![]() |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) İşte mesele bu: Bildiğin her şeyin geçmişe ait olduğunu, geride kaldığını net bir şekilde görmek. O mezarlığın bir parçasıdır. Bir mezarda olmayı mı istiyorsun, yoksa canlı olmayı mı? Bu sadece bugünün sorunu değil; yarın da aynı sorunla karşı karşıya kalacaksın; ve ondan sonraki gün de. Son nefesine kadar bu böyle devam edecek. Bildiğin her şey, biriktirdiklerin: bulgular, bilgiler, deneyimler; onları keşfettiğin an, onlarla işin bitmiştir. Artık o boş sözleri taşımak, o ölü yükünü sırtında taşımak hayatını ezer, hayatını ağırlaştırır; her an seni beklemekte olan o cap canlı, sevinç dolu varlık olmanı engeller. Anlayışı olan insan her an geçmişine ölür ve geleceğine yeniden doğar. Yaşadığı an sürekli bir dönüşümdür, bir yeniden doğumdur, bir diriliştir. Bu pek de bir cesaret meselesi değildir; anlaşılması gereken ilk şey budur. Bu bir zihinsel berraklık meselesidir; neyin ne olduğu hakkında net olmaktır. Ve ikinci olarak, ne zaman cesaret ile ilgili bir konu ortaya çıkarsa, onu kimse sana veremez. Bu, bir hediye olarak sunulabilecek bir şey değildir. Bu, herkesin doğuştan sahip olduğu bir özelliktir. Sen sadece onun büyümesine izin vermedin, kendini ortaya koymasına izin vermedin. MASUMİYET, CESARET VE NETLİĞİN BERABERLİĞİDİR |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Eğer masumsan cesarete ihtiyacın yoktur. Netliğe de ihtiyacın yoktur; çünkü hiçbir şey masumiyetten daha net, daha şeffaf olamaz. O yüzden asıl sorun insanın kendi masumiyetini nasıl koruyacağıdır. Masumiyet elde edilecek bir şey değildir. Öğrenilecek bir şey değildir. Resim, müzik, şiir, heykel gibi bir yetenek değildir. Bu tip bir şey değildir. O daha çok nefes almak gibidir; doğuştan varolan bir şey. Masumiyet herkesin doğasında vardır. Hiç kimse masum olmadan doğamaz. İnsan masum olmadan nasıl doğabilir? Doğum bu dünyaya boş bir sayfa olarak geldiğin anlamına gelir; üzerine hiçbir şey yazılmamıştır. Sadece geleceğin var; geçmişin yok. Masumiyetin anlamı budur. O yüzden önce masumiyetin tüm anlamlarını anlamaya çalış. İlki: geçmiş yoktur; sadece gelecek vardır. Geçmiş, anılar, deneyimler, beklentilerden oluşan rüşvetler vererir . Bütün bunlar bir araya gelince seni akıllı yapar, ama net olamazsın. Seni kurnaz yapar, ama zeki olamazsın. Bu dünyada başarılı olmanı sağlayabilir, ama varlığının derinliklerinde başarısız olursun. Ve en sonunda yüzleşeceğin başarısızlık karşısında, bu dünyanın bütün başarıları hiçbir şey ifade etmez. Çünkü nihai olarak sadece içindeki öz seninle birlikte kalır. Diğer her şey kaybolur: Başarıların, gücün, adın, şöhretin, hepsi birer gölge gibi kaybolur. Sonunda seninle kalan tek şey başlangıçta getirdiğindir. Bu dünyadan, sadece getirmiş olduğun şeyi götürebilirsin. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Hindistan'da dünyayı bir tren istasyonunun bekleme odası gibi görme düşüncesi yaygındır; o senin evin değildir. Sonsuza dek bekleme odasında kalmayacaksın. Bekleme odasındaki hiçbir şey sana ait değildir: mobilyalar, duvardaki resimler... Onları kullanırsın; resmi incelersin, koltukta oturursun, yatakta uzanırsın, ama hiçbiri sana ait değildir. Sadece birkaç dakikalığına ya da en fazla birkaç saatliğine oradasın, sonra gitmiş olacaksın. Evet, bekleme odasına yanında ne getirdiysen, sadece onu alıp gideceksin: sana ait olanı. Bu dünyaya ne getirdin? Ve dünya, kesinlikle bir bekleme salonudur. Bekleyiş, saniyeler, dakikalar, saatler, günler olmayabilir, yıllarca sürebilir; ama yedi saat ya da yetmiş yıl beklemen neyi değiştirir? |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Yetmiş yılda, bir bekleme odasında olduğunu unutabilirsin. Oranın sahibi olduğunu, hatta inşa ettiğin ev olduğunu düşünmeye başlayabilirsin. Bekleme odasının duvarına, üzerinde adın yazan bir plaka koyabilirsin. Bazı insanlar... Çok yolculuk yaptığım için bununla sık karşılaşıyorum. İnsanlar bekleme salonlarının tuvaletlerine isimlerini yazıyor. İnsanlar bekleme salonunun mobilyalarına isimlerini kazıyor. Aptalca görünüyor ama insanların bu dünyaya yaptığına çok benziyor bu. Antik Jaina yazıtlarında çok önemli bir hikâye var. Hindistan'da eğer biri bütün dünyanın imparatoru olabilirse, ona çakravartin denir. Çakravartiriin anlamı... çakra kelimesi tekerlek anlamına gelir. Antik çağlarda Hindistan'da gereksiz savaş ve şiddeti önlemek için bir uygulama vardı. Bir at arabası, çok değerli altından bir araba, çok güçlü ve güzel atlar tarafından, bir krallıktan diğerine giderdi. Eğer diğer krallık direnmeyip arabanın geçişine izin verirse, o krallık arabanın sahibinin üstünlüğünü kabul etmiş sayılırdı. O zaman savaşmaya gerek kalmazdı. Bu şekilde araba yol alır ve insanlar nerede arabanın önünü keserse, orada savaş olurdu. Eğer arabanın önü kesilmezse, o zaman kralın üstünlüğü, herhangi bir savaş yaşanmadan ispat edilmiş olurdu: O kral bir çakravartin olurdu, tekerlekleri her tarafa yol alan ve kimsenin engelleyemediği kişi. Bütün kralların arzusu bir çakravartin olmaktı. Bunun için tabii ki Büyük İskender'den daha güçlü olmak gerekir. Sadece araba göndermeyi destekleyebilmek için çok büyük bir güce sahip olmak gerekir. Eğer arabanın yolu kesilirse kitlesel bir katliam olacağı konusunda kesin bir irade gereklidir. Bu, o adam birisini fethetmek isterse, bunu engellemenin bir yolu olmadığının zaten bilindiği ve kabul edildiği anlamına gelir. Ama bu çok sembolik bir tarz; daha medeni. Saldırmaya gerek yok, hemen öldürmeye başlamaya gerek yok; sadece sembolik bir mesaj yolla. Kralın bayrağını taşıyan araba yol alır ve eğer diğer kral, direnmenin anlamı olmadığını görürse, savaşın yenilgi, gereksiz şiddet ve yıkım anlamına geldiğini hissederse atı sevinçle kabul eder; başkentine giren arabayı çiçeklerle karşılar. Sovyetler Birliği ve Amerika gibi ülkelerin yapacağından çok daha medeni görünüyor. Sadece güzel bir araba gönder; ama bu, gücünden son derece emin olmayı gerektirir. Ve sadece sen değil, herkes de bundan kesinlikle emin olacak. Ancak o zaman böyle bir sembol yardımcı olabilir. O yüzden her kralın içinde bir gün çakravartin olma arzusu bulunurdu. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Bu hikâye, çakravartin olmayı başaran bir adam hakkında. Bu sadece bin yılda bir olur ve ancak bin yılda bir adam çakravartin seviyesine ulaşır. Büyük İskender bile dünyayı fethedememişti; ele geçiremediği çok yer kalmıştı. Çok genç yaşta öldü, sadece otuz üç yaşındaydı; dünyayı fethedecek zamanı bile olmamıştı. Bırakın fethetmeyi, dünyanın tamamı henüz bilinmiyordu bile! Dünyanın yarısı henüz bilinmiyordu ve bilinen yarısı bile fethedilmemişti. Hikayesini anlatacağım bu adam ise çakravartin olmayı başarmıştı. Efsaneye göre, bir çakravartin öldüğü zaman - çakravartin, sadece binlerce yılda bir olduğu için çok nadir bir varlıktır - cennette büyük kutlamalarla karşılanır ve özel bir yere götürülür. Jaina mitolojisine göre, cennette Himalayalara paralel bir dağ vardır. Himalayalar sadece taş, toprak ve buzdan oluşmuştur. Himalayaların cennetteki paraleline ise Sumeru denir. Sumeru, en yüksek dağ demektir; ondan daha yüksek bir şey olamaz, ondan daha iyisi olamaz. Som altındandır. Taşlar yerine, elmaslar, yakutlar, zümrütler vardır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Bir çakravartin öldüğü zaman, adını kazıması için Sumeru dağına götürülür. Bu sadece bin yılda bir yaşanan çok nadir bir fırsattır. Tabii bu adam, adını Sumeru'ya yazacağı için çok büyük bir heyecan içindedir. Çünkü bu varolmuş bütün yüce kişilerin isimlerinin yazıldığı katalogdur ve hatta ondan sonra gelecek yüce kişilerin isimlerinin de yer alacağı katalogtur. Bu imparator, süpermenler listesine katılıyordu. Kapıdaki bekçi ona, ismini kazıması için gerekli aletleri verdi. Kendisi ölürken, sırf efendileri ölüyor diye r etmiş olan birkaç adamını da yanında götürmek istedi; onlar imparatorlarının olmadığı bir yaşam düşünememişlerdi. Karısı, başbakanı, başkomutanı, etrafındaki bütün büyük insanlar r etmişti ve onunla birlikte gelmişlerdi. İmparator, bekçiden hepsini içeri sokmasını ve onların, adını dağı kazırken izlemesini istediğini söyledi. Çünkü eğer seni görecek kimse bile yoksa, içeri yalnız başına girip adını kazımakta ne keyif vardı ki? Çünkü asıl keyif, dünyanın onu görmesindeydi. Bekçi şöyle dedi: "Benim tavsiyeme kulak ver; çünkü bu meslek bana miras kaldı. Babam da bir bekçiydi, |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) onun babası da bir bekçiydi; asırlar boyunca biz Sumeru Dağının bekçiliğini yaptık. Tavsiyemi dinle; onları yanında götürme, yoksa pişman olacaksın." İmparator anlayamadı ama onun tavsiyesini göz ardı edemezdi. Çünkü onu engellemekte ne çıkarı olacaktı ki? Bekçi devam etti: "Eğer görmelerini istiyorsan, önce git ve adını kazı; sonra geri gel ve eğer istersen onları götürüp gösterirsin. Onlarla şimdi gitmek istesen bile sana karşı çıkmam. Ancak, eğer vazgeçecek olursan, sonra fikrini değiştirme şansın olmayacak; onlar seninle olacak. Sen yalnız git." Bu çok akıllıca bir tavsiyeydi. İmparator, "Çok iyi. Yalnız gideceğim. Adımı kazıyacağım, geri dönüp, sizleri alacağım" dedi. "Ben bununla tamamen hemfikirim" dedi bekçi. İmparator gidip binlerce güneş altında parlayan Sumeru Dağını gördü. Cennet, tek bir güneşe sahip olacak kadar fakir olmadığı için binlerce güneş vardır. Binlerce güneş ve Himalayalardan çok daha büyük, altından yapılma bir dağ. Ve Himalayalar, neredeyse üç bin iki yüz kilometreden uzundur! Bir süre için gözlerini bile açamadı; o kadar büyük bir parıltıya sahipti. Sonra adını yazacak uygun bir yer aramaya başladı. Ancak o anda, büyük bir şaşkınlığa uğradı. Hiç boş yer yoktu. Bütün dağ, kazılmış isimlerle kaplanmıştı. Gözlerine inanamadı. İlk olarak ne olduğunun farkına vardı. O ana kadar kendini bin yılda bir gelen bir süpermen olarak görüyordu. Ama zaman sonsuzluktan geldiği için, binlerce yıl bile herhangi bir fark yaratmıyordu. O yüzden geçmişte çok fazla sayıda çakravartin yaşamıştı. Evrenin en büyük dağında, minnacık adını yazacak kadar boş bir yer kalmamıştı. Geri döndü ve bekçinin karısını, başkomutanını, başbakanını ve diğer yakın arkadaşlarını götürmemesindeki ısrarcılığında haklı olduğunu artık anlamıştı. Yanında gelenlerin bu durumu görmemiş olması iyiydi. Onlar hâlâ imparatorlarının nadir bir varlık olduğuna inanabilirdi. Bekçiyi bir kenara çekti. "Ama hiç boş yer yok" dedi. Bekçi yanıtladı: "Ben de sana bunu söylüyordum. Tek yapman gereken birkaç isim silip kendi adını yazmak. Şimdiye kadar yapılan hep bu oldu; ben hayatım boyunca böyle yapıldığını gördüm. Babam da hep bunun yapıldığını gördü, babamın babası da. Benim ailemden hiç kimse de Sumeru'da isim yazılacak bir yer, ya da bir boşluk asla görmedi." "Ne zaman bir çakravartin gelse, birkaç isim silip kendi ismini yazmak zorunda kaldı. Çakravartin'lerin bütün tarihi bu değil. Birçok kere silindi, birçok kere yazıldı. Sen git ve işini yap ve sonra eğer dostlarına göstermek istersen onları içeri götürebilirsin." İmparator dedi ki: "Hayır. Onlara göstermek istemiyorum. Adımı bile yazmak istemiyorum. Ne anlamı var ki? Bir gün biri gelip onu silecek." "Bütün hayatım tamamıyla anlamsızlaştı. Tek umudum buydu: Cennetteki altın dağında ismim yazılı olacaktı. Ben bunun için yaşadım, bunun için hayatımı tehlikeye attım; bunun için bütün dünyayı öldürmeye hazırdım. Ve bir başkası gelip benim adımı sildikten sonra kendisininkini yazabilir. Adımı yazmanın ne anlamı var ki? Ben adımı yazmayacağım." Bekçi gülmüş. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) İmparator "Neden gülüyorsun" diye sormuş. Bekçi yanıtlamış: "Bu çok garip çünkü bunu da atalarımdan dinledim: Çakravartinler geliyor ve bütün olayı gördükten sonra, isimlerini bile yazmadan dönüyorlarmış. Sen ilk değilsin; biraz zekâya sahip olan herkes aynı şeyi yapar." Bu koca dünyada ne elde edebilirsin? Yanında ne götürebilirsin? Adını mı, itibarını mı, saygınlığını mı? Paranı, gücünü mü; neyi? Diplomanı mı? Hiçbir şey götüremezsin. Her şeyi burada bırakmak zorundasın. İşte o anda, sahip olduğun her şeyin aslında senin olmadığını anlarsın: Sahip olma fikri temelden yanlıştı. Ve sahip olduğun o şeyler yüzünden de çürümüş durumdaydın. O sahipliği arttırmak için; daha fazla para, daha fazla güç, daha fazla toprak elde etmek için, kendinin dahi doğru olduğunu söyleyemeyeceğin şeyleri yapıyordun. Yalan söylüyordun, dürüst değildin. Yüzlerce farklı role büründün. Bir an için bile ne kendine, ne de başkalarına dürüst olmadın, bunu yapamadın. Sahte, gerçek dışı ve rol yapan biri olmak zorunda kaldın; çünkü bu dünyada başarılı olmana yardımcı olacak şeyler bunlardı. Hakiki olmak sana yardım etmeyecek. Dürüstlük sana yardımcı olmayacak. Gerçeği söylemek sana yardım etmeyecek. Sahip oldukların, başarı, ün olmadan sen nesin? Bilmiyorsun. Sen isminsin, sen şöhretinsin, sen itibarın, sen gücünsün. Ama bunlar dışında sen kimsin? O yüzden bütün bu sahiplik, senin kimliğin oluyor. Sende varlığına ilişkin bir yanılsama yaratıyor. Ego budur. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Ego gizemli bir şey değildir; çok basit bir olgudur. Kim olduğunu bilmiyorsun ve kim olduğunu bilmeden yaşamak imkansızdır. Eğer ben kim olduğumu bilmiyorsam, o zaman burada ne arıyorum? O zaman yaptığım her şey anlamını yitiriyor. İlk ve en öncelikli şey, kim olduğumu bilmem. Belki ondan sonra, doğamı doyuracak bir şeyler yapar, tatmin olur, kendimi yuvamda hissederim. Ama eğer kim olduğumu bilmiyorsam ve birçok şey yapmaya devam ediyorsam, doğamın ulaşması gereken yere nasıl ulaşacağım, nasıl oraya yöneleceğim? Sağa sola koşturup duruyorum; ama "İşte vardım; aramakta olduğum yer burasıydı" diyebileceğim hiçbir yer olmaz. Sen kim olduğunu bilmiyorsun. O yüzden onun yerine geçecek sahte bir kimliğe ihtiyaç var. O sahte kimliği sana sahip oldukların veriyor. Bu dünyaya masum bir gözlemci olarak geliyorsun. Herkes aynı şekilde, aynı bilinç niteliğine sahip olarak geliyor. Ama yetişkinlerin dünyasıyla pazarlık yapmaya başlıyorsun. Sana verecek çok şeyleri var. Senin ise verecek tek bir şeyin var: kendi bütünlüğün ve öz saygın. Senin pek bir şeyin yok; tek bir şeyin var. Bunu istediğin şekilde adlandırabilirsin; masumiyet, zekâ, özgünlük. Sadece tek bir şeyin var. Bir çocuk doğal olarak etrafında gördüğü her şeyle çok ilgilenir. Sürekli onu, bunu, şunu ister; bu insan doğasının bir parçasıdır. Eğer küçük bir çocuğa bakarsan, yeni doğmuş bir bebek bile, elini sağa sola uzatmaya başlar, elleri hep bir şey bulmaya çalışır. Yolculuğuna başlamıştır. Bu yolculukta kendini kaybedecektir. Çünkü bu dünyada bedelini ödemeden hiçbir şey alamazsın. Ve zavallı çocuk, verdiği şeyin ne kadar değerli olduğunu anlayamaz. Kendi bütünlüğünü bir tarafa koyup, diğer tarafa bütün dünyayı koysan bile; bütünlük daha ağır basar, daha değerlidir. Çocuğun bunu bilme şansı yoktur. Sorun budur, çünkü sahip olduğu şey, zaten içindedir. Onu kanıksamıştır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Bunu daha iyi netleştirmek için bir hikâye anlatayım. Çok zengin bir adam, sonunda büyük bir iç sıkıntısına düşmüş, ki bu başarının doğal bir sonucudur. Hiçbir şey başarı kadar başarısız olamaz. Başarı, ancak eğer sen bir başarısızsan önemlidir. Bir kez başardığında, dünyanın, insanların, toplumun seni aldattığını artık bilirsin. Adamda her türlü zenginlik vardı; ama zihni huzurlu değildi. Bu huzuru aramaya başladı. Amerika'da olan da bu. Başka hiçbir yerde olmadığı kadar çok sayıda insan, Amerika'da zihinsel huzur arayışına girmiştir. Hindistan'da zihinsel huzur arayan tek bir kişiyle bile karşılaşmadım. Önce mide huzurunun icabına bakılması gerekir; zihinsel huzur çok uzaklardadır. Mideden bakılınca zihin milyonlarca kilometre uzaktadır. Ama Amerika'da herkes zihinsel huzur arayışında ve elbette sen böyle bir arayış içinde olunca, insanlar da onu sana vermek için hazırda bekler. Bu basit bir ekonomi yasasıdır: Talep olan her yerde arz bulunur. Aradığın şeyin gerçekten ihtiyaç duyduğun şey olup olmaması önemli değildir. İnsanlar arz edilen şeyin sana ne vereceği ile de ilgilenmez; aldatıcı reklam, propaganda ya da gerçekten kayda değer bir şey olabilir. Talebin olduğu yerde, arzın bulunacağı ilkesini bilen akıllı ve kurnaz insanlar, bir adım ileri gitmiştir. Artık "Talebin oluşmasını beklemeye gerek yok; talebi yaratabilirsin." diyorlar. Reklamın özünde bulunan şey budur: talep yaratmak. Reklamı okumadan önce, böyle bir talebin yoktu, böyle bir ihtiyacın olduğunu hissetmemiştin. Ancak, reklamı okuyunca, bir anda "Aman Tanrım, bunu nasıl kaçırmışım; ne kadar aptalım, böyle bir şey varolduğunu bile bilmiyordum!" hissine kapılırsın. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Biri, bir şeyi imal etmeye, üretmeye başlamadan önce, hatta yıllar önce - üç, dört yıl öncesinden - reklam yapmaya başlar. Ürün henüz piyasaya sürülmemiştir, çünkü önce talebin insanların zihnine ulaşması gerekir. Talep bir kez oluştuktan sonra, arzın sunumu da hazır olmuş olur. Bernard Shaw'un söylediğine göre, ilk kitabını bastırdığı zaman, tabii ki ortada kitapları için bir talep yoktu. Kimse George Bernard Shaw'i duymamıştı. Nasıl talep edebilirsin, "George Bernard Shaw'in kitabını istiyorum" diye nasıl isteyebilirsin ki? O yüzden o da ne yaptı, bütün gün dolaştı... Kitabını bastırdı, gerekli parayı tedarik edip, kendisi bastırdı. Ve sonra, bir kitapçıdan diğerine giderek, "George Bernard Shaw'un kitabı var mı" diye sormaya başladı. "George Bernard Shaw mu? Bu adı hiç duymadık" yanıtı alıyordu. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) "Çok garip. Bir kitapçı işletiyorsunuz ve böyle büyük bir yazarı hiç duymadınız mı? Yoksa çağın gerisinde mi kaldınız ne? İlk fırsatta mutlaka George Bernard Shaw kitabı alın." diyordu. Sadece tek bir kitap bastırmıştı, ama birkaç kitabın reklamını yapıyordu. Çünkü zaten kitapçıları dolaşıyorken, neden sadece tek bir kitabın reklamını yapasınız ki? Sonuçta tek bir kitap, bir insanı büyük yazar yapmaz. Kıyafet değiştirip; bazen şapka, bazen gözlük takıp tekrar giderdi. Ve insanlar George Bernard Shaw'in evini aramaya başladı. Bütün bu reklamı ve talep oluşturmayı kendisi yapmak zorunda kalmıştı. İlk kitabını böyle sattı. Sokaktaki insanlara soruyordu. "Duydunuz mu? Çünkü ben George Bernard Shaw adında bir yazarın yazdığı bir kitap hakkında çok şey duyuyorum. İnsanlar, harika, muhteşem olduğunu söylüyor. Siz duydunuz mu?" İnsanlar, "hayır, daha önce adını bile duymadık" diyordu. "Çok garip. Ben Londra'yı kültürlü bir toplum sanırdım" derdi. Sonra kütüphanelere, kitap kulüplerine ve talep yaratacağını düşündüğü her yere giderek, o talebi yarattı. Kitabı sattı - hala yapmakta olduğu şey de budur - ve sonunda çağının en büyük yazarlarından biri oldu. Talebi kendisi yaratmıştı. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Ama eğer başarılı olursan, kimsenin sende zihinsel huzur talebi yaratmaya ihtiyacı olmaz. Çünkü başarılı olurken, zaten o zihinsel huzurunu kaybediyorsun. Bu, doğal bir gidişattır. Başarı, içindeki bütün huzuru alıp götürür. Hayatta önemli olan her şeyi emip alır: huzur, sessizlik, coşku, sevgi. Her şeyi senden almaya başlar. Sonunda ellerin döküntüyle dolar ve asıl değerli olan her şey kaybolur. Ve birden, zihinsel huzura ihtiyaç duyduğunu fark edersin. Anında tedarikçiler ortaya çıkar; ne zihin, ne de huzur hakkında hiçbir şey bilmeyen tedarikçiler. Bir Yahudi haham olan Joshua Liebman'ın yazdığı, Zihinsel Huzur adında bir kitap okudum. Bütün kitabı bitirdim. Adam, ne huzuru biliyor, ne de zihnin ne olduğunu. Ama, adam bir işadamı. Zihinsel huzur hakkında hiçbir şey bilmeden, çok iyi bir iş başarmış. Kitabı, dünyanın en çok satan kitaplarından biri; çünkü zihinsel huzur arayan herkes, er ya da geç, Liebman'ın kitabıyla karşılaşacaktır. Çok güzel yazmış. Çok iyi bir yazar, çok kıvrak ve etkileyici. Seni etkileyecektir. Ancak, zihinsel huzur sana her zamanki kadar uzak olacaktır; hatta bu kitabı okuyarak, onu daha da uzaklaştırabilirsin. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Sonuçta, eğer bir adam huzurun ne olduğunu biliyorsa, zihnin ne olduğunu biliyorsa, Zihinsel Huzur adında bir kitap yazamaz. Çünkü bütün huzursuzluğun, bütün sıkıntının nedeni zihnin kendisidir. Huzur, zihin olmadığında vardır. O yüzden zihinsel huzur diye bir şey varolamaz. Eğer zihin oradaysa, huzur yoktur. Eğer huzur oradaysa, zihin yoktur. Ama, "Zihinsizliğin Huzuru" adında |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) bir kitap yazarsan, hiç kimse onu satın almaz. Bunu düşündüm; ama hiç kimse "Zihinsizliğin Huzuru" adında bir kitabı almaz. Bunu havsalaları almaz; ancak, gerçek olan tam da bu. Çocuk beraberinde getirdiği şeyin ne olduğunun farkında değildir. Bu zengin adam da aynı konumdaydı. Dünyanın bütün zenginliklerine sahipti, ama şimdi ise zihinsel huzur peşinde koşuyordu. Bir bilgeden diğerine gitmiş ve hepsi de harika tavsiyelerde bulunmuş ama tavsiye kimseye yardımcı olmaz. Sonuçta, sadece aptallar nasihat verir ve sadece aptallar nasihat alır. Bilge insanlar, nasihat vermekte gönülsüz davranır, çünkü bilge bir adam, bu dünyada bedava olarak verilen ve hiç kimsenin almadığı yegane şeyin nasihat olduğunu bilir. Öyleyse neden uğraşsın? Bilge bir adam, önce nasihati kabul etmen için seni hazırlar. O sana sadece nasihat vermez; senin hazırlanman da gerekir. Seni hazırlamak yıllar sürebilir; önce tarlayı süreceksin ve ancak ondan sonra tohumu ekebilirsin. Sadece bir aptal, taşların, kayaların üstüne tohum atarken, aslında onları ziyan ettiğini aklına getirmez. Bütün bu bilgeler ona nasihatte bulundu ama hiçbir şey yerine oturmadı. Sonunda, bir şey sormadığı adamın biri, kimsenin tanımadığı bir adam - hatta köyün aptalı olarak görülüyordu - bir gün yolda giderken onu durdurdu ve şöyle dedi: "Sen gereksiz yere vaktini harcıyorsun: Bu adamların hiçbiri bilge değil. Onları çok iyi tanıyorum; ama aptal olduğum için kimse bana inanmıyor. Belki sen de bana inanmayacaksın, ama tanıdığım bir bilge var. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Zihinsel huzur için kendine bu kadar işkence yaptığını görünce, sana doğru insanı göstersem iyi olur diye düşündüm. Sonuçta ben bir aptalım. Kimse benden nasihat istemez ve ben de kimseye vermem. Ama dayanamadım: Seni bu kadar üzgün ve mutsuz görünce sessizliği bozdum. Komşu köydeki şu adama git." Zengin adam hemen, içinde çok değerli elmaslar bulunan büyük bir torbayla, güzel atına binip gitti. Köye ulaştı ve adamı gördü. Bu adam, Sufilerin Nasrettin Hocasıydı. Hocaya sordu: "Zihinsel huzura ulaşmama yardımcı olabilir misin?" Hoca yanıtladı: "Yardım mı? Onu sana verebilirim." Zengin adam düşünmüş. "Çok garip, önce o aptal tavsiye etti ve ben de çaresizliğim yüzünden, denemekten bir zarar gelmez dedim ve buraya geldim. Bu adam daha büyük bir aptala benziyor. 'Onu sana verebilirim' diyor." Zengin adam konuşmuş: "Bana verebilir misin? Her türlü bilgeye gittim hepsi nasihat verdi; şunu yap, bunu yap, disiplinli yaşa, bağış yap, yoksullara yardım et, hastane aç, şunu yap, bunu yap. Bütün bunları söylediler ve aslına bakarsan ben de hepsini yaptım, ama hiçbiri işe yaramadı. Hatta daha da çok bela çıktı başıma. Şimdi sen onu vereceğini mi söylüyorsun?" Hoca cevap vermiş: "Bu iş çok kolay. Şimdi attan in." Zengin adam atından inmiş. Torbasını elinde tutuyormuş ve hoca sormuş: "Neden o torbayı kalbine bu kadar yakın tutuyorsun?" "Bunlar çok değerli elmaslar. Eğer bana huzur verebilirsen, sana bu torbayı vereceğim." Ama adam daha ne olduğunu bile anlamadan, hoca torbayı kapmış ve koşmaya başlamış. Bir an için şok geçiren zengin adam, ne yapacağını bile anlamamış. Sonra hocanın peşine düşmüş. Ama burası hocanın köyüydü; her sokağı, her kestirmeyi biliyordu ve koşuyordu. Zengin adam, hayatı boyunca hiç koşmamıştı ve çok şişmandı... Ağlıyor, hızla nefes alıp veriyor ve gözlerinden yaşlar süzülüyordu. "Dolandırıldım! Bu adam hayatım boyunca biriktirdiğim bütün emeğimi, her şeyimi aldı" diye bağırıyordu. Böyle olunca da bir kalabalık toplanmıştı ve hepsi gülüyordu. Zengin adam, "Hepiniz aptal mısınız, bu köy aptallarla mı dolu; ben mahvoldum ve sizler hırsızı yakalamaya çalışmak yerine gülüyorsunuz" demiş. Kalabalıktan sesler yükselmiş: "O bir hırsız değil, çok bilge bir adamdır." Zengin adam, "Köyümdeki o aptal kaldırılacak bu belayı başıma sardı!" diye söylenmiş. Ama bir şekilde, koşarak, terler akıtarak hocayı takip etmiş. Hoca, adamın atının hala durmakta olduğu ağacın altına gelmiş. Elinde torbayla ağacın gölgesine oturmuş ve zengin adam da ağlayarak gelmiş. Hoca "Şu torbayı al" demiş. Zengin adam torbayı alıp göğsüne bastırmış. Hoca sormuş: "Şimdi nasılsın? Bir parça huzur hissediyor musun?" Zengin adam yanıtlamış: "Evet, çok huzurlu geliyor. Çok garip bir adamsın ve garip yöntemlerin var." Hoca yanıtlamış: "Hiçbir gariplik yok; basit bir matematik. Sahip olduğun şeyi kanıksamaya başlıyorsun. Sana, onu kaybetme ihtimalinin gösterilmesi lazım; ancak o zaman ne kaybettiğinin farkına varıyorsun. Yeni hiçbir şey kazanmadın. Bu, huzursuz bir şekilde taşıdığın torbanın kendisi. Şimdi aynı torbayı kalbine bastırıyorsun ve herkes, ne kadar mutlu ve huzurlu olduğunu görüyor: mükemmel bir bilge! Evine git ve kimseyi rahatsız etme." |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Çocuğun sorunu da bu. O, masumiyetle doğduğu için, o masumiyeti vererek her şeyi satın almaya hazır. Herhangi bir çöpü alıp, karşılığında cesaretini vermeye hazır. Sadece oyuncak almaya hazır, bu dünyada zaten oyuncaktan başka ne var? Ve saflığını kaybediyor. Ancak bütün bu oyuncaklara sahip olduğu zaman, onlardan bir keyif almadığını hisseder ve anlar: Hiçbir şey elde edemez, hiçbir tatmin göremez. İşte o zaman, neyi kaybettiğinin farkına varır, ve onu kendisi yapmıştır. Daha iyi bir dünyada, tüm aileler çocuklarından öğrenecek. Onlara bir şey öğretmek için ne kadar telaşlısın! Kimse onlardan bir şey öğrenmiyor gibi, ve onların öğreteceği aslında o kadar çok şey var ki! Senin ise onlara öğretecek hiçbir şeyin yok. Sırf daha büyük ve güçlüsün diye, kim olduğunu, iç dünyanda hangi mertebeye ulaştığını düşünmeden, onu kendine benzetmeye başlarsın. Sen sefalet içinde yaşıyorsun ve aynı şeyi çocuğun için de mi istiyorsun? |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Ancak kimse düşünmüyor. Aksi halde insanlar, küçük çocuklardan ders almaya çalışırdı. Çocuklar, diğer dünyadan çok şey getirir çünkü o kadar yeni gelmişlerdir ki. Onlar hâlâ rahmin sessizliğini taşır, varoluşun sessizliğini taşır. HİÇBİR ZAMAN AKLINDAN ÇIKARTMA: BİLİNMEYENE GÜVEN. Bilinen zihindir; bilinmeyen zihin olamaz. Başka bir şey olabilir, ama zihin olamaz. Zihin hakkında kesin olan tek şey vardır: Zihin, biriktirilmiş bilinendir. O yüzden, örneğin, eğer yolda bir kavşağa gelirsen zihin sana, "Bu yoldan git, burası tanıdık" der; zihin işte budur. Eğer varlığını dinlersen, o tanınmadık yoldan gitmek ister: bilinmeyene. Varlık, her zaman maceraperesttir. Zihin, her zaman çok muhafazakar, çok doğrucudur. O hep izleri takip etmek, daha önce tekrar tekrar gitmiş olduğu yoldan gitmek ister: En az direncin olduğu yoldur. O yüzden her zaman bilinmeyeni dinle. Ve cesaretini toplayıp, bilinmeyene adım at. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Kaderinle gelişmek büyük cesaret ister, korkusuzluk ister. Korku dolu insanlar, bilinenin ötesine adım atamaz. Bilinen, bir çeşit rahatlık ve güvenlik verir; çünkü biliniyordur. İnsan neyle karşılaşacağının farkındadır; insan ne yapacağını bilir. İnsan neredeyse uyurken bile gerekeni yapar. Uyanık olmaya ihtiyaç yoktur; bilinenin verdiği rahatlık budur. Bilinenin sınırını aştığın anda içinde bir korku yükselir; çünkü artık cahilsin, ne yapman gerektiğini ya da neyi yapamayacağını bilmiyorsun. Artık kendinden o kadar emin olamazsın; şimdi hatalar olabilir, yanlış yola sapabilirsin. Bu korku yüzünden insanlar bilinene tutunur ve insan bilenene bir kez tutunduğu zaman o artık ölüdür. Hayat, ancak tehlikeli yaşanır; onu yaşamanın başka bir yolu yoktur. Ancak tehlike sayesinde hayat olgunlaşmayı ve gelişmeyi sağlar. İnsanın maceraperest olması gerekir; her zaman bilinmeyen için bilineni riske atmaya hazır olmalıdır. Ve insan, özgürlüğün ve korkusuzluğun tadını alınca, asla pişmanlık duymaz; çünkü artık en üst düzeyde yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiştir.çünkü artık en üst düzeyde yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiştir. İnsan ondan sonra yaşamının meşalesini her iki uçtan yakmanın ne anlama geldiğini bilir. Ve o yoğunluğu tek bir an hissetmek bile, sonsuza dek sıradan yaşamaktan çok daha tatmin edicidir. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) YENİ KAPIYI ÇALDIĞINDA... KAPIYI AÇ! Yeni olan yabancıdır. Dost olabilir, düşman olabilir. Kim bilir? Bunu bilmenin bir olanağı yok! Bilmenin tek yolu, ona izin vermektir; tedirginlik ve korku o yüzden yaşanır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Yeni olan, senin içinde doğmaz; o, öteden gelir. O senin bir parçan değildir. Bütün geçmişin tehlikededir. Yeni olanın seninle bir sürekliliği yoktur; o yüzden korkarsın. Sen tek boyutlu yaşadın, tek boyutlu bir şekilde düşündün, inançların üzerine rahat bir hayat kurdun. Sonra yeni bir şey kapını çaldı. Şimdi bütün geçmiş alışkanlıkların huzursuz olacak. Eğer yeninin girmesine izin verirsen, bir daha asla aynı olmayacaksın. Yeni olan seni dönüştürecek. Bu risklidir. İnsan yeniyle nereye varacağını bilemez. Eski olan bildiktir, tanıdıktır. Uzun zamandır onunla yaşıyorsun; ona alıştın. Yeni olan yabancıdır. Dost ta olabilir, düşman da olabilir, kim bilir? Bunu bilmenin bir olanağı yok. Bilmenin tek yolu, ona izin vermektir. Tedirginlik ve korku o yüzden yaşanır. Ama onu dışlayamazsın; çünkü eski olan sana henüz aradığını vermemiştir; eski sana birçok söz vermiş, ama sözlerini yerine getirmemiştir. Eski tanıdıktır; ama perişan haldedir. Yeni, belki rahat bozacaktır; ama bir ihtimali barındırır. Sana ebedi mutluluğu getirebilir. O yüzden onu ne reddedebilirsin ne de kabul edebilirsin; o yüzden yalpalarsın, titrersin. Varlığında büyük bir endişe doğar. Bu doğaldır; yanlış bir şey yoktur. Bu her zaman böyle olmuştur ve her zaman böyle olacaktır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Yeninin görünümünü anlamaya çalış. Dünyadaki herkes yeni olmak ister; çünkü hiç kimse eskiden tatmin olmamıştır. Kimse eskiyle tatmin olamaz, çünkü ne olursa olsun, onu biliyorsun. Bir kez bilindi mi, tekrar haline geldi demektir; bir kere bilindi mi, sıkıcı, monoton hale gelmiştir. Ondan kurtulmak istersin. Keşfetmek, macera yaşamak istersin. Yeni olmak istersin. Ama buna rağmen, yeni gelip kapıyı çaldığında, geriye kaçar, eskide saklanırsın, ikilem budur. Nasıl yeni olacağız? Ve herkes yeni olmak istiyor! Bunun için cesarete ihtiyaç vardır ve sıradan cesarete değil; olağanüstü cesarete ihtiyaç vardır. Dünya korkaklarla doludur ve o yüzden de insanlar gelişmeyi durdurdu. Eğer bir korkaksan nasıl gelişirsin? Her yeni fırsatta, gözlerini kapatıyor, geri çekiliyorsun. Nasıl gelişirsin? Nasıl varolabilirsin? Sadece "mış" gibi yaparsın. Gelişemediğin için de, onun yerine uydurma gelişimler bulmak zorunda kalırsın. Sen gelişemezsin, ama banka hesabın büyüyebilir, bu gerçek olanın yerine sahte bir şey koymaktır. Bunun için cesarete ihtiyaç yoktur, o korkaklığınla mükemmel bir uyum içindedir. Banka hesabın büyür ve sen geliştiğini sanırsın. Daha saygın olursun. Adın ve ünvanın gelişir, ve sen de geliştiğini sanırsın; sen sadece kendini kandırıyorsun. Sen ismin de değilsin, ünvanın da. Banka hesabın senin varlığın değil. Ama varlığını düşünmeye başlayınca titrersin, çünkü, eğer o konuda gelişmek istiyorsan bütün korkaklığını bırakmalısın. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Nasıl yeni oluruz? Kendiliğimizden yeni olmayız. Yenilik öteden gelir, Tanrı'dan gelir. Yenilik varoluştan gelir. Zihin her zaman eskidir. Zihin asla yeni değildir; o, biriktirilmiş geçmiştir. Yenilik öteden gelir; Tanrının bir hediyesidir. O, öteden gelir ve öteye aittir. Bilinmeyen ve bilinemeyen, yani ötesi içine girer. Senin içine girer çünkü sen asla mühürlenmiş ve ayrı kalmış değilsin. Sen bir ada değilsin. Sen öteyi unutmuş olabilirsin ama o seni unutmamıştır. Çocuk, anneyi unutmuş olabilir; ama anne çocuğu unutmaz. Parça, "ben ayrıyım" diye düşünmeye başlayabilir; ama bütün, senin ayrı olmadığını bilir. Bütün, senin içindedir; o hâlâ seninle temas halindedir. O yüzden sen hoş karşılamasan da, yenilik sürekli karşına çıkar. Her sabah gelir, her akşam gelir. Bin bir ayrı yoldan gelir. Eğer görecek gözlerin varsa, onun sürekli geldiğini göreceksin. Varoluş, sürekli üzerine yağar ama sen geçmişinin içinde hapsolmuşsun. Sanki bir mezar içindesin. Duyarsız olmuşsun, korkaklığın yüzünden bütün duyarlılığını yitirmişsin. Duyarlı olmak demek, yeni hissedilecek demektir. Yeninin heyecanı, yeninin tutkusu; ve macera ortaya çıkar; ve nereye gittiğini bilmeden, bilinmeyene doğru adım atarsın. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Zihin bunun delilik olduğunu düşünür. Zihin, geçmişi bırakmanın makul olmadığını düşünür. Ama Tanrı, her zaman yeni olandır. O yüzden Tanrı için geçmiş ya da gelecek zamanı kullanamayız. "Tanrı vardı" diyemeyiz, "Tanrı varolacak" diyemeyiz. Sadece şimdiki zamanı kullanabiliriz. "Tanrı var." O her zaman taze ve bakir. Ve o, senin içinde. Unutma, hayatına gelen her yenilik, Tanrı'nın bir mesajıdır. Eğer onu kabul edersen dindarsın; eğer reddedersen dindar değilsin. İnsanın biraz daha rahatlayıp, yeniyi kabul etmesi gerekir; biraz daha açık olup, yeninin girmesine izin vermesi gerekir. Tanrı'nın içine girmesi için O'na yol ver. Dua ya da meditasyonun bütün anlamı budur: Sen kendini açıyor ve "İçeri gir" diyorsun. "Hep seni bekliyordum ve geldiğin için sana minnettarım." Yeniyi her zaman büyük bir coşkuyla kabul et. Bazen yeni seni sıkıntıya soksa bile, yine de buna değer. Yeni seni bir çukura doğru yöneltse bile, yine de buna değer. Çünkü insan ancak hata yaparak öğrenir ve ancak zorlukları aşarak gelişir. Yeni her zaman zorluk getirecektir. Sen o yüzden eskiyi seçiyorsun; o, hiçbir zorluk getirmez. O, bir avuntudur, o, bir sığınaktır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Ve sadece derinden ve bütün olarak kabullenilmiş yenilik seni dönüştürebilir. Sen yeniyi hayatına sokamazsın; o gelir. Sen onu ya kabul edebilir, ya da reddedebilirsin. Eğer reddedersen, taş olarak, kapalı ve ölü olarak kalırsın. Eğer onu kabul edersen, bir çiçeğe dönüşürsün; ve açmaya başlarsın... ve kutlama bu açmanın kendisidir. Sadece yeninin gelişi seni dönüştürebilir; dönüşmenin başka hiçbir yolu yoktur. Ve unutma, bunun seninle ve çabalarınla bir ilgisi yoktur. Ancak, hiçbir şey yapmamak, eylemi bırakmak demek değildir; geçmişten bir arzu, dürtü ya da yönlendirme olmadan hareket etmek demektir. Yeni arayışı sıradan bir arayış olamaz, çünkü yeniliğin peşindesin; onu nasıl arayabilirsin? Onu tanımıyorsun, onunla hiç karşılaşmadın. Yeniyi aramak, sadece ucu açık bir keşif olacaktır. İnsan bilmiyor. İnsan bilmeme haliyle başlamak zorundadır ve çocuk gibi masum bir şekilde, olasılıkların heyecanını hissederek hareket etmeli... Ve sonsuz sayıda olasılık vardır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Yeniyi yaratmak için hiçbir şey yapamazsın; çünkü ne yaparsan yap, o eskinin olacaktır, geçmişe ait olacaktır. Ama bu, eyleme son vermek anlamına gelmez: Geçmişinin güdülerini, arzularını ve yönlendirmelerini bırakarak hareket etmektir. Geçmişten herhangi bir güdü, arzu ya da yönlendirme almadan hareket et; ve meditasyon halinde hareket etmek budur. Anlık hareket et. Bırak yaşanan an karar verici olsun. Kendi kararını empoze etme; çünkü o karar geçmişten gelecektir ve yeniyi yok edecektir. Bir çocuk gibi, yaşadığın an içinde hareket et. Kendini bütünüyle o anın coşkusuna bırak; ve o zaman, her gün yeni açılımlar, yeni ışıklar, yeni kavrayışlar bulacaksın. Ve o yeni kavrayışlar seni değiştirmeye devam edecek. Bir gün, aniden, her anının yeni olduğunu göreceksin. Artık eski etrafında dolanmaz, bir bulut gibi çevrende dolanıp durmaz. Bir çiğ damlası gibi genç ve taze olursun. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Dirilişin gerçek anlamı budur. Eğer bunu anlarsan, hafızandan özgürleşirsin, psikolojik olan hafızandan. Hafıza, ölüdür. Hafıza gerçek değildir ve asla olamaz, çünkü gerçek her zaman canlıdır; gerçek, hayattır. Hafıza, artık varolmayan bir şeyde ısrar etmektir; hayaletler dünyasında yaşamaktır. Ama o bizi kapsar, bizim zindanımızdır. Aslında o biziz. Hafıza düğümü atar ve "ben" denen ego karmaşasını yaratır. Ve suni olan bu "ben" adındaki varlık, doğal olarak sürekli ölümden çok korkar. O yüzden sen de yeniden korkarsın. Aslında korkan bu "BEN" dir; gerçek sen değil. Varlığın korkusu yoktur, ama egoda korku vardır; çünkü ego ölmekten çok çok korkar. O, sunidir, keyfidir, montajlanmıştır; her an dağılabilir. Ve yeni geldiği zaman, korku oradadır. Ego korkar: dağılabilir. Bir şekilde, kendini bir arada, tek parça halinde tutabilmektedir ve şimdi yeni bir şey geliyor; bu tahrip edici bir şeydir. O yüzden yeniyi coşkuyla kabul etmiyorsun. Ego, kendi ölümünü coşkuyla kabullenemez. Kendi ölümünü nasıl coşkuyla kabullensin? Ego olmadığını anlayıncaya kadar, yeniyi kabul etmen mümkün olamaz. Egonun sadece geçmiş hafızan olduğunu ve başka bir şey olmadığını gördüğün zaman; hafızadan ibaret olmadığını görürsün. Hafıza aynen bir biyolojik bilgisayar gibidir: O bir makinedir, kullanışlıdır ama bir mekanizmadır. Ama sen bunun ötesinde bir şeysin. Sen, bilinçsin, hafıza değil. Hafıza, bilinçliliğin içindeki bir katkı maddesidir; sen ise bu bilinçliliğin ta kendisisin. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Örneğin, yolda yürürken birini görüyorsun. Yüzü hatırlıyorsun ama ismi aklına gelmiyor. Eğer sen hafıza olsan, ismi hatırlaman gerekirdi. Ama sen, "Yüzü tanıyorum ama ismini hatırlayamadım." diyorsun. Sonra hafızanı çalıştırıyorsun, hafızanın içine girip, sağına soluna bakıyorsun, ve birden, bir isim kıpırdıyor ve sen, "Evet, işte ismi bu." diyorsun. Hafıza, senin kayıtlarındır. Sen o kayıtlara bakan kişisin; kayıtların kendisi değil. Pek çok kere bu başına gelir; eğer bir şeyi hatırlamak konusunda fazla gerilirsen, onu hatırlaman zorlaşır. O gerginlik yüzünden, varlığının üstündeki o baskı yüzünden, hafıza, içindeki bilgiyi sana göstermiyor. Birinin adını hatırlamaya çalışıyorsun da çalışıyorsun, ama her ne kadar dilinin ucunda olduğunu söylesen de gelmiyor. Bildiğini biliyorsun, ama yine de isim ortaya çıkmıyor. Şimdi bu çok garip. Eğer sen hafızaysan, o zaman seni engelleyen kim; neden hatırlamıyorsun? Peki, "Biliyorum ama dilimin ucunda söyleyemiyorum." diyen de kim? Sonra çabalıyorsun, ne kadar çok çabalarsan o kadar zorlaşıyor. Sonra, artık çabalamaktan sıkılıyor ve bahçede yürüyüşe çıkıyorsun, ve birden, bir gül ağacına bakarken, hatırlıyorsun; yüzeye çıktı. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Yeni, Tanrı'dan gelen bir habercidir. Yeni, Tanrı'dan gelen bir müjdedir; ilahi bir mesajdır! Yeniyi dinle, yeniyle birlikte hareket et. Korktuğunu biliyorum; korkuya rağmen, yeniyle birlikte hareket et. Hayatın giderek daha da çok zenginleşecek, ve bir gün, içinde hapsedilmiş olan ihtişamı ortaya çıkartabileceksin. Sırf cesaret eksikliği yüzünden sürekli HAYATTA BİR ÇOK ŞEYİ KAÇIRIYORUZ. Aslında başarmak için hiçbir çabaya gerek yok; cesaret yeter. Ve o zaman, senin kovalaman yerine, her şey sana gelmeye başlar; en azından iç dünyada bu böyledir. Ve bence, mutlu olmak en büyük cesarettir. Mutsuz olmak, çok korkakçadır. Aslında mutsuz olmak için hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Her korkak başarabilir; her aptal bunu yapabilir. Herkes mutsuz olma kapasitesine sahiptir; ama mutlu olmak için büyük bir cesaret gerekir. Bu, çok daha zorlu bir görevdir. Normalde böyle düşünmüyoruz. "Mutlu olmak için ne gerekir? Herkes mutlu olmak ister." diye düşünürüz. Bu, kesinlikle yanlıştır. Herkes bunu söylemesine rağmen, mutlu olmayı isteyen insana çok ender rastlanır. Çok az insan mutlu olmaya hazırdır... İnsanlar mutsuzluğa o kadar çok yatırım yapmıştır ki, mutsuz olmaya bayılırlar; aslında onlar mutsuz olmaktan mutludur. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Anlaşılması gereken çok şey var. Aksi halde mutsuzluğun boyundurluğundan kurtulmak çok zor olur. İlk olarak, kimse seni orada tutmuyor, mutsuzluk zindanında kalmaya devam etmeye sadece sen karar verdin; kimse kimseyi tutmaz. Oradan çıkmaya hazır olan kişi, hemen şu anda oradan çıkabilir; başka kimse sorumlu değildir. Eğer biri mutsuzsa, sorumlusu kendisidir. Ama mutsuz insan, asla sorumluluğu kabul etmez. Mutsuz kalabilme yolu budur. "Beni bir başkası mutsuz ediyor." der. Eğer seni bir başkası mutsuz ediyorsa, doğaldır ki, hiçbir şey yapamazsın. Ama eğer sen kendini mutsuz ediyorsan, bir şey yapılabilir, hemen bir şey yapılabilir. O zaman, mutsuz olmak ya da olmamak tamamen senin elindedir. İnsanlar sorumluluğu sürekli başkasına atar. Bazen karısına, bazen kocasına, bazen aileye, bazen koşullara, çocukluğa, anneye, babaya, bazen topluma, tarihe, kadere, Tanrıya; ama her zaman bir başka şeye atarlar. İsimler farklıdır ama hep aynı numara. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Bir insan bütün sorumluluğu kabullendiği zaman, gerçek bir insan olur... Kişi her ne ise sorumlusu odur. İlk cesaret, en büyük cesaret budur. Bunu kabullenmek çok zordur; çünkü zihin sürekli, "Eğer sorumlusu sensen, neden yaratıyorsun?" diye sorar. Bundan kaçınmak için, hep başkasını sorumlu tutarız. Ne yapabilirim? Ben çaresizim, ben kurbanım, benden çok daha üstün güçler tarafından, sağa sola fırlatılıyorum. Ve yapacak hiçbir şeyim yok. O yüzden yapabileceğim tek şey, mutsuzluğum yüzünden ağlamak; ve ağladıkça daha fazla mutsuz olmaktır." Ve her şey gelişir. Ne kadar uygulama yaparsan, o kadar gelişir. O yüzden giderek daha derine iner, daha derine gömülürsün. Hiç kimse, hiçbir başka güç sana bir şey yapmıyor. Sensin; ve sadece sensin! Karma felsefesinin özü budur: Her şeyi sen yapıyorsun. "Karma", yapmak demektir. Onu sen yaptın, ve onu çözebilecek olan da sensin. Bunun için beklemeye, ertelemeye gerek yoktur. Zamana ihtiyaç yok; istediğin an zıplayıp dışına çıkabilirsin. Ama, bu bizim alışkanlığımız olmuştur. Eğer mutsuz olmayı bırakırsak, kendimizi çok yalnız hissederiz, en yakın dostumuzu kaybederiz. O bizim gölgemiz olmuştur, her yerde bizi izler. Yanında kimse olmadığı zaman bile, en azından mutsuzluğun vardır. İnsan onunla evlenmiştir ve bu çok çok uzun bir evliliktir; birçok yaşam boyunca mutsuzluğunla evli kalmışsındır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) SEVME CESARETİ Korku, sevgi eksikliğinden başka bir şey değildir. Bir şeyi sevgiyle yap, korkuyu unut. Eğer iyi seversen, korku kaybolur. Eğer derinden seversen, korku oluşmaz. Korku, bir olumsuzlamadır; bir yokluktur. Bunu çok çok derinden anlamak gerekir. Eğer bunu kavrayamazsan, korkunun doğasını asla anlayamazsın. Korku, karanlık gibidir. Karanlık yoktur, sadece varmış gibi görünür. Aslında sadece ışığın yokluğudur. Işık vardır. Işığı çıkart; karanlık oradadır. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Karanlık diye bir şey yoktur, karanlığı ortadan kaldıramazsın. Ne istersen yap ama, karanlığı yok edemezsin. Onu getiremezsin, onu atamazsın. Eğer karanlıkla bir şey yapmak istiyorsan, ışıkla bir şey yapmak zorunda kalacaksın; çünkü, ancak varolan bir şey ile ilişki kurulabilir. Işığı kapatırsın, karanlık olur; ışığı yakarsın, karanlık kaybolur. Ama sen ışıkla bir şeyler yapıyorsun; karanlıkla hiçbir şey yapamazsın. Korku, karanlıktır; sevgi yokluğudur. Korkuya ilişkin olarak hiçbir şey yapamazsın. Ve ne kadar yapmaya çalışırsan, o kadar çok korkacaksın; çünkü giderek bunun mümkün olmadığını daha fazla hissedeceksin. Sorun giderek daha karmaşık hale gelecek. Eğer karanlıkla savaşırsan, yenilgiye uğrayacaksın. Bir kılıç alıp karanlığı öldürmeye çalışabilirsin; sadece yorgunluktan tükeneceksin. Ve sonunda zihin, "Karanlık o kadar güçlü ki, onu yenmem mümkün değil." diye düşünmeye başlayacak. Mantığın hatalı olduğu yer burasıdır. Bu tamamen mantıklıdır; eğer karanlıkla savaşıyorsan, ve onu yok edemediysen, onu yenemediysen, "Karanlık çok güçlü; onun karşısında çaresizim." yargısına varmak, tamamen mantıklıdır. Ancak, gerçek bunun tam tersidir: Çaresiz olan sen değilsin, karanlığın kendisi. Aslında karanlık orada değil; o yüzden onu yenemedin. Olmayan bir şeyi nasıl yenebilirsin? |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Korkuyla savaşma. Aksi taktirde, çok daha fazla korkmaya başlarsın ve yeni bir korku varlığına girer: Çok tehlikeli bir şey olan korku korkusu. İlk olarak, korku bir yokluktur. Bu durumda korkudan korkmak, yokluğun yokluğundan korkmak demektir; o zaman delirmeye başlarsın. Korku, sevginin yokluğundan başka bir şey değildir. Sevgiyle bir şey yap, korkuyu unut gitsin. Eğer iyi seversen, korku kaybolur. Eğer derinden seversen, korku bulunmaz. Birine, tek bir an için bile olsa gerçekten aşık olduğun zaman, ortada korku var mıydı? İki insanın birbirini, tek bir an için bile olsa, derinden sevdiği bir ilişkide; bir araya geldiklerinde, birbirleriyle tam uyum içinde oldukları o anda, hiçbir zaman korku ortaya çıkmamıştır. Sanki ışık yakılmıştır ve karanlık ortada yoktur. Gizli anahtar budur: Daha fazla sev. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Eğer varlığında korku hissediyorsan, daha fazla sev. Sevgide cesur ol, cesaretini topla. Sevgide maceracı ol; daha fazla sev ve koşulsuzca sev, çünkü ne kadar çok seversen, korku o kadar azalır. Ve sevgi dediğim zaman, sevginin dört katmanının hepsini kastediyorum. Seksten, samadhi'ye kadar. Derinden sev. Eğer cinsel bir ilişkide derinden seversen, bedenden çok büyük bir korku kaybolacaktır. Eğer bedenin korkuyla titriyorsa, bu seks korkusudur; derin bir cinsel ilişki yaşamamışsındır. Bedenin titrer, bedenin rahat ve yuvasında değildir. Derinden sev; bir cinsel orgazm, bedendeki bütün korkuları dağıtacaktır. Tüm korkuyu dağıtır dediğim zaman, bir yiğit olacağını söylemiyorum; çünkü yiğitler, aslında sadece amuda kalkmış korkaklardır. Korku kaybolacak dediğim zaman, korkaklık ve yiğitlik olmayacak demek istiyorum. Bunlar, korkunun iki yüzüdür. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Yiğit dediğin insanlara bir bak. Aslında onların içlerinden korktuklarını göreceksin; onlar sadece bir zırha bürünmüşlerdir. Yiğitlik, korkusuzluk değildir; iyi korunmuş, iyi saklanmış, zırhın arkasına gizlenmiş korkudur. Korku kaybolunca korkusuz olursun. Korkusuz insan, ne kimsede bir korku yaratır, ne de bir başkasının kendinde korku yaratmasına izin verir. Derin cinsel orgazm bedene, yuvada olma hissi verir. Bedende çok çok derin bir sağlık gerçekleşir çünkü beden bütün olduğunu hisseder. Sonra, ikinci adım sevgidir. İnsanları sev, koşulsuz sev. Eğer zihninde bazı koşullar varsa asla sevemezsin, o koşullar engeller halini alır. Sevgi senin için o kadar yararlı ki, neden koşullarla uğraşasın? O kadar faydalı, o kadar derin bir sağlıklı olma hali ki; koşulsuz sev, karşılığında hiçbir şey isteme. Şayet insanları severek korkusuzluğunun büyüyeceğini kavrayabilirsen, sırf bunun keyfi için seveceksin. |
Cevap: HEP BİRLİKTE okuyoruz, sorguluyoruz, değişiyoruz (OSHO yardımlı) Normalde insanlar sadece koşulları yerine getirildiği zaman sever. "Şu şekilde olmalısın, ancak o zaman seni severim." derler. Bir anne çocuğuna, "Eğer yaramazlık yapmazsan seni seveceğim." der. Bir eş kocasına, "Ancak böyle davranırsan seni sevebilirim." der. Herkes koşullar yaratır; sevgi kaybolur. Sevgi, sınırsız bir gökyüzüdür! Onu koşullu, kısıtlı, dar alanların içine sıkıştıramazsın. Eğer evini havalandırdıktan sonra, her tarafını kapatırsan; bütün kapıları, pencereleri kapatırsan, o taze hava bir süre sonra bayatlar. Ne zaman sevgi oluşursa, o özgürlüğün bir parçasıdır. Ama o taze havayı evine getirdikten sonra, her şey bayatlayıp kirleniyor. |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:44 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.