![]() |
HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) arkadaşlar buradan öncelikle hepinize merhabalar, benim kendime olan güvenimin yapılandırılmasında katkıları sonsuz olan OSHO aracılığıyla sizlere de yardımcı olmak istedim.. bundan sonra buradan oshonun makalelerini size teker teker yayımlayacağım. arada görsel paylaşımlar da olacak... amaç bir kişi bile okusa onun olumlu değişiminde bir katkımız olması.. bugüne kadar telkinleri dinledik belli bir gelişim sağladık ancak kendi varlığımızı sevmemiz, tanımamız , ona güvenmemiz, onunla neler yapabileceğimizi anlamamız açısından osho'yu bir yardımcı olarak düşündüm. daha önce osho ile ilgili bir başlık vardı... ancak burada yeniden ve sıfırdan başlayarak daha derli toplu ve içerik olarak olarak birbiriyle daha bağlantılı paylaşımlar yaparak daha yararlı olacağımızı düşünüyorum... hepinize saygılar... bu arada aramızda OSHO'nun bazı cümlelerini sevmeyecek arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin olacağını düşünüyorum.. amacımız kimsenin inancına saygısızlık değildir... bunu belirtelim ama yine kızan beğenmeyen arkadaşlarımız olursa onlardan da şimdiden özür dileriz... |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) CESARET Eğer cesur değilsen samimi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin. Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) ÖNSÖZ Belirsizlik deme; merak de. Güvencesizlik deme; özgürlük de. Ben sana bir dogma sunmak için burada değilim; dogma kesin bir sonuca götürür. Ben sana gelecek sözü vermek için burada değilim; herhangi bir gelecek sözü güvenlik duygusu yaratır. Ben sadece bazı şeylerin farkına varmanı istiyorum; yani şu anda burada olmak, hayatın bütün güvensizliğini, hayatın bütün belirsizliğini, hayatın bütün tehlikesini yaşamanı istiyorum. Buraya bir kesinlik, bir yargı, bir "izm" bulmak için geldiğini biliyorum; ait olabileceğin bir yer, yaslanabileceğin birini arıyorsun. Buraya korkuların yüzünden geldin. Sayesinde farkında olmadan yaşayabileceğin bir çeşit tatlı mahkumiyet peşindesin. Ben seni daha güvencesiz, daha belirsiz hale getirmek istiyorum; çünkü hayat böyledir, Tanrı böyledir. Güvencesizlik ve tehlike arttığı zaman, bu duruma tek k a r ş ı l ık verme olasılığı farkında olmaktır. İ k i olasılık var; ya gözlerini kapatıp bir dogmaya dayanır, bir Hıristiyan, Hindu ya da Müslüman olursun... ve o zaman bir devekuşuna dönüşürsün. Bu dogmalar hayatı değiştirmez; sadece gözlerini kapatır, seni aptal yapar, zekânın önüne set çeker. O geri zekâlılığın içinde kendini güvende hissedersin. Bütün aptallar kendini güvende hisseder. Aslında sadece aptallar güvende hisseder. Gerçekten canlı olan bir insan her zaman güvencesizlik hissedecektir. Ne güvenliği olabilir ki? Hayat mekanik bir süreç değildir, belirli olamaz. O, tahmin edilemeyen bir gizemdir. Hiç kimse bir sonraki anda ne olacağını bilemez. Arşın yedinci katında yaşadığını düşündüğün Tanrı -eğer oradaysa- o bile ne olacağını bilmez. Çünkü eğer ne olacağını biliyorsa, o zaman hayat sadece bir mizansen olur. O zaman her şey önceden yazılmıştır. Her şeyin kaderi önceden bellidir. Şayet geleceğin ucu açıksa birazdan ne olacağını nasıl bilebilir? Eğer Tanrı bir sonraki anda ne olacağını biliyorsa, o zaman hayat sadece ölü ve mekanik bir süreç olur. O zaman bir özgürlük olmaz ve özgürlük olmadan hayat nasıl varolabilir? Ortada gelişme ya da gelişmeme olasılığı yoktur. Eğer her şey önceden bilinirse, o zaman bir heyecan, bir görkem yoktur. O zaman sadece robotlaşırsın. Hayır, hiçbir şey güvence altında değildir. Benim verdiğim mesaj bu. Hiçbir şey güvence altında değildir. Çünkü güvenli bir hayat ölümden daha beter olur. Hiçbir şey belli değildir. Hayat belirsizliklerle doludur, sürprizlerle doludur. Zaten onun güzelliği de buradadır. "İşte şimdi emin oldum" diyebileceğin bir ana asla ulaşamazsın. Emin olduğunu söylediğin an, ölümünü ilan etmiş olur, r etmiş olursun. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Hayat bin bir belirsizlikle dolu bir şekilde akmaya devam eder. Bu onun özgürlüğüdür. Buna güvencesizlik deme. Zihnin neden özgürlüğe "güvencesizlik" dediğini anlayabilirim: Birkaç ay ya da birkaç y ı l boyunca hapiste yaşadın mı? Eğer birkaç y ı l hapiste yaşasaydın, tahliye olduğu gün mahkumun gelecek hakkında belirsizlik hissetmeye başladığını bilirdin. Cezaevinde her şey belirliydi. Her şeyin katı bir rutini vardı. Yemeği geliyordu, güvenliği sağlanmıştı. Ertesi gün aç kalacağı korkusu yaşamıyordu. Her şey belli olduğu için, hiçbir endişe taşımıyordu. Şimdi, yıllarca hapiste kaldıktan sonra, gardiyan gelip ona "seni serbest bırakacağız" diyor. Titremeye başlar. Cezaevi duvarlarının dışında yine belirsizlikler olacak. Sürekli arayış içinde olması gerekecek. B i r kere daha özgür yaşamak zorunda kalacak. Özgürlük korku yaratır. İnsanlar özgürlükten söz eder; ama korkarlar. Ve insan eğer özgürlükten korkuyorsa, daha insan olmamış demektir. Ben sana özgürlük veriyorum; güvence değil. Ben sana kavrayış veriyorum; bilgi değil. Bilgi seni emin yapacaktır. Eğer sana bir formül verebilirsem, belirli bir formül verip; "Tanrı var, bir kutsal ruh var ve onun oğlu olan İsa var. Cennet ve cehennem var. Bunlar i y i eylemler, bunlar kötü eylemler. Günah işlersen cehenneme gidersin, erdemli yaşarsan cennete gidersin" dersem, her şey biter. O zaman emin olursun. O yüzden birçok insan Hıristiyan, Hindu, Müslüman ya da Jaina olmayı seçti. Onlar özgürlük değil, sabit formüller istiyor. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) B i r adam ölüyormuş. Yolda bir trafik kazası yaşanmış ve kimse adamın Yahudi olduğunu bilmediği için bir rahip çağırmışlar. Katolik bir rahip. Rahip adama eğilmiş. Adam ölmek üzereymiş, son anlarını yaşıyormuş. Ve rahip: "Baba Tanrı, Kutsal Ruh ve Oğul İsa üçlemesine inanıyor musun?" diye sormuş. Adam gözlerini açmış. "Ben burada ölüyorum ve o saçma sapan sorular soruyor!" demiş. Ölüm kapını çaldığı zaman bütün emin olduğun şeyler saçma ve aptalca gelecektir. Hiçbir kesinliğe yapışma. Hayat belirsizdir, hayatın doğası belirsizliktir. Zeki bir insan her zaman emin olmadan kalır. Bu belirsizlik halinde kalmaya hazır olmanın ta kendisi cesarettir. B e l i r s i z l i k içinde kalmaya hazır olmak güvenmektir. Zeki bir insan, durum ne olursa olsun, tetikte olan ve tüm kalbiyle karşılık veren insandır. Ne olacağını bildiğinden değil, "Bunu yaparsan şu olur" tavrında değil. Hayat bir bilim değil. O bir neden-sonuç zinciri değil. Suyu yüz dereceye kadar ısıt buharlaşsın; bu kesindir. Ama gerçek hayatta hiçbir şey böyle kesin değildir. Her birey bir özgürlüktür, bilinmeyen bir özgürlük. Tahmin etmek ya da bir şey beklemek imkansızdır. İnsanın farkındalıkla ve anlayışla yaşaması gerekir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Sen bana bilgi aramak için geldin. Tutunacağın belirli formüller istiyorsun. Ben sana öyle bir şey vermem. Aslında, eğer sende biraz varsa onları da alıp senden uzaklaştırırım. Zamanla emin olduğun şeyleri yok ederim. Zamanla seni daha da güvencesiz bırakırım. Yavaş yavaş seni daha da çok şüpheci hale getiririm. Yapılması gereken tek şey bu. B i r ustanın yapması gereken tek şey budur. Seni tam bir özgürlükte bırakmak. Bütün olasılıkların açık olduğu, hiçbir şeyin belli olmadığı tam bir bağımsızlık. O zaman her şeyin farkında olmak zorunda kalacaksın; başka türlüsü mümkün olmaz. Kavrayış dediğim şey budur. Eğer güvencesizliğin, hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu kavrarsan ve bunu olumlu görürsen, hayatı özgür kıldığını, sürekli bir sürprize dönüştüğünü kavramış olursun. Kimse ne olacağını bilemez. Bu seni sürekli merak içinde bırakır. Buna belirsizlik deme, merak de. Buna güvencesizlik deme, özgürlük de. Eğer cesur değilsen samimi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin. Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) arkadaşlar cesaret konusundaki makale bitti.... umarım okuyanlara yararlı olur.... bir süre paylaşıma ara vereceğim çünkü konuyu okumalar çoğalıp kutayhun biz okuduk diğer makaleye geçelim diyen insan sayısı artınca artınca diğer makaleye geçeceğim.. saygılarımla.... koşulsuz sevgilerimle... |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Dini konulardaki görüşlerine girmeyelim. ttli3 |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) ben dinler hakkındaki yorumlarını yazmayacağım ama.. hani konu bağlamında genel tabulara değiniyorsa yayımlamak durumundayız.. ama zaten şey diye düşünüyorum.. herkes istediğini alır beğenmeyen zaten kulak asıp geçer.. kimseye sonuçta bir şeyleri zorlamıyoruz, zorlamak da haddimiz değil.. saygılarımla.... |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) CESARET NEDİR Başlangıçta korkak ile cesur insan arasında pek bir fark yoktur. Aradaki tek fark: Korkak korkularını dinler ve onları izler. Cesur ise korkularını bir kenara koyup, ileri adım atar. Cesur insan, bütün korkularına rağmen bilinmeyene adım atandır. Cesaret, bütün korkulara rağmen bilinmeyene adım atmaktır. Cesaret korkusuzluk demek değildir. Korkusuzluk, sürekli cesur ve daha cesur olunca ortaya çıkar. Cesaretin en uç deneyimi korkusuzluktur. Korkusuzluk cesaretin sonsuz olduğu zaman ortaya çıkan güzel kokudur. Ama başlangıçta korkak ile cesur arasında pek bir fark yoktur. Tek fark: Korkak korkularına kulak verir ve onları izler. Ve cesur, onları bir kenara atıp ileri adım atar. Cesur insan, korkularına rağmen bilinmeyene adım atar. O, korkuyu bilir. Korku oradadır. Kolomb gibi keşfedilmemiş denizlere açıldığın zaman, bir korku vardır, yoğun bir korku. Çünkü kimse ne olacağını bilemez. Güvenliğin kıyılarını terk ediyorsun. B i r anlamda hiçbir sıkıntın yoktu. E k s i k olan tek bir şey vardı: macera. Belirsizliğe adım atmak sana heyecan verir. Kalp tekrar atmaya başlar, tekrar canlanırsın; yaşadığını hissedersin. Varlığındaki her hücre canlanır. Çünkü bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmişsindir. Bütün korkulara rağmen, bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmek cesarettir. Korkular oradadır. Ama eğer sen tekrar tekrar bu meydan okumayı kabullenirsen, yavaş yavaş o korkular kaybolur. Bilinmeyenin getirdiği o sonsuz keyfi yaşamak, bilenmeyen ile duymaya başladığın heyecan, seni güçlü yapar. Zekânı keskinleştirir. B e l i r l i bir bütünlüğe ulaşmanı sağlar. İ l k kez hayatın bir sıkıntı değil, macera olduğunu hissetmeye başlarsın. Sonra yavaş yavaş korku kaybolur. O zaman sürekli macera peşinde koşmaya başlarsın. Kısacası cesaret, bilinmeyen için bilineni riske etmektir; tanıdık olmayan için, tanıdık olanı; konforsuzluk için, konforlu olanı; bilinmeyen bir varış noktası için, herkesin bildiği göç yollarını terk etmek demektir. İnsan başarıp başaramayacağını asla bilemez. Bu bir kumardır. Ama hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) 2. makaleyi paylaşmaya başlıyorum... CESARETİN TAOSU Hayat senin mantığını dinlemez; umursamadan kendi yoluna devam eder. Sen hayata kulak vermek zorundasın. Hayat senin mantığını dinlemez. Senin mantığını umursamaz. Hayata girdiğin zaman ne görüyorsun? Büyük bir fırtına geliyor ve dev ağaçlar devriliyor. Charles Darwin'e göre onlar hayatta kalmalı; çünkü onlar, en i y i uyum sağlamış, en güçlü, en kuvvetlidir. Yaşlı bir ağaca bak. Yüz metre yüksekliğinde, üç bin yaşında. Ağacın varlığı bile güç yaratıyor, dayanıklılık ve kudret duygusu veriyor. Milyonlarca kök toprağın derinliklerine yayılmış durumda. Ve ağaç büyük bir ihtişamla ayakta duruyor. Ağaç tabii ki mücadele ediyor, teslim olmak istemiyor. Ama fırtınadan sonra devrilmiştir. Ölmüştür. A r t ı k yaşamamaktadır. Bütün gücü kaybolup gitmiştir. Fırtına fazlasıyla güçlüydü. Fırtına her zaman daha güçlüdür. Çünkü fırtına bütünden gelir. Ağaç ise bir bireydir. Sonra, küçük bitkiler ve sıradan otlar vardır. Fırtına geldiği zaman otlar eğilir ve fırtına ona bir zarar veremez. En fazla üstünü temizler; hepsi bu. Üzerinde birikmiş olan tozları süpürür. Fırtına onu bir güzel yıkayıp temizler. Ama fırtına dindikten sonra, küçük bitkiler ve otlar yine dikilirler. B i r otun neredeyse hiç kökü yoktur. Küçük bir çocuk tarafından bile sökülebilir. Ama fırtına yenilmiştir. Ne oldu? |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Otlar Tao'nun yolunu izlemiştir; Lao Tzu'nun yolunu. Ve büyük ağaç ise Charles Darwin'i izledi. Büyük ağaç çok mantıklıydı: Direnmeye çalıştı, gücünü göstermeye çalıştı. Eğer gücünü göstermeye çalışırsan yenilmeye mahkum olacaksın. Bütün Hitler'ler, bütün Napolyon'lar, bütün İskender'ler, büyük, güçlü ağaçlardır. Onların hepsi yenilgiye uğratılacaktır. Lao Tzu'lar, küçük otlar gibidir; kimse onları yenemez. Çünkü onlar her zaman eğilmeye hazırdır. T e s l im olan birini nasıl yenebilirsin? "Ben zaten yenildim" ya da "Zaferinizin keyfini çıkarın efendim, sorun çıkarmaya gerek yok; yenilgiyi kabul ediyorum" diyen birini nasıl yenebilirsin? Büyük İskender bile Lao T z u önünde kendini güçsüz hissedecektir. Hiçbir şey yapamaz. Bu yaşandı. T ı p k ı şöyle oldu: Büyük İskender'in, Hindistan'da olduğu zamanlar Dandamis adında bir sannyasin, bir mistik yaşıyormuş. Arkadaşları İskender'e Hindistan'a sefere çıkarken, dönüşte bir sannyasin getirmesi söylemişler. Çünkü o nadir çiçek sadece Hindistan'da filizleniyormuş. "Dönüşte pek çok şey getireceksiniz ama lütfen sannyasin'i unutmayın, biz onun ne olduğunu görmek istiyoruz, sannyasin'in ne olduğunu tam olarak bilmek istiyoruz" demişler. Savaşlar ve mücadeleler yüzünden o kadar meşgulmüş k i , bunu neredeyse unutmuş. Geri dönerken, tam Hindistan sınırını terk etmek üzereyken birden aklına gelmiş. Hindistan'ın son köyünden ayrılmak üzereymiş. o yüzden askerlerine köye gidip, bu civarda bir sannyasin olup olmadığını sormalarını istemiş. O sırada tesadüf eseri Damdamis köyde, nehir kıyısındaymış. İnsanlar "Tam vaktinde geldiniz. Birçok sannyasin vardır; ama gerçek sannyasin her zaman çok nadir bulunur. O şu anda burada. Gidip onu ziyaret eder, ders alabilirsiniz" demişler. İskender gülmüş. "Ben buraya ders almaya gelmedim. Askerlerim gidip onu alacak ve ben de onu ülkemin başkentine götüreceğim." demiş. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Köylüler " B u o kadar kolay değil." diye yanıtlamış. İskender, kulaklarına inanamamış; ne tür bir zorluk olabilirdi? O, imparatorları, büyük kralları dize getirmişti. O yüzden bir dilenciyle, bir sannyasiri\e, nasıl bir zorluk yaşardı? Askerleri Damdamis'i görmeye gitti. Damdamis, nehrin kıyısında çırılçıplaktı. "Büyük İskender seni ülkesine davet ediyor. İhtiyacın olan her şey sana sunulacak. Kraliyet konuğu olacaksın" demişler. Çıplak fakir gülmüş ve: "Sen git ve ustana söyle; kendine büyük diyen bir insan büyük olamaz. Kimse beni bir yere götüremez. B i r sannyasin bulut gibi hareket eder. Tam bir özgürlük içinde. Ben kimsenin kölesi değilim." demiş. "İskender'i duymuş olmalısın; o çok tehlikeli bir adam. Eğer ona hayır dersen, bunu kabul etmez. Kafanı kestirir" demiş askerler. Sannyasin onlara: "Belki de en i y i s i sizin onu buraya getirmenizdir, o benim ne demek istediğimi anlayabilir." Demiş. İskender onu görmeye gitmek zorunda kalmış. Çünkü geri dönüp askerler ona şöyle demişti: "O çok eşsiz bir adam. Sanki ışıldıyor. Etrafında bilinmeyenden kaynaklanan bir şey var. Çıplak, ama onun yanında çıplaklığı hissetmiyorsunuz, daha sonra hatırlıyorsunuz. O kadar güçlü k i , onun varlığında bütün dünyayı unutuyorsunuz. B i r çekiciliği var. Etrafını büyük bir dinginlik kuşatmış. Ve sanki çevresindeki her şey onun varlığından mutluluk alıyor. Görülmeye değer biri. Ancak gelecekte onu tehlikeler bekliyor. Çünkü zavallı adam kimsenin onu bir yere götüremeyeceğini, kimsenin kölesi olmadığını söylüyor." İskender, elinde kınından çıkmış kılıcıyla onu görmeye gitti. Damdamis güldü ve konuştu: "Kılıcını indir, burada bir işe yaramaz. Onu kınına sok. Burada bir işe yaramaz; çünkü sadece bedenimi kesebilirsin. Ve ben onu uzun zaman önce geride bıraktım. K ı l ı c ın beni kesemez, o yüzden onu indir; çocukluk etme." |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Söylenenlere göre, İskender hayatında i l k kez bir başkasının emrini yerine getirdi. Çünkü bu adamın huzurunda k im olduğunu bile unutmuştu. K ı l ı c ı n ı kınına soktu ve "Hayatımda bu kadar güzel bir adamla karşılaşmadım" dedi. Kampa geri dönünce, düşüncelerini anlattı. "Ölmeye hazır olan birini öldürmek çok zor. Onu öldürmek anlamsız. Savaşan birini öldürürsün; o zaman öldürmenin bir anlamı var. Ama ölmeye hazır olan, işte kafam burada, onu kesebilirsin diyen bir adamı öldüremezsin." Damdamis aslında şöyle demişti: " B u benim kafam. Onu kesebilirsin. Kafam düştüğü zaman, onu kumların üstüne düşerken göreceksin. Ben de aynı şeyi göreceğim. Çünkü ben bedenim değilim. Ben bir tanığım." İskender, bunu arkadaşlarına anlattı. Ve şöyle dedi: "Buraya getirebileceğim sannyasiriler vardı, ancak onlar sannyasin değildi. Sonra gerçekten eşsiz olan bir adamla karşılaştım ve siz doğru duymuşsunuz: B u çiçek gerçekten eşsiz. Ama kimse onu zorlayamıyor çünkü ölümden korkmuyor. B i r insan ölümden korkmadığı zaman, ona nasıl zorla bir şey yaptırabilirsiniz?" Seni köle yapan şey kendi korkuların; senin korkuların. Korkusuz olduğun zaman artık köle değilsin. Aslında başkalarını, onlar seni köle yapmadan köle yapmaya zorlayan güç senin kendi içindeki korkudur. Korkusuz bir insan, ne kimseden korkar, ne de başkalarını korkutur. K o r k u tamamen ortadan kaybolur. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Hadi devamını bekliyoruz ama......... |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) diğer osho makalesini yayımlıyoruz... konumuz yine cesaret unutmuyoruz.. cesarete devam... |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) KALBİN YOLU Cesaret anlamına gelen courage kelimesi çok ilginçtir. Kalp anlamına gelen Latince cor kökünden gelir. Courage sözcüğü kalp anlamındaki cor kökünden gelir, yani cesur olmak, kalple yaşamak demektir. Ve korkaklar, sadece korkaklar, kafalarıyla yaşar. Korktukları için etraflarında mantıktan oluşan bir güvenlik duvarı yaratırlar. Korkularıyla her kapı ve pencereyi kapatırlar. Kavramları, kelimeleri, teorileri ve dinbilimleriyle, bütün boşlukları kapatır ve bu kapalı kapılar arkasında gizlenirler. Kalbin yolu, cesaretin yoludur. Güvencesizlik içinde yaşamaktır; sevgi ve güven içinde yaşamaktır, bilinmeyenin içinde hareket etmektir. Geçmişi bırakıp, geleceğin yaşanmasına izin vermektir. Cesaret, tehlikeli yollarda hareket etmektir. Hayat tehlikelidir ve sadece korkaklar tehlikeden kaçınır. Ama onlar zaten ölüdür. Yaşayan bir insan, gerçekten yaşayan bir insan, her zaman bilinmeyene doğru gider. Tehlike vardır, ama o bu r i s k i alır. Kalp her zaman r i s k almaya hazırdır, kalp kumarbazdır. Kafa ise bir işadamıdır. Kafa her zaman hesaplar; çok kurnazdır. Kalp hesapçı değildir. Cesaret anlamına gelen İngilizce courage çok güzel ve ilginç bir sözcüktür. Kalp üzerinden yaşamak, anlamı keşfetmektir. B i r şair kalbiyle yaşar ve zamanla kalbi üzerinden bilinmeyenin seslerini dinlemeye başlar. Kafa dinleyemez; o bilinmeyenden çok uzaktadır. Kafa bilinenlerle doludur. Zihnin nedir? O, bildiğin her şeydir. O geçmiştir, ölmüş olan ve geride kalan şeylerdir. Z i h i n , b i r i k t i r i l m iş geçmişten başka bir şey değildir, hafızadır. Kalp ise gelecektir, kalp her zaman umuttur, kalp her zaman gelecekte bir yerdedir. Kafa geçmişi düşünür; kalp geleceği hayal eder. Gelecek henüz gelmemiştir. Gelecek henüz oluşmamıştır. Gelecek henüz sadece bir olasılıktır; gelecektir, gelmeye başladı bile. Yaşanan her anda, gelecek şimdiki zamana dönüşürken, yaşadığımız an ise geçmiş oluyor. Geçmişte hiçbir olasılık yoktur, hepsi kullanılmıştır. Onu yaşayıp geçmişsindir, o artık tükenmiştir, ölmüştür, mezar gibidir. Gelecek tohum gibidir; o yaklaşıyor, sürekli geliyor, sürekli ulaşıyor ve yaşadığımız an ile buluşuyor. Sen her zaman hareket halindesin. İçinde bulunduğumuz an, geleceğe doğru yapılan bir hareketten başka bir şey değildir. Senin zaten atmış olduğun bir adımdır; geleceğe doğru attığın bir adım. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Dünyadaki herkes doğru olmak ister. Çünkü doğru olmak o kadar büyük bir keyif ve coşku getirir k i , insan neden sahte olsun? Biraz daha derin bir kavrayış için cesaretinin olması gerekir. Neden korkuyorsun? Dünya sana ne yapabilir? İnsanlar sana gülebilir; bu onlara iyi gelir. Gülmek her zaman bir ilaçtır, sağlıklıdır. İnsanlar deli olduğunu düşünebilir. Onların seni deli olarak görmesi senin deli olduğun anlamına gelmez. Eğer sevinçlerin, göz yaşların, dansın hakkında samimiysen, er ya da geç seni anlayacak insanlar ortaya çıkar; ve senin kervanına katılırlar. Ben bu yola yalnız başıma çıkmıştım ve sonra insanlar gelmeye başladı ve dünya çapında bir karavan oldu! Ben kimseyi davet etmedim. Ben sadece kalbimden geldiğini, hissettiğim şeyleri yaptım. Benim sorumluluğum kendi kalbimedir; dünyadaki başka kimseye değil. Senin sorumluluğun da, sadece kendi varlığınadır. Onun karşısında yer alma; çünkü ona karşı çıkmak r etmek, kendini yok etmek anlamına gelir. Zaten ne kazanacaksın? İnsanlar sana saygı duysa, senin saygın, onurlu, aklı başında bir insan olduğunu düşünse bile, bunlar senin varlığını besleyemez. Yaşama ve onun muhteşem güzelliklerine dair bir şeyler kavramana yol açmaz. Senden önce bu dünyada kaç milyon insan yaşadı? İsimlerini bile bilmiyorsun. Yaşayıp yaşamadıkları, hiçbir şeyi değiştirmiyor. Azizler ve günahkarlar oldu. Çok saygın insanların yanı sıra, her türlü egzantrik, çatlak insan yaşadı. Ama hepsi yok oldu. Dünyada onlardan tek bir iz bile kalmadı. Senin tek amacın, ölüm bedenini ve zihnini yok ettiği zaman, yanında götürebileceğin nitelikleri koruyup, kollamak olmalı. Çünkü bu nitelikler senin tek dostun olacak. Gerçek değerler sadece onlardır ve sadece onları bulan insanlar yaşar; diğerleriyse yaşıyormuş gibi yapar. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Karanlık bir gecede K G B , Yussel Finkelstein'ın kapısını çalar. Yussel kapıyı açar ve K G B görevlisi bağırır: "Yussel Finkelstein burada mı yaşıyor?" Çizgili pijamaları ile kapıda duran Yussel, "Hayır" diye yanıtlar. "Öyle mi? Peki senin adın ne?" "Yussel Finkelstein." K G B ajanı onu yere indirir ve sorar: "Az önce burada yaşamadığını söylemedin mi?" Yussel yanıtlar: "Sen buna yaşamak mı diyorsun?" Sadece yaşamak, her zaman yaşamak demek değildir. Hayatına bir bak. Ona kutsanmış diyebilir misin? Onu varoluşun sana sunmuş olduğu bir hediye olarak görüyor musun? Bu hayatın sana tekrar tekrar verilmesini ister misin? Yazıtlara kulak asma. Kendi kalbine kulak ver. Benim tavsiye edeceğim tek yazıt budur: Çok dikkatli dinle. Kalbini tüm varlığınla dinlersen, asla yanlış yapmazsın. Ve kalbini dinlediğin zaman, asla bölünmezsin. Kalbini dinlediğin zaman, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu düşünmeden doğru yola adım atmaya başlarsın. Yeni insanlığın sanatı, kalbinin sesini, bilinçle, dikkatle ve her şeyinle dinleme sırrından oluşacaktır. Seni nereye götürürse onu takip et. Evet, bazen seni tehlikelere götürecek; ama unutma, seni olgunlaştırmak için o tehlikeler gereklidir. Bazen seni yanlış yola sokacaktır. Ama yine unutma, o yanlış yollar, büyümenin bir parçası olacak. Birçok kere düşecek, tekrar kalkacaksın. Çünkü insan böyle güç toplar: Düşüp tekrar kalkarak. İnsan böyle bir bütün olur. Ama dışardan dayatılmış kuralları takip etme. Dayatılmış hiçbir kural doğru olamaz. Çünkü kurallar, sana hükmetmek isteyen insanlar tarafından icat edilmiştir. Evet, bazen bu dünyada, aydınlanmış büyük insanlar da yaşadı: bir Buda, bir İsa, bir Krishna, bir Muhammed. Onlar dünyaya kural koymadı. Sadece sevgilerini verdi. Ama bir süre sonra müritleri bir araya gelip, davranış kuralları oluşturmaya başladı. Usta gittikten sonra, ı ş ı k söndükten sonra, hepsi karanlıkta kalıyor ve takip etmek için, el yordamıyla bazı kurallar koyuyorlar. Çünkü görmelerine olanak sağlayan ı ş ı k artık yok. O yüzden artık kurallara bel bağlamak zorundalar. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) İsa, kendi kalbinin fısıldadıklarını yaptı ama Hıristiyanların yapageldikleri şey, kendi kalplerinin söyledikleri değil. Onlar taklitçi; ve taklit etmeye başladığın an, kendi insanlığına hakaret ediyorsun; kendi Tanrına hakaret ediyorsun. Asla taklitçi olma, her zaman özgün ol. B i r karbon kopya olma. Ama dünyada olan tamamen bu: karbon kopyalar ve karbon kopyalar. Eğer özgün olursan, hayat gerçek bir danstır. Ve sen özgün olmak için yaratıldın. Krishna'nın, Buda'dan ne kadar farklı olduğunu düşün. Eğer Krishna, Buda'nın izinden gitseydi, bu dünyaya gelmiş olan en güzel insanlardan birini kaçırmış olurduk. Ya da eğer Buda, Krishna'yı izleseydi, sadece zavallı bir varlık olurdu. Buda'nın flüt çaldığını bir düşünsene! Birçok insanın uykusunu kaçırırdı: O bir flütçü değildi. Buda'yı dans ederken bir düşün; çok komik, çok saçma görünürdü. Aynı şey Krishna için de geçerli. Elinde flüt olmadan, kafasında tavus kuşu tüylerinden taç olmadan, üzerinde güzel kıyafetler olmadan bir ağacın altında oturuyor olsa, bir dilenci gibi gözlerini kapatıp ağacın altında otursa, etrafında dans eden kimse olmasa, ne bir dans, ne bir şarkı olsa, Krishna çok fakir, çok zavallı görünürdü. Buda bir Buda'dır, Krishna bir Krishna'dır ve sen de sensin. Sen hiçbir şekilde başkalarından daha düşük değilsin. Kendine, iç sesine saygı duy ve onun izinden git. Ve unutma, ben sana her zaman doğru yola gideceğin garantisi vermiyorum. Birçok kere, bir çok şey seni yanlış yola yönlendirecek çünkü doğru kapıya gelmek için, insanın önce birçok yanlış kapıyı çalması gerekir. Hayat böyle. Eğer birden doğru kapıya rastlarsan, onun doğru olduğunu anlayamazsın. O yüzden unutma, son tahlilde hiçbir çaba boşuna değildir: Her çaba, senin gelişmenin doruk noktasına ulaşmana katkı yapar. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Kararsız olma. Yanlış yola sapman endişe yaratmasın. Sorunlardan biri bu: İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları öğretiliyor, onlar da yanlış yapmaktan o kadar korkmaya başlıyorlar ki, hiçbir şey yapmıyorlar. Hareket edemiyorlar. Yanlış bir şey olabilir. O zaman bir kayaya dönüşüyorlar, hareket kabiliyetlerini yitiriyorlar. Mümkün olduğunca çok sayıda hata yap ama bir şeyi unutma: Aynı hatayı tekrarlama. O zaman gelişirsin. Yoldan sapabilmek özgürlüğünün bir parçasıdır. Tanrıya karşı çıkmak dahi gururunun bir parçasıdır. Ve bazen Tanrı'ya bile karşı çıkmak güzeldir. Bu şekilde, bir omurgaya sahip olmaya başlarsın; yoksa omurgasız milyonlarca insan var. Sana söylenmiş olan her şeyi unut: " B u doğru ve bu yanlış!" Hayat o kadar kesin değil. Bugün doğru olan bir şey, yarın yanlış olabilir; şu an yanlış olan bir şey, bir sonraki an doğru olabilir. Hayat o kadar kolay istiflenemez, onu bu kadar kolay etiketleyemezsin: "Bu doğru ve bu yanlış." Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğunu bildiğin bir eczane dükkanı değil. Hayat bir gizemdir: B i r an, bir şey uygundur ve o yüzden doğrudur; bir sonraki an, köprünün altından o kadar çok su akmıştır k i , artık uymaz olur ve yanlıştır. Benim doğruluk tanımım ne mi? Varoluşla ahenk içinde olan doğrudur ve varoluşla ahenk içinde olmayan yanlıştır. Her an tetikte olman gerekir, çünkü kararın o an verilmesi gerekir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenemezsin. Sadece aptal insanlar önceden hazırlanmış cevaplara güvenir, çünkü o zaman zeki olmalarına gerek yoktur. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu zaten bilirsin. Listeyi ezberlersin; liste o kadar uzun değil. On Emir: Bu çok basit! Neyin doğru neyin yanlış olduğunu biliyorsun ama hayat sürekli değişiyor. Eğer Musa tekrar dünyaya gelse aynı On Emir'i vereceğini sanmıyorum; veremez. Aradan geçen üç bin yıldan sonra, aynı şeyleri nasıl söyleyebilir? Yeni bir şeyler icat etmek zorunda. Benim anlayışıma göre, ne zaman bu tip emirler verilse, insanlara zorluk çıkartıyor, çünkü verildikleri zaman bile geçmişte kalmış oluyorlar. Hayat çok h ı z l ı ilerler; dinamiktir, durağan değil. O bir havuz değil; Ganj gibi sürekli akan bir nehirdir. İ k i anı asla birbiri ile aynı değildir. O yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) O zaman ne yapmalı? Yapılacak tek şey, insanlara bu değişen hayata nasıl tepki vereceklerine, ancak kendilerinin karar vereceğini hatırlatmaktır. B i r Zen hikâyesi: Birbirine rakip i k i tapınak vardı. Bu tapınakların ustaları -onlar aslında sözde usta olmalılar, gerçek birer rahip olmalılar- birbirine o kadar karşıydı k i , müritlerinden diğer tapınağa bakmamalarını istiyorlardı. Bu i k i rahibin de birer çocuk hizmetçisi vardı. Onların bütün işlerini bu hizmetçiler yürütüyordu. İ l k tapınağın rahibi, hizmetçisine "Diğerinin hizmetçisi ile asla konuşma, o insanlar tehlikeli." dedi. Ama çocuklar, çocuktur. Yolda karşılaşmışlar ve i l k tapınağın hizmetçisi diğerine sormuş: "Nereye gidiyorsun?" Diğeri yanıtlamış: "Rüzgar beni nereye götürürse." Tapınakta söylenen büyük Zen hikayelerini dinlemiş olmalı. "Rüzgar beni nereye götürürse." diyor. Harika bir cümle! Saf Tao. Ancak i l k çocuk çok utanmış, bozulmuştu ve verecek bir yanıt bulamamıştı. Öfkelenmişti ve suçluluk duygusu içindeydi. "Ustam, bu insanlarla konuşmamamı söylemişti. Bu insanlar gerçekten tehlikeli. Bu ne biçim bir yanıt? Beni aşağıladı." Ustasına gitmiş ve olanları anlatmış: "Onunla konuştuğum için çok özür dilerim. Haklıymışsınız, o insanlar gerçekten çok garip. Bu ne biçim bir yanıt? Ona nereye gidiyorsun diye sordum. Basit, resmi bir soru. Onun tıpkı benim gibi pazara gittiğini biliyordum. Ama o bana, 'rüzgar beni nereye götürürse' dedi." Usta konuşmuş: "Seni uyarmıştım ama dinlemedin. Şimdi bak; yarın aynı yerde dur. O geldiği zaman, 'Nereye gidiyorsun?' diye sor. Sana, 'Rüzgar beni nereye götürürse.' diyecek. O zaman senin de biraz daha felsefi olman gerekir. Yani, 'Ayakların yok mu?' dersin. Çünkü ruh bedensizdir ve rüzgar ruhu hiçbir yere götüremez. Buna ne dersin?" demiş. Çocuk tamamen hazır olmak istiyordu. Bütün gece mizanseni kafasında tekrarladı. Ertesi sabah erkenden oraya gitti ve o noktada beklemeye başladı. Diğer çocuk tam vaktinde geldi. Çok mutluydu. Şimdi ona gerçek felsefenin ne olduğunu gösterecekti: "Nereye gidiyorsun?" diye sordu ve bekledi. Ancak diğer oğlan: "Pazardan taze sebze alacağım" dedi. Şimdi öğrendiği o felsefeyi ne yapacaktı? Hayat böyledir. Onun için hazırlık yapamazsın. Onu hazır bir şekilde bekleyemezsin: güzelliği bu, anlamı bu. Seni her zaman şaşırtıyor ve sürprizlerle geliyor. Eğer gözlerin varsa, her anın sürprizle dolu olduğunu ve hiçbir önceden hazırlanmış yanıtın uygulanabilir olmadığını görürsün. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) evet bunu okuyun sonra ZEKANIN YOLU var.... geri sar makinist geri sar geri sar.... |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) ZEKÂNIN YOLU Zekâ canlılıktır, kendiliğinden olur. Açıklıktır, incinebilirliktir. Taraf tutmamaktır, herhangi bir yargıya varmadan yaşama cesaretidir. Ve neden ona cesaret diyorum? O bir cesarettir; çünkü bir yargıya göre hareket ettiğin zaman, o yargı seni korur, sonuçlar sana güven duygusu verir. Onu çok i y i biliyorsun, nasıl ulaşacağını biliyorsun, onda çok verimlisin. Yargısız hareket etmek, masumiyet içinde hareket etmektir. Hiçbir güvence yoktur; yanlış noktaya ulaşabilir, hata yapabilirsin.Adına gerçek denen şeyi keşfe çıkmaya hazır olan kişi de birçok hata yapmaya, bu r i s k i almaya hazır olmalıdır. Yanlış yola sapabilir, ama insan böyle doğruya ulaşır. Birçok kere yanlış yola sapınca, insan yanlış yola sapmamayı öğrenir. Pek çok hata yaparak insan hatanın ne olduğunu öğrenir ve nasıl yapmayacağını görür. Hatanın ne olduğunu bilerek insan gerçeğe daha fazla yaklaşır. Bu bireysel bir keşiftir; başkalarının vardığı sonuçlara güvenemezsin. S E N Z İ H İ N S İ Z O L A R A K DOĞDUN. Bunun kalbinin en derin noktasına kadar inmesine i z in ver; çünkü bu sayede bir kapı açılır. Eğer zihinsiz doğduysan, o zaman zihin sadece toplumsal bir üründür. Doğal bir şey değil; türetilmiştir. O senin üzerine monte edilmiştir. Kalbinin derinliklerinde hâlâ özgürsün; bundan kurtulabilirsin. İnsan doğanın dışına çıkamaz; ama suni bir şeyden kararını verdiğin an kurtulursun. Varoluş düşünceden önce gelir. O yüzden varoluş bir zihinsel durum değil, onun ötesinde bir şeydir. Olmak, özde olanı kavramanın yoludur; düşünmek değil. B i l im düşünmek demektir, felsefe düşünmek demektir, Dinbilimi düşünmek demektir. Dinsellik düşünmek demek değildir. Dinsel yaklaşım, düşünmeme yaklaşımıdır. O daha içtendir; seni gerçekliğe daha yakın kılar. Bütün engelleri devirir, zincirleri kırar; hayatın içine akmaya başlarsın. Kendinin dışardan bakan, ayrı bir şey olduğunu düşünmezsin. Kendini, izleyen bir gözlemci gibi; mesafeli, soğuk düşünmezsin. Gerçekle tanışır, kaynaşır ve bütünleşirsin. Ve bilmenin farklı bir türü var. Buna "bilgi" denilemez. O daha çok sevgi, daha az bilgi gibidir. O kadar içtendir k i , "bilgi" sözcüğü onu anlatmaya yetmez. "Sevgi" sözcüğü daha tanımlayıcıdır, daha iyi ifade eder.İnsan bilinci tarihinde evrimleşmiş olan i l k şey, büyüydü. Büyü, bilim ile dinin bir karışımıydı. Büyü hem zihinden, hem de zihinsizlikten birer parça barındırıyordu. Sonra büyüden felsefe gelişti. Sonra, felsefenin içinden ise bilim türedi. Büyü hem zihinsizlik, hem zihindi. Felsefe sadece zihindi. Sonra zihin artı deneycilik bilim halini aldı. Dinsellik ise bir z i h i n s i z l ik durumudur. Dinsellik ve bilim, gerçeği bulma yolunda i k i yaklaşımdır. B i l im ikincil yollar üzerinden ulaşmaya çalışır; dinsellik ise doğrudan gider. B i l i m , dolaylı bir yaklaşım, dinsellik ise direkt bir yaklaşımdır. B i l i m , etrafında dönüp dururken, dinsellik gerçeğin kalbine ok gibi saplanmaya çalışır. Birkaç şey daha var. Düşünce, ancak bilinen şeyleri düşünebilir; zaten çiğnenmiş olanı çiğner. Düşünce asla özgün olamaz. Bilinmeyeni nasıl düşünebilirsin? Düşünmeyi başardığın her şey bilinene ait olacaktır. Yalnızca bildiğin için düşünebilirsin. Düşünce en iyi ihtimalle yeni kombinasyonlar yaratabilir. Gökyüzünde uçan, altından yapılmış bir at düşünebilirsin; ama yeni bir şey yok bunda. Gökyüzünde uçan kuşları biliyorsun, altını biliyorsun, atı biliyorsun; üçünü bir araya getiriyorsun. Düşünce en fazla yeni kombinasyonlar düşleyebilir, ama bilinmeyeni bilemez. Bilinmeyen onun ötesinde kalır. O yüzden düşünce döngü içindedir; bilineni tekrar tekrar bilmeye devam eder. Çiğnenmiş olanı tekrar tekrar çiğner. Düşünce asla özgün değildir. Gerçekle orijinal olarak, kökten bir şekilde yüz yüze gelmek, gerçekle herhangi bir aracı olmadan yüzleşmek, sanki varolan i l k insan gibi gerçeğe ulaşmak: İşte bu özgürleştirir . Onun bu tazeliği özgürleştirir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) GERÇEK, B İ R D E N E Y İ M D İ R , B İ R İNANÇ D E Ğ İ L . Gerçek, üzerinde araştırma yapılıp bulunacak bir şey değildir; gerçekle karşılaşmak gerekir, gerçekle yüzleşmek gerekir. Sevgiyi ders gibi çalışıp öğrenmeye çalışan bir k i ş i , tıpkı Himalayaları haritadan bakarak öğrenmeye çalışan biri gibidir. Harita dağ değildir! Eğer haritaya inanmaya başlarsan, dağı ıskalamaya devam edeceksin. Eğer harita senin için bir saplantıya dönüşürse, dağ gözünün önünde duruyor bile olsa onu göremeyeceksin. Bu böyledir. Dağ senin karşında, ama gözlerin haritalarla dolu; dağın haritaları, aynı dağın, farklı kaşifler tarafından çizilmiş haritaları. B i r i dağa kuzeyden tırmanmıştır, biri doğudan. Hepsi farklı haritalar yapmıştır: Kuran, İncil, Gita; aynı gerçeğin farklı haritaları. Ama sen haritalarla o kadar dolusun k i , onların ağırlığı sırtında o kadar ağır bir yük oluşturuyor k i , bir santim bile kımıldayamıyorsun. Tam önünde duran dağı bile göremiyorsun: Sabah güneşinde, el değmemiş karlı zirvesi altın gibi parlıyor. Sende onu görecek gözler yok.Önyargılı göz, kördür, varılmış sonuçlarla dolu kalp ölüdür. Çok fazla gerçekliği sorgulanamaz varsayımı doğru kabul ettiğin zaman zekân keskinliğini , güzelliğini, yoğunluğunu kaybetmeye başlar; donuklaşır. Donuk zekâya akıl denir. Senin o sözde entelektüellerin aslında gerçekten zeki değil, sadece akıllı. A k ı l bir cesettir. Onu süsleyebilirsin, harika inciler, elmaslar, zümrütlerle süsleyebilirsin; ama ceset hâlâ bir cesettir. Canlı olmak ise tamamen farklı bir şeydir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) B İ L İ M K E S İ N O L M A K D E M E K T İ R , olgular konusunda kesinkes emin olmak anlamına gelir. Olgular hakkında çok kesin olursan, o zaman gizemi hissedemezsin: Ne kadar kesin olursan, gizem o kadar buharlaşıp yok olur. Gizemin bir miktar belirsizliğe ihtiyacı vardır; gizemin tanımlanmamış, sınırları çizilmemiş bir şeye ihtiyacı var. B i l im olgusaldır. Gizem olgusal değil, varoluşsaldır. B i r olgu, varoluşun sadece bir kısmı, çok küçük bir parçasıdır. Ve bilim parçalarla uğraşır, çünkü parçalarla uğraşmak daha kolaydır. Daha küçük olduğu için analiz edebilirsin; onlar tarafından ele geçirilmezsin; onları eline geçirebilirsin. Onları küçük parçalara ayırabilirsin, onları etiketleyebilir, nitelikleri, nicelikleri ve olanakları konusunda kesinkes emin olabilirsin. Ancak bu süreç içinde gizem katledilir. B i l i m , gizemin öldürülmesidir. Eğer gizemi yaşamak istiyorsan başka bir kapıdan girmen gerekir, tamamen farklı bir boyuttan. Zihinin boyutu, bilimin boyutudur. Meditasyon boyutu ise mucizevi olanın, gizemli olanın boyutudur. Meditasyon her şeyi tanımsız kılar. Meditasyon seni bilinmeyenin içine, haritası çıkartılmamış yerlere götürür. Meditasyon seni yavaş yavaş gözlemci ile gözlenenin eriyip tek olduğu noktaya götürür. Şimdi, bilimde bu mümkün değildir. Gözlemci gözlemci olmak zorundadır ve gözlenen, gözlenen olmalıdır; ve arada kesin tanımlanmış bir çizgi sürekli korunmalıdır. Tek bir an bile kendini unutmamalısın; tek bir an bile araştırmakta olduğun nesneye ilgi duymamalı, tutkuyla, eriyerek, teslim olarak ve sevgiyle ona yaklaşmamalısın. Ondan ayrı olmak zorundasın, çok soğuk olmak zorundasın; soğuk ve tamamen kayıtsız kalmak zorundasın. Bu umrsamazlık gizemi öldürüyor. Eğer sahiden gizemli olanı deneyimlemek istiyorsan, o zaman varlığında yeni bir kapı açmak zorunda kalacaksın. Sana bilim adamlığını bırak demiyorum; sadece, bilim senin için çevresel bir etkinlik olarak kalsın. Laboratuvarda bilim adamı ol, ama labarotuvardan çıkınca bilimle ilgili herşeyi unut. O zaman kuşları dinle, ama bilimsel bir yöntemle değil! Çiçeklere bak; bilimsel anlamda değil. Çünkü bir güle bilimsel anlamda bakarsan, aslında bambaşka bir şeye bakıyor olursun. O, şairin gördüğü gül ile aynı değildir. Deneyim nesneye bağlı değildir. Deneyim, onu yaşayana bağlıdır. Yaşananların niteliğine bağlıdır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Deneyim nesneye bağlı değildir. Deneyim, onu yaşayana bağlıdır. Yaşananların niteliğine bağlıdır. B i r çiçeğe bakarken, çiçek ol; çiçeğin etrafında dans et, şarkı söyle. Rüzgar serin ve taze esiyor, güneş ısıtıyor ve çiçek olgunluğunun doruklarına ulaşmış. Çiçek rüzgarda dans ediyor, kutluyor, şarkı söylüyor, ilahiler okuyor. Ona katıl. Kayıtsızlığı, nesnelliği, ayrı durmayı bırak. Bütün bilimsel yaklaşımlarını bırak. Biraz daha akışkan, biraz daha erir hale gel, sınırlarını ortadan kaldır. Bırak çiçek kalbinle konuşsun, bırak çiçek varlığına girsin. Onu davet et, o bir konuk. Ancak o zaman gizemin tadına bakmış olursun. Gizeme giden i l k adım budur, ve nihai adımsa: Eğer bir an için katılımcı olursan, anahtarın ne olduğunu öğrenmiş olur, sırrına erersin... Ondan sonra yaptığın her şeyi katılımcı olarak yap. Yürümek, bunu mekanik olarak yapma, kendini gözlemleyerek yürüme; yürümek ol. Dans etmek, teknikle dans etme, teknik konu dışıdır. Teknik olarak doğru olsan bile, bütün keyfini kaçırırsın. Kendini dansın içinde erit, dansın kendisi ol, dansçıyı tamamen unut. Hayatının pek çok alanında bu tip derin bütünleşmeler başına gelmeye başlayınca, çevrendeki her şey yok olmaya başlaması gibi muhteşem deneyimlere sahip olmaya başladığında, egosuz, bir hiç olarak... çiçek orada ve sen yoksun, gökkuşağı orada ve sen yoksun... içindeki ve dışındaki gökyüzünde bulutlar dolaşıyor ve sen yoksun... senin yerine mutlak bir sessizlik olduğunda - içinde kimse yokken, mantık, düşünce, duygu ve his tarafından bozulmamış, sadece saf bir sessizlik, bakir bir sükûnet varken - meditasyon anına ulaşırsın. Z i h i n gitmiştir ve zihin gittiği zaman, gizem içeri girer. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) GÜVENİN YOLU GÜVEN EN BÜYÜK ZEKÂDIR.. İnsanlar neden güvenmiyor? Çünkü kendi zekâlarına güvenmiyorlar. Korkuyorlar, aldatılmaktan korkuyorlar. Korkuyorlar; o yüzden kuşku duyuyorlar. Kuşku korkudan kaynaklanır. Kuşku, kendi zekândaki bir çeşit güvensizlikten kaynaklanıyor. Güvenebileceğinden emin olmadığından güvene kucak açamıyorsun. Güvenin, büyük zekâya, cesarete ve bütünlüğe ihtiyacı vardır. Onun derinine inmek için büyük bir kalbe gerek var. Eğer yeterince zeki değilsen, kuşku duyarak kendini korursun. Eğer zekân varsa, bilinmeyene adım atmaya hazırsın; çünkü, eğer bütün bilinen dünya yok olsa ve bilinmeyenin ortasında yalnız kalsan bile, orada yaşayabileceğini biliyorsun. Bilinmeyenin içinde kendine bir yuva kurabilirsin. Zekâna güveniyorsun. Kuşku savunmadadır; zekâ kendine her kapıyı açık tutar, çünkü o, "Ne olursa olsun, o mücadeleyi kabul ediyorum, uygun şekilde tepki verebileceğimi biliyorum." diyebilir. Sıradan zihnin böyle bir güveni yoktur. Bilgisi sıradandır. Bilmeme durumunda olmak zekâdır, farkındalıktır ve bu biriktirilemez. Yaşanan her an kaybolur, arkasında hiç bir iz bırakmaz, hiçbir varoluş izi bırakmadan yok olur. İnsan onun içinden bir kez daha saf, bir kez daha masum, bir kez daha bir çocukmuş gibi çıkar. Hayatı anlamaya çalışma. Onu yaşa. Sevgiyi anlamaya çalışma. Sevgiye doğru hareket et. O zaman bilirsin; ve o bilgi, senin yaşadıklarından ortaya çıkar. Bu bilgi gizemi asla yok etmez: Ne kadar bilirsen bil, çok daha fazlasının bilinmek üzere beklediğini bilirsin. Hayat bir problem değildir. Onu bir problem olarak ele almak yola yanlış adımla başlamaktır. O, yaşanacak, sevilecek, deneyimlenecek bir gizemdir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Aslında sürekli açıklama peşindeki bir zihin, korkmuş bir zihindir. O büyük korku yüzünden her şeyin açıklanmasını istiyor. Kendisine açıklanmadan hiçbir şeye adım atamaz. Açıklamalar sayesinde, artık o alan tanıdık gelir; artık coğrafyasını biliyordur, artık elindeki haritaya, kılavuza ve takvime göre hareket edebilir. Hiçbir zaman haritasız, rehbersiz, bilinmeyen bir bölgeye adım atmaya hazır değildir. Ama hayat böyledir ve sürekli değiştiği için, bir haritasını çıkarmak mümkün değildir. Her an, şimdiki zamandır. Güneş altında eskiden kalma hiçbir şey yoktur, sana diyorum ki, her şey yenidir. İstisnasız hareket halinde olan, inanılmaz bir dinamizmdir. Sadece değişim kalıcıdır, sadece değişim asla değişmez. Her şey değişmeye devam eder, o yüzden bir haritan olamaz; harita tamamlandığı an, çoktan geçerliliğini yitirmiştir. Harita eline geçtiği zaman, artık bir işe yaramaz, çünkü hayat yolunu değiştirmiştir. Hayat yeni bir oyuna başlamıştır. Haritalarla hayatın üstesinden gelemezsin, çünkü hayat ölçülebilir değildir. Kılavuz kitaplara danışarak hayatın üstesinden gelemezsin; çünkü bu kitaplar, ancak her şey durağan olduğu zaman geçerlidir. Hayat durağan değildir, o bir dinamizmdir, bir süreçtir. Onun bir haritasına sahip olamazsın. O, ölçülemez. O ölçülemeyen bir gizemdir. Bir açıklama bekleme. Ben buna zihnin olgunluğu diyorum: İnsanın hayata hiçbir soru sormadan baktığı ve cesaretle, korku duymadan içine atladığı zamandır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) BÜTÜN DÜNYA SAHTE DİNDARLARLA DOLUDUR: Kiliseler, tapınaklar, Gurudwara'lar, camiler, dindar insanlarla doludur. Peki dünyanın tamamen dinsiz olduğunu göremiyor musun? Bu kadar çok dindar insan varken, dünya bu kadar dinsellikten yoksun; böyle bir mucize nasıl olabiliyor? Herkes dindar, ama toplamı dinsellikten yoksunluk. Din sahtedir. İnsanlar "yapay" güvene sahipler. Güven bir deneyim değil, inanç olmuştur. Onlara inanmaları öğretilmiştir, onlara bilmeleri öğretilmemiştir; insanlığın kaybettiği nokta da budur. Asla inanma. Eğer güvenmiyorsan, kuşku duymak daha iyidir, çünkü kuşku sayesinde; bir gün güven olasılığı ortaya çıkacaktır. Sonsuza dek kuşkuyla yaşayamazsın. Kuşku bir hastalıktır; o bir rahatsızlıktır. Kuşku duyarken asla doyuma ulaşamadığını hissedersin; kuşku duyarken her zaman titrersin, kuşku duyarken her zaman sıkıntı içinde, bölünmüş ve kararsız kalırsın. Kuşku duyarken sürekli bir kabus yaşarsın. O yüzden bir gün bunu nasıl aşacağının arayışına girersin. Bu nedenle inançlı olmaktansa, sahte inanca sahip olmaktansa, ateist olmak daha iyidir diyorum. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Sana inanmak öğretildi; çocukluktan itibaren herkesin zihni inanmaya koşullandı: Tanrı'ya inan, ruha inan, şuna inan, buna inan. Artık bu inanç kemiklerine ve kanına girmiştir, ama hâlâ inanç olarak kalır; bilememişsindir. Ve bilmeden özgürleşemezsin. Bilgi özgürleştirir, sadece bilmek özgürleştirir. Bütün inançlar ödünç alınmıştır; sana başkaları tarafından verilmiştir, onlar senin içinde açan çiçekler değildir. Ve, ödünç alınmış bir şey seni nasıl gerçeğe götürür, mutlak gerçeğe? Diğerlerinden almış olduğun her şeyi bırak. Dilenci olmak zengin olmaktan iyidir. Kendi alın terinle kazandıklarınla değil de, çalıntı şeylerle; ödünç alınmış şeylerle zengin olmak, gelenekle zengin olmak, miras ile zengin olmaktansa dilenci olmak daha iyidir. Yoksul ama kendine ait şeylerle olmak çok daha iyidir. O yoksulluğun bir zenginliği vardır, çünkü gerçektir, ve senin inancının zenginliğiyse çok zayıf. O inançların asla çok derine ulaşamaz; en iyi ihtimalle yüzeyde kalır. Biraz deşince de inançsızlık ortaya çıkar. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Tanrı'ya inanıyorsun; sonra işin ters gidince, birden inançsızlık ortaya çıkıyor. "İnanmıyorum. Tanrı'ya inanamam" diyorsun. Tanrı'ya inanıyorsun ve çok sevdiğin kişi ölünce inançsızlık ortaya çıkıyor. Tanrı'ya inanıyorsun ve sadece sevdiğin birinin ölmesiyle bu inanç yok mu oluyor? Pek değeri yok. Güven asla yok edilemez; bir kez orada olursa, hiçbir şey onu yok edemez. Hiçbir şey, kesinlikle hiçbir şey onu yok edemez. O yüzden unutma: Güven ile inanç arasında çok büyük bir fark vardır. Güven kişiseldir; inanç ise toplumsaldır. Güvenin içinde gelişmek zorundasın; inancın içinde olduğun gibi kalabilirsin, nasılsan öyle kalırsın, ve inanç sana dayatılabilir. İnançları bırak. Korku ortaya çıkacak, çünkü eğer inancı bırakırsan kuşku doğar. Her inanç kuşkuyu bir yere saklanmaya zorluyor; kuşkuyu bastırıyor. Bu seni endişelendirmesin; bırak kuşku gelsin. Herkes gün ışığına ulaşabilmek için karanlık geceyi yaşamak zorundadır. Herkesin kuşkuyu yaşaması gerekir. Yolculuk uzun, geceyse karanlık. Ancak uzun yol sona erdikten ve gün doğduktan sonra, buna değmiş olduğunu göreceksin. Güven "oluşturulamaz". Asla onu bir ekin gibi yetiştirmeye çalışma; tüm insanlığın yapmaya çalışageldiği şey budur. Oluşturulmuş güven, inanca dönüşür. Güveni kendi içinde keşfet; onu oluşturma. Varlığının daha da derinine in, varlığının gerçek kaynağına ve onu keşfet. ARAYIŞ GÜVENE İHTİYAÇ DUYACAK, çünkü bilinmeyene adım atıyorsun. İnanılmaz bir güven ve cesaret gerektirecek, çünkü geleneksel ve bilindik olandan uzaklaşıyorsun; güruhtan uzaklaşıyorsun. Engin denize açılacaksın ve diğer kıyı var mı, yok mu bilmiyorsun. Güvene sahip olma konusunda hazırlamadan seni böyle bir arayışa yollayamazdım. Bu biraz çelişkili görünecek ama ne yapabilirim? Hayat böyledir. Sadece yüce bir güvene sahip olan kişi, yüce bir kuşkuya, yüce bir arayışa sahip olabilir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Çok az güvene sahip bir insan, ancak çok az kuşku duyabilir. Hiçbir güveni olmayan insan sadece kuşku duyarmış gibi yapar. Derin arayışa giremez. Derinlik güvenden gelir... ve bu bir risktir. Seni bu haritasız denize göndermeden önce, tek başına çıkmak zorunda olduğun bu yolculuğa hazırlamak zorundayım. Ancak seni sadece teknene kadar götürebilirim. Önce güvenin güzelliğini ve kalbin yolunun coşkusunu bilmelisin; böylelikle gerçeğin engin okyanusuna açıldığın zaman, devam edecek cesarete sahip olacaksın. Ne olursa olsun, kendine olan güvenin tam olacaktır. Sadece şunu anla: Eğer kendine güvenmiyorsan, bir başkasına ya da bir şeye nasıl güvenebilirsin? İmkansızdır. Eğer kendinden kuşku duyuyorsan nasıl güvenebilirsin? Güvenecek olan sensin ve sen kendine güvenmiyorsun; o zaman kendi güvenine nasıl güveneceksin? Akıl zekâya dönüşmeden önce, kalbin açılmış olması kesinlikle şarttır. Akıl ile zekâ arasındaki fark budur. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Zekâ, aklın kalple uyum içinde olmasıdır. Kalp nasıl güveneceğini bilir. Akıl nasıl araştırma yapacağını bilir. Eski bir Doğu hikayesi vardır: Bir köyün dışında iki dilenci yaşarmış. Biri körmüş, diğerinin bacakları yokmuş. Bir gün köyün dışında, dilencilerin yaşadığı bölgede orman yangını çıkmış. Tabii dilenciler aynı zamanda rakipmiş; aynı meslekte, aynı insanlardan dileniyorlarmış. Sürekli birbirlerine kızıyorlarmış. Onlar dost değil düşmanmış. Aynı meslekteki insanlar dost olamaz. Bu çok zordur, çünkü bu bir rekabet meselesidir; bir başkasının müşterilerini alırsın. Dilenciler müşterilerini etiketler: "Unutma, bu benim adamım. Sakın onu rahatsız etme." Sen hangi dilenciye ait olduğunu, hangi dilencinin seni sahiplendiğini bilmezsin; ama sokaktaki bir dilenci seni sahiplenmiştir. Belki de kavga edip, savaşı kazanmıştır ve artık sen onun mülküsün... |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Üniversite yakınlarında bir dilenci görürdüm hep, ama bir gün onu çarşıda gördüm. O her zaman orada, üniversitenin çevresindeydi, çünkü genç insanlar daha cömert olur. Yaşlı insanlar giderek daha cimri, daha ürkek olur. Ölüm yaklaşmaktadır ve artık para yardımcı olabilecek tek şey gibi gözükmektedir. Ve eğer paraları varsa, o zaman başka insanlar bile onlara yardım edebilir; eğer paraları yoksa, kendi oğulları, kızları bile onları umursamayacaktır. Ama genç insanlar savurgan olur. Onlar gençtir, kazanabilirler; hayatları oradadır, önlerinde yaşanacak uzun bir hayat vardır. O zengin bir dilenciydi, çünkü Hindistan'da ancak zengin ailelerin çocukları üniversite seviyesine ulaşabilir, aksi durumda ise üniversitede okumak için bir mücadele vermek gerekir. Çok az sayıda fakir insan da gidebiliyor ama bu çok sancılı ve zordur. Ben de fakir bir ailedendim. Tüm gece bir gazetede editör olarak çalışıp gündüzleri de üniversiteye gittim. Yıllarca günde üç-dört saatten fazla uyuyamadım; gece ya da gündüz, ne zaman vakit bulursam o zaman uyudum. Yani bu dilenci çok güçlüydü. Başka hiçbir dilenci üniversite caddesine adım atamazdı, girmeleri bile yasaktı. Herkes üniversitenin kime ait olduğunu biliyordu: bu dilenciye! Sonra bir gün genç bir adam gördüm; yaşlı adam orada değildi. "Ne oldu; yaşlı adam nerede" diye sordum. "Ben onun damadıyım. Bana üniversiteyi hediye olarak verdi." dedi. Üniversite sahibinin değiştiğini, artık bir başka sahibi olduğunu bilmiyordu. Genç adam, "Onun kızıyla evlendim." dedi. Hindistan'da birinin kızıyla evlendiğinde, sana çeyiz verirler. Sadece kızıyla evlenmekle kalmazsın: Kayınpederin eğer çok zenginse, sana bir araba, bir ev vermek zorundadır. Eğer çok zengin değilse, en azından küçük de olsa bir motosiklet, o olmazsa, en azından bir bisiklet ama mutlaka bir şey; radyo, müzik seti, televizyon veya para, vermek zorundadır. Eğer gerçekten zenginse, sana yurtdışında okuyup daha eğitimli birisi olma fırsatı sunar: Doktor ya da mühendis olursun ve masrafları o öder. Bu dilencinin kızı evlenmişti ve başlık parası olarak damada üniversite verilmişti. "Bugünden itibaren bu sokak, bu üniversite bana ait. Kayınpederim kimlerin müşterilerim olduğunu bana tek tek gösterdi" diyordu. Yaşlı dilenciyi pazar yerinde gördüm ve ona gidip, "Harika, çok iyi bir evlenme hediyesi vermişsin!" dedim. "Evet" dedi. "Sadece tek bir kızım var ve damadım için bir şeyler yapmak istedim. Ona en iyi dilenme yerini verdim. Şimdi çarşıda tekrar tekel oluşturmaya çalışıyorum. Bu çok zorlu bir iş; çünkü çok sayıda dilenci var. Kıdemli olanlar çoktan müşterileri paylaşmış. Ama endişe edecek bir şey yok. İdare ederim; birkaç dilenciyi buradan kovalarım." Ve kesinlikle dediğini yaptı. Orman yanarken, iki dilenci bir an için düşündü. Birbirlerine düşmanlardı, konuşmuyorlardı bile; ama bu acil bir durumdu. Kör adam, bacakları olmayan adama seslendi. "Kurtulmanın tek yolu var. Seni omuzlarıma alacağım. Sen benim bacaklarımı kullanacaksın; ben de senin gözlerini. Tek kurtuluş yolumuz bu." Anında anlaşıldı. Ortada bir sorun yoktu. Bacaksız adam dışarı çıkamıyordu, yanan ormandan hızla çıkması mümkün değildi. Her taraf alevler içindeydi. Biraz yol alabilirdi ama bir işine yaramazdı. Hızlı, ve hatta çok hızlı bir şekilde çıkmak gerekiyordu. Kör adam da çıkamayacağından emindi. Yangının ne tarafta olduğunu, yolun nerede olduğunu, hangi ağaçların yandığını ve hangilerinin yanmadığını bilmiyordu. Kör bir adam: kaybolup giderdi. Ama ikisi de zeki insanlardı; düşmanlıklarını bırakıp dost oldular ve hayatlarını kurtardılar. Bu bir Doğu masalıdır. Konusu aklınla ve kalbinle ilgilidir. Dilencilikle bir ilgisi yoktur; seninle bir ilgisi vardır. Orman yangınıyla bir ilgisi yoktur; seninle bir ilgisi vardır, çünkü yanmakta olan sensin. Her an yanıyor, acı çekiyor, sancılar içinde sızlanıyorsun. Akıl tek başına kördür. Bacakları vardır, hızlı koşabilir, çok hızlı yol alabilir; ama kör olduğu için hangi yöne gideceğini bilemez. O yüzden sürekli tökezler, düşer, kendine zarar verir ve hayatın anlamsız olduğunu düşünür. Dünyadaki bütün entelektüeller bunu söyler: "Hayat anlamsızdır" derler. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Hayat onlara anlamsız gelir. Çünkü kör akılla ışığı görmeye çalışırlar. Bu imkansızdır. İçinde gören, hisseden ama bacakları olmayan bir kalp var; o koşamaz. Olduğu yerde kalır, sürekli atar, bekler. Bir gün akıl anlayacak ve kalbinin gözlerini kullanabilecektir. Ben güven dediğim zaman, kalbinin gözlerini kastediyorum. Ve kuşku dediğim zaman, aklının bacaklarını kastediyorum. İkisi bir araya gelince yangından kurtulabilir; bu hiç sorun olmaz. Ama unutma, aklın, kalbi omuzlarının üstünde kabullenmesi gerekir. Buna mecburdur. Kalbin bacakları yoktur, sadece gözleri vardır ve aklın kalbi dinleyip, onun yönlendirmelerini izlemesi gerekir. Kalbin devreye girmesiyle akıl zekâya dönüşür. Bu bir dönüşümdür; bütünsel bir enerji dönüşümü. O zaman insan bir entelektüel değil, basbayağı bilge olur. Bilgelik kalp ile aklın buluşmasından ortaya çıkar. Kalp atışlarınla aklının üretimleri arasında uyum yaratma sanatını bir kez öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın: Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Gerçek sorun cesaret sorunu değildir. Gerçek sorun, bilinenin ölmüş ve bilinmeyenin yaşayan olmasıdır. Bilinene tutunmak bir cesede tutunmaktır. Onu bırakmak için cesarete ihtiyacın yok; aslında cesede tutunmaya devam etmek için cesaret gerekir. Sadece görmen gerek. Sana tanıdık olanlar, yaşamış oldukların sana ne verdi? Nereye ulaştın? Hâlâ boş değil misin? İçinde derin bir tatminsizlik, derin bir hüsran ve anlamsızlık yok mu? Bir şekilde başarıyorsun; gerçeği gizleyerek, yalanlar yaratarak, tutunmayı, kendini meşgul etmeyi sürdürüyorsun. İşte mesele bu: Bildiğin her şeyin geçmişe ait olduğunu, geride kaldığını net bir şekilde görmek. O mezarlığın bir parçasıdır. Bir mezarda olmayı mı istiyorsun, yoksa canlı olmayı mı? Bu sadece bugünün sorunu değil; yarın da aynı sorunla karşı karşıya kalacaksın; ve ondan sonraki gün de. Son nefesine kadar bu böyle devam edecek. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) The only thing you have to fear is fear itself .. [ çok değerli birinin kitabından ;) ] Mal kaybeden birşey kaybetmemiştir. Onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir. Cesaretini kaybeden herşeyini kaybetmiştir. Johann Wolfgang von Goethe |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:20 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.