi zihninizi besleme kararı... İşte bu küçük kararlar, bizim başarı dediğimiz hayat tecrübesini yaratmaktadır. Başarıya ulaşan hiçbir kişi ya da kuruluş, bunu yakın dönem bakışıyla sağlamış değildir. Ulusal çapta düşünürsek, şu sıra mücadele etmekte olduğumuz zorlukların çoğu, verdiğimiz kararların potansiyel sonuçlarını düşünmeyişimizden kaynaklanmış şeylerdir. Krizlerimiz, örneğin S&L skandalı, ödemeler dengesi açığı, bütçe açığı, eğitim bozulması, uyuşturucu ve alkol sorunları, hep kısa dönemli düşünmekten doğmuştur. İşte bu, Niagara Sendromu'nun en belirgin örneğidir. Kükreyen nehrin üzerinde ilerlerken, eğer dikkatiniz, ilk karşınıza çıkacak kayaya çarpmaktan kaçınmaya dönükse, uzağı göremeyeceğiniz için çavlana yuvarlanmaktan kurtulamazsınız. Biz toplum olarak, çabucak gelecek mutluluklara öylesine odaklanıyoruz ki, bulduğumuz kısa dönem çözümleri genellikle uzun dönem sorunlarının nedeni oluyor. Çocuklarımız okulda düşünecek, ezberleyecek, öğrenecek kadar uzun süre dikkat etmekte zorluk çekiyorlar ve bunun bir nedeni de sürekli olarak çabuk zevklere yönelmemiz, bunun tiryakisi olmamızdır. Video oyunları, televizyon reklamları gibi şeyler tiryakilik yaratmaktadır. Ulus olarak, fazla kilolu çocukların oranı bizim ülkemizde en yüksektir, tarihte de bu oran hiçbir zaman bizim ülkemizdeki kadar yüksek olmamıştır. Nedeni yine hızlı çözüm peşine düşmemizdir. Sosisli sandviç ve hamburger, suda kendiliğinden eriyen muhallebi, mikrodalga fırında pişmiş kekler gibi. İş hayatında bu tür kısa dönem bakışı çok tehlikeli olabilir. Exxon Valdez olayı, bir tek küçük kararla kaçınılabilecek bir şeydi. Exxon tankerlerine çift gövde yerleştirebilirdi. Bu pro-aktif karar, çarpışma durumunda petrolün sızıp yayılmasını önleyebilirdi. Ama petrol şirketi bunu yapmamayı seçti, uzun vadeli kâr yerine hızlı kârı seçti. Çarpışma ve sızma sonucunda Exxon, 1.1 milyar dolarlık bir tazminat ödemek zorunda kalacak, bunu sırf verdiği ekonomik zararları karşılamak için ödeyecek. Ama buna, Alaska ve çevre bölgelere verilen o kalıcı ekolojik zararlar dahil bile değil. Kendinizi uzun vadeli sonuçlara adamaya karar vermek, kısa dönemli çözümlere heves etmemek, hayatınız boyunca alacağınız kararların en önemlilerindendir. Bunu yapmamak, yalnız büyük finansal ve toplumsal acılara yol açmakla kalmaz, bazen sonunda insana kişisel acılar da getirebilir. Adını belki duymuş olabileceğiniz bir genç, ünlü müzisyen olma rüyasını daha fazla ertelemek istemediğine karar vererek okuldan belge almıştı. Ama rüyası o kadar da çabuk gerçekleşmedi. Yirmi iki yaşına geldiğinde, yanlış bir karar verdiğinden korkmaya başlamıştı. Belki de onun müziğini hiçbir zaman, hiç kimse sevmeyecekti. Barlarda piyano çalıyordu, cebinde meteliği yoktu. Evsiz de kaldığı için geceleri çamaşırhanelerde sabahlıyordu. Büsbütün parçalanmasını önleyen tek şey, romantik ilişkisiydi. Ama o sırada, sevgilisi de onu bırakmaya karar verdi. Kızın gidişi, onu uçuruma iten son etken oldu. Bir daha onun kadar güzel bir kadın bulamayacağına odaklandı. Bu durum ona bir tek şeyi ifade ediyordu: Hayatı artık bitmişti. İntihar etmeye karar verdi. Bereket versin bunu yapmadan önce elindeki opsiyonları yeniden bir düşündü, akıl hastanesine yatmayı seçti. Orada geçirdiği zaman içinde, esas sorunların ne olduğu konusunda bazı referanslar edindi. Sonradan sık sık, "Ahh, bir daha asla o kadar aşağıya kaymayacağım" derdi. Bugün ise, "Attığım en iyi adımlardan biriydi, çünkü ne olursa olsun, ben artık hiçbir şey için kendine acıma yolunu seçmem" diyor. "Bana olabilecek hiçbir şey, başka insanlarda gördüğüm bazı sorunların çapına ulaşamaz." Adanmışlığını diriltip uzun vadeli rüyasını yeniden kovalamaya başladı ve sonunda istediğine ulaştı. Adını mı bilmek istiyorsunuz? Billy Joel... Milyonlarca hayranı tarafından tapılan, süper model Christie Brinkley'le evlenen bu adamın, bir zamanlar müziğinin kalitesinden kuşku duyduğuna, giden sevgilisi kadar güzel bir kız bulamayacağına kaygılandığına inanabiliyor musunuz? Unutulmaması gereken nokta, kısa dönemde imkânsız görünen şeyin, uzun dönemde fenomen sayılacak bir başarıya ve mutluluğa dönüşebilmesidir. Billy Joel'in kendini depresyondan kurtarması, hayatımızın her ânında hepimizin kontrolünde bulunan üç karar sayesinde olmuştur: Neye odaklanmak?, olup bitenler ne kadar anlam taşıyor?, bir de bizi sınırlıyor gözüken zorluklara rağmen neler yapmak gerek? Standartlarını yükseltip onları yeni inançlarıyla desteklemiş, uygulaması gerektiğine inandığı stratejileri de uygulamıştır. Zor zamanlarımda bana dayanma gücü veren inançlarımdan biri de şudur: "Tanrı'nın bir şeyi ertelemesi, reddetmesi demek değildir." Çoğu zaman, kısa dönemde imkânsız görünen bir şey, eğer sebat ederseniz uzun dönemde çok mümkün hale gelebiliyor. Başarıya ulaşabilmek için, kendimizi sürekli uzun döneme dönük düşünecek biçimde disipline almalıyız. Ben kendime bu gerçeği hatırlatabilmek için, hayatın parlak ve gamlı dönemlerini, bir bakıma mevsimlere benzetirim. Hiçbir mevsim sonsuza kadar sürmez, çünkü hayatın tümü bir ekim-hasat-dinlenme ve yenilenme döngüsüdür. Kış da sonsuz değildir. Bugün karşınızda zorluklar varsa bile, ilkbahar gelmeyecek sanamazsınız. Bazı kimseler için kış demek, kış uykusu demektir. Diğer bazıları için, kızağa atlayıp kaymak demektir! Mevsimin bitmesini beklemek her zaman mümkündür ama neden onu unutulmayacak bir, zaman dilimi haline getirmeyelim ki? |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Bu bölümü şöyle bir toparlayabilmek için, yaşadığınız sürece hayat tecrübenizi biçimlendiren karar gücüne koşum vurabilmenizi sağlayacak altı hızlı anahtar vermek istiyorum. 1. Karar vermenin gerçek gücünü unutmayın. Tüm hayatınızı değiştirmek için her an kullanabileceğiniz bir araçtır o güç. Yeni bir karar verdiğiniz anda, yeni bir sebebi, etkiyi, yönlendirmeyi ve hayat hedefini devreye sokuyorsunuz. Aslında hayatınızı değiştirmeye, o yeni kararı verdiğiniz anda başlıyorsunuz. Kendinizi zor durumda hissettiğinizde, elinizde bir seçenek olmadığına inandığınızda, her şey kendiliğinden "bana" oluyor dediğinizde, bunu durdurmak için bir durup karar vermeniz yeter. Unutmayın ki bir kararın gerçek olup olmadığı, yeni eylemlere geçmenizle ölçülebilir. Eğer eylem yoksa, aslında karar vermemişsiniz demektir. 2. Herhangi bir şeyi başarmanın en zor adımı, adanmak, gerçek bir karar vermektir, bunu unutmayın. Adanmışlığınızı uygulamak genellikle kararın kendisinden çok daha kolaydır. Bu nedenle, kararlarınızı zekice verin, ama çabuk verin. Onu nasıl uygulayacağınızı, uygulamaya gücünüzün yetip yetmeyeceğini uzun süre düşünüp durmayın. İstatistiklerin gösterdiğine göre en başarılı insanlar kararlarını çabucak verebilmektedirler, çünkü değer sistemleri kafalarında nettir ve hayatlarında ne istediklerini bilirler. Aynı araştırmaların gösterdiğine göre, kararlarını değiştirme konusunda bu insanlar ya çok yavaş davranmakta, ya da hiç değiştirmemektedirler. Buna karşılık başarısızlıklara uğrayan insanlar kararlarını çok yavaş vermekte ve çabucak fikir değiştirmekte, bir ileri bir geri sıçrayıp durmaktadırlar. Siz karar verin, o kadar! Karar vermenin de kendi başına bir eylem olduğunu anlayın. Kararın iyi bir tanımı, "değerlendirilen enformasyon" olabilir. Gerçek anlamda bir karar verdiğinizi, o karardan eylemler fışkırdığında anlarsınız. Bir sebebi harekete geçirmiş olursunuz. Genellikle bir karar vermenin etkisi, daha büyük bir amacı yaratmaya katkıda bulunur. Benim kendim için koyduğum kritik bir kural vardır: Karar verdiğin yerde dur, o kararı gerçekleştirmek için bir eylem yapmadan oradan ayrılma. 3. Sık sık kararlar verin. Ne kadar çok karar verirseniz, karar vermede o kadar başarılı olursunuz. Kaslar çalışa çalışa güçlenir. Karar verme kaslarınız da öyledir. O gücünüzün bağlarını hemen şu anda çözüp, ertelemekte olduğunuz bazı kararları verin. Bunun hayatınızda yaratacağı heyecana ve enerjiye inanamayacaksınız! 4. Kararlarınızdan ders alın. Bundan kaçmak olamaz. Ne yaparsanız yapın, bazen kötü kararlar da vereceksiniz. Böyle bir durumda, dövünmeye başlamak yerine, bir şeyler öğrenin. Kendinize, "Bunun iyi yanı neresi? Bundan ne öğrenebilirim?" diye sorun. Bu başarısızlık belki de kılık değiştirmiş bir armağandır, çünkü onu gelecekte daha iyi kararlar verme işinde kullanabilirsiniz. Kısa dönemli engeli düşünmek yerine, size zaman kazandıracak, paradan, acıdan tasarruf sağlayacak, gelecekte başarıya ulaşmanızı garantileyecek dersleri öğrenin. 5. Kararlarınıza bağlı kalın, ama yaklaşımlarınızda esnek olun. Örneğin bir kere insan olarak nasıl biri olacağınıza karar verdikten sonra, bunu yapmanın yollarından birine bağlanıp kalmayın. Siz sonucun peşindesiniz. İnsanlar bazen hayatlarında ne istediklerine karar verirken, o anda bildikleri yolların en iyisini de birlikte seçerler... Bir harita oluştururlar. Ama alternatif yollara açık olmazlar. Yaklaşımınızda katılaşmayın. Bir esneklik sanatı geliştirin. 6. Kararlar vermekten zevk alın. Bir anda vereceğiniz bir kararın, hayatınızı ebediyen değiştirebileceğini bilin. Bu karar, kuyrukta önünüzde duran insanla, uçakta yanınızda oturan kişiyle, bir sonra edeceğiniz ya da size gelecek telefonla, ilk göreceğiniz filmle ya da okuyacağınız kitapla ilgili olabileceği gibi, bazen bir sayfa çevirmekle sel kapaklarını açıverirsiniz, hep bekleyip durduğunuz şeyler gelip yerine oturuverir. Hayatınızın gerçekten ihtiras dolu olmasını istiyorsanız, bu beklenti tutumu içinde yaşamanız gerekir. Yıllar önce ben, o sıra küçük saydığım bir karar vermiştim, ama o karar hayatımı biçimlendirdi. Colorado'nun Denver kentinde bir seminer düzenlemeye karar vermiştim. O seminer, Becky adlı bir bayanla tanışmama yol açtı. Şimdi soyadı Robbins oldu. Kendisi kesinlikle hayatımın en büyük armağanlarından biri. Aynı yolculukta, ilk kitabımı yazmaya karar verdim. Bugün o kitap dünyanın çeşitli yerlerinde on bir dilde basıldı. Birkaç gün sonra, Teksas'ta bir seminer yapmaya karar verdim. Kendi programımı doldurabilmek için bir hafta uğraştıktan sonra, promosyonu yapan kuruluş bana parayı ödemedi, sahibi kentten kaçtı. Konuşmak için en uygun kişi, o adamın tuttuğu halkla ilişkiler görevlisiydi. O da benzer dertleri olan bir kadındı. O kadın benim edebiyat ajanım oldu, ilk kitabımın yayınlanmasını sağladı. Sonuçta, bu olayları sizinle paylaşma fırsatını buldum işte. Bir zamanlar kendime bir ortak almaya da karar vermiştim. Bu kişinin karakterini önceden sorup soruşturmamak, verdiğim kötü kararlardan biri oldu. Bir yıl içinde çeyrek milyon doları zimmetine geçirdi, şirketimi 758.000 dolar borca soktu. Ben bu arada yollara düşmüş, 200 seminer yapıyordum. Bereket versin bu kötü kararımdan ders aldım, daha iyi bir karar vermeyi başardım. Çevremdeki tüm uzmanlar, benim için en iyi yolun iflâs ilan etmek olduğunu söylerken, ben olayları tersine çevirmek için bir yol bulmaya karar verdim, hayatımın en büyük başarılarından birine ulaştım. Şirketi yepyeni bir düzeye çıkardım. O tecrübeden öğrendiklerim yalnız uzun vadeli iş başarılarımı yaratmakla kalmadı, aynı zamanda bu kitapta öğreneceğiniz Nöro Asosiyatif Şartlanma ve Kader Teknolojileri ile ilgili nice farklılıkları ve üstünlükleri bana sağladı. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif "Hayat ya cesur bir tecrübedir ya da hiçbir şey değildir." HELEN KELLER O halde bu bölümden öğrendiğiniz en önemli farklılık nedir? Kaderinizi saptayan şeyin, şartlar değil, sizin kararlarınız olduğunu bilin. Hayatınızın her gününde nasıl düşündüğünüzü ve neler hissettiğinizi değiştirmenin teknolojilerine girmeden önce, şunu unutmamanızı istiyorum. Eninde sonunda, eğer kullanmaya karar vermeyecekseniz, bu kitapta okuduğunuz her şey değersizdir, okuduğunuz diğer tüm kitaplar, dinlediğiniz tüm kasetler de değersizdir. Gerçekten adanmışlık taşıyan bir kararın, hayatınızı değiştirecek güç olduğunu unutmayın. O güç sizde zaten vardır, hangi anda kullanmaya karar verirseniz, sizindir. Karar vermiş olduğunuzu kendinize şimdi kanıtlayın. Ertelemekte olduğunuz bir ya da iki kararı verin. Biri çok kolay bir karar olsun, diğeri biraz daha zor olsun. Neler yapabileceğinizi gösterin kendinize. Şu anda, durun. En azından, ertelemekte olduğunuz bir konuda bir tane açık seçik ve net karar verin, onu gerçekleştirme yolunda ilk eylemi yapın sonra da sebat edin! Böyle yapmakla, tüm hayatınızı değiştirecek olan o kası güçlendirmeye başlamış olacaksınız. Siz de ben de biliyoruz ki, geleceğinizde de bazı zorluklar olacaktır. Ama Lech Walesa'nın duvarları aşabilmesi gibi, Doğu Avrupa'nın bunu öğrenmesi gibi, eğer siz de duvarları aşmaya karar vermişseniz, bilin ki, üstünden de atlayabilirsiniz, içinden de geçebilirsiniz, altından tünel de kazabilirsiniz, o duvarda bir kapı da bulabilirsiniz. Bir duvar ne kadar zamandan beri var olmuş olursa olsun, insanoğlunun onu ortadan kaldırma azmine karşı asla direnemez. İnsan ruhu, gerçekten de fethedilemeyecek bir varlıktır. Ama kazanma iradesi, başarma iradesi, kişinin kendi hayatını biçimlendirme iradesi, kontrolü eline alma iradesi, ancak hiçbir zorluğun, sorunun ya da engelin önünüzde duramayacağına karar verdiğiniz zaman koşum altına alınabilir. Hayatınızın şartlar tarafından değil, kendi kararlarınız tarafından biçimlendirileceğine bir kere karar verdiniz mi, hayatınız o andan itibaren değişmiş demektir ve siz de çok özel bir şeyin kontrolünü elinize almışsımzdır demektir. Neyin mi? Buyurun... |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif HAYATINIZI BİÇİMLENDİREN GÜÇ "İnsanlar mizahla ihtirasın egemenliği altında, aralıklı mantık dönemleri halinde yaşarlar. SIR THOMAS BROWNE W.Y. LAY yer aldığında, kadın daha yarım saattir koşu yapıyordu. Birdenbire bir düzine erkek çocuk, çalıların arasından fırlayıp olanca hızlarıyla ona doğru koştular. O daha neler olup bittiğini anlamaya vakit bulamadan üzerine atılıp çalıların arasına çektiler, bir kurşun boruyla dövmeye başladılar. Çocuklardan biri yüzünü kan içinde kalıncaya kadar tekmeledi. Sonra ırzına geçtiler, ters ilişkide bulundular, öldü diye bırakarak gittiler. Birkaç yıl önce New York'un Central Park'ında yer almış olan bu akla sığmaz saldırıyı duymuşsunuzdur, eminim. Olayın olduğu gece ben New York'taydım. Yalnız saldırının vahşetinden değil, özellikle saldırganların kim olduğunu öğrenmekten ötürü afallamış durumdaydım. Çocuktu bunlar. Yaşları 14'le 17 arasında değişiyordu. Genel kalıba uymayan yanları, yoksul olmadıkları gibi, birbirine kötü davranan ailelerden gelmiş de olmayışlarıydı. Özel okul çocuklarıydı bunlar. Küçükler liginde oynayan, tuba dersleri alan çocuklardı. Uyuşturucunun delirttiği, ya da ırkçılığın motive ettiği çocuklar da değildi. 28 yaşındaki bu kadına saldırmışlardı, üstelik onu öldürmelerine ramak kalmıştı ve bunu bir tek nedenden ötürü yapmışlardı: Eğlenmek... Bu kararlaştırdıkları eyleme bir ad bile vermişlerdi. "Vahşileşme" diyorlardı ona. Bu olayın olduğu yerden 250 mil ötede, ülkemizin başkentinde, National Havaalanı'ndan kalkış yapan bir jet yolcu uçağı, kör edici bir tipide Potomac Köprüsü'ne çarptığında, köprüde iş saati bitimi trafiği pek yoğundu. Trafik durdu, acil kurtarma ekipleri derhal oraya yollandı, köprünün üzeri bir kaos ve panik kâbusuna dönüştü. İtfaiyecilerle sağlık görevlileri durumun korkunçluğu karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar, kaza kurbanlarını kurtarabilmek için defalarca Potomac'a dalışlar yaptılar. Sudaki adamlardan biri, kendisine atılan can yeleklerini sürekli olarak başkalarına veriyordu. Pek çok hayat kurtardı ama kendisininkini kurtaramadı. Kurtarma helikopteri sonunda ona ulaştığında, buzlarla kaplı suların altına batmıştı. Bu adam hiç tanımadığı o insanları kurtarmak için kendi hayatını vermişti! Acaba başka insanların hayatına bu kadar yüksek bir değer biçmesinin nedeni neydi? Daha önce ömründe görmediği bu insanların hayatı için kendi hayatını vermeye neden böyle bir istek duymuştu? İyi yetişmiş bir insanın hiç pişmanlık duymaksızın vahşileşmesi, beri yanda bir başkasının yabancı insanları kurtarmak için kendi hayatını vermesi acaba nedendir? İnsanı kahraman yapan, alçak yapan, suçlu yapan, katkıda bulunan biri yapan şey nedir? İnsan eylemleri arasındaki farkı saptayan şey nedir? Ömrüm boyunca hep bu soruların cevabını aramışımdır. Kesin olarak görebildiğim bir tek şey var, insanlar rastgele yaratıklar değil. Biz her yaptığımızı, bir nedenden ötürü yapıyoruz. Belki o nedeni bilinçli olarak fark etmiyoruz ama tüm insan davranışlarının gerisinde kesinlikle tek bir güdücü güç var. Bu güç hayatımızın her yönünü etkiliyor, ilişkilerimize de, mâlî konularımıza da, vücutlarımıza da, beynimize de ulaşıyor. Sizi şu anda bile kontrol etmekte olan, ömrünüzün sonuna kadar da kontrol edecek olan o güç nedir? ACI VE ZEVK! Siz ve ben, yaptığımız her şeyi, ya acıdan kurtulma ihtiyacımızdan ötürü ya da zevke kavuşma arzumuzdan ötürü yaparız. İnsanların sık sık, hayatlarında gerçekleştirmek istedikleri değişikliklerden söz ettiklerini duyarım. Ama bu söylediklerini yapamazlar. Eyleme geçmeleri gerektiğini bildikleri için de kendilerine kızar, öfkelenirler, ama bir türlü eyleme geçemezler. Bunun bir tek temel nedeni vardır: Onlar hep davranışlarını değiştirmeye çalışmaktadırlar, oysa o bir etkidir. Aslında onun altında yatan sebebe yönelmeleri gerekir. Acı ve zevk güçlerini anlamak ve onları kullanmak, kendiniz ve sevdikleriniz için istediğiniz değişiklikleri kalıcı biçimde yaratmanızı sağlayacaktır. Bu gücü anlayamamak, sizi (geleceğinizi) tepkiler halinde yaşamak zorunda bırakır. Bir hayvan ya da bir makine gibi... Belki bu sözler, durumu fazla basitleştirmişim gibi görünebilir ama bir düşünün de bakın, yapmanız gerektiğini bildiğiniz bazı şeyleri neden yapmıyorsunuz? Her şeyi ertelemek aslında nedir? Yapmanız gerektiğini bildiğiniz bir şeyi, yine de yapmamaktır. Neden peki? Cevabı basit: Benliğinizin bir düzeyinde, şimdi eyleme geçmenin, ertelemekten daha fazla acı vereceğini biliyorsunuz. Ama bazen de bir şeyi öyle çok ertelersiniz ki, birdenbire üzerinizde onu yapmanın baskısını hissedersiniz, yapayım da bitsin, dersiniz. Bu size hiç oldu mu? Nedeni nedir peki? Acıyla zevki sağladığınız şeyleri değiştirdiniz. Birdenbire, eyleme geçmemek, ertelemekten daha acılı oldu. 14 Nisan dolaylarında nice Amerikalının yaşadığı olay budur! |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif "Gereğinden erken acı çeken adam, gereğinden fazla acı çekmiş olur." SENECA Sizi hayallerinizin erkeğine ya da kadınına yaklaşmaktan alıkoyan nedir? Yıllardır planladığınız o yeni işi kurmaya başlamanızı engelleyen nedir? O perhizi neden sürekli erteliyorsunuz? Tezinizi hazırlayıp bitirmekten neden kaçıyorsunuz? Mâlî yatırım portföyünüzün kontrolünü neden ele almadınız? Hayatınızı tam istediğiniz hale getirmek için gerekenleri yapmanıza ne engel oluyor? Bütün bu eylemlerin size yararı olacağını, hayatınıza kesinlikle zevk getirebileceğini bildiğiniz halde, eyleme geçmeyi başaramıyorsunuz, çünkü o an için gerekeni yapmaya daha çok acı bağlıyor, fırsatı kaçırmaya daha az acı bağlıyorsunuz. Ya o insana bir yaklaşımda bulunur da hayır cevabını alırsanız? Yeni işi kurmaya çalışıp başarısızlığa uğrar, şimdiki işinizin güvencesini de kaybederseniz? Ya perhize başlayıp aç kalarak bir yığın acı çektikten sonra, sonunda yine kilo almaya başlarsanız? Ya yatırım yapıp paraları kaybederseniz? Hiç denememek daha iyi değil mi? Çoğu kişi için, kaybetme korkusu, kazanma arzusundan çok daha büyüktür. Hangisi sizi daha ilerilere doğru güder? Son beş yılda kazandığınız 100.000 doları birinin çalmasını engellemek mi, yoksa gelecek beş yılda 100.000 dolar kazanma potansiyeli mi? Aslına bakılırsa, çoğu insanın ellerindekini kaybetmemek için gösterdiği çaba, hayatlarından kendi istediklerini alabilmek için gerekli risklere girme yolunda gösterdiği çabadan daha fazladır. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://media.bigoo.ws/content/gif/di...viders_282.gif "Başarının sırrı, acıyla zevkin sizi kullanmasına izin vermektense, acıyla zevki kendiniz kullanmayı öğrenmektir. Bunu yaparsanız, hayatınızın kontrolünü elinize alırsınız. Yapmazsanız, hayat sizi kontrol eder." ANTHONY ROBBINS Genellikle, bizi güden bu iki güç tartışılırken ortaya ilginç bir soru atılır: İnsanlar neden acıyı çekiyor da, yine de değişemiyor? Çünkü henüz yeterince acı çekmiş olmuyorlar; benim duygusal eşik dediğim yere daha varmamış oluyorlar. Eğer zararlı bir ilişki içine girmişseniz ve sonunda gücünüzü kullanmaya karar vermişseniz, eyleme geçip hayatınızı değiştirecekseniz, besbelli artık dayanmak istemediğiniz bir acı düzeyine vardığınız içindir. Hepimize zaman zaman olmuştur, "Yeter artık - bir daha asla - bu şimdi değişmek zorunda," demişizdir. İşte o an, acının dostumuz olduğu o sihirli andır. Bizi yeni eylemlere geçip yeni sonuçlar üretmeye iter. Eğer o anda, değişikliğin hayatımıza zevk getireceğini de görürsek, eyleme geçmeye daha büyük bir güçle sarılabiliriz. Bu süreç yalnız ilişkiler için geçerli bir şey değildir. Belki fiziksel durumunuzla ilgili olarak böyle bir eşiğe ulaşmışsınızdır. Uçağın koltuğuna sığamadığımz için, durum artık canınıza tak demiştir. Elbiselerinizi giyemez olmuşsunuzdur, bir kat merdiven çıkmak soluğunuzu tıkamaya başlamıştır. Sonunda, "Yeter artık," demiş ve bir karar vermişsinizdir. Nedir o kararı motive eden? Hayatınızdaki acıyı çıkarıp atmak, yeniden zevki getirmektir; gururun zevkini, rahatlığın zevkini, özsaygının zevkini, tasarımladığınız gibi yaşamanın zevkini elde etmektir. Tabii acının ve zevkin çok çeşitli düzeyleri vardır. Örneğin bir küçük düşme duygusu yaşamak, duygusal acının oldukça yoğun bir biçimidir. Bir rahatsızlık durumu da acıdır. Can sıkıntısı da öyle. Elbette ki bunların bazılarında yoğunluk daha azdır ama yine de karar verme denkleminde etkileri vardır. Aynı şekilde, zevk de bu süreçte etkilidir. Bizi güden güç, çoğu eylemlerimizin daha iyi bir gelecek getireceğine inanmaktan, bugünkü çalışmaların gösterilen çabaya değeceğine, zevkli ödüllerin yakında olduğuna inanmaktan gelir. Ama tabii zevkin de çeşitli düzeyleri vardır. Örneğin zevkten kendinden geçmek, tabii ki çok yoğundur. Ama bazen rahatlığın zevki onu alt edebilir. Her şey kişinin perspektifine göre değişir. Örneğin, diyelim ki öğle paydosundasmız, bir parkta yürüyüş yapıyorsunuz, hoparlörden bir Bethooven senfonisi yayınlanıyor. Durup dinler misiniz? Bu ilk önce, klasik müziğe ne anlam verdiğinize bağlı. Bazı kimseler Eroica Senfonisinin ezgilerini dinleyebilmek için işi gücü bırakırlar. Onlara göre, Beethoven eşittir katıksız zevk. Ama bazıları için de klasik müzik dinlemenin verdiği heyecan, duvardaki boyanın kurumasını seyretmekten gelen heyecan kadardır. O müziğe tahammül etmek, bir miktar acıyı temsil eder. Hızlı adımlarla parkı geçer, işe dönerler. Ama klasik müzik sevenlerin bazıları bile, durup dinlemeye karar vermeyecektir. Belki işe geç kalmanın vereceği acı, zaten bildikleri ezgiyi dinlemenin getireceği zevkten fazladır. Ya da belki günün ortasında parkta durup müzik dinlemenin zaman ziyanı olduğu yolunda bir inançları vardır. Böyle uygunsuz bir şey yapmanın vereceği acı, müziğin getireceği zevkten fazla olacaktır. Hayatımızın her günü bu tür psişik pazarlıklarla doludur. Biz sürekli olarak, öneri halindeki eylemlerimizi, bize getirecekleri etkiyle ölçer, tartarız. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar HAYATIN ÖĞRETTİĞİ EN ÖNEMLİ DERS Hayatın öğrettiği en önemli ders Donald Trump'la Mother Teresa'yı güden, aynı güçtür. Şimdi sizin, "Aklını mı kaçırdın, Antony?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. "İki insan birbirinden ancak bu kadar farklı olabilir!" diyorsunuz. Bu insanların değer verdikleri şeyler, yelpazenin iki ayrı ucunda yer alıyor, orası doğru. Ama her ikisini de güden, acıyla zevk. Hayatlarına biçim veren şey, nelerden zevk alacaklarını, nelerin acı getireceğini öğrendilerse, odur. Hayatta öğrendiğimiz en önemli ders, bize neyin acı, neyin zevk getirdiğidir. Bu ders her birimiz için farklıdır, bu nedenle davranışlarımız da farklı olur. Donald Trump'ı hayatı boyunca güden ne olmuştur? En büyük ve en pahalı yatlara sahip olmaktan, en gösterişli binaları yaptırmaktan, en kurnaz anlaşmaları imzalamaktan zevk almayı öğrenmiş, yanı kısacası, en kocaman ve en iyi oyuncaklara yönelmiştir. Acıyı nelere bağlamayı öğrenmiştir? Kendisiyle yapılan röportajlarda, en fazla acı duyduğu şeyin, herhangi bir konuda ikinci gelmek olduğunu söylemiştir. Onun gözünde bu başarısızlıktır. Aslında tüm başarma güdüsü, işte bu acıdan kaçınmak için harekete geçmektedir. Zevk alma arzusundan çok daha güçlü bir motivasyondur bu. Rakiplerinin pek çoğu, Trump'ın ekonomik imparatorluğu çöktüğünde onun duyduğu acıdan büyük zevk almışlardır. O insanı -hattâ başkalarını ve bu arada kendinizi- yargılamaktansa, onu güden gücün ne olduğunu anlamak ve çektiği acıdan ötürü ona merhamet göstermek çok daha değerli olabilir. Bunun tersine, bir de Mother Teresa'ya bakalım. Bu kadının yüreği öyle sevgi doludur ki, başkalarının acısını görünce kendi de acı çekmektedir. Kast sisteminin haksızlığını görmek onu derinden derine yaralamıştır. O insanlara yardım etmek için harekete geçtiğinde, çektikleri acının ortadan kalktığını, dolayısıyla kendi acısının da ortadan kalktığını görmüştür. Mother Teresa için hayatın nihaî anlamı, Kalküta'nın, yani Zevkler Kenti'nin en yoksul semtlerinde bulunabilir. Milyonlarca aç ve hastalıklı mültecinin barındığı yerlerde... Bu kadın için zevk belki de diz boyu balçıktan geçip salaş bir kulübeye varmak, oradaki kolera ve dizanteriden harap olmuş bebeklerle çocuklara yardım etmek, bakmaktır. Başkalarına yardım etmenin kendi acısını hafifletmesi, onlara daha iyi bir hayat vermenin, zevk vermenin, kendisine de zevk getirmesi, onu güden güçtür. Çünkü o, başkaları için fedakârlık etmenin en büyük iyilik olduğunu öğrenmiştir, böyle yapmak ona hayatının anlam kazandığını ifade etmektedir. Çoğumuz için Mother Teresa'nın o mütevazı yardımseverliğini Donald Trump'ın maddeciliğine bağlamak oldukça güçtür ama unutulmaması gereken çok önemli bir nokta, bu iki insanın kendi kaderlerini çizerken, kendilerine neyin acı, neyin zevk verdiğine dayanmış olmalarıdır. Elbette ki geçmişleri ve çevreleri bu seçimlerinde büyük rol oynamıştır ama sonunda kendilerini ne için ödüllendirip ne için cezalandıracakları konusunda bilinçli bir karar vermişlerdir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img529.imageshack.us/img529/3410/24uk2.gif NEYİ ACIYA, NEYİ ZEVKE BAĞLADIĞINIZ SİZİN KADERİNİZİ BİÇİMLENDİRİR. Benim hayatımın kalitesi üzerinde çok büyük etki yapmış olan bir karar vardır. Daha çok erken yaşlardan başlayarak, öğrenme konusunu büyük bir zevke bağladım. İnsan davranışını ve duygularını biçimlendirmeme yarayacak fikirler ve stratejiler keşfetmenin, bana hemen hemen hayatta istediğim her şeyi verdiğini fark ettim. Eylemlerimizin gerisinde yatan sırların kilidini açmak, beni daha sağlıklı yapıyor, fiziksel olarak kendimi daha iyi hissetmeme yol açıyor, sevdiğim kimselerle daha derin ilişkiler kurmamı sağlıyordu. Öğrenmek bana, paylaşacak, verecek bir şeyler getiriyordu. Çevremdekilere gerçekten değerli bir şeyleri verebilmemi sağlıyordu. Bir zevk ve doyum duygusu getiriyordu. Aynı zamanda, daha da güçlü bir zevk biçimini keşfetmekteydim. O da bu öğrendiklerimi ihtiraslı bir biçimde paylaşmaktı. Paylaştığım bu şeylerin, insanların hayat kalitesini yükselttiğini görmeye başladığımda, en üst düzey zevki de keşfetmiş oldum! Hayatımın amacı böylece yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Sizin hayatınızı biçimlendiren bazı acı ve zevk tecrübeleri nelerdir? Acıyla zevki, örneğin, uyuşturuculara bağlamışsanız bu kesinlikle kaderinizi etkilemiştir. Sigarayla ve alkolle, ilişkilerle hattâ vermek ve güvenmek kavramlarıyla ilişkilendirmeyi öğrendiğiniz duygular da öyle. Eğer doktorsanız, yıllar önce bu mesleği seçmeye sizi motive eden şey, doktor olmanın kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacağı inancı değil miydi? Konuştuğum her doktor, insanlara yardım etmeyi, büyük bir zevkle ilişkilendirmektedir. Acıyı durdurmak, hastalığı iyileştirmek, hayat kurtarmak... Genellikle toplumun saygı gören bir üyesi olmak da ek bir motivatör olarak devreye girmiştir. Müzisyenlerin kendilerini sanatlarına adayışı, bu düzeyde zevki kendilerine pek az şey verdiği içindir. En büyük şirketlerin başkanları da zevki, benzersiz bir şeyler yapmaya, insanlara kalıcı katkılarda bulunacak şeyler gerçekleştirmeye dönük güçlü kararları vermekle bağdaştırmışlardır. John Belushi'nin, Freddie Prinze'in, Jimi Hendrix'in, Elvis Presley'in, Janis Joplin'in ve Jim Morrison'un sınırlayıcı acı ve zevk ilintilerini düşünün. Bu insanların zevki, uyuşturucuların getirdiği kurtuluşla, hızlı çözümle, kısa dönemli ve geçici sevinçlerle ilintilendirmesi, sonunda kendi düşüşlerini getirmiştir. Kendi zihinlerini ve duygularını yönetmemenin nihaî bedelini ödemişlerdir. Milyonlarca hayranlarına ne biçim bir örnek sunduklarına bakın. Ben uyuşturucu ve alkol kullanmayı hiçbir zaman öğrenmedim. Çok zeki olduğum için mi? Hayır, çok şanslı olduğum için. Hiç alkol içmeyişimin nedenlerinden biri, çocukluğumda ailemde sarhoş bir çift bulunması, bunların içkiliyken çok kötü davranışlara yönelmesi, benim de bu sayede alkolü acıyla bağdaştırmamda. Kafamdan çıkmayan bir başka sahne de, en iyi arkadaşımın annesiyle ilgilidir. Çok şişman bir kadındı. Hemen hemen 150 kilo geliyordu. Sürekli olarak da içiyordu. Ne zaman içse, beni kucaklamaya kalkışır, salyası üstüme başıma akardı. Bugün bile birinin soluğunda alkol kokusu aldığım anda içim bulanır. Ama bira bambaşka bir hikâyeydi. On bir ya da on iki yaşlarındayken, onu alkollü içki saymıyordum. Babam da bira içerdi, öyle tatsız davranışlara girmez, iğrençleşmezdi. Hattâ bir iki bira içtiğinde, daha da keyifli olurdu. Ayrıca, zevki içmekle ilintilendirmemin bir nedeni de, babam gibi olmak isteyişimdi. Bira içmek beni gerçekten babam gibi yapar mıydı? Yapamazdı, ama bizler sinir sistemimizde sık sık böyle sahte ilintiler yaratırız (nöro-asosiyasyon), neyin acı ya da zevk getireceğini yanlış bağlarız. Bir gün annemden bir bira istedim, bana iyi gelmeyeceğini söyleyip tartışmaya başladı. Ama benim kafamda babamla ilgili gözlemlerim o kadar netken, ben zaten kararımı vermişken, tartışması hiç sonuç veremezdi. Biz aslında duyduklarımıza inanmayız, daha çok kendi gözlemlerimizin doğruluğuna inanırız. Ben o gün, bira içmenin kendi kişisel büyümemde bir sonraki adım olduğuna kesinlikle inanmış durumdaydım. Sonunda annem, eğer bana unutamayacağım bir tecrübe sunamazsa, belki de gidip biramı bir başka yerde içeceğimi anladı. İçindeki bir düzeyde, benim birayla ilintilendirdiğim şeyi değiştirmesi gerektiğini biliyordu. "Pekâlâ, baban gibi bira içmek mi istiyorsun?" dedi bana. "O halde tam baban gibi içmen gerek, tamam mı?" Ben o zaman, "O da ne demek?" diye sordum. "Kasadaki altı kutuyu da içeceksin," dedi. Dert değil," diye cevap verdim. Annem, "Burada içeceksin ama," dedi. İlk yudumumu aldığımda, tadı iğrenç geldi. Hiç de beklediğim gibi değildi. Tabii o sıra bunu itiraf etmedim, çünkü gururum söz konusuydu. Yeni yeni yudumlar aldım. Birinci birayı bitirdiğimde, "Artık doydum, anne" dedim. Annem, "Olmaz, işte ikincisi" dedi, kutuyu hemen açtı. Üçüncü ya da dördüncü kutunun sonunda midem bulanmaya başladı. Daha sonra ne olduğunu herhalde tahmin etmişsinizdir. Üstüme başıma kustum. Mutfak masası fena, berbat oldu. İğrenç bir şeydi. Oraları temizlemek de iğrençti! Biranın kokusunu o anda kusmuğa ve korkunç şeylere bağladım. Artık bira içmeyi zihinsel ve entelektüel kavramlarla ilintilendirmeyecektim. Artık sinir sistemimde duygusal bir ilinti vardı. Benliğimin içinde bir nöro-asosiyasyon. Bu ilinti, bundan sonraki kararlarımda kesinlikle bana rehberlik edecekti. Sonuçta, bir daha ağzıma bira koyamadım, hâlâ da koyamam! Acı ve zevk bağlantılarımız, hayatımızda profesyonel etkiler de getirebilir mi? Hem de nasıl! Birayla ilgili bu olumsuz nöro-asosiyasyon, benim hayatımdaki pek çok kararları etkiledi. Okulda kimlerle arkadaşlık ettiğimi de, nelerden zevk aldığımı da. Alkol kullanmadım. Onun yerine, öğrenmeyi kullandım, gülmeyi kullandım, sporları kullandım. Ayrıca insanlara yardım etmenin inanılmaz güzel duygular verdiğini öğrendim. Onların sorunlarını çözmek, benim de, onların da, kendimizi iyi hissetmemize yol açıyordu. Yıllar bazı şeyleri hiç değiştiremiyor! Uyuşturucu kullanmayışım da yine benzer bir tecrübeden kaynaklanmıştır: Üçüncü ya da dördüncü sınıftaydım. Okulumuza polis teşkilâtından birileri geldi, bize uyuşturucunun sonuçlarıyla ilgili bir takım filmler gösterdiler. İnsanların kuduruşunu, bayılışını, yayılışını, kendilerini pencerelerden atışını seyrettim. Küçük bir çocuk olarak, uyuşturucuları çirkinlikle ve ölümle bağdaştırdım, bu nedenle de kendim hiç denemedim. Şansım iyi gitmiş, polis bende bir nöro-asosiyasyon yaratmıştı. Uyuşturucu alma ihtimali bile hiçbir zaman aklımdan geçmedi. Bundan ne öğrenebiliriz? Bir tek şeyi: Eğer herhangi bir davranışı ya da duygusal oluşumu büyük acılarla bağdaştırırsak, ne pahasına olursa olsun o davranıştan kaçınıyoruz. Bunu kullanarak acı ve zevk gücünü istediğimiz gibi kullanabilir, hayatımızda neyi istiyorsak değiştirebiliriz. Değiştirmek istediğimiz, her şeyi erteleme huyumuz da olabilir, uyuşturucu kullanma alışkanlığımız da. Bunu nasıl mı yaparız? Diyelim ki çocuklarınızın uyuşturucudan uzak kalmasını istiyorsunuz. Onlara bunu öğretmenin zamanı; kendi deneylerini yapmadan önce, bir başkası onlara uyuşturucuyu zevkle ilintilendirecek bir şey öğretmeden öncedir. Karım Becky ile ikimiz, çocuklarımızı ebediyen uyuşturucudan uzak tutmanın en iyi çaresi olarak, onların içinde acıyı uyuşturucuyla ilintilendiren bir nöro-asosiyasyon yaratmayı seçtik. Uyuşturucunun aslında ne olduğunu onlara biz öğretmezsek, bir başkasının ortaya çıkıp, uyuşturucuları onlara acıdan kaçmakta yararlı bir şey olarak tanıtabileceğini biliyorduk. Bunu yapabilmek için, Misyonerler Teşkilâtı'ndan eski dostum John Rondon'u aradım. Ben yıllardan beri John'ın Güney Bronx ve Brooklyn'deki çalışmalarını desteklerim, sokaktaki insanlara, standartlarını yükselterek, sınırlayıcı inançlarını değiştirerek ve hayat becerilerini geliştirerek hayatlarını değiştirmeyi öğretmeye çalışırım. Becky ile ikimiz, bizim öğretilerimizi uygulayarak kendilerini sokaklardan kurtaran, hayatlarının kalitesini gerçekten yükselten insanlara bakıp büyük gurur duyarız. O bölgelere yaptığım ziyaretleri, bir şeyleri geri ödemek gibi, kendime ne kadar şanslı olduğumu bir kere daha hatırlatma aracı gibi kullanırım. O kaldırımlardaki insanları görmek, kendi imtiyazlı hayatımın değerini daha iyi anlamama da yol açıyor. Ayrıca bana bir perspektif kazandırıyor, hayatımı dengede tutmamı sağlıyor. Amaçlarımı John'a anlattım, o da çocuklarımı ömürlerince unutamayacakları bir geziye çıkarmayı planladı. Uyuşturucuların insan ruhuna neler yaptığını göreceklerdi o gezide. Önce yoksul kesimdeki bir binanın farelerle dolu bodrum katına bir ziyaretle başladılar. Kapıdan girdiğimiz anda, çocuklarımın yüzüne çiş lekeli yerlerin kokusu çarptı. Uyuşturucu bağımlıları, kendilerini kimin seyretmekte olduğuna aldırmıyorlardı bile. Çocuk fahişeler gelene gidene hizmet veriyor, sağdan soldan, ihmal edilmiş bebeklerin ağlama sesleri yükseliyordu. Çocuklarım uyuşturucuyu, zihinsel, duygusal ve fiziksel yıkıntıyla ilintilendirdiler. Bu olay dört buçuk yıl önce oldu. O günden bu yana, uyuşturucularla çok kere karşılaştılar, ama ellerini bile sürmediler. Bu güçlü nöro-asosiyasyon, onların kaderlerini önemli biçimde biçimlendirmiş oldu. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img529.imageshack.us/img529/3410/24uk2.gif "Eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı o şeyin kendisinden değil, sizin ona verdiğiniz değerden geliyordur, onu da her an ortadan kaldırma gücünüz vardır." MARCUS AURELIUS Biz bu gezegendeki canlılar arasında bu kadar zengin bir iç dünyası olan tek canlı türüyüz. Bizim için önemli olan, olaylar değildir. Kendimizi ne gözle göreceğimizi ve gelecekte nasıl davranacağımızı saptayan, bizim o olayları yorumlayış biçimimizdir. Bizi bu kadar özel kılan şeylerden biri, nesneleri ve fikirleri uyumlandırma, değiştirme, biçime sokma ve onu daha zevkli ve yararlı hale getirme konusundaki o harikulade yeteneğimizdir. Bu uyumlandırma yeteneklerimiz arasında en başta geleni de, hayatımızın ham bir tecrübesini ele alıp, onu daha başka tecrübelerle ilişkilendirerek, kaleidoskopik bir anlam haritası oluşturmamız ve bu haritanın da dünyadaki başka herkesinkinden farklı olmasıdır. Örneğin fiziksel acıların sonunda zevk getireceğine ya da bunun tersine yönelik ilintileri değiştirebilmek, ancak insanların yapabileceği bir şeydir. Hapiste açlık grevi yapan bir insanı düşünün. Belli bir amaç uğruna, hiç yemek yemeden otuz gün sağ kalmayı başarmıştır. Bir hayli fiziksel acılar çekmektedir, ama dünyanın dikkatini kendi amacına çekebilmiş olmanın getirdiği zevk daha ağır basmaktadır. Kişisel hayatlarında, örneğin incelmek için sıkı fiziksel rejimler uygulayan insanlar da, çektikleri fiziksel zorlukları bir tür zevkle ilintilendirmeyi öğrenmişlerdir. Bu disiplin rahatsızlığını, kişisel büyüme doyumuna bağlamışlardır. Davranışları bu yüzden tutarlıdır, sonuçları da tutarlı olur! O halde biz irademizin gücüyle, aç kalmaktan gelen fiziksel acıyı, ideallerimize teslim olmanın psişik acısıyla tartıp ölçeriz. O zaman daha yüksek bir anlam yaratırız. Skinner kutusundan çıkar, kontrolü kendi elimize alırız. Ama eğer kendi asosiyasyonlarımızı acı ve zevke doğru çekemezsek, yaşamımız hayvanlardan ve makinelerden farklı değil, demektir. O zaman sürekli olarak çevreye tepki gösteriyor, bir sonra olacak olayın hayatımızdaki yönü ve kaliteyi saptamasına izin veriyoruz demektir. Yine kutuya geri dönmüş oluruz o zaman. Sanki kamuya açık bir bilgisayarmışız gibi. Çok sayıda amatörler programlarımıza serbestçe girip girip çıkabiliyorlarmış gibi! Bizim bilinçli ve bilinçsiz davranışlarımız, pek çok kaynaktan gelen acı ve zevkin dürtülerine bağımlıdır. Çocukluk arkadaşlarımız, annemizle babamız, öğretmenlerimiz, antrenörlerimiz, sinema ve televizyon kahramanları... -bu liste böyle uzar gider- Programlamanın ve şartlandırmanın tam ne zaman yer aldığını bilir ya da bilmezsiniz. Belki biri bir şey söylemiştir. Okulda bir olay olmuştur. Spor yarışması, utanç verici bir an, karnedeki parlak notlar ya da kırık notlar. Bütün bunlar, bugünkü kişiliğinize katkıda bulunmuştur. Acıyla zevki nelere bağladığınızın, sizin kaderinizi biçimlendiren şey olduğunu ne kadar vurgulasam azdır. Kendi hayatınızı şöyle bir gözden geçirdiğinizde, sizde nöro-asosiyasyon yaratıp bir dizi sebebi harekete geçiren, böylelikle sizin bugün bu insan olmanıza yol açan tecrübeleri hatırlayabiliyor musunuz? Olaylara ne anlam veriyorsunuz? Bekârsanız, evliliği hayat arkadaşınızla paylaşacağınız neşeli bir tecrübe olarak mı görüyorsunuz, yoksa ondan zincire vurulmak gibi korkuyor musunuz? Bu akşam sofraya oturduğunuzda, yemeği sıradan bir şey gibi, vücudunuzu beslemek için mi yiyeceksiniz, yoksa her lokmanın zevkini çıkararak mı? |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img529.imageshack.us/img529/3410/24uk2.gif "Erkekler de kadınlar da anlayışlarının yoluna gitmekten çok, kalplerinin yoluna giderler." LORD CHESTERFIELD İnkâr etmeyi ne kadar çok istersek isteyelim, davranışlarımızı güden şey entelektüel hesaplarımız değil, acıya ve zevke yönelik içgüdüsel tepkilerimizdir. Entelektüel açıdan, çikolata yemenin bizim için kötü olduğuna inanıyor olabiliriz, ama yine de elimizi çikolataya uzatırız. Neden? Çünkü bizi güden, entelektüel düzeyde bildiklerimiz değil, sinir sistemimizde acıyı ve zevki nelere bağlamış olduğumuzdur. Yani nöro-asosiyasyonlar'dır. Bu asosiyasyonları, ilintileri, sinir sistemimizde kurmuşuzdur. Yaptıklarımızı bunlar saptar. Bizi güden şeyin aslında zihnimiz olduğuna ne kadar inanmak istesek de, çoğu durumda bu işi duygular, duyular yapar, biz onları alıp düşüncelerimize bağlarız. Bizi güden onlardır. Çoğu kere sistemi alt etmeye çalışırız. Bir perhize belli bir süre bağlı kalırız. Fazla acı çektiğimiz için buna karar vermeyi başarmışızdır. Sorunu geçici olarak çözeriz, ama eğer sorunun sebebini ortadan kaldırmamışsak, onunla yine karşılaşacağız demektir. Değişikliğin kalıcı olabilmesi için, acıyı eski davranışımıza, zevki de yeni davranışımıza bağlamak zorundayız, bu şartlanmayı da sürekli ve tutarlı hale gelinceye kadar devam ettirmeliyiz. Unutmayın, hepimiz acıdan kaçmak için daha çok şey yaparız, zevke ulaşmak için daha az şey yaparız. Perhiz yapıp acımızı kısa dönemde irademizle kontrol altına almak, kalıcı olmayacaktır, çünkü hâlâ acıyı, o güzel ve şişmanlatıcı yemekleri feda etmeye bağlıyoruzdur. Bu değişikliğin kalıcı olabilmesi için, acıyı o yiyecekleri yemeye bağlamalıyız ki, onları hiçbir zaman arzulamayalım. Zevki de bizi besleyen, bize enerji veren yiyecekleri daha çok yemeye bağlamalıyız. Sağlam ve sağlıklı insanlar, hiçbir şeyin tadı, kendini zayıf hissetmek kadar güzel değildir, derler. Sağlıklı yiyeceklere bayılırlar. Hattâ zevki, içinde hâlâ yiyecek bulunan tabağı elleriyle uzağa itme hareketine bağlamışlardır. Bu onlara, hayatlarının kontrolünün kendi ellerinde olduğunu gösteren bir simgedir. Gerçek şudur ki, biz zihinlerimizi, vücutlarımızı ve duygularımızı şartlandırabilir, acıyı ve zevki neye istiyorsak ona bağlayabiliriz. Acıyı ve zevki neye bağladığımızı değiştirerek, davranışlarımızı da bir anda değiştirebiliriz. Örneğin sigara içme konusunda tek yapacağınız, sigara içmeye yeterince acı, bırakmaya yeterince zevk bağlamaktır. Bunu şu anda yapacak gücünüz var, ama bunu seçmeyebilirsiniz, çünkü zevki sigaranın dumanına bağlamışsınızdır ya da bırakmanın çok fazla acı getireceğinden korkuyorsunuzdur. Oysa sigarayı bırakmış biriyle karşılaşsanız, bu davranışın bir gün içinde değişmiş olduğunu görür, anlarsınız. O gün, sigara içmenin kendileri için ifade ettiği anlamı değiştirdikleri gündür. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img529.imageshack.us/img529/3410/24uk2.gif KENDİ HAYATINIZLA İLGİLİ SİZİN BİR PLANINIZ YOKSA, BİR BAŞKASININ VAR. Reklamcılığın görevi, acıyı neye, zevki neye bağladığımızı etkilemektir. Reklamcıların çok iyi anladığı bir şey varsa, bizi güden şeyin zihnimiz değil, sundukları ürünlere bağladığımız duygularımız olduğudur. Sonuç olarak, heyecanlandırıcı ya da yatıştırıcı müzikleri, hızlı ya da zarif resimleri, parlak ya da pastel renkleri ve daha bir yığın şeyi kullanarak bizi belli bazı duygusal durumlara sokmanın uzmanı olmuşlardır. Ve tam duygularımız doruk noktaya vardığında, duyularımız en uyanık hallerine ulaştığında, kendi ürünlerinin resmini karşımıza getirirler, uzun süre tutar, onu bu arzuladığımız duygularla bağlamamızı sağlamaya çalışırlar. Pepsi bu stratejiyi çok parlak biçimde kullanarak, o verimli meşrubat piyasasının yarıdan büyük dilimini çok önemli bir rakipten, Coca Cola'dan koparmayı başarmıştır. Pepsi bu arada Michael Jackon'un fenomen sayılabilecek başarısını da görmüştür. Jackson ömrü boyunca hep insanların duygularını sesiyle, vücuduyla, yüzüyle ve hareketleriyle yükseltmeyi öğrenerek ilerlemiş bir genç adamdır. Michael'ın şarkı söyleyişi ve dans edişi, büyük insan kalabalıklarının kendilerini inanılmaz derecede iyi hissetmesine yol açmaktadır. O kadar ki, aynı duyguyu yeniden yaşayabilmek için Michael'ın o konserle ilgili albümlerini satın almaktadırlar. Pepsi'nin sorduğu soru, bu güzel duyguları kendi ürünümüze nasıl aktarabiliriz, sorusu olmuştur. Yürüttükleri mantığa göre, eğer insanlar Michael Jackson'a mal ettikleri zevkli duyguları Pepsi ile bağlayabilirlerse, onun albümlerini satın aldıkları gibi, Pepsi'yi de satın alacaklardır. Bir ürüne ya da fikre yeni duygular bağlamanın süreci, temel şartlanma için gerekli bir aktarmadır. Bununla ilgili daha geniş bilgileri Bölüm 6'da, Nöro-Asosiyatif Şartlanma'yı incelerken öğreneceksiniz. Ama şimdilik şunu düşünmeniz yeter: Ne zaman çok yoğun bir duygusal duruma girersek, acıyı veya zevki güçlü halde hissedersek, o sıra sürekli karşımıza çıkan şey, nörolojik olarak bağlam verir. Bu nedenle, gelecekte o benzersiz şey yeniden karşımıza çıktığında, duygusal durum da geri dönecektir. B.F. Skinner, davranış bilimi dalının ünlü bir öncüsüdür. Yeni doğan kız çocuğunu beşik boyunda bir kutuya yatırıp on bir ay hiç çıkarmadığı için de kötü bir şöhreti vardır. Bunu bilimsel araştırmaları uğruna yapmış, uyarı refleks davranışlarıyla ilgili teorilerini denemiştir. Herhalde Ivan Paviov'u duymuşsunuzdur. Kendisi bir Rus bilimadamıydı, on dokuzuncu yüzyılda bir dizi şartlı refleks deneyleri yapmıştı. En ünlü deneyi, köpeğine yemek verirken bir çanı eline alıp çalması, köpeğin de o sırada ağzının sulanmasıydı. Çünkü çanın sesi köpeğin yemekle ilgili duyularıyla bağlanıyordu. Pavlov daha sonra, yalnız çanı çalmanın da köpeğin ağzını sulandırmaya başladığını, yemek verilmese de bu işin gerçekleştiğini gözlemlemişti. Peki, Pavlov'un Pepsi ile ne ilgisi var? Birincisi, Pepsi, Michael Jackson'u, bizi doruk duygusal düzeye yükseltmek için kullandı. Sonra, tam o anda ürünü sundular. Bunun sürekli olarak tekrarlanması, milyonlarca Jackson hayranında bir duygusal bağ oluşturdu. Aslına bakarsanız Michael Jackson Pepsi içmez bile! Kamera karşısında elinde boş bir Pepsi kutusu tutmayı bile reddetmiştir! Siz belki içinizden, "Bu şirket deli mi?" diye soruyorsunuzdur. "Adama 15 milyon dolar verip kendilerini temsil etmesini istiyorlar, oysa o onların ürününü elinde tutmaya bile razı olmuyor, üstelik tutmayacağını herkese de söylüyor! Bu ne biçim temsilci? Amma çılgın bir fikir!" Aslında fikir çok parlak. Satışlar gerçekten de patlarcasına yükseldi. Öyle yükseldi ki, bu sefer L.A. Gear firması Michael'a kendi ürünlerini temsil etmesi için 20 milyon dolar verdi. Bugün Michael, insanların neler hissettiğini değiştirebilen biri olduğu için (ben buna "durum değiştiren" diyorum), Sony/CBS'le 10 yıllık bir plak kontratı imzaladı. Bu anlaşmanın değerinin bir milyar doları aştığı söyleniyor. İnsanların ruhsal durumunu değiştirebilme yeteneği, onu paha biçilmez bir insan yapıyor. Anlamamız gereken nokta, bütün bunların, duyguları belli davranışlara bağlamaktan kaynaklandığıdır. Ana fikir, o ürünü kullandıkça o hayalleri yaşayacağımızdır. Reklamcılar hepimize öğretti zaten. Eğer BMW kullanıyorsanız, istisnaî zevkleri olan olağanüstü birisiniz. Hyundai kullanıyorsanız, zeki ve tutumlusunuz. Pontiac kullanıyorsanız, içinizde heyecan var. Toyota kullanıyorsanız, amma güzel bir duygu yaşıyorsunuz! Başka öğrendiklerimiz de var. Obsession kokusunu kullananlar çok geçmeden kendilerini seks âlemlerinde bulurlar. Pepsi içenler, M.C. Hammer'a birlikte, moda olan dünyaya girerler. "İyi" bir anne olmak istiyorsanız, çocuklarınıza Hostess marka meyveli turta yedirirsiniz, küçük kekler ve Twinkie'ler verirsiniz. Reklamcıların saptadığı şey şu: Eğer yeterince zevk yaratılırsa, tüketiciler acının korkusunu görmezden gelebiliyor. Bir reklamcı sloganı vardır, "Seks satar" derler. Gerçekten de, yazılı basında olsun, televizyonda olsun, seks kullanılarak yapılan reklamlar bu işi başarmaktadır. Bluejean satış eğrilerine bakın. Nedir ki bluejean aslında? Eskiden bunlar işçi pantolonuydu, işlevsel ve çirkin şeylerdi. Bugün nasıl satılıyorlar? Uluslararası bir ikona oldular artık. Seksi olan, moda olan, gençlikle ilgili olan ne varsa, bluejean onu temsil ediyor. Levi's 501'lerin reklamını hiç seyrettiniz mi? Bir tanesini bile bana açıklayabilir misiniz? Hiç anlamı yok, değil mi? Çok kafa karıştırıcı şeyler. Ama sonunda, yakınlarınızda seks olayı yer almış gibi bir duyguya kapılıyorsunuz. Bu tip strateji, gerçekten bluejeanleri satabiliyor mu? Hem de nasıl! Levi's bugün ülkenin bir numaralı bluejean üreticisi. Peki, kurduğumuz bağlantıları şartlandırmanın gücü, yalnız meşrubat, otomobil ve bluejeanlerle mi sınırlı? Elbette ki değil. Kuru üzümden tutun da aklınıza ne gelirse bunlardan yararlanabiliyor. Üstelik reklamı bir şartlandırma biçimi olarak kullanmak, yalnız fiziksel ürünlerle de sınırlı kalmıyor. İyi ya da kötü, televizyonla radyonun sürekli olarak siyasal adayları belli duygulara bağlama çabasına tanık oluyoruz. Bunu usta analist ve fikir-biçimlendirici Roger Ailes'den iyi bilen olamaz. Kendisi Ronald Reagan'ın Walter Mondale'e karşı yürüttüğü o başarılı 1984 kampanyasıyla ilgili kilit unsurların sorumlusuydu. 1988'de de George Bush'un Michael Dukakis'e karşı yürüttüğü başarılı kampanyanın beyni oldu. Ailes, Dukakis'le ilgili üç belirli olumsuz mesajı yayabilmek için bir strateji tasarımlamıştı. Savunma konusunda, çevre konusunda ve suçlular konusunda Dukakis'in fazla yumuşak olduğu mesajı. İnsanlar bu yüzden acı dolu duyguları bu adayla ilintilendirdiler. Bir posterde Dukakis, tankın içine girmiş, savaş oyunu oynayan bir çocuktu. Bir başkasında, sanki Boston limanındaki kirlilikten o sorumlu tutuluyordu. En kötüsü de, suçluların Massachusetts Cezaevi'nden dışarı, döner kapıdan geçerek çıkışını gösteren posterdi. O sıra herkesi meşgul eden Willie Horton olayını akla getiren bir posterdi. Hüküm giymiş bir katil olan Willie Horton, Dukakis'in kendi eyaletinde, şaibeli bir şartlı salıverme programı nedeniyle serbest bırakılmış, 10 ay sonra geri dönmemiş, daha sonra genç bir çifti terörize etmekten, kadının ırzına geçip, adama saldırmaktan tutuklanmıştı. Birçok kimseler bu ilanların olumsuz odağına dikkat ettiler. Ben şahsen bu tür yaklaşımı bir manevra olarak görüyordum. Ama başarılı değildiler demek de çok zor, çünkü insanlar zevke ulaşmak için yapacaklarından çoğunu acıdan kaçmak için yaparlar. Kampanyanın yapılış biçimini pek çok insan onaylamıyordu. George Bush da bu onaylamayanlardan biriydi. Ama acının insan davranışında çok güçlü bir motivatör olduğuna itiraz etmek de güçtü. Ailes'in de dediği gibi, "Olumsuz ilanlar daha çabuk algılanıyor. İnsanlar bu tip ilanlara daha çok dikkat ediyorlar. Otoyolun yanındaki güzel kır manzarasına bakmak için ya yavaşlarlar ya da yavaşlamazlar. Ama araba kazasına herkes bakar." Ailes'in stratejisinin etkin olmadığını söylemek mümkün değildir. Bush o seçimlerde parlak bir çoğunluğun oyunu kazanmış Dukakis'in oy tabanını bile silip süpürmüştür. Dünya kamuoyunu oluşturan güç de tüketicinin satın alma alışkanlıklarını oluşturan güç de bizim tüm eylemlerimizi biçimlendiren gücün aynısıdır. Bu gücün kontrolünü elimize alıp kendi eylemlerimize bilinçli olarak karar vermek bize kalmıştır, çünkü kendi düşüncelerimizi kendimiz yönlendirmezsek, bizi kendi istedikleri gibi davranmak üzere şartlandıranların etkisine gireriz. Bazen onların istediği eylemler, zaten bizim seçeceğimiz şeyler olabilir ama bazen de olmayabilir. Reklamcılar bizim acıyla zevki bağladığımız şeyleri değiştirip kendi ürünlerine bağladığımız duyguları bağlamasını bilirler. Hayatımızın kontrolünü kendi elimize almak istiyorsak, kendi zihnimizde "reklam" yapmayı öğrenmek zorundayız. Bunu da hemen şu anda yapabiliriz. Nasıl mı? Yapmamak istediğimiz davranışlara acıyı öyle yoğun bir dozda bağlamalıyız ki, bir daha o davranışları düşünmek bile istemeyelim. Sizin de hiçbir zaman, asla yapmayacağınız bir takım şeyler yok mu? Onlara bağladığınız duyguları düşünün. Kaçınmak istediğiniz davranışlara da aynı duyguları bağlarsanız, onları da bir daha asla yapmazsınız. Bundan sonra yapacağınız şey, zevki kendiniz için seçtiğiniz yeni davranışa bağlamaktır. Tekrarlarla ve duygusal yoğunlukla, bu davranışları kendinize şartlayarak otomatik hale getirebilirsiniz. O halde bir değişiklik yaratmanın ilk adımı nedir? İlk adım, acıyla zevkin her karar üzerindeki, dolayısıyla da giriştiğimiz her eylem üzerindeki gücünün farkına varmaktır. Farkına varma sanatı, acı ve zevkle ilgili fikirlerin, kelimelerin, resimlerin, seslerin ve duyguların bağlantılarının sürekli olarak yer almakta olduğunu hissetmektir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img529.imageshack.us/img529/3410/24uk2.gif "Sonunda acı getirecek zevklerden kaçınılabileceğini, sonunda zevk getirecek acılara da dayanılabileceğini düşünüyorum." MICHELL DE MONTAIGNE Esas sorun, çoğumuzun ne yapacağımızla ilgili kararlarımızı, uzun dönemde değil, kısa dönemde acı ya da zevk yaratmasına göre verişimizdir. Oysa, başarıya ulaşmak için yapmamız gereken, değer verdiğimiz şeylerin çoğu, kısa dönemli acı çemberini yarıp uzun dönemli zevke ulaşmamızı gerektirmektedir. Geçici korku ve tahrik anlarını bir kenara koyup uzun dönemde önemli olana odaklanmalısınız. Yani değerlerinize ve kişisel standartlarınıza. Unutmayacağınız bir nokta daha vardır. Bizi güden fiilen acının kendisi değil, belli bir şeyin, sonunda acı getireceğinden korkmamızdır. Ayrıca bizi güden fiilî zevkin kendisi de değil, belli bir eyleme geçmenin zevk getireceği yolundaki inancımız, bundan hemen hemen emin olmamızdır. Yani bizi güden şey, gerçekler değil, bizim gerçeği algılayış biçimimizdir. Çoğu insanlar, kısa dönemde nasıl acıdan kaçıp zevke ulaşacaklarına odaklanırlar, bu yüzden de kendilerine uzun dönemde sorunlar yaratırlar. Bir örneği ele alalım. Diyelim ki birisi birkaç kiloluk fazlalıktan kurtulmak istiyor. (Biliyorum, bu sizin hiç başınıza gelmemiştir, ama biz öyle varsayalım!) Bu kişinin kafasının bir yanında, neden kilo kaybetmesi gerektiğine dair bir yığın mükemmel sebepler vardır. Kendini daha sağlıklı hissedecektir, daha enerji dolu olacaktır, elbiselerine daha kolay sığacaktır, karşı cinsin üyeleriyle biraraya geldiğinde kendini daha güvenli hissedecektir. Ama buna karşılık, kilo vermekten kaçınmak için de bir o kadar sebep vardır. Bir kere, perhiz yapmaya mecbur olacaktır, sürekli açlık hissedecektir, şişmanlatıcı yiyecekler yemek istedikçe, bu isteğini gemlemek zorunda kalacaktır, hem üstelik neden tatil bitene kadar beklemesin ki! Sebepler böyle dengelenince, çoğu kişi bu terazinin, durumu olduğu gibi sürdürme tarafına doğru kayar. Daha zayıf olmanın potansiyel zevki, perhizin kısa dönem acılarının karşısında yenilgiye uğrar. Kısa dönemde, açlık hissetmenin acısından kaçınmış oluruz, bu kararımızdan ötürü de kendimizi birkaç torba cips patatesle ödüllendiririz. Ama bu böyle sürmez. Uzun dönemde, kendimizi giderek daha kötü hissederiz sağlığımızın bozulmaya başlaması da ayrı. Unutmayın ki değerli bir şeyi istediğiniz zaman, kısa dönemli acıları yarıp, uzun dönemli zevkleri o yolla elde etmeniz gerekmektedir. İyi bir vücut istiyorsanız, o vücudu bir heykeltraş gibi kendiniz yontacaksınız. Bu da kısa dönemli acıları yarmayı şart kılar. Perhiz de aynı şeydir. Her türlü disiplin, acıları yarmayı şart kılacaktır. İş hayatındaki disiplin de, ilişkilerdeki disiplin de, kişisel güven de, sağlık da, mâlî durum da. Rahatsızlıkları nasıl yaracaksınız da amaçlarınıza ulaşmak için gerekli ivmeyi kazanacaksınız? Bir kere, onu yenme kararını vermekle başlayın. Acıya göğüs germe kararını her zaman için bir anda verebiliriz. Daha da iyisi, işlerin şartlanmayla kolaylaşmasıdır. Bunu da Bölüm 6'da daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Bu kısa dönemli odağın hepimizi (Niagara'da olduğu gibi) nasıl devireceğinin bir örneği olarak, bir mevduat-kredi krizi durumunu düşünelim. ABD'de bu tür son olay, ülke hükümetinin tarihinde yapılmış en büyük mâlî hatâdan kaynaklanmıştı. Tahminlere göre bu durum vergi mükelleflerine 500 milyar doların üstüne bir paraya patlamıştır, ama pek çok Amerikalının, bunun nedeni hakkında hiçbir fikri yoktur. Bu sorun kesinlikle ülkedeki her kadın, erkek ve çocuğu, belki kuşaklar boyunca etkileyecek, onlara acı verecektir. En azından ekonomik acı! Resolution Trust Company ve Federal Deposit Insurance Corporation'ın başkanı L. William Seidman'la yaptığım bir sohbet sırasında, kendisi bana şöyle dedi: "Bu kadar büyük bir hatâya dayanacak kadar zengin olan tek ülke biziz." Bu tatsız olayı ne mi yarattı? Yine aynı tutum. Sebep dururken sorunu gidermekle acıdan kaçınma çabası. Olayın başı, yetmişli yılların sonlarıyla seksenli yılların başlarında ortaya çıkan mevduat ve kredi zorluklarıydı. Bankalar ve finans kurumları, işlerini daha çok şirketler piyasasıyla tüketici piyasasına yaymışlardı. Bir bankanın kâr etmesi için kredi vermesi şarttı. Kredinin faizi, o bankanın mevduat sahiplerine ödediği faizden daha yüksek olmalıydı. İlk başlarda, bankalar birkaç cephede zorlukla karşılaştılar. Önce şirketler, eskiden yalnızca bankalara ait olan bir alana girdi, kredi vermeye başladılar. Çünkü büyük şirketler birbirlerine kredi vermekle faizden büyük tasarruf sağlayacaklarını keşfetmiş, bugün artık "ticarî kâğıtlar piyasası" diye bilinen şeyi başlatmışlardı. Bu iş öyle başarılı oldu ki, nice bankanın kâr merkezini hemen hemen mahvetti. Bu arada ülkenin tüketici cephesinde de birtakım değişiklikler olmaktaydı. Geleneksel olarak, tüketiciler bankanın kredi sorumlusunun karşısına geçip de bir araba ya da başka mal için kredi istemeye pek de heves duymazlardı. Hele banka bu kişilerin mâlî durumlarını incelemeye başladığında, bunun acı veren bir süreç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Birçok bankaya girdiklerinde kendilerini "değer verilen bir müşteri" gibi hissetmezlerdi. Otomobil üreten şirketler bunu farkedecek îdari kurnazlık gösterdiler, müşterilerine kredi açmaya başladılar, bu arada kendilerine bir kâr kaynağı daha bulmuş oldular. Kredilerden gelen kâr, arabayı satmaktan gelen kâra eşti. Müşterilerini rahat ettirebiliyor, bankalara göre çok daha düşük faizler verebiliyorlardı. Tutumları bankalarınkinden çok farklıydı tabii. Müşterinin krediyi alması onların yararınaydı. Çok geçmeden müşteriler bu tür krediyi, bankadan alınana tercih etmeye başladılar, bu yolun rahatlığı, esnekliği, düşük faizleri hoşlarına gitti. Her şey bir tek masanın başında, o satışı yapmayı çok isteyen kibar bir görevli tarafından ayarlanıyordu. Çok geçmeden General Motors Acceptance Corporation (GMAC) ülkenin bir numaralı oto finansman kurumu haline geldi. Bankaların son kalelerinden biri de gayrimenkul piyasasıydı, ama faiz oranları ve enflasyon bir yıl içinde %18 yükselmişti. Sonuçta hiç kimse ana parayla faizin bileşik aylık taksitlerini ödeyemez duruma geldi. Tahmin edebileceğiniz gibi, sonunda emlâk kredileri büsbütün devre dışı kaldı. O zamana kadar bankalar "kurum" müşterilerinin tümünü kaybetmişlerdi. Oto kredilerinin çoğu da ellerinden kaçmıştı. Konut kredilerini de kaybetmek üzereydiler. Bankaların yüzünde şaklayan son şamar da, mevduat müşterilerinin enflasyon yüzünden çok daha yüksek faiz arar hale gelmeleri oldu. Oysa bankaların daha önce vermiş olduğu kredilerin faizleri düşüktü ve henüz o krediler de tahsil edilmiş değildi. Her gün para kaybetmeye başlayan bankalar, kendi geleceklerini tehlikede görünce, iki şey yapmaya karar verdiler. Birincisi, kredi müşterilerinde aradıkları standartları düşürdüler. Neden mi? Çünkü standartları düşürmeseler kredi verecek kimseyi bulamayacaklardı. Kredi vermezlerse kâr edemezlerdi, bu da kesinlikle acı demekti. Buna karşılık, parayı geri ödeyecek birine kredi olarak vermek, zevk demekti. Zaten işin riski de çok azdı. Krediyi verdikten sonra adam geri ödemezse, vergi mükellefleri, yani siz ve ben, nasılsa bankaları kurtaracaktık. Yani nihaî analizde, acı korkusu pek az, paralarını (yoksa bizim paramızı mı?) verme riskini göğüslemek için özendiriciler ise pek çoktu. Bankalarla finans kuruluşları bir yandan da Kongre'ye baskı yapıyor, batmamaları için önlem istiyorlardı. Dolayısiyle birtakım değişiklikler oldu. Büyük bankalar, sermaye kıtlığı çeken yabancı ülkelere kredi verebileceklerini fark ettiler. Bir kahvaltı toplantısında, belli bir ülkeye 50 milyon dolar söz vermek işten değildi. Hem milyonlarla tüketiciye kredi vermekten kolaydı, hem de bu işin kârı azımsanacak gibi değildi. Banka müdürleriyle kredi sorumlularına, açtıkları kredilere göre prim ve ikramiye de veriliyordu. Bankalar artık bir kredinin kalitesine bakmaz olmuşlardı. Brezilya gibi bir ülke parayı geri ödeyebilir mi, ödeyemez mi, düşündükleri yoktu. Çoğu bu konuda pek kaygılanmıyordu. Neden mi? Bizim onlara öğrettiklerimizi yapıyorlardı da ondan. Biz onlara, Federal Deposit Insurance sayesinde kumarbazlığı öğretmiştik. Kazanırsanız büyük kazanırsınız, batarsanız, hesabı biz öderiz, demiştik. Bu senaryoda bankacı için pek bir acı gözükmüyordu. Yabancı ülkelere kredi verecek kadar kaynağı olmayan küçük bankalara gelince, onlar da yapılabilecek ikinci en iyi şeyi yaptılar, ABD içindeki müteahhitlere kredi verdiler. Bu arada onlar da standartlarını düşürdüler, müteahhitler eskiden beri âdet olan yüzde 20'yi bile yatırmadan kredi alabilmeye başladı. Aslında onların da kaybedecek bir şeyi yoktu, zaten başkalarının parasını kullanmaktaydılar. Bu arada Kongre de işhanı yapımına öyle cazip vergi özendiricileri getirmişti ki, müteahhitlerin artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Piyasa uygun muymuş, o bina o mevkie uyuyor muymuş bu tür analizleri yapmıyorlardı bile. Onların tek derdi, ömürlerinde görmedikleri oranda, vergiden masrafları düşebilmekti. Sonuçta harıl harıl bina yapıldı, piyasada tıkanma oldu. Arz, talebi bu kadar aşınca piyasa çöktü. Müteahhitler bankalara koşup, "Ödeyemiyoruz" dediler. Bankalar da vergi mükelleflerine döndüler, "Biz de ödeyemiyoruz" dediler. Ne yazık ki bizlerin dönebileceğimiz kimse yoktu. Daha da kötüsü, bu ülkede sömürü nasıl olur, onu görmüştük artık. Ne zaman karşımıza zengin biri çıksa, mutlaka birinin sırtından zengin olmuştur, diyecektik. Böyle olması, kendi işlerini kurmuş olan, istihdam yaratan, Amerikan rüyası dediğimiz şeyin gerçekleşmesini sağlayan insanlara biraz haksızlık tabii. Olay baştan sona, acı-zevk dinamiğini doğru dürüst anlayamayışımızdan, uzun dönem sorunlarını kısa dönem çareleriyle alt etmeye kalkışımızdan doğmuştu. Acı ve zevk, küresel bir tiyatronun da kulis yönetmeni durumunda gözüküyor. Yıllar boyunca SSCB ile karşılıklı, giderek hız kazanan bir silahlanma yarışını yaşadık. İki ulus habire silah yapıyor, "Siz bizim canımızı yakarsanız, biz de sizin canınızı daha kötü yakarız," tehditleri dinmek bilmiyordu. Sonunda silahlara saniyede 15.000 dolar harcar duruma geldik. Gorbaçov'un birdenbire silah sınırlama anlaşmalarını yeniden görüşmek istemesinin nedeni neydi? Cevabı, acı. Bizim askeri çabalarımızla yarışmaya çalışmayı, korkunç bir acı olarak görmüştü. Finansal açıdan mantıklı bir şey değildi. Halkının karnını bile doyuramaz durumdaydı! İnsanlar aç kaldımı, silah düşünmekten çok midelerini düşünürler. Cephanelikleri doldurmaktan çok kendi kilerlerini doldurmak isterler. Paraların israf edildiğine inanmaya başlar, değişim isterler. Gorbaçov'un tutumunu değiştirmesi, büyük adam olduğundan mıydı? Belki. Ama kesin olan bir tek şey var adamın başka seçeneği yoktu. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img529.imageshack.us/img529/3410/24uk2.gif "Doğa insanoğlunu iki efendinin yönetimine vermiştir: Acı ve zevk... Bunlar bizim her yaptığımızı, her söylediğimizi, her düşündüğümüzü yönetirler; onları devirmek için göstereceğimiz her çaba, ancak durumumuzu daha kesin biçimde onaylamaya yarar." JEREMY BENTHAM İnsanlar doyum vermeyen bir ilişkiyi neden sürdürür, neden çözüm aramadığı gibi, ilişkiyi bitirip yoluna devam da etmez? Çünkü değişimin bilinmeyene yol açacağını bilirler. Çoğu insan da bilinmeyenin, şimdiki durumdan çok daha acılı olduğuna inanır. Hani eski bir söz vardır; "Tanıdığın şeytan, tanımadığın şeytandan iyidir" derler. "Eldeki bir kuş, ağaçtaki iki kuştan iyidir" de derler. Bu temel inançlar, hayatlarımızı değiştirecek adımları atmamızı engeller. Eğer yakın bir ilişki istiyorsak, o zaman reddedilme korkusundan ve incinme korkusundan kendimizi kurtarmalıyız. İş hayatına atılacaksak, güvenliğimizi kaybetme korkumuzu yenmeliyiz. Kısacası, hayatta değerli sayılan şeylerin çoğu, sinir sistemlerimizin temel şartlanmasının tersine davranmamızı gerektirir. Korkularımızı yenmek için, önceden şartlanmış bu tepkileri yönetmek durumundayız. Birçok durumda, o korkuyu bir güce de dönüştürebiliriz. Genellikle bizi kontrolü altına almasına izin verdiğimiz korku hiçbir zaman gerçekleşmez bile. İnsanlar bazen acıyı, uçağa binmeye bile bağlayabiliyorlar. Oysa bu fobinin hiçbir mantıksal dayanağı yoktur. Belki geçmişlerindeki, belki hayali bir gelecekteki tecrübeye dayanarak yapıyorlar bunu. Belki gazetede uçak kazalarıyla ilgili bir şey okumuşlardır, o yüzden uçağa binmiyorlardır. Yani o korkunun kendilerini kontrol etmesine izin veriyorlardır. Oysa hayatımızı şimdiki zamanda yaşamamız, gerçek olan şeylere tepki göstermemiz gerekir, eskiden var olan ya da bir gün var olabilecek korkulara değil. Hatırlanacak kilit nokta, gerçek acıdan uzaklaşmadığımız, yalnızca acı getireceğine inandığımız şeyden uzaklaştığımızdır. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Önce, yapmanız gerektiğini bildiğiniz halde ertelediğiniz dört eylemi yazın. Belki kilo vermeniz gerekiyordur. Belki sigarayı bıraksanız iyi olur. Belki çoktandır aramadığınız birini arama zamanı gelmiştir ya da sizin için önemli olan biriyle ilişkinizi tazelemeniz gerekiyordur. İkincisi, bu eylemlerin her birinin altına, şu soruların cevabını yazın: Neden eyleme geçmedim? Geçmişte bu eyleme hangi acıları bağladım? Bunlara cevap verdiğinizde, sizi geri tutan şeyin, eylemin getireceği acıları, eyleme geçmemenin acılarından daha büyük bulmak olduğunu göreceksiniz. Kendinize karşı dürüst olun. Eğer, "Ben buna bir acı bağlamadım" diye düşünüyorsanız, biraz daha dikkatli düşünün. Belki de acı, basit bir şeydir. Belki meşgul programınız arasında buna vakit ayırma acısı söz konusudur. Üçüncüsü, geçmişte bu olumsuz alışkanlığı sürdürmekle ne gibi zevkler kazandığınızı yazın. Örneğin niyetiniz kilo vermekse, neden pastaları yuttunuz, torba torba cipsleri atıştırdınız, dondurmaları mideye indirdiniz? Kendinizi bunlardan mahrum etmenin acısından kaçıyorsunuz. Evet ama aynı zamanda bunu yapış nedeniniz, şu anda size hoş bir duygu verdiği için. Zevk alıyorsunuz! Kısa dönemli, evet. Kimse bu duygulardan vazgeçmek istemez! Oysa kalıcı değişiklikler yaratmak için, aynı zevki, kötü sonuçlar yaratmadan almanın yolunu bulmalıyız. Eskiden aldığınız zevkleri teşhis etmek, hedeflerinizin ne olduğunu saptamanıza yardım edecektir. Dördüncüsü, şimdi değişmemenin size nelere mal olacağını yazın. Bu kadar çok şeker ve yağ yemeyi kesmezseniz ne olur? Sigarayı bırakmazsanız ne olur? Etmeniz gerektiğini bildiğiniz telefonu etmezseniz ne olur? Her gün cimnastik yapmaya başlamasanız ne olur? Kendinize karşı dürüst olun. Önümüzdeki iki, üç, dört, beş yılda bu size nelere patlayacaktır? Duygusal maliyeti nedir? Özsaygı bakımından maliyeti nedir? Fiziksel enerji düzeyiniz açısından maliyeti nedir? Parasal açıdan maliyeti nedir? Sevdiğiniz insanlarla ilişkileriniz açısından maliyeti nedir? Bu size nasıl bir duygu veriyor? Yalnızca, "Para harcarım" ya da "Şişman olurum" diye yazmakla yetinmeyin. O yeterli değil, duygularımız olduğunu unutmayın. Asosiy ve acıyı kendi dostunuz haline getirin. O düzeyine doğru itsin. Son adım da bu eylemin şimdi getireceği bütün zevkleri yazmak olmalıdır. Çok büyük bir liste yapın. Bu liste sizi duygusal olarak güdecek güçte olsun. Size heyecan versin. "Hayatımın kontrolünü elimde tutma duygusunu yaşayacağım" deyin. "Yeni bir özgüven düzeyine varacağım" deyin. "Fiziksel canlılık ve sağlık kazanacağım, ilişkilerimi güçlendirebileceğim, irademi geliştireceğim ve onu hayatımın başka alanlarında da kullanacağım" deyin. "Hayatım bütün bu bakımlardan, şimdikinden daha iyi olacak" deyin. Önünüzdeki iki, üç, dört, beş yıl boyunca. "Bu eyleme girişmekle rüyalarıma ulaşacağım" deyin. Hem şimdiki zamanı, hem de geleceği ilgilendiren bütün olumlu etkileri gözünüzde canlandırın. Hemen şimdi zaman ayırıp bu egzersizi yapmanızı kuvvetle öneririm. Bu kitabın sayfalarını çevirirken kazandığınız büyük ivmeden yararlanın. Demir tavında dövülür! Şu an gibi an yoktur. Gerçi bir sonraki bölüme başlamak için sabırsızlanıyorsanız, o zaman başlayın. Ama sonra mutlaka bu egzersize dönün, acı ve zevk ikizleri üzerinde ne büyük kontrole sahip olduğunuzu kendinize kanıtlayın. Bu bölüm size, acıyla zevki hayatımızın her yönüyle nasıl ilintilendirdiğimizi, bu ilintileri değiştirecek gücümüz olduğunu, demek ki eylemlerimizi ve kaderimizi kontrol edebileceğimizi tekrar tekrar göstermiştir. Ama bunu da yapabilmek için, anlamamız gereken bir şey vardır, o da... |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img529.imageshack.us/img529/3410/24uk2.gif İNANÇ SİSTEMLERİ: YARATMA GÜCÜ VE YIKMA GÜCÜ "Tüm düşündüklerimizin altında, tüm inandıklarımız yatar; ruhumuzun son kat peçesi gibi." ANTONIO MACHADO BURUK ve zalimdi. Hem alkol, hem uyuşturucu tutkunuydu. Defalarca kendini öldürmeye kalkışmıştı. Şu anda, kendisini engellemeye çalışan bir dükkân kasiyerini öldürme suçundan müebbet hapis cezasını çekiyor. On bir ay arayla doğmuş iki oğlu var. Bunlardan biri, tıpkı babasına benzer büyümüş. Uyuşturucu tutkunu. Çalarak ve insanları tehdit ederek yaşamını sürdürmüş, sonunda o da cinayete teşebbüsten parmaklıklar ardını boylamış. Ama kardeşi çok farklı. Üç çocuk büyütüyor, evliliğinden zevk alıyor ve çok da mutlu görünüyor. Büyük bir firmanın bölge müdürü olarak, işini ilginç ve ödüllendirici buluyor. Fiziksel açıdan sağlam. Alkol ya da uyuşturucu tiryakiliği yok! Peki, hemen hemen aynı çevrede büyüyen bu iki genç, nasıl birbirinden bu kadar farklı olabilmiş? İkisine de ayrı ayrı, diğerinin haberi olmaksızın, "Hayatın neden böyle oldu?" diye sorulduğunda, -şaşılacak şey- ikisi de aynı cevabı veriyorlar. "Böyle bir babayla büyürken başka nasıl olabilirdim ki?" diyorlar. Hayatımızı olayların kontrol ettiğine, bugün kim olduğumuzu çevrenin saptadığına öyle de kolay inanıyoruz ki! Oysa bundan büyük bir yalan olamaz. Bizi biçimlendiren, hayatımızdaki olaylar değil, o olayların ne anlama geldiğine inandığımızdır. İki adam Vietnam'da vurulmuş, ardından ünlü Hoa Lo cezaevine konmuşlar. Tek başlarına hücrelerdeymişler. Çimento kalıplarına zincirlerle bağlıymışlar. Sürekli olarak paslı demirlerle dövülüyor, bilgi vermeleri için işkence görüyorlarmış. İçlerinden biri, hayatının sona erdiğine karar vermiş, daha fazla acıdan kaçmak için intih.r etmiş. Diğeri bu katılaştırıcı tecrübeden, kendine, arkadaşlarına ve yaratıcısına daha da çok inanarak çıkmış. Bugün Yüzbaşı Gerald Cofee, geçirdiği bu tecrübeyi kullanarak dünyanın her yanındaki insanlara, insan ruhunun hemen her acı düzeyini, her zorluğu, her sorunu yenecek kadar güçlü olduğunu hatırlatıyor. İki kadın yetmiş yaşına geliyorlar, ama her biri bu olaya farklı bir anlam yorumluyor. Biri, hayatının sonunun geldiğini "biliyor" Ona göre yetmiş yıl yaşamak demek, vücudunun artık çözülmeye başlaması demek. Bir an önce işlerini toparlaması gerektiğini düşünüyor. Öbür kadın ise, bir insanın herhangi bir yaşta yapabileceklerinin kendi inançlarına bağlı olduğuna karar veriyor, kendine daha yüksek bir standart koyuyor. Dağa tırmanmanın tam yetmiş yaşında başlanacak spor olduğunu düşünüyor. Bundan sonraki yirmi beş yıl boyunca kendini bu yeni ve serüven dolu beceriye adıyor, dünyanın bazı en yüksek tepelerine çıkıyor. Bugün doksan yaşını aşmış olan Hulda Crooks, Fuji dağına tırmanmış en yaşlı kadın olarak tanınıyor. Görüyorsunuz ya, sorun hiçbir zaman çevrede değil. Hayatımızdaki olaylarda da değil. Sorun, bizim o olaylara verdiğimiz anlamlarda. Bizim onları nasıl yorumladığımızda. Bugün kim olduğumuzu ve yarın kim olacağımızı biçimlendiren bu. Neşeli katkılarla dolu bir ömürle, acılar ve mutsuzluklarla dolu bir ömür arasındaki farkı yaratan, bizim inançlarımız. Mozart'ın Manson'dan farkı da inançlar. Bazı bireyleri kahraman yapan, bazılarını "sessiz bir çaresizlik içinde yaşatan" inançlardır. İnançlarımız hangi amaçla tasarımlanmıştır? Onlar bize, neyin acıya, neyin zevke yol açacağını söyleyen rehber güçtür. Hayatınızda herhangi bir şey olduğu zaman, beyniniz size iki soru sorar: 1) Bu acı mı, yoksa zevk mi? 2) Şimdi ben acıdan kaçmak ya da zevke ulaşmak için ne yapmalıyım? Bu iki sorunun cevapları bizim inançlarımıza bağlıdır. İnançlarımız da, neyin acıya ya da zevke yol açacağına ilişkin öğrenmiş olduğumuz genellemeler tarafından güdülmektedir. Bu genellemeler bizim tüm eylemlerimizi güder, dolayısıyla hayatımızın yönünü ve kalitesini de onlar oluşturur. Genellemeler çok yararlı olabilir. Bunlar yalnızca benzer oluşların teşhisidir. Örneğin, bir kapıyı açmanıza izin veren nedir? Bir kapı kulpuna bakarsınız, daha önce o kulpu hiç görmemiş olduğunuz halde, onu sağa ya da sola çevirip kapıyı itmek ya da çekmekle o kanadın açılacağından genellikle emin olursunuz. Buna neden inanırsınız? Çünkü kapılarla ilgili tecrübeleriniz size bir emin olma duygusu verecek kadar referans biriktirmiştir. Bu emin olma duygusu olmasa, evimizden bile çıkamazdık. Arabamızı da süremezdik, telefonu da kullanamazdık, her gün yaptığımız düzinelerce şeyin hiçbirini yapamazdık. Genellemeler hayatımızı kolaylaştırır ve işlev görmemize izin verir. Ne yazık ki hayatımızın daha karmaşık alanlarındaki genellemeler bazen durumu aşırı basitleştirir, bazen de sınırlayıcı inançlar yaratır. Belki hayatınızda birkaç kere, belli bir girişimi sürdürmekten vazgeçmişsinizdir. Buna dayanarak da kendinizin maymun iştahlı olduğu inancını geliştirmişsinizdir. Bunun doğru olduğuna bir kere inandınız mı, artık bu kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşür. Kendi kendinize, "Madem ki nasılsa yarım bırakacağım, ne diye deneyeyim?" dersiniz. Ya da belki iş veya ilişkilerle ilgili birkaç kötü karar vermişsiniz, bunu da, her zaman kendi kendinizi "sabote" edeceğiniz biçiminde yorumlamışsınızdır. Belki okulda diğer çocukların öğrendiğini sandığınız hızda öğrenemediğinizi görmüş, kendi öğrenme stratejinizin farklı olduğunu düşünmek yerine, "öğrenme özürlü" olduğunuza karar vermişsinizdir. Olaya bir başka düzeyde baktığımızda, ırkçı önyargılar da aslında koskoca bir grup insanla ilgili toptan genellemelerin ürünü değil midir? Bütün bu inançların kötü yanı, ilerde kendinizin kim olduğu ve neleri yapabileceğiniz konusunda karar verirken bunların sınırlayıcı işlev görmesidir. Hatırlamamız gereken şey, çoğu inançlarımızın geçmişimizle ilgili genellemeler olduğu, acı ya da zevkli tecrübelerimizi yorumlayış biçimimize dayandığıdır. Bu zorluk üç yönlüdür: 1) Çoğumuz neye inanacağımıza bilinçli olarak karar vermeyiz. 2) Çoğu zaman inançlarımız geçmiş tecrübelerin yanlış yorumuna dayalıdır. 3) Bir inancı bir kere benimseyince, onun yalnızca bir yorum olduğunu unutuveririz. İnançlarımıza gerçekmişler gibi davranmaya başlarız. Sanki Tanrı'nın emridir her biri. Hattâ uzun süredir inandığımız inançları hemen hiç sorgulamayız bile. İnsanların yaptıkları şeyleri neden yaptığını merak ederseniz, hatırlamanız gereken şey, insanların raslantı yaratıkları olmadığıdır. Bizim tüm eylemlerimiz, inançlarımızın sonucudur. Ne yaparsak, bilinçli ya da bilinç dışı inançlarımızın bunu zevk ya da acı getirici olarak görmesindendir. Davranışlarınızda uzun dönemli ve kalıcı değişiklikler yaratmak istiyorsanız, sizi geri tutan inançları değiştirmeniz gerekir. İnançlarda yaratıcı güç ve yıkıcı güç vardır. İnsanların hayatlarındaki herhangi bir tecrübeyi alıp, ondan kendi güçlerini yok edici ya da kendi hayatlarını kurtarıcı bir anlam çıkarma yeteneği vardır. Bazı insanlar geçmişlerindeki acıyı almış, "Bu yüzden başkalarına yardım edeceğim" demişlerdir. "Benim ırzıma geçildi ama bir daha kimseye bir zarar gelmeyecek." Ya da derler ki, "Ben oğlumu ya da kızımı kaybettiğime göre, dünyada bir fark yaratmalıyım." Bu, onların inanmak istediği bir şey değildir. Daha çok, parçalanmamak için, güçlü yolda ilerleyebilmek için bu türlü yaklaşımda bulunmak zorunda kalmışlardır. Kendimizi güçlü kılacak anlamları yaratma kapasitesi hepimizde vardır. Ama çoğumuz bu kapasiteyi hiç kullanmayız, varlığını bile bilmeyiz. Hayatın açıklanamayan trajedilerinin bir nedeni olduğu inancını benimsemezsek, o zaman gerçek anlamda yaşama kapasitemizi mahvetmeye başlıyoruz. Hayatın en acı tecrübelerinden anlam çıkarabilme ihtiyacı, ruh hekimi Viktor Frankl tarafından; özlemlenmiştir. Frankl ile diğer soykırım kurbanları, Auscwitz'in ve başka toplama kamplarının dehşetinden kurtulmuş kimselerdir. Frankl bu "dünya cehennemine" dayanabilenlerin bir ortak özelliği olduğuna dikkat etmişti. Bu tecrübeye dayanabilmek için, çektikleri acıyı değiştirip ona güçlendirici anlam yükleyebiliyorlardı. İçlerinde bir inanç geliştirmişlerdi. Bu acıyı çekip sağ kalınca olup bitenleri anlatacak, bir daha hiçbir insanın böyle acı çekmemesini sağlayacaklardı. İnançlar yalnız bizim duygularımızla eylemlerimizi etkilemekle de kalmaz. Birkaç saniye içinde vücudumuzu da değiştirebilirler. Yale profesörlerinden, kitapları çok satılan Dr. Bernie Siegel'le bir görüşme yapma zevkine ulaştığımda, inancın gücünden konuşmaya başladık. Bernie bana, "Çok Kişilikli" hastalarından bazıları üzerinde yaptığı bir araştırmayı anlattı. Bu insanların farklı bir kişi haline dönüştüklerine olan inançlarının gücü, sinir sistemlerine kesin bir emir vermelerine yol açıyor, vücutlarının biyokimyasında inanılmaz değişiklikler yaratıyordu. Sonucu mu soruyorsunuz? Vücutları araştırmacının gözleri önünde biçim değiştiriyor, bir anda yeni bir kimlik yansıtmaya başlıyordu. Yapılan çalışmalarda, hastanın göz renginin bile kişiliğiyle birlikte değiştiği, vücudundaki birtakım iz ve işaretlerin silinip tekrar belirdiği gözlemlenmişti! Şeker hastalığı ya da tansiyon gibi sorunlar bile, o kişinin hangi kişiliğe girdiği konusundaki inancına göre gidip gelmekteydi. İnançlar ilaçların vücuttaki etkisini bile alt etme kapasitesine sahiptir. Çoğu kimseler ilaçların tedavi edici olduğuna inanıyor olsa bile, yeni gelişen psikonöroimmünoloji biliminde (yani zihin-vücut ilişkileri) pek çok kişinin ilaçlara karşı kuşkular taşıdığı, bunun yüzyıllardır böyle olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Hastalıkla o hastalığın tedavisi konusundaki inançlarımız tedavi kadar, hattâ belki tedaviden de güçlü bir rol oynamaktadır. Harvard Üniversitesi'nden Dr. Henry Beecher'ın yaptığı geniş çaplı araştırmaların kesinlikle gösterdiğine göre, biz sonucu ne kadar ilacın etkisine yorumlasak da aslında farkı yaratan hastanın inancıdır. Bunun bir örneği, 100 tıb öğrencisinin katılmasıyla yapılan bir deneyde iki yeni ilacın değerlendirilmesiydi. İlaçlardan biri onlara süper-uyarıcı olarak tanıtılmıştı. Kırmızı kapsül içinde bir tozdu. Diğerinin de süper-sakinleştirici olduğu söylenmişti. O da mavi kapsül içindeydi. Ama öğrencilerin haberi olmaksızın, kapsüllerdeki ilaçlar değiştirilmişti Kırmızıya barbitürat, maviye amfetamin konmuştu. Yine de, öğrencilerin yarısının fiziksel tepkileri, kendi bekledikleri doğrultuda oldu, yani o kimyasal maddenin vücutlarında yaratması beklenenin tam tersi oldu! Bu öğrencilere verilen, plasebo değildi. Gerçek ilaç verilmişti onlara. Ama inançları, ilacın vücutlarındaki etkisini alt etmişti. Dr. Beecher'ın daha sonra söylediği bir söz çok ilginçtir: "İlacın yararı yalnız kendi kimyasal özelliklerinin doğrudan sonucu olmayıp, hastanın o ilacın yararına ve etkinliğine inancının da doğrudan sonucudur." |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Alıntı:
Sevgilerimle. actionsmile |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Teşekkürler alk78ellerine ,yüreğine sağlık Zerynthiagirlhaha |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Teşekkür ederim ecemre. Sevgiler. actionsmile |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://i148.photobucket.com/albums/s...%206/mau59.gif "İlaçlar her zaman şart değildir, ama inanç her zaman şarttır." NORMAN COUSINS Norman Cousin'ı yedi yıl boyunca tanıma imtiyazına sahip oldum. Ayrıca vefatından bir ay önce banda kaydedilmiş; son görüşmeyi de benimle yapmıştı. O görüşmede, inançlarımızın fiziksel vücutlarımızı ne kadar güçlü biçimde etkilediği konusunda bir olay anlattı. Los Angeles yakınlarındaki Monterey Park'da yer alan bir futbol maçında, birkaç kişi yiyecek zehirlenmesi belirtileri göstermiş. Onları muayene eden doktor, olayın makineden alınan bir meşrubattan kaynaklandığı kanısına varmış, çünkü hastaların çoğu kendisine gelmeden önce o meşrubattan almışlar. Hoparlörde duyuru yapılmış, kimsenin makineyi kullanmaması istenmiş, bazı kimselerin hastalandığı söylenerek belirtiler tarif edilmiş. Stadda bir anda pandomina kopmuş, insanlar öğürmeye düşüp bayılmaya başlamışlar. Makinenin yanına bile gitmemiş insanlar da hastalanıyormuş! Yerel hastanelerin cankurtaranları o gün çok para kazanmış, habire stada gidip gelmişler, sayısız futbol meraklılarını taşıyıp durmuşlar. Suçun makinede olmadığı anlaşılınca da, bütün herkes "mucize" kabilinden iyileşivermiş. İnançlarımızın bir anda bizi hasta da iyi de edebileceğini anlamamız gerekmektedir. İnançların bağışıklık sistemimizi de etkilediği kayıtlara geçmiştir. En önemlisi de, inançlar bizi ya eyleme geçme kararına iterler ya da dürtülerimizi zayıflatır, öldürürler. Şu anda bile inançlarınız, şu okuduklarınıza nasıl tepki gösterdiğinizi, bu kitaptaki öğretiler konusunda ne yapacağınızı biçimlendiriyor. Bazen belli bir konuda sınırlamalar ya da güçlülükler yaratan inançlar geliştiririz. Örneğin şarkı söyleyip dans etme yeteneğimiz konusunda, bir arabayı onarma konusunda, yüksek matematik problemlerini çözebilme konusunda... Daha başka inançlar da öyle genel alanlara yayılmışlardır ki, hayatımızın hemen hemen her yönünü, olumlu ya da olumsuz olarak etkiler, kapsarlar. Bunlara ben global inançlar diyorum. Global inançlar, hayatlarımızdaki her şey hakkında sahip olduğumuz dev inançlardır. Bunlar kendi kimliğimizle, türlü insanlarla, iş kavramıyla, zaman kavramıyla, para kavramıyla ve hayatın kendisiyle bile ilgili olabilirler. Bu dev genellemelerin sonu çoğu zaman, "...'yun', "...dır" gibi seslerle bitmektedir. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu büyüklükteki ve bu çaptaki inançlar, hayatlarımızın her yönünü içlerine alabilirler. Bu konudaki iyi haber, şu anda sahip olduğunuz bir sınırlayıcı inançta bir tek değişiklik yapmakla hayatınızın her yönünü bir anda değiştirebilmenizdir! Unutmayın: İnançlarımızı bir kere kabul ettiğimiz zaman, bunlar sinir sistemimize tartışılmaz emirler biçiminde iletilir, bugünkü ve gelecekteki olanaklarımızı genişletme ya da yok etme gücüne sahip olurlar. Eğer hayatlarımızı kendimiz yönetmek istiyorsak, inançlarımızın bilinçli komutasını elimize almamız gerekir. Bunu yapabilmek için de, önce bu inançların ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu anlamamız gerekir. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Nedir aslında inanç? Hayatta genellikle bir şeylerden söz eder dururuz ama onların tam ne olduğunu pek bilmeyiz. Çoğu insanlar inançların kendisini bir şey sanırlar, oysa inançlar, bir şey konusunda emin olma durumudur. Eğer, "zeki olduğuma inanıyorum" derseniz, aslında bu, "zeki olduğumdan kendimi emin hissediyorum" demektir. Bu emin olma duygusu, zekice sonuçlar verecek kaynakları kullanabilmenize izin verir. Hepimizin içinde hemen hemen her şeyin cevabı vardır. Ya da en azından, başkaları kanalıyla elde edebileceğimiz cevaplara ulaşma olanağımız vardır. Ama genellikle inançsız oluşumuz, emin olmayışımız, içimizdeki bu kapasiteyi kullanamamamıza yol açar. Bir inancı anlamanın kolay yollarından biri, onun temel yapı taşını, fikri düşünmektir. Yalnızca düşündüğünüz ama aslında pek inanmadığınız pek çok fikir vardır. Örneğin, kendinizin seksi bir insan olduğu fikrini alalım. Bir an durun ve kendi kendinize, "Ben seksi bir insanım" deyin. Bunun fikir mi, yoksa inanç mı oluşu, bunu söylerken ne derece emin olduğunuza bağlıdır. Eğer; "Eh, pek de seksi değilim" diyorsanız, aslında demek istediğiniz, "Seksi olduğumdan pek de o kadar emin değilim"den başka bir şey değildir. Biz bir fikri bir inanca nasıl çeviririz? Bu süreci tarif etmek için size bir benzetme modeli sunayım. Fikri ayakları olmayan bir masanın yüzü gibi düşünürseniz, neden fikrin inanç kadar emin olma duygusu yaratmadığını kolaylıkla anlarsınız. Ayakları olmayan masa, kendi kendine duramaz bile. Beri yandan inanç dediğimiz şeyin ayakları vardır. Eğer seksi bir insan olduğunuza gerçekten inanıyorsanız, bunu nereden biliyorsunuz? Bu fikri destekleyecek birtakım referanslarınız var, öyle değil mi? Hayattaki bazı tecrübeler destekliyor onu. İşte bunlar, masanın üstünü sağlamlaştıracak ayaklardır ve inancınızdan emin olmanızı da bunlar sağlar. Bu referans tecrübeleriniz nasıl şeyler olabilir? Belki insanlar size seksi olduğunuzu söylemiştir. Belki aynaya baktığınızda kendi görüntünüzü, seksi saydığınız insanlarla karşılaştırmış "Hey, ben de onlara benziyorum!" demişsinizdir. Ya da belki sokakta yabancılar size ilgi göstermekte, el sallamaktadır. Bütün bu tecrübelerin tek başına bir anlamı yoktur ama onları kendinizin seksi olduğu fikrinin altına sıraladığınız zaman, anlam kazanırlar. Bunu yaparken ayaklar; o fikri sizin için sağlamlaştırır, ona inanmaya başlamanıza yol açar. O zaman o fikir konusunda emin olursunuz, o da artık fikir değil, inanç olur. Bu benzetmeyi bir kere anladığınızda, inançlarınızın nasıl oluştuğunu görebilmeye başlar, onları nasıl değiştirebileceğiniz konusunda da biraz fikir sahibi olma yoluna koyulursunuz. Ama daha önce, yeterince ayak bulursak, yani yeterince referans tecrübesi bulursak, hemen her konuda inançlar geliştirebileceğimizi bilmeniz çok önemlidir. Bir düşünün. Yeterince tecrübe yaşamış olduğunuz ya da zorluklardan geçen birilerini tanıdığınız için, insanların kötü olduğuna, fırsat bulurlarsa size kazık atacaklarına inanabilmenizi sağlayacak kadar referans yok mu elinizde? Belki buna inanmak istemiyorsunuzdur. Zaten bunun güçsüzleştirici bir inanç olduğunu da daha önce konuşmuştuk. Ama eğer isterseniz, bunu bir inanç haline getirip altına destekler dayayacak kadar tecrübeniz yok mu? Beri yandan, insanları sever, onlara iyi davranırsanız, onların da aslında iyi olduklarını, size yardım etmek isteyeceklerini gösteren tecrübeleriniz, referanslarınız da yok mu? Esas mesele, bu inançların hangisinin doğru inanç olduğudur. Ama bunun cevabı belli: Hangisinin doğru olduğunun önemi yoktur. Önemli olan, hangisinin daha güçlendirici inanç olduğudur. İnancımızı destekleyecek, onu daha da güçlü hale getirecek kişileri hepimiz bulabiliriz. İnsan denilen yaratığın akıl yürütme süreci böyle çalışır. Kilit soru yine, o inanç günlük hayatta bizi güçlendiriyor mu, yoksa zayıflatıyor mu, noktasında düğümlenir. O halde hayatımızda mümkün olan referans kaynakları nelerdir? Tabii ki kendi tecrübelerimizden bir şeyler alabiliriz. Bazen başkalarından edindiğimiz enformasyondan, kitaplardan, bantlardan, filmlerden de alırız. Bazen de referanslarımızı yalnızca hayal gücümüze dayandırarak oluştururuz. Bu referansların herhangi biri hakkında hissettiğimiz duygusal yoğunluk, o ayağın gücünü ve kalınlığını etkileyecektir. En sağlam ve en kalın ayaklar, çok duygu içeren kişisel tecrübelerdir, çünkü bunlar acılı ya da zevkli tecrübeler olmuştur. Bir başka faktör de, elimizdeki referansların sayısıdır. Elbette ki bir fikri destekleyecek ne kadar çok referans varsa, o konudaki inancınız da o kadar güçlü olacaktır. Referanslarınızı kullanmak istemeniz için, doğru olmaları gerekli midir? Hayır, gerçek ya da hayalî olabilirler, doğru ya da yanlış olabilirler. Çok doğru saydığımız kendi tecrübelerimizi bile, yine de bizim kişisel bakış açımız çarpıtmış olabilir. İnsanlar bu tür çarpıtmalara ve uydurmalara yönelebildikleri için, inançlarımızı oluşturmakta kullanabileceğimiz referans ayakları hemen hemen sınırsızdır. Bunun kötü yanı, referanslarımız nereden gelirse gelsin, onları gerçekmiş gibi kabul etmemiz ve bir daha sorgulamamamızdır! Benimsediğimiz inançlara göre, bunun çok olumsuz etkileri olabilir. Aynı şekilde, bizi rüyalarımızın yönünde ilerletecek hayalî referansları görebilme gücümüz de vardır. İnsanlar bir şeyi yeterince canlı biçimde hayal ettiklerinde, gerçek tecrübeden algılamış kadar başarılı olabilmektedirler. Bunun nedeni, beynimizin gerçekten olmuş bir şeyle, bizim canlı biçimde hayalimizde yarattığımız bir şey arasındaki farkı ayırt edememesidir. Yeterli duygusal yoğunluk ve tekrarlarla, sinir sistemimiz bir şeyi gerçek olarak algılar - o şey henüz olmamışsa bile-. Büyük başarılara ulaşanların hangisiyle görüşsem, kendilerini başaracaklarından emin duruma getirme yeteneğine sahip olduklarını bulguladım. Başarmak istedikleri şeyi kendilerinden önce hiç kimse başaramamış olsa bile. Hiç referans yokken referanslar yaratabilmiş, imkânsız gibi gözüken şeyi başarmışlardır. Bilgisayar kullanan herkes herhalde "Microsoft" adını tanır. Birçok kimsenin bilmediği şey ise, o şirketin iki kurucusundan biri olan Bill Gates'in, şansı yaver gitmiş bir dahî olmadığı, yalnızca inancını destekleyecek referansları olmaksızın adım atma cesaretini gösteren biri olduğudur. Albuquerque şirketinin "kişisel bilgisayar" diye bir şey geliştirmekte olduğunu, BASIC yazılıma ihtiyaç duyduğunu işittiğinde, hemen onları aramış, istediklerini verebileceğini söylemiştir, oysa o anda elinde öyle bir şey hazır değildir. Bir kere taahhüde girince de bir yolunu bulmak zorunda kalmıştır. Onun asıl dehası, bir emin olma duygusu yaratabilmektir. Onun kadar zeki başkaları da vardır ama o bu emin olma duygusunu kullanarak kendi kaynaklarına uzanabilmiş, birkaç hafta içinde de ortağıyla ikisi, "personal computer"i gerçekleştirebilecek yeni bir dili yazmayı başarmışlardır. Kendini ortaya atıp bir yolunu bulmakla Bill Gates o gün, insanların işlerini yapış biçimini farklılaştıran bir değişiklik yaratmış, otuz yaşındayken milyarder olabilmiştir. Emin olmak, insana güç getirir! "Dört dakikalık mil"in hikâyesini biliyor musunuz? Binlerce yıldan beri insanlar, bir milin dört dakikadan kısa zamanda koşulamayacağına inanmışlardır. Ama 1954 yılında Roger Bannister bu önemli inancı da yıkmıştır. İmkânsız olanı kendine yaptırmayı başarmış, bunu yalnız fiziksel egzersizle değil, olayı sürekli olarak aklında prova etmekle, dört dakika engelini hayalinde defalarca, büyük duygu yoğunluklarıyla aşmakla, kafasında çok canlı referanslar yaratıp kendi sinir sistemine sonuç alacak emirleri verdirmeyi sağlamakla başarmıştır. Ama birçok insan, onun bu başarısının asıl başkalarına olan etkisini anlayamamışlardır. Başlangıçta, dört dakika duvarını hiç kimsenin aşamayacağı sanılmıştır. Ama Roger'in o rekoru kırmasının üzerinden bir yıl geçmeden, 37 koşucu daha aynı işi başarmıştır. Onun örneği, diğerlerine öyle güçlü referanslar sunmuştur, öyle bir emin olma duygusu getirmiştir ki, artık "imkânsız"ı onlar da başarabilmişlerdir. Daha sonra 300 koşucu daha aynı şeyi yapmıştır! |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://i148.photobucket.com/albums/s...%206/mau59.gif "Benim için gerçek inanç, gücümü en iyi kullandıran, değerlerimi en iyi eyleme geçiren inançtır." ANDRE GİDE İnsanlar kendilerinin kim olduğu ve neler yapabilecekleri konusunda sınırlayıcı inançları pek sık geliştirirler. Geçmişte başarılı olmadıkları için, gelecekte de başarılı olamayacaklarına inanırlar. Sonuç olarak, duyacakları acının korkusuyla, sürekli olarak "gerçekçi" davranmaya odaklanırlar. İkide bir "gerçekçi olalım" diyen insanların çoğu, aslında korku içinde yaşamaktadırlar, yeniden hayal kırıklığına uğramaktan çok korkmaktadırlar. O korkudan ötürü, kendilerini kararsızlığa iten inançlar geliştirirler, tüm güçlerini kullanmaz, tüm ellerinden geleni yapmazlar, sonunda da sınırlı sonuçlar alırlar. Büyük liderlerin "gerçekçi" olduğuna pek seyrek rastlanır. Zekidirler, söyledikleri hep doğru çıkar ama başka insanların standartlarına göre hiç de gerçekçi sayılmazlar. Ne var ki, bir insan için gerçekçi olan şey, bir başka insan için gerçekçi olan şeyden çok farklıdır, çünkü bu insanların referansları değişiktir. Gaadhi, İngiltere'ye şiddetsiz karşı çıkmakla Hindistan'ın özerkliğini sağlayabileceğine inanıyordu. Bu daha önce hiç yapılmamış bir şeydi. Buna inanırken, gerçekçi davranıyor değildi ama sonunda doğru çıktığı da kesindir. Yine buna benzeyen bir olayı alalım. Birinin çıkıp, insanlara mutluluk vermek için bir portakal bahçesinin ortasına lunapark kurması, gelenlerden yalnız oyuncaklara binmek için değil, içeriye girmek için bile bilet parası alması da gerçekçi değildir! O sıralar dünyada böyle bir park yoktu. Ama Walt Disney öyle emindi ki dünyada yaşamış kimseler arasında bu derece emin olanı az bulunurdu. Onun bu iyimserliği, olayları da değiştirdi. Hayatta bir hatâ yapacaksanız, bari kapasitenizi fazla yüksek sandığınız için yapın (yeter ki hayatınızı çıkmaza sokacak bir şey olmasın). Bu arada söyleyeyim, bunu yapmak da kolay değildir, çünkü insan kapasitesi çoğumuzun hayal edemeyeceği kadar büyüktür. Pek çok araştırmalar, karamsar kişilerle aşırı iyimser kişilerin farklarına eğilmiştir. Yeni bir beceriyi öğrenmeye kalkıştıktan sonra, karamsarlar her zaman için o işi yapabilme düzeylerini çok daha sağlıklı değerlendirmişler, iyimserler ise kendilerini gerçekte olduğundan daha etkin sanmışlardır. Ama gelecekteki başarılarının sırrı da bu gerçekçilikten uzak tahminleri olmuştur, iyimserler sonunda o işin ustası olurken, karamsarlar başarısızlığa uğramaktadır. Neden mi? Çünkü iyimserler ellerinde bu konudaki başarıya ait bir referans bulunmamasına, hattâ belki başarısızlığa ait referanslar bulunmasına rağmen, bunları görmezden gelebilmekte, üzerinde "beceremedim" ya da "yapamayacağım" yazılı masa üstlerini hiç monte etmeden bırakabilmektedirler. Buna karşılık, bu iyimserler, bazı iman referansları geliştirmekte, hayallerini zorlayarak gelecek sefer işi farklı yapıp başarılı olduklarını canlandırabilmektedirler. İşte bu benzersiz yetenek, bu benzersiz odaklanma, gerekli farklılıkları ve üstünlükleri edinip en yukarılara yükselecek kadar sebat etmelerini mümkün kılmaktadır. Birçok kişinin başarıya ulaşamaması, geçmişteki başarı referanslarının az sayıda olmasındandır. Ama iyimser insan, "Geçmiş, geleceğin tıpkısı değildir" biçiminde inançlarla iş görmektedir. Bütün büyük liderler, hayatın herhangi bir alanında başarı göstermiş bütün insanlar, kafalarındaki vizyonu sürekli olarak izlemenin değerini bilirler. Hem de henüz o işin nasıl başarılacağı konusunda en küçük bir ayrıntı bile ortada yokken. Eğer güçlü inançların getirdiği o sarsılmaz emin olma duygusunu geliştirebilirseniz, o zaman kendinize hemen her şeyi yaptırabilir, hattâ başka insanların imkânsız dediği şeyleri bile gerçekleştirebilirsiniz. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://i148.photobucket.com/albums/s...%206/mau59.gif "Her gerçeğin etkin ve inkâr edilmez bir varlığa kavuştuğu yer, ancak insanın hayalidir. Sanatın da hayatın da esas ustası, icat değil, hayaldir." JOSEPHCONRAD Bir insanın hayatında, üstesinden gelinmesi şart olan en büyük zorluklardan biri de, "başarısızlıkları" nasıl yorumlayacağını bilmektir. Yenilgileri nasıl ele aldığımız ve neleri saptadığımız, kaderimizi biçimlendirecek sebeptir. Unutmamamız gerekir ki, hayatımızın biçimlenmesine her şeyden çok etki yapacak olan, karşımıza çıkan muhalefetle ve zorluklarla başa çıkma biçimimizdir. Bazen acıyla ve başarısızlıkla ilgili öyle çok referansımız vardır ki, bunları toplayarak, yapacağımız hiçbir şeyin durumu daha iyiye götüremeyeceği inancını geliştiririz. Bazı kimseler her şeyin amaçsız olduğunu, insanoğlunun çaresiz ve değersiz bir yaratık olduğunu, neyi denerlerse denesinler, nasılsa başarısız olacaklarını hissetmeye başlarlar. Eğer hayatımızda başarılara ulaşmak istiyorsak, bu tür inançlara asla yüz vermememiz gerekir. Bu inançlar bizim kişisel gücümüzü elimizden alır, eyleme geçme yeteneğimizi yok eder. Psikolojide bu tür yıkıcı zihinsel durumun bir adı bile vardır: Öğrenilmiş çaresizlik. İnsanlar bir alanda yeterince başarısızlık biriktirdikleri zaman (ki bazıları için ne kadar azının yeterli olduğuna şaşarsınız), çabalarını yararsız görmeye başlarlar, öğrenilmiş çaresizliğin getirdiği kalkıcı bir cesaret kaybına sürüklenirler. Kendi değerini çok küçük görmeye başlayan Bob, sonunda caddelerde kasis görevi yapmak üzere işe girdi. Pennsylvania Üniversitesinden Dr. Martin Seligman, insanlarda öğrenilmiş çaresizliği nelerin yarattığı konusunda kapsamlı araştırmalar yapmıştır. Öğrenilmiş İyimserlik adlı kitabında, bizi hayatımızı mahvedecek karamsarlıklara ve çaresizliklere sürükleyecek üç belirli inanç motifinden söz etmektedir. Kendisi bu üç kategoriyi, kalıcılık, kapsamlılık ve kişisel diye isimlendirmiş bulunmaktadır. Ülkemizin en başarılı insanlarından pek çoğu, çok büyük sorunlarla ve engellerle karşılaştıkları halde başarıya ulaşmışlardır. Bu sebat eden insanlarla vazgeçenler arasındaki fark, esas olarak, bu sorunları kalıcı olarak görüp görmemeleriyle ilgilidir. Başarılı insanlar sorunları ya pek seyrek olarak kalıcı görürler ya da hiçbir zaman kalıcı görmezler. Ne yaparsanız yapın bir durumu değiştiremeyeceğinize inanırsanız, bunu da şimdiye kadar değiştirememiş olmanıza dayandırırsanız, bünyenize zehir akıtmaya başlarsınız. Sekiz yıl önce ben kayacağım kadar aşağıya kaymış, hiçbir şeyin durumu tersine çeviremeyeceğine inanmış durumdayken, sorunlarımın kalıcı olduğuna inanıyordum. Duygusal ölüm diyebileceğim duruma hiç bu kadar yakın olmamıştım. Bu inanca öyle çok acı bağladım ki, sonunda inancı yok etmeyi başardım. Bir daha da öyle bir inanca yönelmedim. Siz de öyle yapmalısınız. Eğer kendinizin ya da sevdiğiniz birinin, bir sorun hakkında kalıcı dediğini duyarsanız o kişiyi hemen sarsıp kendine getirmenin zamanıdır. Hayatınızda ne olursa olsun "Bu da geçer" sözüne inanmanız, sebat edince bir yolunun bulunabileceğine inanmanız şarttır. Kazananlarla kaybedenler, yani iyimserlerle karamsarlar arasındaki ikinci fark da sorunlarının kapsamlılığıyla ilgili görüşleridir. İyimser biri hiçbir zaman sorunu kapsamlı görmez, yani bir tek sorunun tüm hayatını kontrol ettiğine inanmaz. Daha çok; "Eh, bu benim yemek yeme biçimimle ilgili küçük bir sorun" der. Yoksa asla; "Sorun benim kendimde. Çok yediğim için hayatım mahvoluyor" demez. Buna karşılık karamsar olanlar, öğrenilmiş çaresizliği seçenler, bir tek alanda isi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar diye, kendilerini berbat biri, başarısız biri olarak görürler! Mâlî zorluklarla dolu bir dönem yaşıyorlar diye, bütün hayatlarının mahvolduğuna inanırlar, artık çocuklarına da bakamayacaklardır, eşleri de onları terk edecektir, falan filan. Çok geçmeden her şeyi genelleştirip kontrolden çıkarır, büsbütün çaresizlik hissederler. Lütfen şimdi de hem kalıcılık hem de kapsamlılık faktörlerinin birarada işlediğini düşünün! Kalıcılığın da kapsamcılığın da çaresi, hayatınızda kontrolünü ele alacak bir şey bulmak, o yönde eyleme geçmeye başlamaktır. Bunu yaparken, diğer sınırlayıcı inançların bazıları da kaybolmaya başlar. Son inanç kategorisi de Seligman'ın kişisel dediği türdür. Burada sorunu kişisel olarak görmekten söz ediyorum. Eğer bir başarısızlığı, yaklaşımımızı değiştirmek için bir dürtü olarak görmüyor da, kendimizle ilgili bir problem olarak görüyorsak, onu kendi kişisel kusurumuz sayıyorsak, bu baskının altında çabucak eziliriz. İnsan tüm hayatını nasıl değiştirebilir ki? deriz. Bu iş, belli bir alandaki eylemlerinizi değiştirmekten çok daha zor değil mi? Sorunları kişisel kusur saymaktan uzak durun. Durmadan dövünmekle ne kadar ilham bulabilirsiniz ki? Bu sınırlayıcı inançları sürdürmek, vücudunuza habire ufacık dozlarda arsenik sokmak gibidir. Zaman içinde bu birikim öldürücü doza ulaşır. Gerçi hemen ölmeyiz, ama o doza ulaştığımız anda, duygusal olarak ölmeye başlarız. Demek ki bunlardan ne pahasına olursa olsun uzak durmamız gerekmektedir. Unutmayın ki bir şeye inandığınız sürece, beyniniz otomatik pilotta çalışır, çevreden gelen girdileri süzer, o inancı destekleyecek referansları arar. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://i148.photobucket.com/albums/s...%206/mau59.gif "Kişi zengin olsun, yoksul olsun, hastalığı iyileştiren de mutsuzluğu mutlu kılan da zihindir." EDMUND SPENSER BİR İNANÇ NASIL DEĞİŞTİRİLİR? Bütün kişisel hamleler, inançlarda bir değişiklikle başlar. O halde nasıl değişeceğiz? Bunun en etkili yolu, beyninizi harekete geçirip eski inanca çok büyük acılar bağlamaktır. Bu inancın geçmişte size acı verdiğini tâ yüreğinizde hissetmeniz, ayrıca şimdi de size acı getirdiğine, gelecekte getireceklerinin de ancak acı olabileceğine derinden derine inanmanız gerekir. Ondan sonra da yeni, güçlendirici bir inanç benimseme fikrine çok büyük zevkler bağlamanız gerekir. İşte hayatımızda değişiklik yaratmanın bu temel modelini tekrar tekrar gözden geçireceğiz. Unutmayın, ne yaparsak, ya acıdan kaçmak ya da zevke kavuşmak için yaparız. Eğer bir şeye yeterince acı bağlarsak, mutlaka değişiriz. Bir konuda bir inanca sahip olmamızın tek nedeni, ona inanmamaya büyük acılar bağlamış oluşumuz ya da o inancı ayakta tutmaya büyük zevkler bağlamış oluşumuzdur. İkincisi, zihninizde kuşkular yaratın. Kendinize karşı gerçekten dürüstseniz, yıllar önce canla başla savunduğunuz bazı inançların bugün sizi utandırdığını belki kabullenebilirsiniz. Ne olmuştur o geçen zamanda? Bazı şeyler sizin kuşku duymanıza yol açmıştır. Belki yeni bir tecrübe, belki eski inancınızın tersi bir örnek. Belki birkaç Rusla karşılaşmış, onların da sizin gibi insanlar olduğunu, "hain imparatorluk" gibi bir kavramın parçası olmadıklarını görmüşsünüzdür. Bence bugün çoğu Amerikalılar, Sovyet vatandaşlarına yüreklerinde büyük merhametle bakıyorlar, çünkü onları, ailelerine bakma savaşı veren insanlar olarak görüyorlar. Bizim bakış açımızı değiştiren şeylerden biri de, değiş tokuş programları sayesinde Rusları görmüş, ne kadar ortak yönümüz olduğunu keşfetmiş oluşumuzdur. Edindiğimiz yeni tecrübeler, kendimize sorular sormamızı sağlamış, emin olma durumumuzu bozmuş, referans ayaklarımızı sallamaya başlamıştır. Ama yeni tecrübe tek başına bir inanç değişikliğini garantiye alamaz. İnsanlar inançlarının taban tabana zıttı bir tecrübe yaşayıp, onu bile aynı inancı destekleyecek biçimde yorumlamayı becerirler. Saddam Hüseyin bunu Körfez Savaşı sırasında hepimize göstermiş, çevresindeki onca yıkıma rağmen savaşı kazanıyor olduğunu söyleyip durmuştur. Kişisel düzeyde bakarsak, benim seminerlerimden birine katılan bir kadın bir dizi benzersiz zihinsel ve duygusal durumlara girmeye başlamış, benim Nazi olduğumu, salondaki insanları, havalandırmadan gelen görünmez gazlarla zehirlemeye çalıştığımı söylemişti. Konuşmamın temposunu yavaşlatarak onu sakinleştirmeye çalıştım. Bu benim standart sakinleştirme yaklaşımımdı. Kadın hemen "Bakın işte, konuşmanızı etkilemeye başladı, diliniz dolaşıyor!" dedi. O salonda ne olursa olsun, her şeyi kesinlikle, hepimizin zehirlenmekte olduğu inancını destekleyecek biçimde kullandı. Sonunda onun motifini yıkmayı başardım. Bu nasıl mı yapılır? Onu da bir sonraki bölümde konuşacağız. Yeni tecrübelerin değişiklik yaratması, ancak inançlarımızı sorgulamamıza yol açarlarsa mümkündür. Unutmayın ki ne zaman bir şeye inansak, artık o inandığımız şeyi bir daha sorgulamayız. İnançlarımızı dürüstçe sorgulamaya başladığımız anda, artık o konuda o kadar emin olamayız. Bilişsel masaların referans ayaklarını sallamaya başlamışız demektir. Bunun sonucunda da, kesin emin olma durumundan çıkarız. Siz bir şeyi yapabilme yeteneğinizden hiç kuşku duydunuz mu? Nasıl oldu bu? Herhalde kendinize birtakım zayıf sorular sormuşsunuzdur: "Neden beceremedim?", "Neden olmuyor?", "Ya benden hoşlanmazlarsa?"... Ama sorular, eğer körü körüne kabul ettiğimiz bir inancın geçerliliğini sorgulamaya yönelikse, son derece güçlendirici de olabilirler. Aslında inançlarımızın çoğu, başkalarından duyup o sıra sorgulamadığımız enformasyona dayalı şeylerdir. Onları bir incelersek, yıllardır bilinçaltımızda inandığımız bir şeyin bir dizi yanlış varsayıma dayalı olduğunu görebiliriz. Eğer daktilo ya da bilgisayar kullanıyorsanız, şu örnekten hoşlanacağınızdan eminim. Sizce harflerin, rakamların ve işaretlerin, satılan tüm makinelerin %99'unda belli bir biçimde dizilişi, neden dünyanın her yerinde kabul görüyor? (Bu arada söyleyeyim, ben QWERTY klavyeden söz ediyorum. Eğer hiç klavye kullanıyorsanız, bu harflerin en üst sırada, soldan sağa doğru böyle dizildiğini görürsünüz.) Besbelli bu sıralama, yazarken en büyük hıza ulaşabilmek için böyle yapılmıştır, değil mi? Çoğu insan da bu konuda hiç soru sormaz. Çünkü QWERTY 120 yıldan beri var olan bir şeydir. Ama aslında QWERTY, düşünebileceğiniz en verimsiz sıralamadır! Başka pek çok diziliş, bu arada da Dvorak Basitleştirilmiş Klavye, hem hatâları azaltmakta hem de hızı artırmakta kendini defalarca kanıtlamıştır. İşin aslı nedir, biliyor musunuz? Başlangıçta QWERTY, insanların yazma hızını yavaşlatsın diye böyle tasarımlanmıştır, çünkü makineler henüz çok yavaş çalıştığı için, aşırı hız bazı takılmalara ve tıkanmalara yol açar diye korkulmuştur. Peki, biz 120 yıldan beri QWERTY klavyeye neden takılıp kaldık? 1882 yılında, herkes daha harfi arayarak tek parmakla daktilo yazdığı günlerde, sekiz parmakla hızlı yazma yolunu keşfeden bir kadın, bir başka daktilo öğretmeniyle yarışmaya davet edilmiş. Kâşif kadın kendisini temsil etmek üzere profesyonel bir erkek daktilo tutmuş. Bu adam QWERTY klavyeyi ezbere biliyormuş. Bu ezberin ve sekiz parmak yönteminin yardımıyla, farklı bir klavye kullanan rakibini yenmeyi başarmış. O günden sonra QWERTY artık "hız" sözüyle eş anlama gelmeye başlamış, hiç kimse de bu referansı sorgulamadığı için, geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılamamış. Acaba günlük hayatınızda, kendinizin kim olduğunuz, neyi yapabilip neyi yapamayacağınız, insanların nasıl davranması gerektiği, çocuklarınızın ne gibi yetenekleri olduğuyla ilgili inançlarınızdan kaç tanesini hiç sorgulanmıyorsunuz? Bunlar güç kesen inançlar olabilirler, bunları kabul etmek hayatınızı sınırlıyor olabilir ve siz hiç farkında bile olmayabilirsiniz! Herhangi bir şeyle ilgili yeterince sorgulama yaparsanız, sonunda o şeyden kuşkulanmaya başlarsınız. Bunlara hiç kuşkusuz, kesinlikle inandığınız şeyler de dahildir. Yıllar önce, ABD ordusuyla çalışmak gibi benzersiz bir tecrübe yaşadım. Bazı belirli ihtisas dallarındaki eğitimi kısaltabilme amacına dönük olarak onlarla bir anlaşma imzalamıştım. Çalışmalarım öyle başarılı oldu ki, "çok gizli" soruşturmasından geçtim, CIA'in en üst yöneticilerinden birini modelleme olanağı buldum. Bu kişi teşkilâtın en dibinden başlamış, kendi çalışmalarıyla bu mevkiye yükselmişti. İnanın bana, onun ve onun gibilerin, insanlarda inançları sarsmak ve değiştirmek konusunda öğrendikleri, akıl durdurucu düzeyde. Öyle bir ortam yaratıyorlar ki, insan her zaman inanageldiği şeyden kuşku duymaya başlıyor. Sonra ona yeni fikirler ve tecrübeler sunup, yeni inançları desteklemesini sağlıyorlar. Bir insanın inançlarını ne kadar hızlı değiştirebildiklerini seyretmek insana korku veriyor, bir yandan da içinde hayranlık uyandırıyor. Ben de bu teknikleri, kendi güçsüzleştirici inançlarımdan kurtulup yerine güçlendirici inançlar yerleştirebilmek için kullanmayı öğrendim. İnançlarımız farklı düzeylerde duygusal yoğunluk ve farklı düzeylerde emin olma durumu getirirler. Her birinin ne kadar yoğun olduğunu bilmek önemlidir. Ben inançları üç sınıfa ayırıyorum: Görüşler, inançlar ve iman. Görüş, oldukça emin olduğumuz bir şeydir ama geçici olarak eminizdir, çünkü bu durum kolay değişebilir. Bilişsel masa üstümüz, kontrolü yapılmamış, sallantılı referanslar tarafından desteklenmektedir. Bunlar belki izlenimlere bile dayalı olabilir. Örneğin, çoğu insan başlangıçta George Bush'un mızmızın biri olduğuna inanırdı, nedeni de yalnızca sesinin tonuydu. Ama Saddam Hüseyin Kuveyt'i işgal ettiğinde, dünya liderlerinin desteğini nasıl sağlam biçimde kazandığını görünce, kamuoyunun görüşü büyük ölçüde değişti. Bush o zaman, yakın tarihin her başkanından daha yüksek bir popülerlik mevkiine yerleşti. Siz bu paragrafı okuyuncaya kadar, bu kültürel görüş belki yine değişmiş olacaktır. Görüşler böyledir işte. Kolayca değişirler. Genellikle de kişilerin o an için kullandığı bir avuç referansa dayanarak değişirler. İnanç ise, çok daha geniş alana yayılmış referans ayakları topladığımız zaman oluşur, özellikle de o referans ayakları, güçlü duygular beslediğimiz konularla ilgiliyse ortaya çıkar. Bu referanslar bize o konuda tam bir emin olma duygusu verirler. Daha önce de söylediğim gibi, bu referanslar çok çeşitli biçimlerde gelebilir: Kişisel tecrübelerimiz de, başka kaynaklardan aldığımız enformasyon da canlı biçimde hayal ettiğimiz şeyler de referans olabilir. İnançları olan insanların emin olma duygusu öyle güçlüdür ki, yeni girdilere kapalı durumlara geldiklerine çok sık rastlanır. Ama onlarla iletişimde bir uyum sağlamışsanız, bu kapanmayı açabilmeniz, referanslarını sorgulamalarını sağlamanız, bunun sayesinde de yeni girdilere kapı açmalarını gerçekleştirmeniz mümkündür. Böylece eski referanslara karşı kuşku başlar, yeni inanca yer açılır. Ama iman, inancı da aşar, bunun da nedeni, kişinin o fikre bağladığı yoğun duygu yüküdür. Bir konuya iman getirmiş olan kişi, yalnız emin olmakla kalmaz, imanı sorgulandığında kızıp öfkeye kapılır. İman getirmiş kişi, sorgulama işine tümüyle dirençlidir. Bir an için bile sorgulatmaz. Yeni girdiye de son derece dirençlidir. Bunu hemen hemen bir tutku düzeyine getirmiştir. Örneğin yobazlar, yüzyıllar boyunca kendi kafalarındaki Tanrı fikrinin doğru olduğuna iman getirmiş, bunu sürdürebilmek için öldürmeyi bile göze almışlardır. Böyleleri nice kere kutsal görünümlere bürünerek, gerçek inananların imanını da sorgulamaya kalkmıştır. Guyana'da yaşayan bir grup insanın, peygamber bozuntusu Jim Jones'un yönlendirmesiyle kendi çocuklarına siyanitli Kool-Aid içirerek onları öldürmesine de yol açan budur. Elbette ki tutkulu iman yalnız fanatiklerin tekelinde de değildir. Bir fikre, ilkeye ya da amaca yeterince yüksek düzeyde adanan herkes için söz konusu olabilir. Örneğin yeraltı nükleer deneylerine çok karşı olan birininki inançtır. Ama eyleme geçen, hattâ başkalarının hoşlanmadığı, onaylamadığı tür eyleme geçen biri, örneğin nükleer tesisin önünde protesto yürüyüşüne katılan biri, iman getirmiştir. Eğitim sistemimizi beğenmeyen birininki inançtır ama bu konuda bir fark yaratmak için okuma-yazma kampanyasına gönüllü katılan birininki, imandır. Kendine ait bir buz hokeyi takımı olmasını isteyen kişininki, görüştür, ama böyle bir takımı satın alabilmek için her türlü yola başvurmaya kalkarsa, imandır. Farkı nedir diye mi soruyorsunuz? Fark elbette ki insanın bu uğurda göze almaya hazır olduğu eylemlerde. Aslında imanı olan kişiler kendi inançları konusunda öyle ihtiraslıdır ki, bu uğurda reddedilmeyi de, kendilerini gülünç duruma düşürmeyi de göze alabilirler. Herhalde inançla imanı birbirinden ayıran en büyük faktör, imanın tetiğini genellikle çok önemli duygusal olayların çekmesi ve bu olaylar sırasında beyinde bağlantılar kurulmasıdır. Kişi kendine, "Buna inanmazsam, büyük acılar çekeceğim," der. "Eğer bu inancı değiştirirsem gerçek kimliğimi feda etmiş olurum. Yıllardır hayatım neleri temsil etmişse, hepsini feda etmiş olurum." Bu durumda o imana bağlı kalmak, kişinin varlığını sürdürmesi için şart olmaktadır. Bu çok tehlikeli olabilir, çünkü inançlarımızın doğru olmama ihtimalini düşünmek bile istemeyecek hale geldiğimizde, kendimizi bir katı kalıba mahkûm edebiliriz, o da uzun vadede bizi başarısızlığa mahkûm edebilir. Bazen belli bir konuda inanç sahibi olmak, iman sahibi olmaktan daha uygundur. Bir de iyi yanına bakarsak, iman bizim içimizde uyandırdığı ilham sayesinde bizi çok güçlü kılabilir, çünkü bizi eyleme geçmeye mecbur eder. Yale Üniversitesi, psikoloji ve siyasal bilimler profesörü Robert P. Abelson'a göre, "İnançlar sahip olduğumuz bir mal gibidir. İman ise daha değerli mallarımızdır, kişi onlara sahip olmak için ihtirasla çalışır, daha büyük çaplı ya da bireysel çabalarla o amacı, projeyi, dileği ve arzuyu gerçekleştirme peşine düşer." Genellikle hayatınızın herhangi bir alanında beceri yaratmak için yapabileceğiniz en iyi şey, bir inancı iman düzeyine çıkarmaktır. Unutmayın ki imanda sizi eyleme itecek güç vardır, her türlü engeli aşmaya hazır kılar sizi. Bunu inançlar da yapabilir ama hayatınızın bazı alanları belki imanın o aşırı duygusal yoğunluğuna ihtiyaç gösterebilir. Örneğin, hiçbir zaman şişman bir insan olmama konusunu iman haline getirmişseniz, sürekli olarak sağlıklı yaşam biçimlerini seçersiniz, hayattan daha çok zevk almanızı sağlayan, belki sizi kalp krizinden de koruyacak olan yollara yönelirsiniz. Zeki bir insan olduğunuza iman getirmişseniz, hayatınızın en zor zamanlarında olayları tersine çevirebilmenizi sağlayacak yolları bulabilirsiniz. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar 1) Önce bir temel inançla başlayın. 2) Yeni ve güçlü referanslar ekleyerek inancınızı güçlendirin. Diyelim ki bir daha et yememeye karar verdiniz. Bu kararınızı güçlendirmek için, vejateryen hayat biçimini seçmiş kimselerle konuşun. Onların bu tür yemeyi seçmesine neler sebep olmuştur?, Bu yeme biçiminin sağlıklarına ve hayatlarının diğer alanlarına etkileri ne olmuştur? Buna ek olarak, hayvansal proteinin yarattığı psikolojik etkileri de incelemeye, öğrenmeye başlayın. Ne kadar çok referans geliştirirseniz, referanslarınız ne kadar duygu yüklü olursa, imanınız da o kadar güçlü olacaktır. 3) Bundan sonra, tetiği çekecek bir olay bulun ya da kendiniz yaratın. Kendinizi bağlayabilmek için, "Yapmazsam bana maliyeti ne olur?" diye sorun. Sizin için duygusal yoğunluk yaratacak sorular sorun. Örneğin eğer geliştirmek istediğiniz iman, hiçbir zaman uyuşturuculara el sürmemekle ilgiliyse, uyuşturucu bağımlılığının acı sonuçlarını kendiniz için gerçek hale getirmek amacıyla filmler seyredin, daha da iyisi, uyuşturucu bağımlılarının barındığı bir yere gidip bakın. Sigarayı bırakmaya ahdetmişseniz, hastanenin yoğun bakım bölümüne gidin, oksijen çadırında yatan emfisma hastalarını görün ya da sigara içen birinin kararmış ciğerlerinin röntgenlerine bakın. Bu tür tecrübelerde, size adımı attıracak, olayı gerçek bir iman haline dönüştürecek güç vardır. İman sınıfına giren inançların bir zorluğu, çoğu zaman, başka insanların sizin inançlarınıza gösterdiği hevese dayalı durumda bulunmasıdır. Yani insanlar çoğunlukla bir şeye, başka herkes de inandığı için inanırlar. Buna psikolojide sosyal kanıt denmektedir. Ama sosyal kanıt da her zaman doğru değildir. İnsanlar ne yapacaklarından pek emin olamadıkları zaman, başkalarına bakıp rehberlik ararlar. Dr. Robert Cal Dini'nin Etki adlı kitabında, klasik bir deney anlatılmaktadır. Birisi, "Tecavüz!" diye çığlık atarken, rol almış iki kişi bu çağrıya hiç aldırmadan oradan geçmektedir. Üzerinde deney yapılan kişi ise, esasen çağrıya cevap vermesi gerekip gerekmediğini bilememekte ama iki kişinin aldırmadan geçtiğini görünce, imdat çağrılarının önemsiz olduğunu düşünüp o da aldırmamaktadır. Sosyal kanıt'ı kullanmak, hayatınızı büyük ölçüde sınırlayacak bir şeydir. O zaman hayatınız biraz daha "herkese ait" duruma gelir. İnsanların kullandığı en güçlü sosyal kanıtlardan biri, enformasyonu "uzmanlardan" almaktır. Ama uzmanlar her zaman haklı mıdır? Tıp alanını bir düşünün. Son zamanlara kadar doktorlar, sülüklerin tedavi edici özelliklerine kesinlikle inanırlardı! Bizim kuşağımızda bile, doktorlar hamile kadınlara sabah bulantılarını önleyecek ilaçlar verirlerdi. Sonra Bendectin adlı o ilacın doğum kusurlarına yol açabileceği saptandı. Tabii doktorların bu ilacı reçetelerine yazmaları, ilaç şirketlerinin, yani ecza uzmanlarının, onlara bunun var olan ilaçlar arasında en iyisi olduğunu söylemelerinden ötürüydü. Bundan alınacak ders nedir? Uzmanlara körü körüne güvenmek akıl kârı değildir. Benim söylediğim her şeyi de körü körüne kabullenmeyin! Siz her şeyi kendi hayatınız açısından düşünün, sizin için anlam ifade ediyor mu, ona bakın. Bazen beş duyunuzun kanıtlarına bile güvenilemez. Copernicus'un hikâyesi bunu çok güzel ortaya koymaktadır. Bu Polonyalı gökbilimcinin yaşadığı günlerde, herkes güneşin dünya çevresinde döndüğünü bilirdi. Neden? Çünkü herkes evinden çıkıp başını gökyüzüne kaldırabilir, "Bak, güneş kıpırdadı işte" diyebilirdi. "Besbelli dünya, evrenin merkezi" diyebilirdi. Ama Copernicus 1543 tarihinde ilk doğru güneş sistemi modunu geliştirdi. Daha önceki çağların nice devi gibi, o da uzmanların dediğine meydan okuma cesaretini göstermiş, zamanla onun kuramlarının doğruluğu kabul görmüştü ama kendisi ölmeden değil. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Evet, bir inancı değiştirmenin en güçlü yolu, acılardır. Değişen inançların büyük gücünü bize gösteren bir olay, Sally Jessy Raphael'in televizyon programında yer almış, cesur bir kadın, stüdyo konuklarının ve dünya izleyicilerinin karşısına çıkıp Ku Klux Klanla ilişkilerini kestiğini ilân etmiştir. Ne gariptir ki aynı kadın daha bir ay önce bir KKK Kadınlar Paneline konuk olarak katılmış, orada diğer kadınlarla birlikte, ırksal karışmanın bu ülkeyi mahvedeceğine, eğitim, ekonomi ve sosyal açıdan onu yıkacağına dair öfkeli çığlıklar atmıştı. Peki, bu kadının inançlarını böylesine çarpıcı biçimde değiştiren neydi? Üç şey... Birincisi, ilk programda, izleyiciler arasından bir genç kadın ayağa kalkmış, ağlayarak anlayış dilenmişti. Kocası ve çocuğu Güney Amerika kökenliydi. Bir grup insanın içinin bu kadar nefret dolu olabileceğine inanamadığını söyleyerek hıçkırmıştı. İkincisi, evine dönmek üzere uçağa bindiğinde, programa kendisiyle birlikte çıkan (ama annesinin görüşlerini paylaşmayan) oğluna bağırıp çağırmış, ulusal televizyonda kendisini utandırdığını söylemişti. Yanındaki diğer kadınlar da çocuğa, saygısızlık ettiği için çatmış, ona Kitab-ı Mukaddes'ten bir cümle söylemiş, "Anneye babaya saygı gösterilir" demişlerdi. On altı yaşındaki çocuk, Tanrı'nın kendisinden annesinin desteklediği kötülüklere saygı göstermesini bekleyemeyeceğini söylemiş, Dallas'a iniş yaptıklarında uçaktan inmiş, bir daha evine dönmemeye de ahdetmişti. Kadın eve doğru yolculuğuna devam ederken zihninde günün olaylarını tarıyordu. Bir ara, ülkesinin Orta Doğu'da sürdürmekte olduğu savaşı düşündü. Program izleyicilerinden birinin o gün söylediği bir söz geldi aklına: "Değişik renkte kadın ve erkekler orada yalnız kendileri için değil, sizin için de savaşıyor." Sonra oğlunu hatırladı, onu ne kadar sevdiğini düşündü, demin ki davranışının aşırı sert olduğuna karar verdi. Aralarında geçen o sözlerin, son konuştukları sözler olmasına izin mi verecekti? Bunu düşünmek bile ona dayanamayacağı kadar acı veriyordu. Bir değişiklik yapmalıydı. Hem de hemen. İkinci programda izleyicilere, bu tecrübenin sonucu olarak kendisine Tanrı'dan bir mesaj geldiğini, Klan'dan ayrılmasının, tüm insanları eşit sevmesinin, onları kardeş saymasının emredildiğini söyledi. Eski arkadaşlarını elbette özleyecekti, grup onu dışarıya itecekti ama şimdi artık ruhunun temizlenmiş olduğunu hissediyordu. Hayata yeni baştan, temiz bir vicdanla başlayacaktı. İnançlarımızı ve yarattıkları sonuçları inceleyip, bunların bizi güçlendiren şeyler olduğundan emin olmalıyız. Hangi inançları benimseyeceğinizi nereden biliyorsunuz? Cevabı belli: Hayatında sizin istediğiniz sonuçları üretmekte olan birilerini buluyorsunuz. O insanlar sizin için rol modelleri oluyor, aradığınız cevaplardan bazılarını size sağlıyorlar. Başarılı insanların hepsinin arkasında, belirli bir dizi güçlendirici inanç yatmaktadır. Hayatlarımızı genişletmenin, zenginleştirmenin yolu, şimdiden başarılı olmuş insanların hayatlarını model olarak almaktır. Hem eğlenceli olur, hem de bu tür insanlar çevrenizde zaten bol bol vardır. Bütün mesele, soruları sorabilmektedir: "Sizce sizi farklı kılan nedir? Sizi başkalarından ayıran inançlarınız nelerdir?" Yıllar önce ben, "İlginç Kimselerle Konuşmalar" adlı bir kitap okumuştum. O kitabı, hayatımı biçimlendirmede bir tema olarak kullandım. O günden bu yana hep mükemmelliği aradım, kültürümüz içinde birtakım kadın ve erkekleri bulup onları başarıya götüren inançlarını, değerlerini ve stratejilerini öğrenmeye çalıştım. İki yıl önce POWERTALK!'u geliştirdim. Bu benim aylık röportaj programımdı. Orada bu devlerle röportajlar yapıyordum. Aslında sizlerle bu kitapta paylaştığım kilit farklılıkların çoğu, kendi alanlarının en başarılıları olan bu kişilerle yaptığım röportajlarda keşfettiğim şeylerdir. Sonra gerek bu röportajları, gerek benim en yeni fikirlerimi, gerekse her ayın en çok satılan kitabını sizlerle paylaşabilmek istedim. Bunu yapabilmek için de, yalnız başka insanların hayatını güçlendirmekle kalmayıp kendimi de her an daha iyileştirmek gereğini hissettim. Programım kanalıyla, başarılı kimseleri model olarak alabilmenize yardımcı olmak beni mutlu eder, ama unutmayın, bir tek benimle de sınırlı değilsiniz. İhtiyaç duyduğunuz modeller her gün zaten çevrenizde. |
Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar http://img201.imageshack.us/img201/5168/aaaazs7.gif "Ne düşünürsek oyuz. Biz her neysek düşüncelerimizden doğar. Düşüncelerimizle biz, Dünyamızı yaparız." BUDA Yaklaşık on yıldan beri, Yaşayan Sağlık seminerlerimde insanlarla konuşuyor, tipik beslenmemizdeki hayvansal protein oranıyla, ülkenin iki baş katili, kalp hastalığı ve kanser arasındaki doğrudan ilişkilere parmak basmaya çalışıyorum. Bunu yaparken, son otuz beş yıldır fiziksel kaderimizi belirlemiş olan inanç sistemlerinden birine de ters düşmüş bulunuyorum. "Dört Temel Besin Grubu" planı, bize bol bol et, tavuk ve balık yememizi öğütlüyor. Oysa bugün bilimadamları, hayvansal protein yemekle kalp ve kanser riskinin doğrudan ilişkisini hiçbir kuşkuya yer kalmayacak biçimde saptamış bulunuyorlar. Hattâ 3000 üyeli Sorumlu Tıp Doktorları Komitesi, Tarım Bakanlığı'na başvurarak et, balık, yumurta ve süt ürünlerini gündelik tavsiye listesinden çıkarmasını bile istedi. Hükümet de zaten dört temel besin grubunu altıya çıkarmayı, et, tavuk ve balığa çok küçük bir oran ayırmayı düşünüyor. İnançlardaki bu büyük kayma, pek çok çevrelerde büyük öfke yaratmaya başladı. Sanırım bu da tarih boyunca kültürümüzde sık sık gördüğümüz bir motifin tekrarlanmasından başka bir şey değildir, o da şöyle açıklanabilir: Alman düşünür Arthur Schopenhauer'in dediği gibi, tüm gerçekler üç adımda gelirler. - Önce alay edilir. - İkinci olarak, şiddetle karşı çıkılır. - Son olarak, zaten belli olan bir şey, denir ve kabul edilir. Hayvansal proteinle ilgili bu fikirlerle de çok alay edildi. Şu sıra, şiddetli karşı çıkışlar başladı. Sonunda kabul edilecektir ama o zamana kadar daha pek çok kişi, hayvansal proteinin çok önemli olduğuna ilişkin bu sınırlayıcı inançlar yüzünden hastalanacak ve ölecektir. İç hayatında da bizi ekonomik çaresizliklere doğru, bazılarına göre potansiyel felâketlere doğru götüren birtakım sahte inançlarımız var. Ekonomimiz hemen hemen her sektörde zorluklarla karşı karşıya. Neden? Forbes dergisinin Mart 1991 sayısında okuduğum bir yazı, bana bu konuda biraz ipucu verdi. Bu yazıda iki araba tarif ediliyor. Biri Chrysler-Plymouth Laser, diğeri de Mitsubishi Eclipse. Chrysler'in her bayii ortalama 13 araba satıncaya kadar, her Mitsubishi bayiinin ortalama 100 araba sattığı belirtiliyor! Belki siz şimdi, "Bu da yeni haber mi yani?" diyeceksiniz. "Japonlar zaten araba satma işinde Amerikan şirketlerinin canına okuyorlar!" Ama bu iki arabanın garip yanı, birbirinin tıpatıp eşi olması. İkisini de üreten, aynı iki şirketin ortaklığı. Laser'la Eclipse'in tek farkı adları, bir de onları satan şirket. Bu nasıl olabiliyor? Tahmin edebileceğiniz gibi, satış farklarını inceleyen araştırmalara göre, insanlar Japon arabası almak istiyorlar, çünkü onun daha kaliteli bir mal olduğuna inanıyorlar. Ama bu olayda bu inanç, sahte bir inanç. Amerikan şirketinin arabası da aynı kalitede, çünkü zaten aynı araba! Peki, tüketiciler neden böyle bir inanca sahip? Besbelli Japonlar bir kalite imajı yaratmayı başardığı için ve bize o darıcı destekleyecek pek çok referans sundukları için. Öyle ki, artık bu inancın doğru olup olmadığını bile sorgulamaz olmuşuz. Belki sizi şaşırtabilir ama, Japonların kaliteye adanması da bir Amerikan ihracatının, Dr. W. Edwards Deming'in Japonya'ya gitmesinin ürünüdür. 1950 yılında bu ünlü kalite kontrolü uzmanı, General Mac Arthur tarafından Japonya'ya getirilmiş, çünkü Mac Arthur o zamana kadar Japon sanayi tabanının kalitesizliğinden fena halde bezmiş bir telefon konuşmasını bile doğru dürüst yapamıyormuş. Japon Bilimadamları ve Mühendisler Birliği'nin isteği üzerine, Deming Japonları total-kalite-kontrolü ilkeleriyle ilgili olarak eğitmeye başlamış. Şimdi siz bunu duyunca, belli bir ürünün fiziksel kalitesinin denetlenmesinden söz edildiğini mi sanıyorsunuz? Oysa hiç de öyle değil. Deming Japonlara on dört ilke ve bir çekirdek inanç öğretiyor, bunlar bugüne kadar her başarılı, büyük, çok uluslu Japon şirketinin tüm kararlarını dayandırdıkları ilkeler oluyor. Çekirdek inanç çok basit: Çalışmalarının kalitesini yükseltme yolunda her gün uygulanacak ve hiçbir zaman bitmeyecek bir adanmışlık, onlara dünya pazarlarına hakim olma gücünü getirecektir. Deming onlara, kalitenin yalnızca bazı standartları tutturmak demek olmadığını, onun yaşayan, soluk alıp veren bir süreç olduğunu, sonu gelmez bir iyileştirme demek olduğunu öğretmiştir. Japonlara, eğer size öğrettiğim ilkelere göre yaşarsanız, beş yıl içinde dünya pazarlarını kaliteli mallarınızla doldurur, on ya da yirmi yıl içinde de dünyanın en başta gelen ekonomik güçlerinden biri haline gelirsiniz, demiş. Pek çok kişi Deming'in bu beyanlarını çılgınlık olarak nitelendirmiş. Ama Japonlar onu ciddiye almışlar. Bugün de hâlâ ona "Japon mucizesinin babası" diye saygı gösterirler. Gerçekten de 1950'den bu yana geçen her yıl, Japon şirketlerine verilen en yüksek şeref ödülünün adı, Ulusal Deming Ödülü'dür. Bu ödül televizyonda verilmekte, o yıl içinde ürününde, hizmetinde, yönetiminde ve işçi desteğinde en büyük kalite farkını yaratabilen şirketler seçilmektedir. 1983 yılında Ford Motor Şirketi de Deming'i tutmuş, ona bir dizi seminer yaptırmıştır. O seminerlere katılan kişilerden biri de Donald Petersen'dir. Kendisi sonradan Ford'un başına geçecek, Deming'in ilkelerini şirketin her köşesinde uygulatacak kişidir. Petersen "Şirketin gidişini geri çevirmek için bu adama ihtiyacımız var" diye karar vermiştir. O sıra Ford yılda milyarlarca dolar zarara girmekteydi. Deming getirildiği anda, şirketin geleneksel batılı inançlarını hemen değiştirdi. Eski inanç, "Hacmimizi yükseltirken maliyetimizi nasıl düşürebiliriz?" iken, şimdi, "Yaptığımızın kalitesini, uzun vadede maliyeti artırmayacak şekilde nasıl yükseltiriz?" olmuştu. Ford tüm tutumunu değiştirdi, kaliteye bir numaralı önceliği verdi, bunu reklam sloganında da ilan etti ("Kalite Birinci İşimizdir"). Ve Deming'in sistemlerini uygulamakla Ford, üç yıl içinde o akıl durdurucu açıklarından kurtulup, 6 milyon dolarlık kârıyla sanayide üstün bir pozisyona geçti. Bunu nasıl yaptılar? Amerikalıların Japon kalitesine olan düşkünlüğünün, can sıkıcı bir şey olmakla birlikte, kendilerine çok şey öğretebileceğini gördüler. Örneğin Ford bir Japon şirketiyle anlaştı, iş hacmini düşürmemek için tüm şanzımanların yarısını onlara yaptırdı. Bu arada Amerikalı tüketicilerin Japon şanzıman istediğini de bulguladılar. Herkes adını bekleme listesine yazdırıyor, Japon şanzımanlı Ford alabilmek için daha fazla para ödemeye bile razı oluyordu! Bunu görmek, Ford'daki pek çok yöneticiyi öfkelendirdi. "Bu bizim halkımızın sahte inancından başka bir şey değil, bu tepkiyi göstermek üzere şartlanmış onlar!" dediler. Ama şanzımanlar Deming'in denetimi altında denendiğinde, Ford yapımı olanların daha gürültülü olduğu, çok daha sık bozulduğu, Japon malı olanlardan daha çok iade edildiği ortaya çıktı. Japon malında sorun yoktu, titreşim yoktu, ses de yoktu. Deming, Ford'un yöneticilerine, kalitenin her zaman daha ucuza mal olacağını öğretti. Oysa bu, birçok insanın inandığı şeyin tam tersiydi. Maliyetler çığrından çıkmadıkça ancak belli bir kalite düzeyine kadar yükselinebilir, denirdi. Uzmanlar Ford Şanzımanı açıp parçalarını ölçtüklerinde, hepsinin Ford Şartnamesinde istenen standartlara uyduğunu gördüler. Japonlara gönderilen şartname de bunun tıpkısıydı. Ama Japon Şanzımanı açtıkları zaman, çok az bir farkla, şartname gereğinden daha iyi olduğunu gördüler! Aslında farkı bulabilmek için parçaları laboratuvara taşımış, mikroskoplar altında ölçmüşlerdi. Japon şirketi neden kendini şartnamenin ötesinde ve yukarısında kalite standartlarına bağlı hissetmişti? Çünkü kalitenin daha ucuza geldiğine inanmışlardı. Eğer kaliteli mal yaparlarsa, yalnız memnun müşteriler değil, sadık müşteriler kazanacaklarını öngörmüşlerdi. Bu ürün için sıra beklemeye, daha fazla para ödemeye razı müşteriler! Onları dünyanın en yüksek piyasa pozisyonlarına çıkaran ilkeleri uygulamışlardı yine. Hiç bitmeyecek bir iyileştirme sürecine, müşterilerinin hayat standardında sürekli bir yükselişe adanmışlardı. Bu inanç, Amerika'dan ihraç edilme bir inançtı ve kanımca ekonomik geleceğimizin yönünü değiştirmek için onu tekrar ana yurduna geri getirmemiz gerekiyor. Ekonomik gücümüzü çökerten zehirli inançlardan biri de, Deming'in görünen rakamlarla yönetim dediği şeydir. Geleneksel şirket inancı, kâra ulaşmak için maliyetlerin düşürülmesini ve gelirlerin artırılmasını öğütler. Lynn Townsend, sektör çapında bir satış düşüşü döneminde Chrysler'in başına geçtiğinde, çok ilginç bir örnek olay yer almıştır. Tovvn- send derhal gelirleri artırmaya çalışmış, ama daha önemlisi, maliyetleri düşürmüştür. Nasıl mı? Mühendis kadrosunun üçte ikisini kovarak. Kısa dönemde başkanın doğru kararı verdiği sanılmıştır. Kârlar yükselmiş, ona kahraman muamelesi edilmeye başlamıştır. Ama birkaç yıl içinde Chrysler kendini yeniden mâlî sıkıntılar içinde bulmuştur. Ne olmuştur peki? Eh, bu olay bir tek faktörün etkisinden kaynaklanan bir şey değildir. Ama uzun vadede Townsend'in verdiği kararlar, şirketin başarısının dayanağı olan kalite tabanını mahvetmeye başlamıştır. Genellikle şirketlerimizi mahveden insanlara alkış tutarız, çünkü bu insanlar kısa dönemde iyi sonuçlar getirirler. Bazen sebebi değiştirmeksizin sorunun belirtilerini gidermeye çalışırız. Sonuçları nasıl yorumlayacağımız konusunda çok dikkatli olmalıyız. Ford Motor Şirketi'nin gidişini tersine çeviren en önemli faktörlerden biri ise, tasarım kadrosundan geldi. Taurus adlı yeni bir araba çizmişlerdi. O arabanın kalitesi, Ford için yeni bir Standard getirdi, tüketiciler bol bol satın aldılar. Bütün bunlardan ne öğrenebiliriz? İşte ve hayatta benimsediğimiz inançlar bütün kararlarımızı, dolayısıyla da geleceğimizi etkiliyor. Sizin de, benim de, sahip olabileceğimiz en önemli global inançlardan biri, başarılı ve mutlu olmak için hayatımızın kalitesini sürekli iyileştirmek, sürekli büyümek ve genişlemek gerektiğidir. Japonya'da bu ilkeyi çok iyi anlıyorlar. Aslında Japonya'da, Deming'in etkilerinin sonucu olarak, iş hayatında da, ilişkilerde de pek sık kullanılan bir kelime var. Kaizen. Bu kelime aslında sürekli iyileştirme demek. Bu sözü çok sık kullanıyorlar. Dış ticaret açıklarının fon'zCTz'inden, üretim zincirinin fcaz'zen'inden, özel ilişkilerinin kaizen'inden söz edip duruyorlar. Sonuçta hep daha iyileşme peşindeler. Bu arada söyleyeyim, kaizen aslında yavaş yavaş, adım adım iyileşme ilkesine dayalıdır. Küçük ve basit iyileştirmeleri ilgilendirir. Ama Japonlar, her gün yapılan ufacık düzeltmelerin, kolay hayal edilemeyecek düzeyde bir bileşik etki yaratmaya başlayacağını çok iyi anlıyorlar. Japonların bir sözü var: "Eğer biri üç yıldır gözükmemişse, arkadaşları onu dikkatle incelemeli, ne gibi değişiklikler olduğunu görmelidir." Şaşılacak şey ama belki de o kadar şaşılacak bir şey deği: îngilizcede bu kaizen kelimesinin bir karşılığı yok! Japon iş kültüründe kaizeriin etkisini gördükçe, bunun kendi hayatımda da çok büyük etkiler getiren bir organizasyon ilkesi olduğunu fark ettim. Benim sürekli gelişmeye, sürekli olarak hayat kalitesi standartlarımı yükseltmeye adanmışlığım, beni mutlu ve başarılı kılan şeyin ta kendisi. Sürekli ve sonu gelmez iyileştirmelere odaklanabilmek için hepimizin böyle bir kelimeye ihtiyacımız olduğunu anladım. Önce bir kelime yaratır, bir anlamı o kelimeye kodlarsınız, böylece yepyeni bir düşünce biçimi yaratırsınız. Kullandığımız kelimeler, bizim nasıl düşündüğümüzün dokusunu oluşturmakta, hattâ kararlarımızı bile etkilemektedir. Bu anlayışın sonucu olarak, CANI kelimesini yarattım (kın-ay okunuyor). "Sürekli ve Sonu Gelmez İyileştirmeler" (Constant And Never-ending Improvement) sözlerinin baş harflerinden oluşuyor. Bence hayattaki başarı tecrübelerimizin düzeyi, CANI'a adanmışlık düzeyimizle doğru orantılı. CANI! yalnızca iş hayatıyla ilgili bir terim değil. Hayatımızın her yönüyle ilgili. Japonya'da genellikle şirket çapında kalite kontrolünden söz edilir. Bence biz ticaret hayatımızda da CANI! üzerine odaklanmalıyız, özel ilişkilerimizde de, ruhsal bağlarımızda da, sağlığımızda da, mâlî işlerimizde de. Bu alanların her birinde sürekli ve sonu gelmez iyileştirmeleri nasıl sağlayabiliriz? İşte bu, hayatı inanılmaz bir serüven haline getirir, biz de sürekli olarak bir sonraki düzeyi hevesle bekler duruma geliriz. CANI! gerçek bir disiplindir. Arada sırada canınız isteyince uygulanabilecek bir şey değildir. Eylemle desteklenen sürekli bir adanmışlık olmak zorundadır. CANI'nin esası, adım adımdır, ufacık ve sürekli iyileştirmelerdir, uzun dönemde bunlar inanılmaz büyüklükte bir şaheser yaratırlar. Eğer Grand Canyon'u hiç ziyaret ettinizse, neden söz ettiğimi anlamışsınızdır. O dehşet verici güzelliğin milyonlarca yılda oluştuğunu, Colorado Nehriyle çok sayıdaki kollarının kayaları adım adım yontarak Dünyanın Yedi Doğa Harikası'ndan birini yarattığını hemen görürsünüz. Çoğu insanlar kendilerini hiç güvende hissetmezler, çünkü sürekli olarak işlerini kaybetmekten, ellerindeki parayı kaybetmekten, eşlerini kaybetmekten, sağlıklarını kaybetmekten falan korkarlar. Hayattaki en gerçek güvenlik duygusu, her gün kendinizi bir yönde iyileştirdiğinizi bilmekten, kim olduğunuzun kalibresini yükselttiğinizi, şirketiniz için, dostlarınız ve aileniz için değerli olduğunuzu bilmekten gelir. Ben hayatımın kalitesini sürdürme konusunda hiç kaygılanmam, çünkü her gün onu daha iyiye götürme mücadelesi veriyorum. Sürekli öğrenmeye, yeni ve daha güçlü farklılıklar edinmeye, başka insanların hayatına daha çok değer katabilmeye çalışıyorum. Bu da, her zaman öğrenebileceğimden, her zaman büyüyebileceğimden emin olmamı sağlıyor. CANI! demek, hiçbir zaman karşınıza zorluklar çıkmayacak demek değildir. Aslında bir şeyi daha iyileştirebilmek, onun tam istediğiniz gibi olmadığını anlamakla mümkündür. Yani o şey henüz sizin istediğiniz düzeyde değildir. CANI'nin amacı, sorunları daha olurken görüp, kriz haline gelmeden çaresine bakmaktır. Bir canavarı öldürmenin en uygun zamanı, küçükken öldürmektir. CANI'a kişisel adanmışlığımın bir parçası olarak, her günün sonunda kendime şu soruları sorarım: Ben bugün ne öğrendim? Ne gibi bir katkıda bulundum ya da neyi iyileştirdim? Neden zevk aldım? Eğer hayattan zevk alma yeteneğinizi her gün ve sürekli olarak yükseltirseniz, o zaman pek çok insanın hayal bile edemeyeceği bir zenginlik düzeyine ulaşırsınız. |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 12:30 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.