| ||||||||||
|
Hedefler Makaleler hedefe ulaşmak, hedefe ulaşma, hedeflere ulaşmak, hedeflere ulaşma, hedeflere ulaşmanın yolları, hedeflere ulaşmak için, hedefe ulaşmanın yolları, hedefe ulaşmak için |
Hedef Ön Hazırlık ve Hedefler Makaleler İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız "Görmek inanmaktır, ama asıl gerçek hissetmektir." DR. THOMAS FULLER Bugünün Ödevi: 1. Ortalama bir hafta içinde hissettiğiniz bütün duyguları yazın. 2. Bu duyguların tetiğini çekmek için kullandığınız olay ya da durumları yazın. 3. Her olumsuz duygu için bir panzehir bulun ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hedefler Makaleler telkin cd indir izle İstanbul Hedefler Makaleler nerededir kimdir Hedefler Makaleler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hedefler Makaleler hipnoz Hedefler Makaleler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hedefler Makaleler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hedefler Makaleler kuantum düşünce kitap haberi
![]() |
![]() ![]() | LinkBack | Seçenekler | Stil |
|
![]() | #1 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() "Görmek inanmaktır, ama asıl gerçek hissetmektir." DR. THOMAS FULLER Bugünün Ödevi: 1. Ortalama bir hafta içinde hissettiğiniz bütün duyguları yazın. 2. Bu duyguların tetiğini çekmek için kullandığınız olay ya da durumları yazın. 3. Her olumsuz duygu için bir panzehir bulun ve uygun araçlardan birini kullanarak Eylem Sinyali'ne cevap verin. Bu tecrübeyi tarif etmekte kullandığınız kelimeleri mi değişirmeniz gerekiyor? Bu duygusal durumla ilgili inançlarınızı mı değiştirmeniz gerekiyor? Kendinize yeni bir soru mu sormanız gerekiyor? Sorunlar yerine sürekli olarak çözümlere odaklanmayı hatırlayın. Bugün boyunca, eski, sınırlayıcı duygunuzun yerine yeni,güçlendirici bir duygu koyun ve bu yeni paterni sürekli hale gelinceye kadar kendinize şartlandırın. Duygularımızın kontrolü elimizde olursa yarın da başka bir konuda ustalık kazanmaya geçeriz ki o da... ![]()
Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #2 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() FİZİKSEL KADER: ACI ZİNDANI YA DA ZEVK SARAYI İKİNCİ GÜN Sonucunuz: Sinir sisteminizi şartlandırıp, size istediğiniz sonuçları verecek davranışları üretmeyi nasıl öğrendinizse, yaşamakta olduğunuz fiziksel kaderiniz de, metabolizmanızı nasıl şartlandırdığınıza, kaslarınızı nasıl şartlandırıp özlediğiniz düzeyde enerji ve sağlamlık elde etmenize bağlıdır. Amacı bir dünya rekoru kırmaktı. Peşpeşe on bir gün boyunca, her gün yirmi bir saat koşuyor, yalnızca üç saat uyuyordu. Zihinsel gdüleri de fiziksel güdüleri kadar amansızdı. Ömrü boyunca yaşadığı gündelik hayatından kopmuştu artık. O eski hayatta onun başta gelen amacı, bir adımdan sonra öteki adımı atabilmekti. Yıllar boyunca hem vücudunu, hem de zihnini eğitmişti. Amacı mı? Hepimizin içinde kilitli durumda yatan o sınırsız fiziksel potansiyeli ortaya koymak. Eski rekoru kırmak. 1000 millik yolu on bir gün ve on dokuz saatte koşmak. Ortalaması günde seksen dört mil tutuyordu. Stu Mittleman, zihni ve vücudu şartlandırmakla kişinin inanılmaz sonuçlar elde edebileceğini gösterdi. Bu örnekle, insan kapasitesinin inanılmaz olduğunu, kendimizden beklediklerimizi adım adım geliştirirsek her şeyi başarabileceğimizi kanıtladı. Bu bölümün amacı, Stu Mittleman'ın bu inanılmaz başarıyı gerçekleştirebilecek biçimde kendini eğitmekte kullandığı sırları sizinle de paylaşmaktır. Ben yıllardır kendi uzmanlık alanlarında usta sayılan insanları izlerim. Fiziksel sağlamlık ve sağlık da on yılı aşkın zamandır benim başlıca odak alanlarımdan biri olmuştur. Bu alandaki araştırmalarıma ilk başladığımda, hepsi de uzman sayılan kişilerin birbiriyle çelişen görüşleri kafamı karıştırmıştı. Bu fikirler karmaşası içinde yolumu bulmaya çalışırken bir numaralı kriterim sonuçlar oldu. Sürekli olarak yüksek kalitede sonuçlar üretenleri taklit ettim, onlardan bir şeyler öğrendim. Hastalarına sağlık öğütleri verip kendisi aynı öğütleri uygulamayan doktora nasıl güvenmezsem, güçten düşen, sürekli sakatlıklarla karşılaşan, düşük enerji düzeyi sergileyen sağlık uzmanlarının görüşlerini de öyle sorguladım. Stu Mittleman'ın başarılarını ilk duyduğumda içimde bir hayranlık uyandı. Hele 1000 millik koşusunu seyretmiş olanlar bana, koşu sonunda Stu'nun her zamandan iyi göründüğünü söylediklerinde bu duygum büsbütün arttı! Hiçbir sakatlığa uğramamıştı! Bir yerinde bir sivilce bile çıkmamıştı! Vücudunu son sınırlara kadar zorladığı halde, potansiyelini hiçbir zarar görmeksizin en yüksek düzeye çıkarabilmesini sağlayan neydi? Stu elbette ki koşusuna çok iyi hazırlanmıştı. Spor psikolojisinde sosyolojide ve sosyal psikolojide doktoraları vardı ve şimdi de Columbia Üniversitesi'nde egzersiz fizyolojisi konusunda doktora yapmaktaydı. Ama onun en işine yarayan bilgi sağlıkla formda olmanın aynı şey olmadığını bilmekti. Ünlü koşu kitabının yazarı Jim Fix'de bu yoktu işte. Kesinlikle formdaydı, ama aynı zamanda da sağlıksızdı. Birçok kişinin formda olmakla sağlığın arasındaki farkı kavrayamaması, ibadet yaparcasına düzenli egzersiz yapmalarına rağmen göbeklerindeki o üç beş kilo fazlalığı eritememelerine yol açmaktadır. Öğrenilmiş çaresizliği hatırlıyor musunuz! Bundan daha beter olan bir şey de egzersizi hayatlarının merkezi haline getirenler, bu cimnastiklerin onları daha sağlıklı kıldığına inananlar, ama yine de her gün kendilerini yorgunluğa doğru, hastalığa ve duygusal patlamaya doğru bir adım daha itenlerin durumudur. Ben formda olmakla sağlıklı olmak arasındaki farktan söz ederken ne demek istiyorum? Formda olmak, "Bir atletik faaliyeti yapabilme konusundaki fiziksel yetenektir." Sağlıklı olmak ise "Vücuttaki bütün sistemlerin, yani sinir sistemi, kas sistemi, iskelet sistemi, dolaşım sistemi, sindirim sistemi, lenfatik sistem, hormonal sistem, vb.'nin en iyi biçimde çalışıyor olması demektir. Çoğu insanlar formda olmanın sağlıklı olmak demek olduğuna inanırlar, ama aslında bu ikisi hiç de atbaşı gitmek zorunda değildir. Elbette ki ideal olan, hem sağlıklı hem de formda olmaktır, ama sağlığı öne almakla, hayatınızda çok daha fazla yararlar sağlayabilirsiniz. Eğer formda olmayı, sağlığınız pahasına elde ediyorsanız, o güzelim vücudunuzun tadını çıkaracak kadar yaşayamayabilirsiniz. Sağlıkla formda olma arasındaki en iyi denge, metabolizmanızı eğitmekle sağlanabilir. Tıpkı zihinlerimizi eğittiğimiz gibi, kaslarımızı eğittiğimiz gibi, Stu ile hocalarından Dr. Philip Maffetone bize metabolizmanın da eğitilebileceğini kanıtlamışlardır. Stu'nun elde ettiği sonuçlar kesinlikle bir tek şeyi açıkça göstermektedir: 1000 millik koşusuna çıktığında mantıken "duvara toslaması" gerekirdi. Oysa o, günde seksen dört mil ortalamasıyla koştuğu halde hiç böyle bir duruma düşmemişti. Stu'nun kullandığı bu basit ama derin farkı anlayabilmek, yalnız görünüşünüzü değil, enerji düzeyinizi, hayat kalitenizi, sonunda fiziksel kaderinizi de değiştirebilir. Sağlıkla formda olma arasındaki en büyük fark, aerobik ile anaerobik egzersiz arasındaki farkı anlamakta düğümlenir. Yani dayanıklılıkla güç arasındaki farkı. Aerobik demek, "oksijenli" demektir. Uzun süre sürdürülen ılımlı egzersizlerle ilgilidir. Aerobik sisteminiz, dayanıklılık sisteminizdir, kalbinizi, ciğerlerinizi, kan damarlarınızı ve aerobik kaslarınızı kapsar. Aerobik sisteminizi uygun perhiz ve egzersizlerle harekete geçirirseniz, yakıt olarak yağları yakar, onlardan kurtulursunuz. Beri yandan anaerobik sözü de "oksijensiz" demektir. Kısa süreli güç patlamaları sağlayan egzersizleri anlatmaktadır. Anaerobik egzersiz ilk yakıt olarak glikojen yakar, bu arada vücudun yağ depolamasına yol açar. Vücudunuzun yağ yakabilme yeteneği üzerinde kalıtım da rol oynamaktadır. Aslında bazı insanlar daha doğarken yüksek düzeyde aerobik bir sistemle doğarlar. İşte bu tipler, yiyip yiyip de şişmanlamadıkları için hep imrendiğimiz tiplerdir. Egzersiz tiplerinin çoğu ya aerobik ya da anaerobik'tir. Yoğunluğun düzeyi aerobik sisteminizi mi yoksa anaerobik sisteminizi mi kullandığınızın göstergesidir. Yürüyüş, koşu, jogging, ![]() Günümüzde insanların çoğu, sürekli anaerobik durumda yaşamalarını zorunlu kılan hayat biçimlerini sürdürmektedirler. Hep stres yüklüdürler, onlardan çok şey beklenmektedir, bir de bunu, seçtikleri cimnastik biçimiyle daha beter zorlarlar. Sonuçta metabolizmalarını sürekli anaerobik olacak biçimde eğitmiş olurlar, glikojen yakar, enerjiyi oradan bulurlar. Glikojen düzeyleri çok düşünce bu sefer anaerobik bünye, ikinci enerji kaynağı olan kan şekerine döner. Böyle bir durum, sağlığınızı ve canlılığınızı hemen bozar. Anaerobik sisteminiz kanınızdaki şekeri, daha iyi işler için kullanabileceğiniz o şekeri yiyip bitirirken, siz de bunun olumsuz etkilerini hemen hissetmeye başlarsınız. Kan şekerinin üçte ikisini sinir sisteminiz kullanmak zorunda olduğuna göre, ortaya çıkan açık bu sefer nöro masküler sorunlar yaratabilir, baş ağrılarını, dalgınlıkları başlatır. Size metabolizmanızı aşırı anaerobik eğitmenin yaratacağı bir takım kötü işaretlerin listesini vereyim: dermansızlık, jimnastikten sık sık doğan kazalar, düşük kan şekeri paternleri, depresyon ve kaygı, yağ metabolizması sorunları, âdet öncesi sendromu ya da dolaşım sorunlarıyla eklem tutulmaları. Bizler anaerobik açıdan aşırı, aerobik açıdan eksik bir toplumda yaşamaktayız, bu da herkesin sağlık kalitesini kötü yönde etkiliyor. Modern, sanayileşmiş bir toplumda, insanların fiziksel faaliyetleri azalıyor. Daha otuz kırk yıl önce, çoğu insanlar günlük işlerini fiziksel güç kullanarak yaparlardı. Ama bugün, günlük hayatın artık yaratamadığı fiziksel faaliyetleri sağlayabilmek için çareler bulmak zorunda kalıyoruz. Bu bizi zorunlu olarak, egzersiz dediğimiz şeye itmiştir. Ne yazık ki pek çok iyi niyetli kimseler ve bu arada usta sporcular bu egzersizler sonucu daha sağlıksız durumlara girmektedirler. En kısa zamanda en büyük sonuçları alma çabamız içinde, çoğumuz sağlıkla formda olma arasında uygunsuz bir denge yaratıyor, bunun sonuçlarından zarar görüyoruz. Oysa Dr. Maffetone'a göre bunu sağlayabilmek için şunları anlamak gerekmektedir: Bütün egzersiz programları bir aerobik temel oluşturmakla başlamayı gerektirir. Bir süre boyunca tüm egzersizlerinizi aerobik olarak yapmalı, hiçbir anaerobik egzersiz yapmamalısınız. Bu süre iki ayla sekiz ay arasında değişmeli bu süre içinde aerobik sisteminiz gelişip en iyi duruma gelmelidir. Bu temel sürenin ardından, haftada bir iki ya da bazen üç kere yapılacak anaerobik egzersizler gelir. Aerobik sisteminizi doğru dürüst geliştirmek yalnız sizi daha iyi bir sporcu yapmakla kalmayacak, aynı zamanda kalçalarınızdan fazla yağları alacak, immün sisteminizi iyiye götürecek, size daha çok enerji verecek ve sizi genelde sakatlıklardan uzak tutacaktır. Başka bir ifadeyle, bu total sağlığınızı ve formda olma durumunuzu bir arada, hem metabolizmanızı aerobike şartlandırarak, hem de uygun zamanlarda anaerobikleri yaparak geliştirecektir. Bir aerobik temeli oluşturmakla, aynı zamanda çok miktarda enerji ve dayanıklılık yaratmış olacaksınız. Unutmayın, aerobik kapasitenizi yükseltmekle, vücudunuzun her organınıza ve her sisteminize oksijen (enerjinin ve sağlığın kaynağı) göndermesini sağlıyorsunuz. Esas sorun birçok insanların kendilerini ideal kalp atış hızının üzerinde zorlamaları, tüm zamanlarını anaerobik bir durumda geçirmeleridir. Eğer henüz bir aerobik temel geliştirmemişseniz, o zaman yaptığınız tüm anaerobik egzersizler, hep dayanıklılığınızdan götürür. Bazı kimseler kendilerini kamçılayıp formda bir duruma girmek için egzersizlerini hep maksimum kalp atış hızında yaparlar. Genelde maksimum kalp atış hızı formülü, 220'den kendi yaşınızı çıkarmak biçimindedir. Otuz yaşında biri için bu sayı 190 olur. Ama uzun süre bu yoğunlukta egzersiz yapmak, vücudunuza yapabileceğiniz en büyük kötülüklerden biridir. Belki sizi formda tutar, ama bunu sağlığınız pahasına yapar. Bu arada, bilin bakalım bu hatâyı yıllar boyunca kim yaptı? Evet, ben de kendimi zorlayıp maksimum kalp atış hızıma ulaşmaya çalışmıştım. Step'in üzerine çıkıp ayarını en yüksek düzeye yükseltiyor, yirmi dakika merdiven çıkma egzersizi yapıyordum. Ya da haftalarca hiç hareket etmemişken bir gün çıkıp beş mil koşuyordum. Hiçbir ısınma hareketi yapmadan. Sonra günlerce her yanım tutuluyordu. Ama ben yine de, "ter dökmeden bir şey kazanılmaz" ilkesi doğrultusunda bunun beni daha sağlıklı yaptığını sanıyordum! Oysa aslında egzersiz konusunda bir sevgi-nefret ilişkisi geliştirmekteydim. Acıyı ve zevki bağladığım şeylerin biraz karışık olması sonucu, jimnastiği vicdanım elverdiğince erteliyor, sonra tüm kaybettiklerimi bir seferde telâfi etmeye çalışıyordum. O günlerden bu yana pek çok şey öğrendim. Egzersize başlar başlamaz, vücudunuzu hemen anaerobik kapasiteye iten bir tempo tutturursanız, çok tehlikeli şeyler olabiliyor. Anaerobik egzersizde en çok kullandığımız kasın ihtiyacı olan kan talebini karşılamak için, vücut o kanı en hayatî organlardan çekip alıyor. Örneğin karaciğerinizden, böbreklerinizden. Sonuçta bu organlar çok miktarda oksijen kaybediyor, sağlıkları ve canlılıkları bozuluyor. Bunu sürekli yapmak, bir dermansızlık veriyor, zararlara yol açıyor, insanı mahvediyor. Bunun anahtarı, metabolizmanızı eğitip süreli aerobik durumda olmaktır. Siz vücudunuzu özel olarak eğitmedikçe, vücudunuz yağ yakmayacakhr. Böyle olunca, eğer belinizdeki o inatçı yağ tabakasından kurtulmak istiyorsanız, vücudunuzu yağ yakmaya eğitmelisiniz, ş eker yakmaya değil. Unutmayın ki Stu'nun da, Phil'in de aerobik kriteri, yağ yakmaktır. Aerobik egzersizin en büyük yararlarından biri, damar tıkanıklıklarını ve bunların kalp hastalığına yol açmasını önlemesidir. Kalp hastalıkları dünyada bir numaralı ölüm nedenidir ve her iki kişiden birini öldürmektedir.* Bazı kimseler de perhizlerinden tüm yağı çıkarma hevesiyle vücutlarını bir "acil" duruma sokarlar, o zaman vücut daha da fazla yağ toplamayı öğrenir. Bunun üstüne bir de kendilerini aç bırakırlar. Sonunda eski yeme alışkanlıklarına döndüklerinde, eskiden yedikleri kadar bile yeseler, vücutları daha çok yağ toplamaya başlar. Kaybettiklerinden daha çok kiloyu alırlar! Bizirn kültürümüzde "son alınan beş kiloyu verme" tutkusu hep bundan kaynaklanmaktadır. İnsanlar bana beş kilo vermek istediklerini söylediklerinde, "Beş kilo ne?" diye soruyorum. Genellikle su ya da kas kaybedecek biçimde egzersiz yapıyorlar, yağ kaybedecek biçimde yapmıyorlar. Siz bugün on yıl önceki kilonuzda olabilir, ama çok daha sağlıksız olabilirsiniz, çünkü kaslarınızın yerine yağ gelmiş olabilir. Kasın ağırlığı yağınkinden fazladır. Demek ki eğer on yıl önceki kilonuzdaysanız, vücudunuz da daha çok yağ yapmışsa, başınız iyice dertte! Fazla yağ yemek istemediğimiz doğrudur (aldığınız kalorinin yüzde 20'siyle 30'u arasında olmalıdır), ama metabolizmanızı yağ yakmaya eğitmek için aerobik egzersizden iyisi bulunamaz. Herkes için geçerli bir yağ yeme oranı yoktur, bu da yediğiniz yağı nasıl metabolize ettiğinize bağlıdır. * Daha fazla bilgi için, birinci kitabım Sınırsız Güç'te "Enerji" ile ilgili sekizinci bölümü okuyabilirsiniz. ** Kitle Eylem Kanunu diye bir fizyoloji ilkesi vardır. Verdiğiniz yakıtı vücudunuzun nasıl kullandığını o saptar. Eğer vücudunuza yeterli yağ verirseniz, onu yakıt olarak kullanır. Hiç yağ vermezseniz, bu sefer yağ depolamayı öğrenir. Yani vücudunuza ne verirseniz onu kullanacaktır. Tabii yediğiniz yağı yakmak için egzersiz faktörü devreye girmezse, bu denklem tamamlanamamaktadır. *** Yağ yakan metabolizmaya sahip olan imrendiğiniz kişiler gibi olmak istemez miydiniz? Olabilirsiniz! Bu iş baştan sona bir şartlanmadır. O halde metabolizmanızı yağ yakmaya nasıl eğiteceksiniz de gerekli enerjiyi dayanıklılığı ve canlılığı kullanıp bu kitapta anlatıldığı gibi dopdolu bir hayat yaşayacaksınız? Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Önce iyisini söyleyeyim. Bunu her gün birkaç basit uygulamayı yerine getirerek sağlayabilirsiniz. Şimdi de kötü haber: Banyoyu doldurup tıpayı çekerek akıntıya karşı mücadele vermek, egzersiz değildir! Beş yüz metre ilerdeki yere gitmek için taksiye binmek de egzersiz değildir. Bunlar aerobik egzersiz sayılamaz. Rüzgârda koşmak anaerobik egzersizdir. Hemen bir oksijen açığı yaratır, metabolizmanıza glikojen yakmayı, ya da kan şekerini yakmayı öğretir, yağ da bu arada depolanıp durur. "Biraz daha egzersize ihtiyacınız var. Gidip bana bir hamburger alıverin." Herhalde kişinin sağlığının en önemli girdisi oksijendir. Bizler dokularımıza oksijen gönderebilmek için günde yaklaşık 2500 galon hava soluruz. Bu olmazsa, hücreler zayıflar ve ölür. Vücudunuzda yaklaşık 75 trilyon hücre vardır. Bunlar size adenozin trifosfat (ATP) sağlarlar, o da vücudunuzun yaptığı her iş için gerekli enerji demektir. İster soluyun ister rüya görün, ister egzersiz yapın, hep onu kullanırsınız. Hücrelerin sağ kalabilmesi için, oksijen bulup glükozu yakarak, sürekli büyüme için gerekli ATP'yi yapabilmesi gerekir. Yani oksijeni egzersiz yaparken tüketmek istemezsiniz. Yaptığınız cimnastik hareketlerinin ne zaman aerobik olmaktan çıkıp anaerobik olmaya başladığını anlamak istiyorsanız, size basit bir test önerebilirim: egzersiz yaparken konuşabiliyor musunuz (aerobik)? Yoksa soluk soluğa mı kalıyorsunuz (anaerobik)? Solumanız düzenli olmalı, sesi duyulmalı, ama fazla zorlanmamahdır. Egzersizleri yaparken kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Eğer jimnastiğiniz aerobikse, yorucu ama keyifli olacaktır. Anaerobik ise, kendinizi zorlanıyormuş gibi hissedersiniz. O'dan 10'a kadar puan verseniz, 0 en az zorlama, 10 da en yoğun zorlama olsa, puanınız nedir? 7'yi geçtinizse, aerobik'ten anaerobik'e geçtiniz demektir; ideal olarak o puan 6 ile 7 arasında olmalıdır. Aerobik kapasitenizden yararlanmak için çok özel bir eğitime ihtiyacınız var. Birincisi, bir kalp atış monitörü takmanız iyi olur. Sonra yavaş yavaş ısınarak en iyi aerobik eğitim alanınıza öyle varın. Isınma hareketleri en azından iki şeye yarayacaktır: 1) Vücudunuzda stoklanmış yağ asitlerini yavaş yavaş kan damarlarınıza doğru harekete geçireceksiniz, böylelikle sizin için değerli olan kan şekeri yerine yağ yakmaya başlayacaksınız. Bu çok önemlidir. Eğer ısınmadan başlarsanız, belki aerobik egzersiz yapıyor olabilirsiniz, yani hücrelerinizde oksijenle çalışıyor olabilirsiniz, ama yağ yakmazsınız. Isınma sırasında kalp atışlarınızı, normal hesaplama yönteminin %50'si olarak saymanız gerekir. 2) Krampları önlemiş olursunuz. Bu ısınma süresi on beş dakika kadar sürmelidir. O zaman vücudunuz kanı ihtiyaç duyulan yerlere yavaş yavaş yayar, hayatî organlardan kan çekmeye kalkışmaz. Bu da egzersizlerinizin sistemi bozmadan sağlık ve formda olma durumu getirmesi için bilinmesi gereken önemli bir inceliktir. Ayrıca, aerobik egzersiz alanınız içinde en az yirmi dakika, ideal olarak otuz ya da kırk beş dakika çalışmanız gerekir. Optimal kalp atış hızınızı bulmanın en iyi yolu, aşağıdaki formülü kullanmaktır: ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #3 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() İDEAL KALP ATIŞ HIZINI HESAPLAMAK* 180 - Yaşınız = İdeal kalp atış hızınız (yani anaerobik'e geçmeden önce aerobik egzersiz yapabileceğiniz hız) Eğer önemli bir hastalıktan iyileşme dönemindeyseniz ya da ilaç alıyorsanız, yukarıdaki sayıdan 10 daha çıkarın. Daha önce egzersiz yapmadmızsa ya da bir sakatlığınız varsa, belki sık sık nezle/grip oluyor, alerjiler geliştiriyorsanız, 5 puan daha çıkarın. İki yıldır egzersiz yapıyorsanız ve yılda bir iki kereden fazla nezle/grip olmuyorsanız, puanınız aynen kalsın. İki yıldan fazladır egzersiz yapıyorsunuz ve hiç sorunlarla karşılaşmadınızsa, 5 puan ekleyin. Her türlü egzersiz programına başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışın. Üçüncüsü, soğumak için de on iki ya da on beş dakika ayırın, ya yürüyüş yaparak ya da başka tür hafif bir hareket yaparak bunu sağlayın. Böylelikle kanınızın çalışan kaslarda havuz gibi birikmesini önlersiniz. Eğer egzersizden sonra hemen durursanız, kanın temizlenmek, yeniden oksijen almak, yeniden dağılmak üzere geri dönmesine olanak bırakmamış olursunuz. Kanınız kaslarda kalır, kasları boğar, kan damarlarında toksisiteyi artırır. İnsanlar genellikle egzersiz yapmayı istemezler, çünkü buna çok fazla acı bağlarlar. Bağladıkları acı ya fiziksel acıdır, ya da "hiç vakti olmama" acısıdır. Ama bir denerseniz çok hoş sürprizlerle karşılaşacaksınız: 1) Bu türlü egzersizden hoşlanacaksınız, çünkü zevk veren ve acı vermeyen bir egzersizdir. 2) Daha önce hiç tatmadığınız bir fiziksel canlılık düzeyi keşfedeceksiniz. Eğer bu işin ne kadar zaman alacağına kaygılanıyorsanız, zamanı iyi kullanmaya dönük başka yöntemler düşünün. Örneğin ısınma süresinde bantlar dinleyin, okuyun, Sabah ve Akşam Güçlendirici Soruları'nızı yapın, değerler ve kurallar hiyerarşinizi okuyun, zamanı başka yararlı işlerde kullanın. Stu Mittleman'a nasıl bir egzersiz programı önerdiğini sorduğumda, haftada en az üç seansla başlamak gerektiğini söyledi. Önce on beş dakika ısınma, sonra aerobik alanda yirmi dakika, sonra da soğumak için on beş dakika. Daha uzun seanslara ilerde, uygun bulduğunuz zaman geçmeniz gerekiyor. Şimdi ben size aerobik egzersizin tek yapılmaya lâyık egzersiz olduğunu mu söylüyorum? Tabii ki hayır. Amaç sağlığı ve formda olmayı bir arada sağlamak. Biz performansi da, dayanıklılığı da artırmak istiyoruz. (Unutmayın ki aerobik alanda çalışırken de dayanıklılıktan fedakârlık ediyorsunuz demektir.) Demek bir yandan aerobik kapasitenizi geliştirirken, belli bir düzeye varınca (egzersize başladıktan üç dört ay kadar sonra) bu sefer anaerobik egzersizi de devreye sokabilir, örneğin ağırlıklarla hızlı çalışabilirsiniz. Bu da kişiden kişiye değişir. En iyisi vücudunuzu dinlemektir. Eğer plajda koşuyorsanız ve birden içinizden hız yapmak geliyorsa, yapın! Bir vücut bilgeliği geliştirin. Vücudunuzun daha zor fiziksel işler yapabilme durumunu hissetmeyi öğrenin. Aslında Stu diyor ki, dayanıklılığımızı altın yıllarımıza kadar sürdürebilir, iyileştirebilirmişiz. Yaslanınca çıt diye kırılabilecek hale gelmemiz gerekmiyormuş! Sağlığımızın saptayıcısı yaşımız değil, sağlığı artırıcı yaşam biçimimizmiş. Her ne kadar bazı kimseler yağ yakmaya eğilimli doğsalar da ya da hızlı ya da güçlü yaratılışta olsalar da, vücudunun kimyasını şartlandırmaya karar veren herkes dayanıklılığa ve canlılığa sahip olabilirmiş. * Egzersiz alanınızın hesaplanmasında klasik formül şöyledir: 220 - yaşınız = Maksimum Kalp Atış Hızı; Maksimum Kalp Atış Hızı ¥ % 65 - % 85 = Egzersiz alanı. Yukarıdaki formül ise, Stu Mittleman ve Dr. Philip Maffetone'dan alınmadır. ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #4 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() "İleri yaşımız bizi sınırlamaz, özgürleştirir." STU MITTLEMAN En heyecan verici haber ise, bize zevk veren tüm paternler gibi, egzersizin de olumlu bir tiryakilik haline gelebilmesi. Şu sıra egzersizden ne kadar yüksünüyor olursanız olun, doğru dürüst egzersiz yapmanın ne zevkli şey olduğunu öğrendiğiniz anda, büyük olasılıkla bu işin çekiciliğine herkesten çok kapılacaksınız, istatistiklerin gösterdiğine göre, eğer on iki ay boyunca sürekli egzersiz yaparsanız, bu iş ömür boyu sürecek bir bağımlılık olurmuş. Bir süre raydan çıkarsanız, yine sürekli egzersize dönüş yapabilirsiniz. Vücudunuz sağlığın zevkine doğru çekiliyormuş gibi olur, fiziksel potansiyelinizi doğal bir yüksekliğe ulaştırmak istersiniz. Neden bu? Çünkü sinir sisteminizi şartlayıp, metabolizmanızın bundan büyük zevk almasını sağlamış olursunuz. Hayat kalitemizi yükseltecek fiziksel canlılığa hepimizin ihtiyacı vardır. Fiziksel kaderiniz, zihinsel, duygusal, parasal ve ilişkisel kaderinizle çok yakından ilgilidir. Hattâ bir kaderiniz olup olmadığını saptayacak olan bile aslında odur! ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #5 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() BİR GENÇLİK ÇEŞMESİ Kültürümüzde inkâr edilemeyecek kadar güçlü bir totem varsa o da gençlik ve fiziksel canlılıktır. Cocoon filminde hayata yeniden dönen o yaşlı insanları düşünün. Nice kişi, gençliklerini biraz uzatacak her şeyi yapmaya hazırdır, oysa o çeşme zaten onların içindedir. Ona İnsan Büyüme Hormonu (Human Growth Hormone - HGH) denmektedir. HGH doku büyümesini uyarır, kas dokusunu artırır, esneklik verir, kasları kalınlaştırır, kemik ve organların büyümesini uyarır, sağlıklı dokuları sağ tutar. HGH siz uyuduktan bir buçuk saat kadar sonra, kan damarlarınıza doğal olarak salgılanmaktadır. Bir kere de, sabah siz uyanmadan hemen önce salgılanır. (Ben bu yıl 31 yaşımı doldurdum, o yüzden de bu programa aldanmıyorum!) Elbette ki zamanla HGH'in yüksek düzeyleri düşmeye başlamaktadır. Altmış yaşına geldiğimizde, insanların yaklaşık %30'u bu maddeyi ya hiç salgılamamakta, ya da pek az salgılamaktadırlar. Kadınların çok ileri yaşlara kadar HGH salgıladığı, bu yüzden daha uzun yaşadıkları da söylenmektedir. Zorlayıcı egzersizlerden, ciddi bir sakatlıktan sonra da HGH salgılarız, çünkü HGH tedavi edici bi maddedir. Şimdi artık HGH sentezi laboratuvarlarda yapılabilmekte, cüce kalacak çocuklara iğneyle verilebilmektedir. Ama siz HGH'i damarlarınıza doğal yollardan daha çok salgılatabilmek için ne yapabilirsiniz? Bunu hemen ve sürekli olarak sağlamanın bir yolu, egzersiz patlamaları yapmaktır. Bunun anlamı da, ancak otuz ya da kırk beş dakika sürdürebileceğiniz bir hareketi tekrar tekrar yapmak demektir. Örneğin ağırlık kaldırmak gibi. Miami-Florida'da yapılan laboratuvar testleri çok heyecan verici sonuçları haber vermektedir. Altmış yaşındaki insanlar, on-on beş yıl hiçbir kas çalışması yapmadıkları halde ağırlık kaldırmayı öğrenmekte, yirmi bir yaşındakiler kadar kas oluşturmakta, enerjileri de yirmi bir yaşındakilere denk hale gelmektedir. Nedir bütün bunların anlamı? Demek ki yetmişli ve seksenli yaşlarınızda da, yirmi ve otuzken olduğunuz kadar güçlü olabilirsiniz! Yalnız aerobik egzersizlerle dayanıklılık faktörünüzü yükseltmekle kalmayıp, kısa patlamalı anaerobik egzersizlerle gücünüzü de arttırabilirsiniz. Yeter ki denklemdeki öbür faktörü hatırdan çıkarmayın: vücudunuza ihtiyaç duyduğu besinleri verin. Kendinizi aşırı şekerle, yağla, tuzla ve etle zehirlemediğinizden emin olun. Bunların hepsi çok iyi haber, çünkü yirmi birinci yüzyıla girerken, örneğin ABD'de nüfusun % 24'ünün altmış beş yaşın üzerinde olması bekleniyor. Eğer şimdi vücutlarımızın kontrolünü ele alırsak, her dört kişiden biri topluma yük olmak zorunda kalmayacak, değerli katkılarda bulunan ve hayattan zevk alan birer birey olacak demektir! ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #6 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() "İnsan vücudu, insan ruhunun en güzel resmidir." LUDWIG WITTGENSTEIN Bugünün Ödevi: 1) Sağlıkla formda olma arasındaki farkı ayırt edin. Bunu zaten yapmış bulunuyorsunuz. 2) Sağlıklı olmaya karar verin. Umarım bunu da yapmışsınızdır. 3) Nerede olduğunuzu bilin. Siz aslında aerobik egzersiz mi yapıyorsunuz yoksa anaerobik mi? Yağ mı yakıyorsunuz, yoksa glikojen mi? Ya size test uygulayabilecek birine gidin, ya da şu aşağıdaki sorulara cevap verin: Sabahları yorgun mu uyanıyorsunuz? Egzersiz yaptıktan sonra açlık mı duyuyorsunuz? Egzersizden sonra ruhsal durumunuz çılgınca değişimler gösteriyor mu? Ne kadar çaba gösterseniz, o göbek hâlâ duruyor mu? Egzersizden sonra ağrılar ve sızılar hissediyor musunuz? Bu sorulara evet demişseniz, demek büyük olasılıkla anaerobik egzersiz yapıyorsunuz. 4. Küçük bir kalp atış hızı ölçme aygıtı alın (fiyatı 165 ile 200 dolar arasındadır). Yapabileceğiniz yatırımların en iyisidir. 5. Bir plan yapın. Metabolizmanızı yağ yakmaya ve sürekli enerji düzeyleri yaratmaya şartlandırmak için on günlük bir aerobik egzersiz programına başlayın ve ana hatları yukarda anlatıldığı gibi olsun. Buna hemen başlayın. 6. On gün boyunca bir işiniz de, Sınırsız Güç adlı kitabımdan "Enerji: Mükemmellik Yakıtı" adlı bölümü okumak olsun. 7. Egzersizi kimliğinizin bir parçası haline getirin. Hayatın bize sunacağı ödülleri ancak egzersize uzun vadeli, ömür boyu adandıktan sonra dermeye başlayabiliriz. Şimdi kendimizi daha yüksek bir standarda bağlayabilmek için yükseltmek isteyeceğimiz bir şey de... ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #7 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() İLİŞKİLER KADERİ: PAYLAŞMA VE SEVME ALANI ÜÇÜNCÜ GÜN Sonucunuz: Kişisel ilişkilerdeki kalitenizi ölçülebilir düzeyi de artırın ve en çok sevdiğiniz insanlarla duygusal bağlarınızı derinleştirmek için "başarılı ilişkiler" ile ilgili altı ilkeyi gözden geçirin, BAŞARI, eğer onu paylaşacak kimseyi bulamazsak, değersiz olur. Aslında en çok arzulanan insanî duygu, başkalarıyla bağ duygusudur. Bu kitap boyunca sürekli olarak, ilişkilerin karakter biçimlendirme etkisinden, değerleri, inançları ve hayatımızın kalitesini etkileme gücünden söz ettik. Bugünkü uygulama da size, her ilişkide önemli olan altı ana noktayı hatırlatmaya dönük olacak. Ödevinizi vermeden önce o altı ilkeyi kısaca bir gözden geçirelim: 1. Eğer ilişki paylaştığınız insanların değerlerini ve kurallarını bilmiyorsanız, kendinizi acıya hazırlasanız fena olmaz. İnsanlar birbirini çok seviyor olabilirler. Ama eğer herhangi bir nedenle sevdikleri kişinin kurallarını habire ihlâl ediyorlarsa, bu ilişkide büyük sorunlar ve stresler başlar. Unutmayın her geçimsizlik bir kural ihlâlidir. İnsanlar birbirine çok yakınsa, bazı kuralların çatışmasından kaçınılamaz. Birinin kurallarını biliyorsanız, bu tür zorlukları önceden önleyebilirsiniz. 2. İlişkilerdeki en büyük zorluklardan bazıları, insanların ilişkiye bir şey koparabilmek için girmesinden kaynaklanır. Kendilerini iyi hissetmelerine yol açacak birini arıyorlardır. Aslında bir ilişkinin kalıcı olabilmesinin tek yolu, sizin o ilişkiyi "alma değil verme fırsatı" olarak görmenizdir. 3. Hayattaki her şey gibi, ilişkinin de beslenebilmesi için bazı şeyleri sağlamak, bazı konularda uyanık olmak gerekir. İlişkilerde bazı işaretler vardır, onların anlamı, bu sorun çığrından çıkmadan hemen üstüne eğil, demektir. Arkadaşım Dr. Barbara De Angelis Her An Sevişmenin Yolu adlı kitabında, bir ilişkiyi öldüren dört aşamadan söz etmektedir. Bunları teşhis ettiğimiz anda hemen müdahale edebilir, sorunları büyümeden, ilişkiyi bozacak hale gelmeden alt edebiliriz. Birinci aşama, Direnme: Bir ilişkinin ilk zor aşaması, içinizde bir direnme duygusu hissetmenizdir. Herhangi bir ilişkiye giren herkes, zaman zaman karşısındakinin söylediği ya da yaptığı bir şeye karşı bu duyguyu hissetmiştir. Direnme o kişiden uzaklaşmak, ya da canı sıkılmak, kendini ondan ayrı hissetmek demektir. Belki bir partide, sizi rahatsız eden fıkralar anlatıyorlardır, keşke anlatmasalar diyorsunuzdur. Ama işin zorluğu çoğu insanın bu duyguyu hissettiğini hiç söylememesi, sonuçta duygunun büyüyüp biçim değiştirerek bir başka duyguya dönüşmesidir ki o da... İkinci aşama, Gücenme: Eğer direnme duygusu çözümlenmemişse, gücenmeye dönüşür. Artık yalnız tedirgin değilsinizdir, karşınızdakine kızıyorsunuzdur. Kendinizi ondan ayırmaya başlar, aranıza bir duygusal engel dikersiniz. Gücenme, yakınlık duygusunu öldürür. İlişkinin yıkıcı bir paternidir. Eğer çözümlenmezse, hız kazanacaktır. Değiştirilmez, iletişimle açıklanmazsa, bu sefer yine biçim değiştirir, başka bir duygu olur, o da... Üçüncü Aşama, Reddetme: Bu noktada, içinizde öyle çok güceniklik birikmiştir ki, karşınızdakini suçlu görecek nedenler aramaya başlar, ona sözle ya da sözsüz olarak saldırılara başlarsınız. Bu aşamada artık her şeyi tedirgin edici ya da üzücü görmeye başlamışsımzdır. Bu noktada yalnız duygusal ayrılma değil, fiziksel ayrılma da yer alır. Eğer reddetmenin devamına izin verilirse, acımızı azaltmak için bir sonraki duyguya geçeriz, o da... Dördüncü aşama, Bastırma: Reddetme aşamasında gelen öfkeyle başa çıkmaktan usandığınızda, duygusal uyuşukluk yaratarak acınızı azaltmaya çalışırsınız. Acı duymaktan kaçarsınız, ama ihtirastan ve heyecandan da uzaklaşmış olursunuz. İşte bu, bir ilişkinin en tehlikeli aşamasıdır, çünkü bu aşamada sevgililer "oda arkadaşı" oluverir. Bu çiftin bir sorunu olduğunu hiç kimse anlamaz, çünkü kavga da etmezler, ama artık ortada ilişki diye bir şey kalmamıştır. Bu dört duyguyu önlemenin anahtarı nedir? Cevap basit: Erkenden durumu açıklayıp konuşun. Kurallarınızı söyleyin, onlara uyulabilmesini sağlayın. Durumu gereğinden fazla büyütmemek için Değişim Sözlükçesi kullanın. "Şöyle yapmana dayanamıyorum!" demek yerine, tercih kelimeleri kullanın. "Bunun yerine şöyle yapmanı tercih ederim" deyin. Patern kesintileri oluşturarak tartışmaları önleyin, çünkü sonradan tartışmanın ne konuda olduğunu bile hatırlamaz, yalnızca kazanmanız gerektiğini düşünürsünüz. 4. İlişkilerinizin hayatınızdaki en yüksek öncelikler olmasını sağlayın; yoksa gündelik acil işlerinizin ardında geri plana itilirler. Yavaş yavaş duygusal yoğunluk ve ihtiras söner. Biz ilişkilerimizin gücünü kaybetmek istemeyiz. Yüz göz olmak yüzünden ya da ihmal alışkanlığı yüzünden o kişiye duyduğumuz yoğun heyecandan ve ihtirastan olmayı asla istemeyiz. 5. Becky ile birlikte, daha ilk başlangıçta keşfettiğimiz en önemli paternlerden biri, her gün o günü daha iyi kılmaya odaklanmak olmuş, bu da ilişkimizi kalıcı hale getirmekte çok önemli rol oynamıştır. İlişki biterse neler olacağına odaklanmak yanlıştır. Unutmamalıyız ki neye odaklanırsak o olur. Eğer sürekli olarak ilişkinin biteceği korkusuna odaklanırsak, bilincimiz dışında o ilişkiyi sabote edecek şeyler yapmaya başlarız, bir kopma olup acılar başlamadan kendimizi kurtarmaya çalışıyormuş gibi davranırız. Bu ilkeye uyan bir de söz vardır: Eğer bir ilişkinin kalıcı olmasını istiyorsanız, asla, asla o ilişkinin kendisini tehdit etmeyin. Sırf bu sözü söylemek bile bir tehlike yaratıyor. Ayrıca tarafların dengesini bozan korkulara yol açıyor. Kalıcı ilişkisi olan hangi çiftle konuşsam, görüyorum ki, ne kadar kızgın ya da gücenmiş olurlarsa olsunlar, asla ilişkinin biteceği kuşkusuna yönelmiyorlar ve ilişkiyi bitirme tehdidini asla ortaya atmıyorlar. Araba yarışı okulunu, yan duvara çarpma meselesini hatırlayın. Bir ilişkide, nereye gitmek istiyorsanız oraya odaklanmanız gerekir, korktuğunuz şeye değil. 6. Her gün ilişkiniz olan o insanın nesini çok sevdiğiniz konusunda yeniden asosiyasyon yapın. Bağlılık duygularınızı takviye edin, yakınlık ve çekicilik duygularınızı yenileyin. Bunu yapmak için sık sık, "Hayatımda nasıl bu kadar şanslı oldum?" diye sorun. Hayatınızı bu insanla paylaşma imtiyazına tam anlamıyla asosiye olun. Bu zevki çok yoğun biçimde hissedin ve sinir sisteminize çakın. Bunu yapmazsanız, alışkanlık başlar, birbirinizi olağan kabul edersiniz. İlişkinizi bir rol modeli haline getirecek, efsanevi kılacak o özel dakikaları bulun ve yaratın! ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #8 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() "Dolu bir kalpte her şeye yer vardır ama boş bir kalpte hiçbir şeye yer yoktur." ANTONIO PORCHIA Bugünün Ödevi: 1. Bugün biraz zaman ayırıp sizin için önemli olan kişiyle konuşun, bu ilişkide her biriniz için neyin en önemli olduğunu öğrenin. Birlikteliğinizde sizin için en yüksek değerler nelerdir ve o değerleiüi yerine geldiğini hissetmeniz için neler olması gerekmektedir? 2. Sizin için seviyor olmanın, haklı olmaktan daha önemli olduğuna karar verin. Eğer herhangi bir zamanda kendinizin haklı olduğu iddiasına kalkıştığınızı fark ederseniz hemen paterni kırın. Derhal kesin, tartışmaya daha sonra, anlaşmazlığı çözecek duruma geldiğiniz zaman devam edin. 3. İşler kızışınca kullanabileceğiniz bir patern kesme yöntemini birlikte kararlaştırın. Böylelikle, ne kadar öfkeli olursanız olun, en azından bir an için gülümseyebilir, sıkıntıyı bir kenara itebilirsiniz. Olayı her ikiniz için de kolaylaştırmak için bulabileceğiniz en garip ve komik patern kesme biçimini seçin. Bu, aranızda özel bir şaka olsun ve sizin kişisel çapanız yerine geçsin. 4. Direnme hissedince, bunu yumuşatarak söyleyin. Örneğin, "Biliyorum, saçma bir tutkum var, ama sen böyle yapınca tersine okşanmış kedi gibi oluyorum" deyin. 5. Akşamları birlikte çıkacağınız günler seçin. Tercihen haftada bir ya da ayda iki kere olsun. Sırayla birbirinizi şaşırtacak, en romantik ve eğlenceli programlar seçecek yollar bulun. 6. Her gün 180 saniye sürecek bir ıslak öpücüğe zaman ayırmayı asla unutmayın! İşte bugünkü ödeviniz bunlar! Hepsini uygulayın ve zevkini çıkarın. İnanın bana, ödülleri ölçülemeyecek kadar büyük olacaktır. Sürekli ve sonu gelmez iyileşmelere, CANÜ'ye adanmış olduğumuzu kendimize kanıtlamak için şimdi de keyifli bir plan yapalım ve size çok önemli bir şey yaratalım; o da... ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #9 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() PARASAL KADER: KÜÇÜK (YA DA BÜYÜK) BİR SERVETE DOĞRU KÜÇÜK ADIMLAR DÖRDÜNCÜ GÜN Sonucunuz: Servet sahibi olmanın beş temel unsurunu öğrenerek parasal kaderinizin geleceğini elinize alın. PARA! Hayatlarımızın en duygu yüklü konusu. Çoğu kişiler biraz daha çok para elde edebilmek için, paradan çok daha değerli nice şeyi feda etmeye bile hazırdırlar. Kendilerini sınırlarının ötesinde zorlar, aileleriyle, dostlarıyla geçirebilecekleri zamandan vazgeçer, hattâ sağlıklarını bile mahvederler. Toplumumuzda para hem acıya hem de zevke bağlanmıştır. Çoğu zaman hayatımızın kalite farkını ölçmek için kullanılmakta, varsıllarla yoksullar arasındaki farkı daha çok büyütmektedir. Bazı insanlar para sorunuyla baş edebilmek için, paranın önemli olmadığı numarasına kalkışırlar, ama parasal sıkıntı hepimizi hayatımızın her gününde etkileyen bir gerçektir. Özellikle yaşlılar için, paranın yokluğu, en hayatî kaynakların yokluğu anlamına gelebilir. Bazıları için de para pek esrarengiz bir şeydir. Kimisi onu arzuların, gururun imrenme duygularının, hattâ nefretin kaynağı olarak görür. Hangisi doğrudur bunların? Para rüyaları gerçek eden şey midir, yoksa tüm kötülüklerin kaynağı mıdır? Bir araç mıdır, yoksa bir silah mıdır? Özgürlük, güç, güvence kaynağı mıdır? Yoksa yalnızca sonuca ulaşacak bir araç mıdır? Siz de, ben de, aklımızla biliyoruz ki para yalnızca bir alışveriş aracıdır. Bir toplum içinde, yaratma, elden ele geçirme ve değer paylaşma işlerini kolaylaştırmamıza izin verir. Çeşitli işlerde uzmanlaşabilmek, acaba başkaları bizim ürettiğimiz şeyi takas edecek kadar değerli bulacak mı diye kaygılanmaktan kurtulmak ve özgür olmak için hep birlikte yarattığımız bir kolaylıktır. Bizler en ezici duygularımızdan bazılarını, onun yokluğuyla ilintilendiririz: kaygı, hırslanma, korku, güvencesizlik, endişe, öfke, küçük düşme, yük altında ezilme, bunlardan yalnızca bazılarıdır. Şu ara Doğu Avrupa'da tanık olduğumuz gibi, finansal yoklukla ilintilendirilen baskılar yüzünden siyasal sistemler devrilmiştir. Siz hiç parasal stresle yüzleşmemiş bir ülke, bir şirket, bir insan düşünebiliyor musunuz? Pek çok kişi, yeterli paraya sahip olduğu anda hayatındaki bütün zorlukların sona ereceğine inanma yanılgısına düşer. Oysa bundan yanlış şey olamaz. Daha çok para kazanmak, kendi başına ele alındığında, insanları hiç de özgürleştirmez. Ama beri yandan, daha büyük parasal özgürlüğün ve finansal kaderinizi kontrolünüze almanın, size büyüme, paylaşma, kendiniz ve başkaları için değerler yaratma olanağı vereceğini inkâr etmek de bir o kadar gülünçtür. O halde neden o kadar çok kişi, bunca ekonomik fırsat varken, yine de parasal bolluğa kavuşamamaktadır? Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, insanlar bir bilgisayarla ilgili ufacık bir fikir bulup yüz milyonlarca dolar kazanabiliyor ve o bilgisayarı da kendi garajlarında üretmiş olabiliyorlar! Çevremiz inanılmaz olanakların rol modelleriyle dolu. Servet yaratmayı ve korumayı bilen insanlar onlar. Peki, bizi servet kazanmaktan alakoyan nedir? Nasıl oluyor da bunca insan ömür boyu çalıştıktan sonra, yaşlı günlerinde ailenin ya da hükümetin desteği olmadan kendini geçindiremiyor? Kalıcı servetin anahtarlarını yokladığımda, bir tek şey önümde beliriverdi. Aslında servet kazanmak basit bir şey. Ama yine de pek çok insan bunu yapamıyor, çünkü parasal çeşmelerinde bazı. delikler var. Bunlar bazen iç değerlerle inançların çatışmasından oluşuyor. Bazen de başarısızlığa yönelik zayıf planların sonucu oluyor. Bu bölüm size, tüm parasal hayatınızın kontrolünü tek başınıza elinize almak için bilmeniz gereken her şeyi öğretecek değildir. O işi yapabilmek için herhalde bir bölümden çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Ama yine de size bazı basit temelleri aktarmak, sizin de bunları, bu çok önemli alanda kontrolü derhal elinize almakta kullanmanız mümkündür. Önce inançlarımızın davranışlarımızı yönetme gücünü hatırlayarak başlayalım. Çoğu insanların parasal açıdan başarılı olamamasının en sık rastlanan nedeni, daha çok paraya sahip olmanın neleri gerektirdiği konusundaki, bir de, fazla para sahibi olmanın, yani şu andaki hayatlarını sürdürmeye yetecek paradan daha fazlasına sahip olmanın ne anlama geldiği konusundaki asosiyastonlarmm karışık olmasındandır. Bölüm 5'de öğrendiğiniz gibi, beyniniz ancak nelerden kaçınacağı ve nelere doğru gideceği konusunda açık seçik asosiyasyonlar bulabildiği zaman ne yapacağına karar verir. Para konusunda biz genellikle ona karışık sinyaller yollarız ve tabii karışık sonuçlar alrız. Kendi kendimize, para bize özgürlük verir, deriz. Sevdiğimiz kimselere karşı verici olmamızı sağlar, hep rüyasını gördüğümüz şeyleri gerçekleştirme, boş zaman artırma olanağı verir, deriz. Ama aynı anda, çok parayı biriktirebilmek için çok daha fazla çalışmak gerektiğine, çok zaman harcamak gerektiğine, o zamana kadar da herhalde paraların tadını çıkaramayacak kadar yaşlanacağımıza inanıyor olabiliriz. Ya da belki, eğer fazla paramız olursa manevî değerlerimizin ekşiteceğine, insanların bizi yargılayacağına, paramızı dolandıracağına inanıyor olabiliriz. Ne diye zahmet edelim ki, diyebiliriz. Bu olumsuz asosiyasyonlar sırf bizle sınırlı da değildir. Bazı kimseler, parasal başarıya ulaşanlara karşı güceniklik duyar. Madem ki çok para sahibi olmuş, demek ki birilerinin hakkını yemiş, derler. Eğer siz de para sahibi olmuş birine karşı bu tür duygular beslerseniz, beyninize nasıl bir mesaj yollamış olursunuz? "Fazla para kötüdür" mesajını, değil mi? Siz başkalarına karşı bu tür duygular besleyince, zihninize de bilinciniz dışında, başarılı olmak için "kötü" insan olmak gerektiği yolunda mesaj yollamış olursunuz. Başkalarının başarısına bozulmakla, kendinizi o istediğiniz ve ihtiyaç duyduğunuz parasal bolluktan kaçınmaya şartlandırırsınız. İnsanların paraya hükmedememesinin ikinci en sık rastlanan nedeni de, bu işin fazla karmaşık olduğunu düşünmeleridir. Kendi paralarını yönetmek için bir "uzman" isterler. Doğrusu bu konuda antrenör bulmak da fena şey değildir ama hepimiz eninde sonunda, verdiğimiz parasal kararların sonuçlarını anlayacak kadar eğitilmiş olmalıyız. Eğer bir başkasına bağlı kalırsanız, o kişi bu işin ne kadar ustası olursa olsun, bir terslik olduğunda siz hep onu suçlarsınız. Ama kendi para durumunuzu anlayabilme sorumluluğunu üstlenirseniz, kendi kaderinizi kendiniz yönetebilirsiniz. Bu kitaptaki her şey, kendi zihnimizin, vücudumuzun ve duygularımızın nasıl işlediğini anlama fikrine dayalıdır, böyle olduğu için de, kaderlerimiz üzerinde bir hayli kontrol sağlama kapasitemiz vardır. Parasal dünyamız da bundan pek farklı değildir. Onu da anlamalı, kendimizi finans konusunun karmaşık olduğuna dair inançlarla sınırlamamalıyız. Konunun esaslarını bir kere anladınız mı, parayı yönetmek oldukça kolaylaşır. O halde finansal dünyanızı kontrolünüze alabilmeniz için size ilk vereceğim görev, NAC (Nöro-Asosiyatif Şartlanma) teknolojisini kullanarak kendinizi finansal başarıya şartlamanız olacaktır. Ekonomik bolluğa kavuştuğunuzda aileniz için yapabileceklerinize, kendi elde edeceğiniz huzura iyice bağlanın. İnsanları parasal başarıdan uzak tutan ve büyük stres yaratan üçüncü önemli inanç da, azlık kavramıdır. Çoğu kişiler, her şeyin sınırlı olduğu bir dünyada yaşamakta olduğumuza inanırlar. Arazi şu kadardır, petrol bu kadardır, kaliteli evlerin sayısı o kadardır, fırsatlar şu kadardır, zaman da bu kadardır. Böyle bir hayat felsefesiyle, sizin kazanabilmeniz için bir başkasının kaybetmesi şart olmaktadır. Bu oyun, toplamı sıfır olan bir oyun olmaktadır. Eğer buna inanıyorsanız, parasal başarıya ulaşmak için 1900'lerdeki soyguncu baronlar gibi davranmak, belli bir malda piyasayı sıkıştırıp bir ürünün yüzde 95'ini almak, diğer insanlara düşen payı %5'lerde kıstırmak zorundasınız demektir. Oysa aslında, nadir bir malı böyle stoklamak, günümüzde artık kalıcı bir serveti sağlayamamaktadır. Yakın arkdaşlarımdan iktisatçı Paul Pilzer Wharton İşletme Okulu mezunudur ve simya teorisi diye bilinen ekonomik teorisiyle de üne kavuşmuş bulunmaktadır. Paul geçenlerde, size de şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap yazdı. Kitabın adı bile, onun çekirdek inancını ve o inancı desteklemek için elinde var olan kanıtları gösteriyor. Kitabın adı, Sınırsız Servet, çünkü Paul bize zengin kaynaklı bir çevre içinde yaşamakta olduğumuzu söylüyor. İnsanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş en benzersiz dönemi yaşadığımıza, nadir fiziksel kaynaklarla ilgili geleneksel fikrimizin artık servet konusunda birincil önem taşımadığına işaret ediyor. Bugün fiziksel kaynakların değerini teknoloji saptıyor, stokunun ne kadar olduğu da yine teknolojinin eline kalıyor, diyor. Power-Talk adlı radyo programımda onunla röportaj yaptığımda, Paul bana kaynakların varlığını ve değerini nasıl teknolojinin kontrol ettiğine, her ürün ve hizmetin fiyatıyla değerini de nasıl yine teknolojinin kontrol ettiğine dair harika bir örnek sundu. Yetmişli yıllarda, petrolün bitmek üzere olduğundan herkes emindi. 1973 yılına gelindiğinde, insanlar benzin kuyruklarında saatlerce bekliyor dünyanın en büyük uzmanları, bilgisayar analizleri yapıp bize tüm dünyada 700 milyar varil petrol kaldığını haber veriyorlardı. O günlerdeki tüketim hızımızı esas alırsak, bu mal bize otuz beş ya da kırk yıl yetecekti. Paul bu analizlerin doğru olduğunu söylüyordu. 1988 yılı geldiğinde, eldeki rezervlerimizin 500 milyar varile indiğini görmemiz gerekirdi. Oysa 1987'de elimizde bulunan petrol, on beş yıl öncekinin % 30 fazlasıydı! 1988 tahminleri bize 900 milyar varil var diyor, bunu söylerken de yalnızca kanıtlanmış rezervleri hesaba katıyordu. Bugünkü araştırmacıların, yeni geliştirilmiş bulma ve çıkarma teknikleriyle piyasaya sunulabileceğine inandıkları 2000 milyar varillik rezervler buna dahil değildi bile. Peki, eldeki petrolün miktarında bu radikal değişikliği sağlayan şey neydi? İki şey: Birincisi, petrol bulma yeteneklerimiz elbette teknoloji sayesinde gelişmişti. Teknoloji ayrıca petrolü daha randımanlı kullanma yeteneklerimizi de güçlü biçimde etkilemişti. Bilgisayarlı yakıt enjektörlerinin hemen her otomobile takılacağı, arabalarımızın yakıt randımanını bir anda iki katına çıkaracağı, 1973'de kimin aklına gelirdi ki? Üstelik 25 dolara satılan bu bilgisayar chip'i, 300 dolarlık karbüratörün de yerini alıyordu! Bu teknoloji geliştiği anda, eldeki benzin stokumuz bir anda iki katına çıkmış, petrolün görece azlık rakamları da göz açıp kapayana kadar değişmişti. Aslına bakarsanız bugünkü petrol fiyatları, enflasyon payını hesaba katar, bir litreyle ne kadar mesafe alabileceğinizi de hesaplarsanız, otomobilin icat edilmesinden bu yana kilometre başına en düşük fiyattır diyebiliriz. Ayrıca biz öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, şirketler olsun, insanlar olsun, gereğinden fazla ekonomik acıyla yüz yüzegeldikleri anda hemen başka alternatif kaynaklar arıyor, aradıkları sonuçları o yollarla elde etmeye çalışıyorlar. Dünyanın her yanındaki bilimadamlan bugün petrole alternatif enerji kaynakları bulmaya çalışıyor, fabrikaları, otomobilleri, hatta uçakları onlarla uçurma planlarının peşinde koşuyorlar: Paul o röportajda,Teksaslı Hunt kardeşlere olanların, piyasayı sıkıştırıp para vurma yönteminin artık sonuç vermeyeceğini göstermeye yettiğini söyledi. Hunt'lar gümüş piyasasının kontrolünü ele almaya çalıştıklarında iflas etmişlerdi. Neden mi? Başta gelen nedenlerden biri, dünyada gümüşü en çok kullanan tüketicinin Kodak firması olmasından, bu madeni developman sürecinde kullanmasından kaynaklanıyordu. Fiyatların yükselmesi gibi bir acıyla karşı karşıya kalınca, Kodak hemen fotoğraf developmanının alternatif yollarını bulmaya yönelmiş, çok geçmeden gümüşe olan ihtiyacını azaltmıştı. Gümüş fiyatları hemen düşmüş, Hunt'lar da silinip gitmişlerdi. Günümüz toplumunun bazı en güçlü kişileri de aynı hataya düşmekte, servet yaratmak için o eski formülü kullanmaya kalkmaktadırlar. Sizin de benim de anlamamız gerekir ki, her şeyin değeri teknolojiye bağlıdır. Teknoloji bazen atık bir malı, paha biçilmez bir kaynak haline getirebilir. Unutmayın ki bir zamanlar çiftliğinizde petrol çıkması bir lanet sayılırdı. Oysa teknoloji onu ne büyük bir servet kaynağı haline getirdi! Paul'e göre gerçek servet, onun "ekonomik simya" dediği şeyi uygulama yeteneğinden kaynaklanıyor, o da çok az değeri olan bir şeyi alıp, onu çok daha fazla değerli bir şey haline çevirebilmek anlamına geliyor. Ortaçağda ilm-i simya ile uğraşanlar, kurşunu altına çevirmeye çalışır dururlardı. Onu başaramadılar. Ama bununla uğraşırken de kimya biliminin temellerini atmış oldular. Bugün zengin olanlar da aslında modern çağın simyacıları. Sıradan bir şeyi değerli bir şey haline çevirmeyi öğrenmişler, bunun ekonomik ödüllerini de almışlar. O ödüller bir değişim sonucu gelmiş. Bir düşünürseniz, bilgisayarların o akıl durdurucu işlem hızı da toprağa dayalı değil mi? Silikon da topraktan çıkmaz mı? Fikirleri ve düşünceleri alıp onları ürüne ve hizmete çeviren insanların yaptığı da kesinlikle simya. Servetlerin tümü zihinde başlar! Günümüzün simyası, en zenginlerin servetlerini yaratmış. Adı ister Bili Gates olsun, ister Ross Perot, ister Sam Walton, ister Steven Jobs. Bu insanların her biri, gizli bir değeri, yani fikirleri, enformasyonu, sistemleri almış, onları belli bir biçimde düzenleyip, daha çok insanın kullanımına sunmuşlardır. Bu katma değeri yaratırken de, korkunç büyüklükte ekonomik imparatorluklar oluşturmuşlardır. Kalıcı servet yaratmanın beş temel dersini bir gözden geçirelim. Ondan sonra sizi hemen, finansal kaderinizi ele alma yoluna doğru süreceğim. 1. İlk anahtar, şimdiye kadar kazanmadığınız düzeyde çok para kazanma, servet yaratma yeteneğidir. Size basit bir soru sorayım. Şimdi harcadığınız kadar zaman harcayıp, şimdikinin iki katı para kazanmanız mümkün mü? Ya üç katı kadar kazanabilir misiniz? Ya on katı? Peki, şimdi harcadığınız süreyi harcayarak, şimdikinin 1000 katı para kazanmanız da mümkün olabilir mi? Kesinlikle olabilir! Eğer şirketiniz için bir başkasından 1000 kat daha değerli olmayı başarırsanız. Servetin anahtarı, daha değerli olmaktır. Eğer daha çok beceriniz, daha çok yeteneğiniz, daha çok zekânız, daha çok ihtisas bilginiz, az kişinin yapabildiği şeyleri yapabilme kapasiteniz varsa ya da daha yaratıcı düşünür, daha geniş çapta katkıda bulunursanız, aklınızdan geçiremeyecek kadar çok kazanabilirsiniz. Gelirinizi artırmanın bir tek önemli ve güçlü yolu vardır, o da, insanların hayatına sürekli gerçek değer katmanın yollarını bulmaktır; bu arada size de zenginleşirsiniz. Örneğin, doktorun kazancı neden kapıcınınkinden çoktur? Cevap basit: doktor daha çok katma değer dağıtır. Daha çok çalışmış, kendini geliştirmiş, kapasitesini çok yükseltmiş, insanların hayatına ölçülebilir değerler katmaya başlamıştır. Kapıyı kim olsa açabilir. Oysa doktor, hayatın kapısını açmaktadır. Kültürümüzde başarılı girişimciler neden bu kadar güzel ödüllendirilirler? Çünkü çevrelerindeki herkesten fazla değer katarlar. Girişimcilerin yarattığı iki ana yarar vardır. Birincisi, ürünlerinin kullanılmasıyla müşterilerinin hayat kalitesini yükselterek bir değer katarlar. Bu arada söyleyeyim, bu olay her şirketin kâr etmesi için hayatî önem taşır. Şirketler genellikle varlıklarının gerçek nedeninin sırf kâr etmek olmadığını unuturlar. Kâr her ne kadar bir şirketin sağ kalması ve büyümesi için şartsa da, yemek içmek ve uyumak kadar gerekliyse de, asıl amaç o değildir. Bir şirketin gerçek amacı, tüm müşterilerinin hayat kalitesini yükseltecek ürünler ve hizmetler yaratmaktır. Eğer bu sürekli biçimde sağlanırsa, kâr da kendiliğinden garantiye alınmış olur. Ama bir şirket eğer insanların hayatına sürekli olarak katma değer eklemiyorsa, kısa dönemde kâr etse bile, uzun dönemde yerinde yeller eser. Aynı şey hem şirketler, hem de bireyler için geçerlidir. Girişimcilerin yaptığı ikinci şey de, ürünlerini yaratırken istihdam yaratmaktır. Bu istihdam sayesinde, orada çalışanların çocukları yüksek eğitim alabilir, doktor, avukat, öğretmen, sosyal hizmet görevlisi olur, toplumun tümüne daha çok değer katarlar... bu arada bu ailelerin kazandıkları parayı başka satıcılardan mal almaya harcayacakları da unutulmamalıdır. Değerler zincirinin asla sonu gelmez. Ross Perot'ya servetin sırrı sorulduğunda "Benim bu ülke için yapabileceğim, istihdam yaratmak," demişti. "O işi de iyi bilirim. Çok da ihtiyacımız olan bir şey, Tanrı da biliyor ya!" Ne kadar çok değer katarsanız, o kadar çok kazanırsınız, yeter ki kendinizi bunu yapabilecek pozisyona sokun. ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() | #10 (permalink) |
Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() ![]() Alınacak ders basittir. Katma değer yaratmak için girişimci olmanız da şart değildir. Ama her gün yapmanız gereken şey, bilginizi, becerinizi daha çok verme yeteneğinizi artırmaktır. İnsanın kendi kendini eğitmesi bu yüzden çok önemlidir. Benim çok genç yaşta epey servet sahibi biri oluşum bir tek nedene dayanır. Ben hemen hemen herkesin hayat kalitesinde derhal yükselmeler yaratabilecek beceri ve yeteneklerin ustası oldum. Ondan sonra bu enformasyonu ve becerileri, en kısa zamanda en çok insanla paylaşmanın yollarını aradım. Sonuçta yalnız duygusal olarak değil, parasal olarak da zenginleştim. Bugün bulunduğunuz yerde daha çok para kazanmak istiyorsanız, bunu yapmanın en kolay yollarından biri, kendi kendinize sunu sormaktır: Bu şirket için kendimi nasıl daha değerli hale getiririm? Daha az sürede daha çok şey başarmasını nasıl sağlayabilirim? Ona nasıl çok miktarda değer katabilirim? Maliyeti kısıp kaliteyi artırabileceğim bazı yollar var mı? Hangi yeni sistemleri geliştirebilirim? Şirketin mal ve hizmetlerini daha etkin biçimde üretebilmesi için hangi yeni teknolojileri kullanabilirim?" Eğer insanların daha azla daha çoğu başarmasına yardımcı olabilirsek, o zaman o kişileri gerçek anlamda güçlendiriyoruz demektir, bu arada biz de ekonomik açıdan güçleniriz, yeter ki kendimizi bunu yapabilecek pozisyona sokalım. Bizim Finansal Kader seminerlerimizde, katılımcılar beyin fırtınası uygulayıp, daha çok katma değer yaratma ve gelirlerini artırma yolları ararlar. Onlara, ellerinde şu anda kullanmadıkları kaynakların olup olmadığını sorarız. Sizin kendinize soracağınız kilit soru şöyledir: Nasıl daha çok kişinin hayatına yardımcı olabilirim? Bunu nasıl daha derin düzeyde yapabilirim? Nasıl daha kaliteli ürün ya da hizmet verebilirim? Tabii bazıları cevap olarak, "Daha fazla değer katmama olanak yok, zaten günde on altı saat çalışıyorum" diyeceklerdir. Unutmayın, ben size daha çok çalışın demedim, daha zekice çalışın bile demedim. Benim sizden istediğim, başka insanların hayatına daha fazla değer katabilmek için hangi yeni kaynakları kullanabileceğinizi bulmanız! Örneğin, bir masaj tedavicisi hatırlıyorum. San Diego bölgesinde bu konuda çalışanların en başarılılarından biriydi. Her saati randevularla doluyken, gelirini nasıl artırabileceğini bilmek istiyordu. Günlerine bir randevu daha sıkıştıracak yer kalmamıştı. Aldığı ücret de bu daldaki en yüksek ücretti. Yeni fikirler bulmak için beyin fırtınası uygular, elindeki kaynakları hastalarına ve diğer insanlara yardım etmek için nasıl kullanabileceğini ararken, birden aklına geldi. Eğer fizik tedavi merkezi sahibi biriyle anlaşır, yardıma ihtiyaç duyan hastaları oraya yollarsa, arada komisyon alabilirdi. Şimdi geliri hemen hemen iki katına çıktı, çalışma saatleri de aynı kaldı. Tek yaptığı hem doktorların, hem de müşterilerin hayatına daha çok değer katmaktı. Doktorları iyi tanıyordu. Onlar da onun tedavi biçimini anlıyorlardı. Aralarında bir tutarlılık vardı. O da bundan parasal yarar sağladı. Phoenix-Arizona'da radyo istasyonu satış temsilcisi bir kadın, mesleğinin en önde gelenleri arasındaydı. Esas pazarlama stratejisi olarak, yalnızca radyoda reklam saati satmayı amaçlamaz, sürekli olarak, yerel şirketlerin daha çok zenginleşmesine yardımcı olma fırsatları arardı. Örneğin yeni bir alışveriş merkezi kurulacağını duyduğu anda, orada dükkân tutabilecek firmaları arayıp bu fırsatı bildirir, erken harekete geçmelerini sağlardı. Sonra alışveriş merkezini kuranlarla temasa geçer, kendini radyo istasyonu pazarlama temsilcisi olarak tanıtır, sürekli olarak onların içinde bulunduğu sanayideki kimselerle çalıştığını söylerdi. O tür dükkânlarla ilgilenecek firmaların bir listesini ister misiniz, diye sorardı. Bu tür stratejiden pek çok sonuçlar doğar. Bir kere bu kadın, o şirketlerin promosyonuna, radyoda reklam saati almanın ötesinde katkılarda bulunmuş oluyor. Onlara çevredeki herkesten fazla şey veriyor onlar da bunun karşılığında, radyo reklam saatlerinin hepsini değilse bile, daha çoğunu ondan alıyorlar. Değere değerle cevap verme yolunda motive oluyorlar. Bu iş kadının pek fazla zamanını da almıyor, ama onu müşterileri için daha değerli kılıyor. Bölgedeki diğer radyo satış temsilcilerinden daha değerli. Geliri de bunu yansıtıyor. Büyük bir şirkette çalışıyor olsanız bile, yine daha fazla katma değer yaratabilirsiniz. Bir kadın tanırdım, bir hastanede ödemeler bölümünde çalışırdı. Ödemelerin vaktinde yapılmasının bir hastanenin can damarı olduğunu biliyordu. Ama bu işin çok daha randımanlı biçimde yapılabileceğini görüyor, daha önceki hızına göre dört kat, beş kat işlemi aynı sürede bitirebileceğini düşünüyordu. Amirlerine, beş kişinin işini üstlenirse, maaşını yüzde 50 artırıp artırmayacaklarını sordu. Uzun vadede hep o hızda sonuç alabileceğini kanıtlarsa, arttıracaklarını söylediler. O günden beri hem iş randımanını, hem de gelirini çok artırdı, üstelik yepyeni bir gurur nedeni buldu. Çalıştığınız şirkette gelirinizi artırmanın anahtarı, yaptığınız katkının kalitesini %50 artırdığınız zaman, gelirinizide % 50 artıramayacağınızı bilmektir. Şirketin kâr etme zorunluluğu vardır. Kendinize soracağınız soru şöyle olmalıdır. "Yaptığım şeyin değerini nasıl on kat, on beş kat artırabilirim?" Bunu başarabilirseniz, çoğu durumda gelirinizi iki katına çıkarmanız işten bile değildir. ![]()
__________________ ![]() |
![]() | ![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
anthony robbins, içindeki devi uyandır, kitap özeti, sınırsız güç |
| |
Hedef Ön Hazırlık ve Hedefler Makaleler İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız "Görmek inanmaktır, ama asıl gerçek hissetmektir." DR. THOMAS FULLER Bugünün Ödevi: 1. Ortalama bir hafta içinde hissettiğiniz bütün duyguları yazın. 2. Bu duyguların tetiğini çekmek için kullandığınız olay ya da durumları yazın. 3. Her olumsuz duygu için bir panzehir bulun ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hedefler Makaleler telkin cd indir izle İstanbul Hedefler Makaleler nerededir kimdir Hedefler Makaleler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hedefler Makaleler hipnoz Hedefler Makaleler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hedefler Makaleler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hedefler Makaleler kuantum düşünce kitap haberi