Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri

Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri (http://www.hayatimdegisti.com/forum/index.php)
-   Geliştiren Yazılar (http://www.hayatimdegisti.com/forum/gelistiren-yazilar/)
-   -   Küçük Şeyler'den Alıntılar (http://www.hayatimdegisti.com/forum/gelistiren-yazilar/620470-kucuk-seylerden-alintilar.html)

Işıldayan Safir 16-01-2012 12:56 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://lysiarose.l.y.pic.centerblog.net/30ea4799.jpg

Az İltifat, Az Marifet, Övgüden Kaçınma, Eleştiriye Rağbet

Çevremize iki tür eleştiri yöneltebiliriz: Olumlu eleştiri, olumsuz eleştiri.

Şimdi lütfen bir düşünür müsünüz? Evinizde, işyerinizde, okulunuzda... çevrenizdeki insanlara, daha çok olumlu eleştiri mi yöneltiyorsunuz, yoksa olumsuz eleştiri mi?

Galiba çoğunluğumuz olumsuz eleştirileri daha fazla yöneltiyoruz.

Her yaşta çevreden gelen mesajlara/geribildirimlere ihtiyacımız vardır. Bu mesajlar olumlu veya olumsuz olabilir. Hepsi davranışlarımıza yön verir; toplumda, doğada yapılması ve yapılmaması gerekenler konusunda bu mesajları ölçüt alırız. Kısacası çevremizden gelen olumlu mesajlar da olumsuz mesajlar da işe yarar, bizi geliştirir.

Ancak olumlu mesajların bir işlevi daha vardır: Olumlu mesajlar, olumlu eleştiriler bizi geliştirmenin yanı sıra mutlu eder, yüreklendirir, motivasyonumuzu artırır. Olumlu eleştiriler bizde marifet geliştirir.

Olumlu eleştirilerin az olması, insanların marifet/beceri geliştirmelerini zorlaştırır. Çünkü ceza/eleştiri, daha çok, belirli bir davranışı yapmamayı öğretir. (Üstelik ceza, mevcut olduğunda etkilidir; ceza ortadan kalktığında, bastırdığı davranışın görülme ihtimali artar.)


Işıldayan Safir 16-01-2012 12:59 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Ceza/eleştiri, bir davranışı yapmamayı öğretebilir. Ancak karmaşık bir davranışı, hele hele bir bakış tarzını ceza ile öğretmek mümkün değildir. Örnek:

Labirente koyduğunuz bir fareye, elektrik şoku vererek bir pedala dokunmamayı öğretebilirsiniz. (Pedala dokunduğunda birkaç defa şok verirseniz kısa sürede dokunmamayı öğrenir. Burada korku koşullaması yoluyla fobi oluşturulması söz konusudur; pedal karşısında kaçma ve kaçınma sergileyen farede pedal fobisi yerleşir.) Ancak aynı fareye, labirentten çıkış yolunu şok vererek öğretmek, son derece zordur. Fareye çıkışı öğretmek istiyorsak, hedefe yönelik doğru davranışlarını ödüllendirmek/pekiştirmek (bu amaçla daha çok şekerli su verilir), bir anlamda fareye iltifat etmek gerekir.

Bir başka örnek: Bir insana ufak şoklar vererek, bağırıp çağırarak, belirli bir araca dokunmamayı öğretebilirsiniz. Ama aynı insana şok vererek veya bağırarak, matematiği, dürüst olmayı veya mutlu olmayı öğretemezsiniz. Bunları öğretebilmek için o kişiye geribildirimler vermelisiniz, iltifat etmelisiniz, gerektiğinde davranışlarınızla model olmalısınız.

Marifet iltifata tâbidir; ceza faydasız, övgü keyif halidir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 01:02 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://lysiarose.l.y.pic.centerblog.net/30ea4799.jpg

Öğrenme, keyifle olmalıdır;
öğrenme sırasında, kişinin iç ve dış ortamı rahat olmalıdır.

Bir gün Ankara'da Milli Eğitim Şûra Salonu'nda bir öğretmen grubuna konferans veriyordum. Bir ara, çevremize olumlu eleştirileri az, olumsuzları daha fazla yönelttiğimizden söz ettim ve o an aklıma gelen şu soruyu sordum: "Değerli öğretmenlerim, eminim, sınıfta 'aferin'i etkili bir araç olarak kullanıyorsunuz. Peki, sınıfta kullandığınız aferinlerin, övgülerin yüzde kaçını evde eşinize yöneltiyorsunuz?" Çoğunluk gülümsedi, evde pek fazla aferin vermediklerini söylediler. Bir başka gün bir grup -çoğunluğu erkek- banka müdürüyle konuşuyordum, benzerini onlara sordum. Şöyle dedim: "Eminim, şubede elemanlarınızın bir sorunu olunca, onları ilgiyle, anlayışla uzun uzun dinliyorsunuzdur. Elemanlarınıza gösterdiğiniz bu 'anlayışlı dinleyici tavrını' evde eşinize de gösteriyor musunuz?" "Hayır evde yorgun oluyoruz; ne dinlemeye halimiz oluyor ne konuşmaya." dediler.

Sadece öğretmenler veya bankacılar değil, hemen herkes benzer şekilde davranıyor galiba.

Yakınlarımıza kızmayı doğal, onları dinlemeyi,
onlara güzel şeyler söylemeyi gereksiz buluyoruz.

http://lysiarose.l.y.pic.centerblog.net/30ea4799.jpg

Işıldayan Safir 16-01-2012 01:07 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Karmaşık bir labirentteki fareye çıkış yolunu öğretmek istiyorsak, farenin davranışlarına şekil veririz, yani hedefe yönelik küçük adımlarından sonra küçük ödüller veririz. Çıkış yolunu buldurmak için iki yaklaşım daha düşünebiliriz; ancak bunlar etkili değildir. Ceza verebiliriz, işe yaramaz. Fareyi kendi haline bırakıp çıkışı kendi kendine bulmasını bekleyebiliriz; bunun gerçekleşmesi ise küçük bir ihtimaldir.

Fareye labirentin çıkışını öğretmenin en güvenli yolu, hedefe yönelik küçük doğrularına küçük ödüller vermektir. Aynı şey biz insanlar için de geçerli. Pek çoğumuz, zaman zaman yaşam savaşı verirken labirentler içinde kayboluyoruz. Labirentlerde kaybolanlara, yardım istediklerinde rehberlik etmek, onları yüreklendirmek, gerektiğinde küçük doğrularına küçük aferinler vermek, bazı durumlarda onları kucaklayıp çıkarmak insanca bir iş olsa gerek. Dünyada bunu çok güzel başaranlar var. Sözgelişi, dünyadaki açlara, hastalara, sokak çocuklarına yardım için labirentlere girenler var; bunlar, labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcularıdır. Kendilerini hayvanlara adayanlar var; bunlar, labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcularıdır. Sözgelişi adsız alkolikler var; bunlar, labirentlerden çıkmaya çalışan canlar için cansiperane çalışan gönüllü ve onurlu yolculardır. Kat kat enkaz altından bir can kurtarmak için canını ortaya atan bir AKUT üyesi, labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcusudur.

Dünyadaki açlara, hastalara, hayvanlara,
sokak çocuklarına yardım için labirentlere girenler,
labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcularıdır.


Öldürerek kazanmak yerine yaşatarak kazanmaya çalışanlar, sizler insanlığın ak yüzlerisiniz, yüz aklarısınız.


Işıldayan Safir 16-01-2012 01:12 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Psikolojide hayvanların davranışlarına şekil vermekten söz ederiz. Hayvanların davranışlarına şekil vermede kullanılan teknikleri kullanarak insanların davranışlarınada şekil vermeye çalışmak mümkündür. Ancak bu yaklaşım doğru olmadığı kadar işlevsel de olmaz.

Öncelikle, insanları şekillendirmeye, şartlamaya hakkımız olup olmadığını düşünmek gerekiyor. (Aslında pek çok insan, buna hakkı olduğuna inanıyor, bazen açıkça, bazen örtülü biçimde insanların düşüncelerini ve davranışlarını, kendi doğruları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor.) İkinci olarak, insan sadece şartlanarak eğitilebilecek bir canlı değildir. Çünkü davranışlarının arkasında karmaşık ve güçlü bir düşünce sistemi, bir bilişsel yapı vardır.

İnsanın eğitilmesi, basit bir şartlamanın ürünü değil, düşünce yapılarının etkilenmesine dayanan karmaşık bir süreçtir. Bu yüzden bir psikolog hastasının davranışlarına şekil vermek yerine onun düşüncelerini akılcı hale getirmeye çalışır. Benzeri şekilde bir öğretmen de öğrencilerinin tek tek davranışlarını değiştirmek yerine, onlara eleştirel bakış tarzı kazandırmaya çalışmalı, sistematik düşünmeyi öğretmelidir. Okullarda öğrencilere bilginin kavranması, uygulanması, analiz ve sentez edilmesi, değerlendirilmesi konusunda koçluk edilmeli, öğrencilerin spontanlıkları ve yaratıcılıkları geliştirilmelidir. Ancak burada, bunların tümünü ele almak yerine, çocukların/insanların eğitilmelerinde "iltifat" kavramından yola çıkarak küçük bir noktaya değineceğim.

Çocuklarımızın belirli davranışları kazanmalarım, örneğin odalarını toplamalarını, okulda başarılı olmalarını isteriz. Ceza vererek bunları sağlamaya çalışmak, işe yaramayan bir yoldur. Çocuk hedefe ulaştığında ona büyük bir ödül vermek de, en azından her zaman işe yaramaz. Çocuğun, asıl amaca yönelik küçük davranışlarını, belirli aralarla ödüllendirmek en işlevsel yoldur. Örneğin, tamamen derli toplu olunca onu ödüllendirmek yerine, küçük bir tertipli davranışını, sözgelişi paltosunu askıya asmasını samimi bir takdirle karşılamak daha fazla işe yarayabilir. (Tabii bu arada ana babanın kendisi de derli toplu olmalı ve çocuğun modelden öğrenmesine katkıda bulunmalıdır.)

Bazı babalar, çocukları, özellikle oğulları için "Benim istediğim gibi değil. İstediğim gibi olsun, canımı alsın. İstediğim gibi olmadı; bana böyle evlat gerekmiyor. "diyorlar. Bu tavır doğru mu?


Işıldayan Safir 16-01-2012 01:16 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://lysiarose.l.y.pic.centerblog.net/30ea4799.jpg

Çocuğa rehberlik etmeden, onu istediğimiz
kalıba sokmamız pek mümkün değildir.

Çocuklarının birden bire belirli bir davranış düzeyine, belirli bir kaliteye ulaşmasını bekleyen babaların durumu, acemi araştırmacılara benziyor:

Labirentteki faresi için şunları söyleyen acemi bir araştırmacı düşünelim: "Kendi kendine bulsun çıkışı. Eğer çıkışı bulursa ona çuvalla şeker vereceğim. Bulamazsa da bana böyle fare gerekmiyor. "

Galiba bazılarımız, bu acemi araştırmacı gibi düşünüyoruz. Bu tavrımızla çocuklarımıza çıkış yolunu bulduramayız. Eğer yaşam labirentleri içinde kaybolmalarını istemiyorsak, onları tek başlarına bırakmamalıyız, örnek/model olmalı, onlarla iletişim kurmalıyız, küçük doğrularını ödüllendiren, onlara güzel geribildirimler veren yetişkinler olmalı, rehberlik etmeliyiz. Yerine göre ne yapacaklarını göstererek, küçük ödüller vererek, yerine göre onları doğrudan yönlendirmeden, Sokrat tarzı sorular sorarak, deneyimlerimizi paylaşarak ufuklarını açmalı, yollarını aydınlatmalıyız. Onların yanında, yüksek sesle sistematik ve eleştirel düşünmeliyiz. (Tabii bunları önce biz bilmeliyiz.)

Eğer çocuklarımızın yaşam labirentleri içinde
kaybolmalarını istemiyorsak,
onları tek başlarına bırakmamalı,
onlara örnek/model olmalı,
onlarla iletişim kurmalıyız.


Çocuklarımızı labirentlerden çıkarmak veya labirentlere hiç girmemeleri için, onların düşünme ve davranma tarzlarına şekil vermek mümkündür. Bunu yaparken kullanabileceğimiz yollardan birisi de küçük doğrularına ödül vermektir. Ancak şunu da önemle hatırlatmak gerekir: Çocukları dışarıdan gelecek ödüllere bağımlı kılmak da sağlıklı değildir. Çocuk küçükken dış kaynaklı ödüller gerekli olabilir. Ancak yaşı büyüdükçe dış kaynaklı ödüllerin yerini iç kaynaklı olanların almasında yarar vardır. Örneğin okuyup yeni bir şey öğrendiği, bir arkadaşına veya sokaktaki sakat bir hayvana yardım ettiği zaman, kendinden hoşnut olmalı, bir anlamda kendi kendine "aferin" diyebilmelidir. Vicdan gelişimi bu yolla olur.


Işıldayan Safir 16-01-2012 01:17 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Psikolojide Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi adı verilen bir yapı var. Buna göre bireyin ihtiyaçları hiyerarşik bir yapı oluşturur, sırayla giderilmesi gerekir. Eğer, kişinin/çalışanın maddi ihtiyaçlarını karşılar, kendini güvende hissetmesine yardımcı olursanız, çevresinden saygı-sevgi görmesini, mensup olduğu gruba kendisini ait hissetmesini sağlarsanız, bu kişi kendini gerçekleştirmeye hazır demektir, kendisini gerçekleştirebilir, gelişmiş bir insan olabilir.

Bu görüşü, yani Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'ni acaba şöyle özetleyebilir miyiz? Kişiye/çalışana maddi-manevi iltifat ederseniz, o kişi kendisine ve dünyaya iltifata hazır hale gelir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 02:56 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://lysiarose.l.y.pic.centerblog.net/30ea4799.jpg

CEZA, ÖDÜL, GERİBİLDİRİM, YAPTIRIM

Ceza ve ödül, canlının belirli bir davranışı yapmasını sağlamak için bir insan tarafından kasıtlı olarak verilen uyarıcılardır. Geribildirim ve yaptırım (müeyyide) ise bir davranışın doğal sonucudur; davranışın neye yol açtığı, hedefe ne kadar yaklaştığı konusunda ortaya çıkan bilgidir. İstenen düğmeye basınca hayvanın yiyecek alması veya çocuğun istenen bir davranışı yapınca aferin alması ödüldür. Hayvana veya bir insana istenmeyen bir davranış yaptıktan sonra bir itici uyarıcı yöneltirsek, bu da ceza olur. Bilgisayar başında bir tuşa dokunduktan sonra ekranda bir şekil ortaya çıkması geribildirimdir; bir ayının ağaç kabuğunu kurcaladığında bal bulması geribildirimdir; öğrenciye verilen sınav sonuçları geribildirimdir. Geribildirimler olumlu veya olumsuz -eğer bir insan elinden çıkıyorsa ödül veya ceza- olabilir. Geribildirim, doğada veya toplumda ortaya çıkabilir, kasıtlı olabilir veya olmayabilir. Yaptırım ise geribildirimin özel bir halidir. "Yaptırım" dendiğinde, toplum kurallarını gözetmeye yönelik kasıtlı geribildirimler kastedilir. Doğada yaban arılarını rahatsız ettiğinizde arıların sizi sokması, daha çok bir geribildirimdir. Trafik kurallarını ihlâl ettiğinizde polisin ceza yazması da bir geribildirim, ama aynı zamanda bir yaptırımdır.

Geribildirimde adeta yapılan bir işin sonucu hakkında bilgi verilir. Yaptırımda ise "yapmazsan yaptırırım" mantığı vardır. (Yaptırımların hepsi değilse de bir kısmı cezadır.)


Işıldayan Safir 16-01-2012 03:11 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Ceza doğal değildir, tuhaftır, komiktir. Bakınız niçin:

Geribildirim, yaptırım, bir davranış sonucunda ortaya çıkan doğal durumdur. Ceza doğal değildir. Çünkü doğada ceza veya ödül yoktur, geribildirimler, yani davranışınız sonucunda ortaya çıkan doğal durumlar vardır. Örnek: Doğada, elinize bir çubuk alıp yaban arılarını rahatsız ederseniz, bu davranışınızın doğal sonucu şudur: Arılar sizi sokar. Arılar sizi cezalandırmak için sokmazlar; davranışınızın doğal sonucu sokulmaktır. Eğer siz arıları rahatsız ettiğiniz için bir fil gelip sırtınıza hortumuyla vursaydı, bu ceza olurdu. Çok şükür doğada böyle tuhaflıklar yoktur.

Eğer ormanda yanlış mantarı yerseniz, bunun doğal sonucu (geribildirimi) şudur: Hekimler midenize hortum sokup yıkarlar. Bunu size ceza olsun diye yapmazlar.

Yanlış mantar yemenin doğal sonucu, midenizin yıkanmasıdır. Eğer siz yanlış mantar yediğiniz için yaban atları size çifte atsaydı, bu ceza olurdu.

Trafikte ceza işe yaramıyor. İstediğiniz kadar para cezası verin, insanlar bir yolunu bulup kurtulmayı beceriyorlar; kurtulmak için yöntemler geliştiriyorlar. Örneğin, şoförler arası dayanışma (!) sergiliyorlar, radarı gören, diğer şoförleri uyarmak için sevabına (!) selektör yapıyor.

Trafik cezası işe yaramıyor. En azından parası olan için caydırıcı değil. Bir de ehliyetin belirli bir süre alınması var. Birkaç defa radara yakalanırsanız ve alkollü araç kullanırsanız ehliyetiniz alınıyor. Ehliyete el konması, kısmen ceza sayılabilir, ama bence daha çok bir yaptırım (müeyyide). Çünkü temelde insanların korunması amacına yönelik; ehliyet, alkollü sürücüyü ve başkalarını korumak amacıyla alınıyor.

Şimdi eğer alkollü yakalanan sürücüye polis, bir öğün yemek yememe cezası verseydi, çok tuhaf olurdu. (Bazı Batılı filmlerde çocuklara yemek yememe cezası verildiğini sıklıkla görebilirsiniz. Örneğin bir anne "Sana tatlı yok, çabuk odana çık." der.)

Ceza tuhaftır, çünkü yapılan davranış ile ceza arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Çocuğun sofrada gürültü yapması ile ceza alıp tatlı yememesi arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Gürültü yapan çocuğa yemek yememe cezası vermek yerine mola uygulanabilir.

Çocuk yemek yemiyor, bağırıyoruz (cezadır bu), Kalemle duvarı çiziyor, bağırıyoruz. Suyla oynayıp üstünü ıslatıyor, bağırıyoruz. Yemek yemiyor, bağırıyoruz. Tuhaflığı görüyor musunuz? Çocuğun davranış repertuarı zengin, bizimki ise bir tane: Hep aynı davranışı sergiliyoruz; bağırıyoruz ya da vuruyoruz.


Işıldayan Safir 16-01-2012 03:37 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Çocuk yemek yemiyorsa, biraz beklemek, uyarmak, daha sonra da sofrayı toplamak uygun olur. Bir sonraki öğüne kadar sofra kurulmaz. Bu bir ceza değildir, işin doğası gereğidir; bu bir geribildirimdir, yaptırımdır. Biz, önce yemedi diye çocuğa bağırıyoruz, daha sonra da iki öğün arasında istediği anda sofrayı kuruveriyoruz. Bu tavrımızda bir tutarsızlık vardır.

Çocuk eğer kalemle duvarı çizerse, bunun yaptırımı duvarı silmesi veya çizmemeyi öğrenene kadar kalemsiz kalmasıdır. Eğer çocuk suyla oynarsa bunun yaptırımı ıslanmaktır.

Ahşap, toprak kap, yünlü, pamuklu gibi doğal malzemelerin yanı sıra plastikler, sentetikler, doğal olmayan malzemeler var. Doğal olmayan eşyalar işimize yarıyor. Ama sonuçta gönlümüz doğaldan yana. Doğa, doğal olmayan malzemeyi, örneğin plastiği kolay kolay hazmedemiyor. Bana öyle geliyor ki, insana geribildirim verilmesi, yaptırım uygulanması doğal, insanın doğasına uygun bir şey. Ceza ise insan doğasına aykırı bir şeydir. Plastiği hazmedemeyen doğa gibi, insan da cezayı kolay kolay hazmedemiyor, içine sindiremiyor.

Ceza, doğaya, insanın doğasına uygun değildir.
Plastiği hazmedemeyen doğa gibi,
insan da cezayı kolay kolay hazmedemiyor.
Oysa yaptırımlar doğaldır, doğamıza uygundur;
sindirilebilir.


Ceza/eleştiri, bir davranışı yapmamayı öğretir, örneğin ceza okul fobisi oluşturabilir. Ancak karmaşık davranışları, eleştirel düşünmeyi, hayata olumlu bakmayı, insan sevgisini veya matematiği ceza ile öğretemeyiz. Ceza, korku yaratabilir, geriletebilir, ama geliştirmez. İşte bu yüzden ceza güçsüzdür.

Güçsüzler, konuşmak yerine ceza vermeyi tercih ederler. Ama ne ilginç ki cezaları da kendileri gibi güçsüzdür.


Işıldayan Safir 16-01-2012 05:25 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-35.gif

Çocuğa Dayak Ahlak Dışı mı?


Maalesef evet. Çünkü, "Çocuğun iyiliği için" diye mantığa büründürsek bile, bir yetişkinin bir çocuğu dövmesi demek, güçlünün zayıfı dövmesi demektir. Güçlünün zayıfı dövmesi ise genelde istenmeyen bir şeydir, ahlaki bakımdan kabul edilmez. Güçlünün zayıfa fiziksel güç uygulaması, toplumlarda göre geldiğimiz bir şey. Doğada bu durum doğaldır; güçlünün zayıfı ezmesi, yemesi ahlak dışı değildir. Çünkü doğada "ahlak" kavramı yoktur. Neokortekse, dile, dilin refakat ettiği bilince sahip insan, ahlak anlayışına da sahiptir. Ve insanlar için güçlünün zayıfı ezmesi, işlevsel olabilir, ancak ahlaki değildir.

Güçlünün zayıfı ezmesi doğada doğaldır.
Ancak bu durum,
insanlar arasında doğal değildir,
ahlak dışıdır.


Bir baba düşünün: Gün boyu ev dışında bir çok kişiye sinirleniyor; ama kendini tutuyor. Gittiği resmi dairedeki kadın memura sinirleniyor, içinden bir tokat atmak geçiyor belki ama asla böyle bir şey yapmıyor. Sokakta, işyerinde insanlara kızıyor, içinden vurmak geçiyor ama vurmuyor. Niçin vurmuyor? Çünkü sağa sola birer tokat atarsa çok masraflı olur, karşılık verirler, mahkemeye düşer.

Aynı baba evine geliyor ve on yaşındaki oğlu canını sıkıyor, o da kalkıp bir tokat atıyor. Niçin? Çünkü oğluna tokat atması masrafsızdır; babaya pahalıya mal olmaz. Çocuk karşılık veremez, mahkemeye veremez. Evde biri çocuğu dövmenin maliyeti yoktur. İşte bu yüzden çocuklarımızı dövmek ahlak dışıdır. Adamına göre davranıyoruz; karşımızdaki adam güçlüyse, arkası sağlam ise öfkemizi kontrol ediyor, saygılı davranıyoruz. Eğer karşımızda küçük bir adam, küçük bir hanım varsa, gücümüzü kullanıp onu eziyoruz. Bu tavır ahlak dışıdır.

Yaptığı sporun felsefesini kavramış bir tekvandocu bir boksör sokakta dövüşmez; üzerine gelirlerse, kendini korumadan önce uyarır. Böyle davranan bir sporcu, güçlünün zayıfı ezmesinin ahlak dışı olduğunun farkındadır.

Sokakta güçlünün zayıfı, evde ana babanın çocuğu veya erkeğin karısını dövmesi ahlaki değildir. İşyerinde amirin, bana gücü yetmez rahatlığı içinde memura hakaret etmesi ahlaki değildir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 05:59 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-35.gif

Ceza ve Ödül Yerine Geribildirim


Eğitim psikolojisi alanında, farklı uzman görüşlerinden kaynaklanan çeşitli modalar yaşandı bugüne kadar. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı'nda otorite altında insanların umulmadık saldırganlıklar sergilediklerini gözlemleyen uzmanlar, savaşı izleyen yıllarda, otoriteden uzak, tamamen serbest çocuklar yetiştirilmesini önerdiler. Ancak görüldü ki, "sıfır otorite" çocuk eğitiminde yararlı olmuyor. Çocukların ifadelerinden de anlaşılıyordu ki, çocuklar, ana babalarının baskıcı olmayan rehberliklerine ihtiyaç duyuyorlardı. Neyi yapıp neyi yapamayacaklarının kendilerine söylenmesini, ancak bu konuda ısrarcı ve katı davranılmamasını istiyorlardı.

Yine bir dönem, çocukların ödül ve ceza ile eğitilmesi gerektiği -bu aslında tarihin başından beri yaygın bir görüştü- önerildi. Daha sonra uzmanlar çocukların yalnızca ödülle eğitilebileceğini ileri sürdüler. Cezaya karşı bir tavır sergilendi. Son zamanlarda ise "Ne ceza olmalı ne ödül; yalnızca geribildirimle çocuk yetiştirilebilir." görüşü yaygınlaştı. Öfkeli çocuklara mola uygulaması, bu görüşün bir uzantısı oldu.

Günümüzdeki yaygın görüş, ödüle ve cezaya başvurmadan, yalnızca geribildirimle çocukların eğitilebilecekleri yolunda.

Geribildirim nedir? Bir davranışın sonucu hakkında çevreden edinilen bilgiye "geribildirim" adı verilir. (Yukarıda da belirtildiği üzere, bazı geribildirimler yaptırım niteliği de taşıyabilir.) Bu bilgiyi, yani geribildirimi, çocuk bazen kendi kendine edinir, davranışının sonucunu kendi kendine değerlendirir. Örneğin odasını topladığında, bu durumun kendine kolaylık sağladığını fark eder. Kendi kendine aldığı bu tür geribildirimler çocuğun bağımsız, kendine güvenli olmasını kolaylaştırır.

Bazen de çocuğa geribildirimleri çevresi verir. Çocuğunuz odasını topladığında ona "aferin" derseniz, bu ifade içinde yoğun olarak ödül bulunan bir geribildirim sayılır.

Aşağıda tartışılacağı üzere, yerinde kullanılmayan ödülün birtakım sakıncaları vardır. Eğer odasını toplayan çocukla bu davranışının ne işe yaradığını konuşursanız, örneğin ona, "Artık aradığın kitabı kolayca buluyorsun, bu yüzden de sabahları çantanı rahat hazırlıyorsun, okula geç kalmayacaksın." derseniz, ona geribildirimi vermiş olursunuz. Verilen bu geribildirim aynı zamanda bir ödülde içerir. Aslında her geribildirim, aynı zamanda bir ödül veya eleştiri içerir. Ancak her ödülün içinde, bu ödülün niçin verildiğine dair açık bir bilgi, yani geribildirim bulunmayabilir. Burada şunu belirtmek isterim: Ödül cezadan, geribildirim ise ödülden üstündür. Ödül ile geribildirim arasında, geribildirimin lehine küçük bir farklılık bulunabilir. Ancak bu farklılık uygulamada önemli farklar yaratabilir.

Ödül-ceza-geribildirim üçlüsünde benim tercihim, çocuklara "sıfır ceza, az ödül, bol geribildirim" vermektir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 06:05 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Çocuklarımıza ödül verelim, ancak ödül verirken şunları bilmekte yarar var:

1. Çocuğa küçükken, bazı şeyleri öğretirken, örneğin tuvalet alışkanlığını kazandırırken aferin gibi, şeker gibi dış ödüller verilebilir. Ancak çocuğun yaşı büyüdükçe, dış ödüllerin yerini iç ödüller almalıdır; çocuk kendi davranışlarının sonucunu değerlendirebilmen, bazı şeyleri başardığında kendisiyle gurur duymalıdır.

2. Ödül, çocuğu, ödül verene bağımlı kılabilir. Çocuk kendisi istediği için veya gerekli olduğu için değil, birileri ödül verdiği için bazı şeyleri yapmaya yönelebilir.

Bağımlı kılıcı özellikleriyle dış kaynaklı ödüller, vicdan gelişimini ve bireyselleşmeyi engelleyebilir.

3. "Sınıfı geçersen sana şunu alırım." şeklindeki haberli ödüller, bir tür rüşvet sayılabilir. Rüşvete alışan bir elemanın, rüşvet olmadığında işini aksatması gibi, ödüle alışan çocuklar da, ödül olmadığında istenen davranışları sergilemeyebilirler.

4. Her ödül, her aferin, aynı zamanda bir eleştiri de içerir. "Bugün çok şıksın." mesajının altında, dünkü kıyafete ilişkin bir eleştiri de bulunmaktadır. Bazen uzun saçlı bir genç erkek saçını kestirir, komşu teyzeler, "Aman pek efendi oldun." derler. Burada da saçını kestirmeden önce efendi olmadığı görüşü örtük şekilde dile getirilmektedir.

5. Okullarda, işyerlerinde ödül, kişilerin motivasyonunu artırabilir; ancak dikkatli verilmezse bazı ödüller küskünler de yaratabilir. Özellikle okullarda, kimi öğrenci kurdeleyi erken hak eder, bir diğeri nice sonra okumayaçıkar. Kurdeleyi geç takan öğrencinin bu durumdan zarar görmesini önlemek için öğretmenin birtakım telafi edici önlemler alması gerekecektir. Hem okumaya erken çıkanı mağdur etmeyecek hem geç çıkanı mahzun etmeyecek önlemler gereklidir.

Kurumlarda ödül verilirken,
hem ödülü hak edenler mağdur edilmemeli,
hem de ödül alamayanlar mahzun edilmemelidir.


6. Ödül karşılığında istenen davranışları sergileyen bir çocuk, ödüle doyduğunda veya ödülü kendi gayretiyleelde ettiğinde sizi dinlemeyecek, isteneni yapmayacaktır.

Çünkü ödül, bizi, yaptığımız işin doğruluğuna değil, kârlı olduğuna inandırır.

Ödül, bizi, yaptığımız işin doğru olduğuna değil,
kârlı olduğuna inandırır.
Geribildirim ise bize doğru yolda
olduğumuzu gösterir.


Çocuklarımıza, birbirimize ödül verelim, ancak dikkatli olalım.

Bu bölümde iletilen görüşlerin uygulaması sayılabilecek bir romandan, Küçük Ağaç'ın Eğitimi'nden söz etmek istiyorum.


Işıldayan Safir 16-01-2012 06:12 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Bu arada arkadaşlar Küçük Ağaç'ın Eğitimi bölümüne geçmeden önce özellikle belirtmek istediğim bir şey var. Ben bu kitabı yani Küçük Ağaç'ın Eğitimi'ni lisedeyken okumuştum ve bu zamana kadar okuduğum en mükemmel kitaplardan birisi diyebilirim. Hem de gönül rahatlığıyla...

Okuduğum kitaplardan kolay kolay etkilenmem ancak bu zamana kadar beni daha fazla etkileyen bir kitap olmadı. Arkadaşlarıma da hediye ettiğim ya da tavsiye ettiğim bir kitaptır. Daha önce konusunu da açmıştım.

http://www.hayatimdegisti.com/forum/...n-egitimi.html

Linkte detaylı bilgi yok. Çünkü önceden açmış olduğum başlık silindiği için kendi yazdıklarım da silinmişti.

Bu kitapta da Küçük Ağaç'a değinilmesi benim çok hoşuma gitti. Hepinize bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Muhteşem...

Zaten birazdan fikir edineceksiniz.

Işıldayan Safir 16-01-2012 06:27 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-35.gif

KÜÇÜK AĞAÇ'IN EĞİTİMİ

Küçük Ağaç'ın Eğitimi adlı romanda, bir Kızılderili dede, Küçük Ağaç isimli torununu eğitmektedir. Daha doğrusu, torununun gelişmesinde ona rehberlik/koçluk etmektedir. Yazar romanda, belki Kızılderili aileleri gözleyip aynen yansıtmış, belki de eğitim psikolojisi alanında edindiği bilgilerden yola çıkarak olayı kurgulamış. Hangisi, bilmiyorum. Ancak romanda sergilenen aile-içi iletişim biçimi etkileyici.

Küçük Ağaç'ın dedesi, torununa hiç ceza vermemektedir; ödül de vermemektedir. Zaman zaman geribildirimler vererek, davranışlarının ne işe yaradığı konusunda rehberlik etmektedir. Küçük Ağaç ise pozitif geribildirimler aldıkça kendisiyle gurur duymaktadır. (Dede burada, kendisine güvenen yetişkin tavırlı bir insan yetiştirmektedir.)

Dede, mısırı kazanda, belirli yöntemlerle kaynatarak viski yapmaktadır. Bir gün Küçük Ağaç, kaynatma işlemi bittiğinde dedesine "Kazanı ben temizleyebilir miyim?" diye sorar. Dedesi de "olur" der.

Küçük Ağaç, uzun süre uğraşıp kazanı temizler. Dedesi gelip bakar, "aferin" demez; çünkü aferin ödüldür. Dede "Küçük Ağaç, sen kazanı çok iyi temizlemişsin, bulaşık kalmamış, yarın viskimiz kötü kokmayacak. Ayrıca, bize zaman kazandırdın; kasabaya daha çabuk gidip geleceğiz." der. Burada dede geribildirim vermiştir. Küçük Ağaç, ailesine katkıda bulunduğu için kendisiyle gurur duyar.

Dede, verdiği geribildirimlerle, torununun davranışlarının ne işe yaradığını fark etmesine katkıda bulunmuştur. Küçük Ağaç davranışlarının ne işe yaradığını kendi kendine fark etse, iç kaynaklı geribildirim alsa, belki daha iyi olurdu. Ama henüz küçüktür ve bir büyüğün rehberliğine ihtiyacı vardır. Dede, Küçük Ağaç'a geribildirim vererek, neyi iyi yaptığını fark etmesi konusunda ona rehberlik etmiştir. (Neyin "iyi" olduğu görecelidir. Ancak insanların, göreceli olanları öğrenmeye de ihtiyaçları vardır. Üstelik dedenin yukarıda kazan konusunda verdiği mesajlar, göreceli olmaktan çok, yere, zamana göre pek fazla değişmeyecek bilgileri içermektedir.)

Eğer Küçük Ağaç kazanı iyi temizlemeseydi, dedesi büyük ihtimalle onu azarlamayacaktı. O zaman geribildirimi bir ihtimal şöyle verecekti: "Küçük Ağaç, şurası kirli kalmış, bu yüzden yarın viskimiz kötü kokabilir."

Önceki bölümde, insanların, hayvanların davranışlarını ceza vererek şekillendirmenin, sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, fazlaca işlevsel olmadığını belirttik. (Ceza, yapmamayı, korkmayı, fobi edinmeyi kolaylaştırıyordu; karmaşık şeyleri ceza ile öğretmek kolay değildi.) Özellikle insanların düşüncelerini ve bunun bir uzantısı olarak davranışlarını şekillendirmek istiyorsak, onlara kabul edici iletişim ortamları sağlamalı, uygun geribildirimler vermeli ve özellikle iltifat/ödül yöneltmeliyiz. "İnsanların düşüncelerini şekillendirmeye hakkımız var mı?" sorusu ayrı bir konu. Hakkımız var veya yok, pek çoğumuz, özellikle ana babalar ve öğretmenler bunu yapıyoruz. Toplumsal değerler doğrultusunda galiba, aşırıya kaçmadan yapmak da zorundayız. (Eğer "Ben toplumun değerlerinin ödüllerle kişilere benimsetilmesine karşıyım." derseniz, bu da başka bir değerdir, toplumun üyelerinden birisi olan siz, kendi değerinizi ortaya koymuş olursunuz.) Madem eninde sonunda, şu ya da bu değeri öne çıkarıp çocuklarımızın düşüncelerini ve davranışlarını şekillendirmeye çalışıyoruz, o halde bu işi usulüne uygun yapalım. Madem eninde sonunda, doğru veya yanlış insanları yönlendireceğiz, bari onlara acı vermeden, cezalar vermeden yapalım. Ceza yerine geribildirimler verelim, ödüller verelim, iltifatlar edelim. Yalnızca kendi isteklerimiz doğrultusunda onları şekillendirmek için değil, insan oldukları için iltifat edelim. Çağdaş, demokratik değerlere uygun davranabilmeleri için iltifat edelim. Bazen, yerine göre, Küçük Ağaç'ın dedesi gibi yeni yollar deneyelim. Romandan bir olay:

Dede bir gün yaban hindisi avına gideceğini söyler. Küçük Ağaç da heveslenir, katılmak ister. Dede "Geleneklerimize göre, bir erkek hindi avına gideceği zaman, güneş doğmadan kendi kendine uyanmalıdır. Onu kimse uyandırmaz. Eğer kendi kendine uyanabilirsen gelirsin." der.

Küçük Ağaç o güne kadar hiç, güneş doğmadan kendi kendine uyanmamıştır. Ava gidemeyeceğini düşünerek umutsuz bir şekilde yatar. Ancak o gecenin sabahında dede, barakada gürültü yapmaya başlar. Sağa sola vurur, çarpar, gürültüyle öksürür. Küçük Ağaç gürültüden uyanır. Henüz güneş doğmamıştır. Hemen giyinip avluya çıkar. Dedesi şöyle bir bakıp "A kalktın mı?" der. Küçük Ağaç kendisiyle gurur duyarak "Evet!" der. Birlikte ava giderler.

Burada ne olmuştur? Şu galiba: Dede pas vermiştir, Küçük Ağaç ise gol atmıştır. Burada iyi bir ekip/takım vardır.

Kazanı temizleme konusunda Küçük Ağaç topu kendisi ele geçirip gol attı diye düşünebiliriz. Ama hindi avı konusunda topu kendisi ele geçirememiştir; dedesi ona pas vermiştir. Küçük Ağaç da bu pası değerlendirerek gol atmıştır.

Şimdi sevgili ana babalara sormak isterim: Gerektiğinde çocuklarınıza pas veriyor musunuz? Yoksa, sabırsızlık ederek topu ayağınıza geçirip onlar adına gol mü atmaya çalışıyorsunuz? Eğer ödevlerini/projelerini siz yapıyorsanız, onlar adına gol atmaya çalışıyorsunuz demektir. Yok, eğer ödevlerine kaynak bulmada yardımcı oluyor, neyin nasıl yapılacağı konusunda onlarla birlikte sesli düşünerek olayı sorgulamalarına rehberlik/katalizörlük ediyorsanız, onlara pas veriyorsunuz demektir.

Çocuklarımız kendileri gol attıklarında, kendilerine güvenleri artar, benlik saygıları yükselir, beceri geliştirirler, bağımsız olmayı öğrenirler. Onlara destek olmak, rehberlik etmek yerine, bir şeyleri onlar adına planladığımızda, onlar adına kararlar aldığımızda, kendilerine güvenmeyen, kendi ayakları üzerinde duramayan, hayat boyu sürekli birilerinin desteğine ihtiyaç duyacak bir insan yetiştirmeye başladık demektir.

Zaman zaman bazı okullarda (daha çok ilköğretimde) bazı velilerin öğretmenlerin yüzüne karşı şöyle söylediğini duymuşumdur: "Hocam hep söylüyorum, matematik, fen, ingilizce senin temel derslerin diyorum. Sen onlara çalış, öteki derslerin ödevlerini getir, ben yapayım diyorum." Bu tavır yanlıştır; birkaç açıdan yanlıştır, haksızlıktır; hem öteki derslere karşı haksızlıktır hem de çocuğa karşı haksızlıktır. Çocuğa haksızlıktır, çünkü çocuk, eğer iyi okutulursa tüm derslerde yaşamı boyunca kullanabileceği temel beceriler kazanabilir. İlerde bir gün yönetici olacak bir çocuk, beden eğitimi dersinde ekip olmayı, resim dersinde organize etmeyi, müzik dersinde uyum sağlamayı öğrenebilir. Velinin bu tavrı, çocuğa olduğu kadar resme, müziğe, beden eğitimine, kompozisyona da haksızlıktır. Çünkü eğer bu derslere de iltifat etmezsek, sanata, spora ve topluma da haksızlık etmiş oluruz. Marifet iltifata tâbidir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 06:37 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-35.gif

MOLA: TAMAMEN DURMAMAK İÇİN DURMAK

Genel anlamıyla mola, bir yolculuk sırasında dinlenmek için yolculuğa ara vermek demektir. Yolculuklarda, özellikle kara yolculuklarında mola vermek gerektiğini biliriz de, yaşam yolculuğu sırasında da bazen mola vermek gerektiği pek çoğumuzun aklına gelmez. (Kara yolculuğu sırasında mola vermek gerektiğini herkesin bildiğinden emin değilim; nice sürücü, bir günde dokuz saatten, aralıksız olarak ise beş saatten fazla araba kullanmama kuralını bilmiyor; nicesi de direksiyonun başından uzun süre kalkmamayı yiğitlik sayıyor.)

Evet, yaşam yolculuğu sırasında, yerinde ve zamanında mola vermek, yaşamımızın kalitesini ve süresini artırabilir. Molasız çalışmak, bir gün tamamen durmaya, en azından tükenmişliğe (burnout sendromuna) yol açabilir. Bu yüzden, tamamen durmamak için arada, kısa ya da uzun molalar vermekte yarar vardır. İşkolik olduğumuz zaman mola, zaman kaybı gibi gelebilir.

Ancak işlevsel bir yaşamda, yerinde kullanılan molalar, kısa vadede zaman kaybı gibi gözükse de, uzun vadede kazanç getirir. Bu yüzden bir gün tamamen durmamak için, küçük durmaların gerekli olduğunu unutmamak gerekir. Mola küçük bir şeydir; ancak büyük şeyleri, bazen bütün bir hayatı kurtarabilir.

Yukarıdaki üç bölümde, ceza-ödül-geribildirim-yaptırım dörtlüsünü ele aldık, doğada ödül ve ceza bulunmadığını, geribildirimler bulunduğunu, "yaptırım (müeyyide)" denen şeyin ise, geribildirimi bir adım ileri götüren insana özgü bir tür geribildirim olduğunu belirttik. Mola bir tür yaptırımdır.

Mola iki ana konuda verilebilir: Bunlardan birisi, zihinsel veya bedensel yorgunluk olduğunda, dinlenme amaçlı mola vermektir, diğeri ise öfke kontrolü amacıyla mola vermektir. Bu bölümde, öfke kontrolü amacıyla verilen molalardan, özellikle çocuklara verilen molalardan söz etmek istiyoruz.


Işıldayan Safir 16-01-2012 06:40 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-35.gif

Genel Öfke Kontrolünde Mola

Mola, tarihin eski çağlarından beri, farklı adlarla da olsa, öfke kontrolünde kullanılan bir yaptırım şekli. Bu anlamda mola, öfke duygusu ile öfkeli davranış arasına belli bir mesafe koymak demektir. Çeşitli tarzlarda uygulanır. Örneğin kültürümüzde "La havle... " diye başlanıp yedi-sekiz saniyelik bir la-havle çekilir. Şimdilerde öfkelenenlere yirmiye kadar saymaları öğütleniyor. Bazı sporlarda, örneğin buz hokeyinde hırçınlaşan oyuncuları belirli bir süre için saha dışına alıyorlar. Bunlar, kişilerin kendi kendilerine verdikleri veya dışarıdan verdirilen molalardır.

Kötü giden evliliklerde, boşanmaya yönelmeden önce çiftin evliliğe mola vermesi önerilebilir. Bu geçici ayrılık dönemi bazen, kadının ve erkeğin sakinleşmesine, evliliklerinin artılarına ve eksilerine sakin bir gözle bakabilmelerine yol açar. Boşanmak üzereyken mola veren, birkaç aylık ayrılık döneminden sonra evliliklerini başarıyla yürütmeyi beceren çiftler vardır. Soluklanma genellikle işe yarar.


Işıldayan Safir 16-01-2012 06:48 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Batı ülkelerinde mola çocuklara yaygın olarak uygulanıyor. Ülkemizde, okullarımızda molanın uygulanması konusunda lehte, aleyhte görüşler var.(Molanın uygulanıp uygulanmaması, uygulanacaksa nasıl uygulanacağı konusunda, geneldeki tartışmaların yanı sıra, bir okuldaki öğretmenlerin, o okula özgü yapıyı da dikkate alarak karar almalarında yarar var.)

Mola kısaca şu: Hırçınlaşan, öfkeli davranışlar sergileyen çocuklar veya gençler, bir süreliğine ortamın dışına çıkarılır. Örneğin salonda hırçınlık yapıyorsa bir başka odaya gönderilir. Sınıfta saldırganca davranışta bulunuyorsa, okulun bu iş için ayrılmış bir odasına gönderilir. Bu odalarda sakinleştikten sonra eski ortama dönerler.

Sınıfta öğretmenin, yaramazlık eden öğrenciye "Git, kat muavinini gör" demesi mola sayılmaz. Bu tür sözler, olsa olsa ceza-tehdit karışımı bir şey sayılmalıdır.

Çocuklara mola uygularken dikkatli olmak gerekir.

Burada molayı bütün yönleriyle ele almayacağız. Yalnızca iki noktayı vurgulamak istiyorum: Mola, sadece öfkeli davranışlar sergileyen, disiplini bozan çocuklara uygulanmalıdır. İstediğimiz şeyleri yapmayan çocukların molaya gönderilmesi yanlıştır. Yemek yemedi, ödev yapmadı diye çocuğu molaya gönderirsek, mola değil, hapis cezası olur bu.

Mola konusunda dikkat edilmesi gereken diğer nokta, çocuğun mola için gittiği yerin, geldiği yerden, belirgin şekilde daha çekici olmamasıdır. Mola yeri, ne fazla renkli bir ortam ne de hapishane benzeri bir tecrit odası olmalıdır. Mola yeri, yalnızca sakinleşmek için kısa süre durulan bir ortam olmalıdır.


Işıldayan Safir 16-01-2012 06:53 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-48.gif

Ailemizde Bir Mola Uygulaması


Küçük kızımız dört-beş yaşlarındaydı; zaman zaman, özellikle de sofrada hırçınlık ediyordu. Eşim meslektaşımdır; kitaplardan okuduk, değerli bir çocuk psikologu arkadaşımıza danıştık, mola uygulamaya karar verdik. Birkaç defa hırçınlık yaptığında, olayı kendisine açıklayarak odasına gitmesini söyledik.

Mola uygularken kitaplarda yazmayan bir şey ekledik. Birlikte yemek yerken onu molaya göndereceğimiz zaman "Odana git, sakinleş, gel; sen gelene kadar biz diğer yemeğe geçmeyeceğiz, seni bekleyeceğiz." dedik.

Diğer yemeğe geçmememizin üç gerekçesi vardı: Birincisi, diğer yemeğe geçmeyip onu bekleyerek, kendisini yalnız hissetmemesini sağlamak, grubun/ailenin bir parçası olduğunu hissettirmek istedik; ailede birinin bir sıkıntısı varsa, bunu herkes paylaşmalıydı, ikinci neden, sofradakilerin kendisini bekliyor olmaları, üzerinde bir baskı yaratsın ve bir an önce sakinleşsin düşüncesiydi, üçüncüsü ve belki de asıl neden, o olmadan yemeğin boğazımızdan geçmemesiydi.

Mola uygulaması iyi sonuç verdi. Kızımızın sofradaki -özellikle ablasıyla arasındaki- hırçın davranışları büyük ölçüde azaldı. Ancak bir gün ilginç bir şey oldu. Bir akşam sofrada yemek yerken ben sesimi yükselttim. (Ben bu olayı, eşim sesini yükseltti diye hatırlıyorum; ancak eşim "Sen yanlış hatırlıyorsun, o sendin." diyor. Eşim daima haklı olduğu ve belleği de benden güçlü olduğu için, olayın öznesinin ben olduğumu belirttim.) Neyse ben sesimi yükselttim. Bir an küçük kızımın gözleri parladı ve "Baba çabuk odana git, sakinleş, öyle gel!" dedi.

O an, "Bu kural sizin için geçerli, büyükler için değil." demeyi düşündüm, ancak vazgeçtim. Daha sonra eşimle konuşup mola uygulamasında değişiklik yaptık. Yeni kuralımız şuydu: Sofrada sesini yükseltip gerginlik yaratan içeriye gidip sakinleştikten sonra dönecekti. Bu kural, yani mola uygulaması çocukların yanı sıra biz büyükler için de geçerliydi.

Sonra ne oldu? Yeni uygulamayı izleyen günlerde ailedeki herkes ayağını denk aldı; mola almamak için dikkatli davrandık.


Işıldayan Safir 16-01-2012 06:57 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-48.gif

KADININ DEĞERİ, BAMSI BEYREK'İN ŞEREFİ

Kadın-Erkek Eşitliği

Pek çok konuda neyin küçük neyin büyük olduğu göreceli. Bu arada kadın ile erkeğin arasındaki farklılığın önemli mi önemsiz mi olduğu da göreceli. Biyolojik açıdan cinsiyetler arasında önemli farklılık -ama birbirini tamamlayan, yaşam için gerekli olan bir farklılık- bulunmaktadır. Ancak kadın ile erkek arasında, sosyal açıdan, kişilik özellikleri, yaşamdaki roller açısından, abartıldığı kadar önemli, zorunlu bir farklılık yoktur. İki cinsiyet arasında farklılık varsa da, bu farklılık "farklılık var" dendiği için, zamanla yapay olarak ortaya çıkmış farklılıklardır.

Kadın ile erkek arasındaki küçük biyolojik farklar yüzyıllar boyunca vurgulana vurgulana, sosyal açıdan büyük farklılıklar ortaya çıktı. Aşağıdaki Bamsı Beyrek masalını bu duruma örnek vereceğiz. Ancak daha önce şunu belirtmek istiyorum:

Erkek ile kadın arasında yapay olarak ortaya çıkarılmış farklılıkların bir benzeri, galiba asil-halk ayırımında da ortaya çıkıyor. Herhalde başlangıçta asillerle asil olmayanlar arasında küçük farklılıklar vardı. Lider/yönetici, eşitler arasında birinciydi, belki de kavgalarda bir adım önde dövüşüyordu. Sonra giderek fark açıldı; küçük farklılıklar zamanla büyük farklılığa dönüştü; asiller sınıfı çıktı ortaya, kastlar oluştu.

Asalet konusunda da, cinsiyetler arasında da, kendinizi inandırır, tarihsel süreci dikkate almazsanız, ciddi farklılıklar bulunduğunu ileri sürebilirsiniz. Kanımca Bamsı Beyrek bu konuda güzel bir örnek.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:01 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Dede Korkut masallarından Bamsı Beyrek özetle şöyle: Bamsı Beyrek ile Banıçiçek beşik kertmesidirler, ancak birbirlerini tanımamaktadırlar. Ayrı ayrı avlanırlarken yolları kesişir, aralarında anlaşmazlık çıkar. Güreşe tutuşurlar. (Güreşleri düello niteliğindedir.)

Bamsı Beyrek'in kırk yiğidi, Banıçiçek'in kırk ince belli kızı güreşi seyretmektedir. Bamsı Beyrek çok uğraşır ama güreşi kazanamaz; ne yapsa Banıçiçek cevabını vermektedir. Güçleri denktir.

Bamsı Beyrek kırk yiğidinin kendisini ayıplamasından korkar, tutup Banıçiçek'in emceğini (göğsünü) sıkar. Bu durumdan rahatsız olan Banıçiçek bir an duralayınca, Beyrek dalıp tuş eder onu.

Bamsı Beyrek güreşi kazanmıştır. Ama nasıl? Banıçiçek'i kadınlığıyla vurarak kazanmıştır. Beyrek bence, kadını kadınlığıyla vurmuştur. Başlangıçta güçleri denkti. Beyrek küçük bir farklılıktan, rakibinin bir cinsel özelliğinden yararlanarak onu yendi. Aslında, Banıçiçek de erkeklere özgü bir özellikten yararlanıp belden aşağısına vursaydı Bamsı Beyrek'i yenebilirdi. Ama ayıp olurdu, Bamsı Beyrek de ayıp etmiştir.

Galiba Bamsı Beyrek'in bu tavrını, bilinçli veya bilinçsiz olarak pek çoğumuz sürdürüyoruz. Beyrek ne yaptı? Kadını kadınlığıyla vurdu. Eğer bugün biz, sadece kadın olduğu gerekçesiyle bir elemanımızı yükseltmezsek ya da kreş açmak zorunda kalmamak için belirli sayının üzerinde kadın işçi çalıştırmazsak, Beyrek gibi kadınları kadınlıklarıyla vurmuş oluruz.

Kültürümüzün müstesna öğelerinden birisi olan Dede Korkut masallarındaki tüm diğer mesajlar gibi, Bamsı Beyrek masalında da derin, zengin ve ince bir mesajın verildiği kanısındayım. Kıssadan hisse:

Zekada veya güçte
kadınlarımızla başa baş olmaktan gocunmayalım; ve
Kadınlarımızı kadınlıklarıyla vurmayalım.


Bamsı Beyrek ile Banıçiçek sonuçta evlenirler. Masallarda veya gerçek yaşamda Bamsı Beyrekler, eşlerinin gücünden rahatsız olmamalı, eşlerinin gücünü kendi şereflerini tehdit eden bir şey olarak görmemeliler. Dilerim bu gelecekte gerçekleşir. Ancak az sayıda da olsa geçmişte bunu gerçekleştirenler oldu. Örneğin babam...


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:04 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-48.gif

Annemin Değeri, Babamın Şerefi

Babam, Birinci Dünya Savaşı yıllarında anasız babasız büyümüş bir çocukmuş. Üniversitede okuyamamış. Kendi imkânlarıyla sanat okulunu bitirip dökümcü olmuş .Hatırladığım kadarıyla kendine son derece güvenen bir insandı.

Babam, üniversite mezunu (İstanbul Edebiyat Fakültesi mezunu) bir kızla, annemle evlendi. (Evlendiler.) Evliyken annem, babamın da desteğiyle Hukuk Fakültesi'ni de bitirdi; yıllarca hem öğretmenlik hem avukatlık yaptı.

Sanat okulu mezunu bir erkek, iki fakülte mezunu bir kadın. Şimdi beklenir ki bu erkek, bu durumdan rahatsızlık duysun, eşiyle yarışa kalksın. Babam bunu asla yapmadı. Karısına değer verdi. Yüzüne karşı veya arkasından, onu hep övdü. Onunla gurur duydu. Bir anne veya baba, kendisinden daha tahsilli çocuğuyla nasıl gurur duyarsa, babam da annemle öyle gurur duydu.

Ben bu yönden babama çektim. Eşimin güçlü bir kadın olmasıyla, bilgili olmasıyla, istatistiği benden daha iyi bilmesiyle, yaşamda benden daha becerikli olmasıyla gurur duydum. (Ondan iyi yaptığım şeylerden ötürü oda benimle gurur duyuyor.) Yalnız eşimle değil, annemle, kayınvalidemle, İffet hocamla, Işık hocamla, Yıldız hocamla, Türk ve dünya tarihindeki, bilim ve sanat tarihindeki güçlü kadınlarla, Nene Hatun'la, Bayan Curie'yle, Halide Edip Hanımla gurur duydum. Tarihimizde güçlü kadınlar olması, erkeklerin şerefine halel getirmez. Aile içinde de öyle.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:12 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Bir evlilikte çiftlerden birisi, eşinin değerinin, kendi değerine/şerefine zarar vermediğini düşünürse, o evlilik sinerjik olmaya hazır demektir. Bir şirkette, elemanlar iş arkadaşlarının değerinin, kendi değerlerine/şereflerine zarar vermediğini düşünürlerse, o iş yeri sinerjik olmaya hazır demektir. Sinerji nedir?

Sinerji kısaca şu demek: Ortak bir sonuca katkısı olabilecek birkaç etkenin belirli bir etkileşim sonucunda, bu etkenlerden her birisinin tek tek sergileyebileceği etkilerin toplamından daha güçlü bir etki üretmeleri durumuna "sinerji" adı verilir. Başlangıçta daha çok tıp alanında ilaçların etkileşimi konusunda kullanılan bu kavram, günümüzde gelişim psikolojisinde (psikomotor davranışların ortaya çıkmasında) ve örgütsel davranışların incelenmesinde önemli bir yere sahiptir. Sinerji günümüzde daha çok, ortak bir amaca yönelmiş insanların işbirliğini açıklamada kullanılmaktadır; ancak ortaya çıkışı da dikkate alındığında bu kavramı, aşağıda da belirtileceği üzere, doğayı, nesneler dünyasını yorumlamada da kullanabiliriz.

Sinerji bir anlamda işbirliği yoluyla güç artırımı demektir. Diyelim ki bir kişi "a" kadar enerji kullanıp "5" miktarında üretim gerçekleştiriyor, ikinci kişi de böyle. Ancak bu iki kişi işbirliği yaptıkları zaman, yine her biri "a" kadar enerji harcayacak, ancak toplamlarında 5x2=10 kadar değil, 10'dan fazla, söz gelişi 14 düzeyinde üretim gerçekleştirebileceklerdir.

İki kişi sinerji sergilediklerinde, bazen enerjiden, bazen malzemeden, bazen zamandan tasarruf edebilirler, sonuçta da üretimlerinin bazen kalitesi, bazen miktarı, bazen de her ikisi birden artar.

Sinerji kurumları ileriye götürür. Eğer bir işyerinde, bir ailede veya bir ülkede sinerji varsa gelişme kolaylaşır, takım olmak, "biz" olmak kolaylaşır.

Sinerjik iletişimde her zaman enerji tasarrufu, üretim artımı gözetilmemelidir. Bezen birkaç kişinin mutluluğu, dostluğu paylaşmaları, bir tür sinerji sayılabilir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:14 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Boyları, yaşlan, kiloları eşit iki mahkum vardı karikatürde. Çizgili mahkum elbisesi giymişlerdi. Her ikisinin de ayak bileğine zincirle bağlı bir demir küre gözüküyordu. (Bu demir küreler, günlük yaşamında mahkuma eziyet olsun diye konulmuştur.) Şimdi her bir mahkum kendi küresini taşımak zorundadır. Ancak bu iki mahkum birbirilerinin kürelerini taşıyorlar. Bu durumda fiziksel anlamda hiçbir şey değişmiyor. Kendi kürelerini taşısalar aynı enerjiyi harcayacaklar. Fiziksel anlamda bir sinerji yok. Ama duygusal anlamda müthiş bir sinerji, inanılmaz bir paylaşım var. Bu mahkumlar, kendi kürelerini taşımak yerine birbirlerinin kürelerini taşıyarak birbirlerine "Sen benim dostumsun" mesajını veriyorlar. Bu mahkumlar ortak bir kaderi paylaşmak zorunda olabilirler. Birbirlerinin kürelerini taşıdıkları zaman kaderlerine yeni bir boyut katıyorlar. Bizlere verdikleri mesaj belki de şu: Yapılabilecek bir şey kalmamış gibi göründüğünde, yine de yapılabilecek bir şeyler vardır. Yaşamın ayağınıza, sırtınıza vurduğu yükü, bazen düşüncelerinizle, duygularınızla hafifletebilirsiniz. Ben böyle yorumladım bu karikatürü. (Ellerinde karikatürün kopyası olan dostlarımın göndermelerini rica ediyorum. Böyle bir karikatür çizebiliriz; ancak sanatçının imzası olmadan uygun olmaz.)

Yukarıda dile getirilen karikatürde iki insanın sinerjik iletişimi, ürün veya para değil, dostluk üretiyor. Hem ürün hem dostluk üreten bir başka sinerjik iletişim de imece.

Yapılabilecek bir şey kalmamış gibi göründüğünde,
yine de yapılabilecek bir şeyler vardır.
Yaşamın ayağınıza, sırtınıza vurduğu yükü,
bazen düşüncelerinizle, duygularınızla hafifletebilirsiniz.



Işıldayan Safir 16-01-2012 07:19 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Geleneksel kültürümüzde "imece" adı verilen bir etkinlik vardı. (Azalmakla birlikte hâlâ yaşıyor.) Bir kadın, tarhana, tavudka, kurut, yatak-yorgan gibi kışlık hazırlıklarını tek başına diyelim on beş günde ancak yapabilecektir. Mahalle veya köydeki on kadın, sırayla her gün bir evde toplanır, maniler, türküler söyleyerek, on beş günlük işi bir gün içinde yapıverirlerdi. İmece denilen bu etkinliğin, bir sinerjik etkileşim olduğunu düşünebiliriz.

İmecede zaman tasarrufu olabilir, farklı bilgilerden, farklı bakış tarzlarından ötürü, ürünlerde kalite artışı görülebilir. Bunlar olmasa bile imece, en azından katılanlar arasında birlik ve beraberlik duygusunu artırabilir, yalnızlığı giderebilir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:23 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://talklove.ru/pict/kartinki-cveti-48.gif

Doğada, Nesnelerde, Sandalyede Sinerji


Sinerjik etkileşim yalnızca insanlara özgü de değil. Hayvanlar da bunu beceriyorlar. Örneğin arılar, karıncalar, aslanlar... Belki bazı nesnelerin işlevleri de bir tür sinerjik etkileşim sayılabilir. Bu düşünceden hareketle, doğada, nesnelerde, örneğin bir sandalyenin bacakları arasında bir tür sinerji bulunduğunu söyleyebilir miyiz? Sinerji, işbirliği/dayanışma yoluyla güç artırımı demekti. Bir sandalyeyi oluşturan parçalar, bir araya geldiklerinde, tek başlarına oldukları zamana kıyasla daha işlevsel olurlar.

Bir sandalyenin ortasına otursanız ve ayaklarınızı yerden kaldırırsanız, dört bacaktan her biri sizin ağırlığınızın yüzde 25'ini taşır. Eğer bu dört bacaktan birisini kesersek, vücudunuzun yüzde 25'i değil, tümü birden devrilir yere. Bu durumda şunu düşünebilir miyiz: Sandalyenin her bacağı, ağırlığınızın hem yüzde 25'ini hem yüzde 100'ünü taşımaktadır. (Bu durum, kuantum fiziğindeki, bir elektronun aynı anda iki farklı enerji durumunda bulunabileceği bilgisine benzemektedir.) Bunun yanı sıra, sandalye, her bir bacağının tek tek taşıyabileceği yükün dört katından fazlasını taşımaktadır.

Bir sandalyeyi oluşturan parçalar,
bir araya geldiklerinde, tek başlarına oldukları
zamana kıyasla daha işlevsel olurlar.


Bütün bunlara baktığımızda, sandalyenin dört bacağı arasında muhteşem bir sinerji bulunduğunu düşünebiliriz.

Sandalye örneğinden yola çıkarak, doğadaki ya da yapay çevredeki pek çok şeye bu gözle bakmak mümkündür. Ekolojik dengede de bir tür sinerji bulunduğunu düşünebiliriz. Coğrafi koşullar, bitkiler ve hayvanlar, karşılıklı dayanışma içinde, tek başlarına yapamayacakları olağanüstü bir şey yapmakta, büyük bir güç ve güzellik yaratmaktalar.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:25 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Bir çiftin evliliklerindeki payları yüzde kaçtır? Yüzde 50-50 mi? Tam değil. Kadının evlilikteki payı hem yüzde 50 hem yüzde 100'dür. Erkeğinki de öyle. Sandalye örneğine benzer şekilde. Eğer kadının ve erkeğin evlilikteki payları yüzde 50 ve yüzde 100 olmazsa, söz gelişi yüzde 51 ve yüzde 49 olursa o evlilik sağlam durmaz. Sandalyenin bacaklarından birisi diğerlerinden uzun olursa, o sandalyede sağlam durmaz.

Bir kadın ile erkek arasındaki sinerji, hem biyolojik anlamda çoğalmaya hem de mutluluğa yol açar.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:29 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

İşyerlerinde, bireyler ve birimler arasında sinerji bulunmalıdır. Ancak bunu her zaman görmek mümkün olmuyor. Bazı şirketlerde üretim biriminin, zaman zaman kendini fazla önemsediğini, en azından satış biriminden üstün gördüğünü duyabilirsiniz. Aynı anda satış birimininde kendini üstün gördüğünü, "Ben satamazsam onların üretmesi neye yarar, depolar dolar taşar, üretimi kısmak zorunda kalırlar." dediğini işitebilirsiniz. Üretim ve satış birimlerinin bu tavırları sinerjik değildir.

Acaba bir şirketteki birimleri sandalyenin bacakları gibi düşünebilir miyiz? Diyelim ki bir şirkete ait üretim, pazarlama, bilgi işlem ve insan kaynakları bir sandalyenin dört bacağı gibi bir bütünü oluşturmaktadır. Her birinin bütün içindeki payı yüzde 25'tir ve yüzde 100'dür. Sandalyenin dört bacağından hangisinin diğerlerinden daha önemli olduğunu söyleyemediğimiz gibi, bir şirketi oluşturan birimlerden hangisinin diğerlerinden daha önemli olduğunu da söyleyemeyiz. Tek başlarına önemli bir işlev sergileyemeyecek olan birimler, bir araya gelip sinerjik bir iletişim oluşturduklarında, büyük bir güce sahip bir şirket ortaya çıkarabilirler.

Giderek artan bir şekilde iş dünyasında sinerjiden, ekip olmaktan söz ediliyor. Ekip olmak önemli şüphesiz. Ancak ekip olmayı olmazsa olmaz bir şart kabul etmek, ekip olamayanların işe yaramaz olduklarını düşünmek, her halde bir abartı olsa gerek. Her konuda olduğu gibi bu konuda da aşırılıktan kaçınmak, gerektiğinde istisnaları kendi sınırları içinde değerlendirmek doğru olmalı. Yerine göre yöneticilerin, ekip çalışmasına yatkın olmayan kişileri, kendi yetenekleri ve tercihleri doğrultusunda, bireysel olarak çalışabilecekleri işlere yönlendirmeleri yararlı olabilir.

Moreno'nun Sosyometri'sinde, birlikte çalışan, yaşayan insanlara, kiminle birlikte çalışmak, yaşamak istedikleri sorulur. Araştırmalar, karşılıklı olarak birbirlerini seçen kişilerden oluşan ekiplerde verimin arttığını, hata oranının düştüğünü göstermektedir. Bu konudaki klasik çalışmalar ışığında yeni araştırmalar yapılmasında, günümüzde işyerlerinde pek dikkate alınmayan sosyometrik tercihlere önem verilmesinde yarar vardır. Sinerjik etkileşim için, ekip olabilmek için, çalışanların sosyometrik tercihlerinin sorulması, bu alanda yeni ufuklar açabilir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:44 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
http://img-fotki.yandex.ru/get/5302/...9e6_243846f1_L

YILDIRMA (MOBBING), İŞYERİ FOBİSİ, KURUM DEPRESYONU


Genellikle küçük sorunlar bir araya gelir, önemli sorunlara yol açar, bunlar da sinerjik etkileşimi, ekip olmayı zorlaştırır veya imkânsız kılar. Küçük birikimler büyük patlamalara, damlalar sellere sebep olur. Küçük birikimlerin yol açtığı büyük sorunlardan üç tanesinin adını belirtecek olursak şunları sıralayabiliriz: Yıldırma, kurum depresyonu ve işyeri fobisi... Bunlar, birbirlerinden bağımsız olarak ortaya çıkabilecekleri gibi, birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde de görülebilirler.

Söz konusu bu üç kavramı, gelecek kitapta ayrıntılı olarak ele alacağız. Şimdi kısaca, niteliklerinden ve bunlara ilişkin araştırmamdan söz etmek istiyorum.

Mobbing karşılığı olarak dilimizde ilk kez "İşyerinde duygusal taciz" denildi; daha sonra ben "İşyeri zorbalığı" ifadesini kullandım. Son olarak meslektaşlarımla "yıldırma" kelimesi üzerinde karar kıldık. Yıldırma kısaca şu: Bir işyerinde, bir apartmanda veya bir mahallede birlikte yaşayan bir grup insan, çok küçük bazı farklılıklarından ötürü (bu farklılıklar, ille de olumsuz özellikler olmak zorunda değildir), içlerinden birisini, bilinçli/kasıtlı olmaksızın kurban olarak seçerler ve giderek artan bir tempoda onu beceriksiz, geçimsiz olarak algılamaya başlayıp itici davranışlarıyla bu kişiyi gerçekten de beceriksiz, geçimsiz, mutsuz, sorunlu bir insan haline getirirler; o kişiyi psikolojik ve fiziksel anlamda ciddi olarak zedelerler.

İşyeri fobisi kavramı tarafımdan ortaya atıldı. Okul fobisine benzer bir oluşumun işyerlerinde de ortaya çıktığı kanısındayım. Çeşitli nedenlerden kaynaklanabilecek işyeri fobisinin niteliği ve ülkemizdeki yaygınlığı araştırılmaya değer bir konudur.

Bilimsel literatürde kurum/örgüt depresyonu (organizational depression) adı verilen şey, ana çizgileriyle bireyin depresyonunu hatırlatır nitelikte. Kimi kurumlarda ortaya çıkan kurum depresyonunda, kurumdaki genel havada umutsuzluk vardır; elemanlarda kurumu değersiz görme, kurumu ve birbirlerini suçlama eğilimi yaygındır. Özellikle kurumun geleceğine ilişkin motive edici beklentiler yoktur, karar verme sıkıntısı vardır.

Kurum depresyonu içinde bulunan kurumlarda, dilimizdeki ifadesiyle kurum üyelerinin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibidir. Vizyon ya hiç yoktur ya da unutulmuştur. Kurum genelde yeniliklere açık değildir. Yeni katılan bir kişi, henüz depresif havaya kapılmamış olsa ve herhangi bir yenilik önerse, diğer üyelerin tepkileri genelde "İlginç, ama bizde olmaz; genel müdür sıcak bakmaz; daha önce denedik olmadı." şeklindedir. Bu tür kurumlarda ne önerirseniz önerin, ne hikmetse daha önce bir kere denenmiş (!) ama işe yaramamıştır. Kısacası yapacak bir şey yoktur.

Kurum depresyonu, ölçülebilir, teşhis edilebilir bir sorundur. Giderilmesinde, bilişsel-davranışçı yaklaşımdan ve hobi terapiden ağırlıklı olarak yararlanılabileceği görüşündeyim.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:52 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Okuma terapisi (biblioterapi), filmterapisi (sineterapi) adı verilen yaklaşımlar var. Birincisinde belirli kitapları okuyan, ikincisinde ise film izleyen bir grup bunu bir uzmanın denetiminde tartışır. Söz konusu uzmanın, etkileşim grupları konusunda bilgi sahibi bir psikolog, psikiyatrist veya psikolojik danışman olması gereklidir. Bu yaklaşımlar, tedavi amaçlı uygulanabileceği gibi, rehberlik/psikolojik danışma kapsamında ruhsal gelişim sağlamak amacıyla da kullanılabilir. Kullanım amacı ne olursa olsun, grubu yönetecek liderin psikoloji, rehberlik veya psikiyatri alanında uzman olması vazgeçilmez şart olmalıdır. Bu alanlar dışında uzmanlaşmış kişilerin yönetecekleri tartışma grupları da şüphesiz yararlı olabilir, ancak başka bir şey sayılır; biblioterapi veya sineterapi sayılmaz.

Bir süredir, kişilerarası iletişimle ilgili seminerlerimde, konferanslarımda zaman zaman astronomiyle, biyolojiyle ilgili kısa kısa bilgiler vermeye başladım. Bazen de müzik eşliğinde, Büyük Patlama'dan (belki böyle bir şey var) bu yana evrenin, dünyanın oluşumunu anlatıyorum. Bu uygulamaya "Evreni Hatırlama Egzersizi" adını verdim. Bunların tümünün izleyicilere iyi geldiğini, onları rahatlattığını, yaşama farklı bir gözle bakmalarını sağladığını, yaşama sevinçlerini artırdığını gözlüyorum. Bu gözlemlerden yola çıkarak ve biblioterapi, sineterapi kavramlarından esinlenerek "Hobiterapi" adını verdini bir yaklaşım ortaya koymayı düşünüyorum.

Hobi terapide, küçük gruplarda katılımcılara astronomi, biyoloji, arkeoloji, antropoloji, fizik, coğrafya gibi alanlarda veya el sanatları konusunda, herkes tarafından anlaşılabilir dilde, çoğunluğun ilgisini çekebilecek nitelikte bilgiler verilecek, küçük uygulamalar yapılacak, etkileşim grupları konusunda eğitim almış bir psikolog, psikolojik danışman veya psikiyatrist liderliğinde, gru püyelerinin duyguları-düşünceleri ele alınacaktır.

İnsanlar, coğrafya okuyor, teleskopla gözlem yapıyor veya el sanatlarıyla uğraşıyorlar; bunlar zaten hobi terapi oluyor diye düşünülebilir; ancak bu doğru olmaz. Bu tür uğraşlar, hobiler, uğraşana iyi geliyor olabilir, belirli bir terapötik etkileri bulunabilir. Ama burada söz konusu olan terapötik etki, kontrol altına alınmış, sistematik hale getirilmiş bir etki değildir; tesadüfi niteliktedir. Bu yüzden biyoloji okumayı, hobi edinmeyi, hobi terapi saymıyoruz. Hobi terapide, sistematik bir tarzda psikolojik müdahale, liderin bilinçli bir katalizörlüğü söz konusudur. Hobi terapinin işleyişi genel çizgileriyle şöyle olmalıdır:

Grup, etkileşim grupları konusunda uzmanlaşmış bir ruhsağlığı uzmanının liderliğinde toplanır. Astronomi, biyoloji... konularında yetişmiş bir uzman, grubun anlayacağı dilde bilgiler verir; veya grup lideri, astronomi, biyoloji... uzmanlarınca hazırlanmış bilgileri okuduktan sonra gruba aktarır; ya da grup üyeleri biblioterapide olduğu gibi grup öncesinde bu bilgileri kendileri okurlar. Bunun üzerine lider grup içinde paylaşım başlatır. Üyeler edindikleri bilgilere ilişkin duygularını, izlenimlerini paylaşırlarken, lider belirli psikoterapi/psikolojik danışma yaklaşımlarına uygun olarak grubu yönetir. Örneğin psikodrama yapabilir veya bilişsel-davranışçı yaklaşımı uygulayabilir. Gerekli bulduğunda eklektik bir yaklaşım izleyebilir.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:53 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Hobi terapinin iki temel işlevi olacaktır. Birincisi, astronomide, biyolojide veya el sanatlarında edinilen bilgiler, psikodramadaki ısınma aşaması gibi, grup etkinlikleri için bir ısınma sağlayabilir, ikincisi, belki de daha önemlisi, katılımcıların, kendileriyle uğraşmaktan uzaklaşıp dış dünyaya ilgi göstermeleri, ilgi alanlarını, dolayısıyla yaşam alanlarını genişletmeleri sağlanabilir. Her iki işlev de ruhsal gelişime katkıda bulunacak niteliktedir.

Büyük bir ihtimalle hobi terapinin en etkili yanı, katılımcıların, yaşamı ilginç ve heyecan verici bulmaları, dış dünya ile iletişimlerini artırarak ruhsal sorunlarından uzaklaşmaları olacaktır. Ruh sağlığı ile dış dünyaya ilgi duyma arasında karşılıklı etkileşim bulunduğunu düşünebiliriz. Kişinin ruh sağlığı bozuldukça dış dünya ile etkileşimi de azalacaktır. Aynı anda dış dünya ileetkileşimin azalması da ruh sağlığını bozucu bir etkiye sahiptir. Yoğun ruhsal sorunları olan kişilere hobi terapinin yarar sağlayacağını herhalde düşünemeyiz. Ancak hobi terapinin bir tür koruyucu ruh sağlığı işlevine sahip olacağını, dış dünya ile sağlıklı etkileşim içinde bulunan bir kişinin ruh sağlığının bozulma ihtimalinin -sıfır olmasa da- azalacağını düşünebiliriz.

Hobi terapi, günlük yaşamda karşımıza sık sık çıkan, bazen ise hiç çıkmayan küçük şeyleri fark etme ve heyecan duyma ihtimalimizi artıracaktır. Belki de yaşamımızın süresine ve kalitesine katkıda bulunacaktır. Eğer bu olursa, yaşamda küçük şeylerden büyük kazançlara giden yolda bir tür sinerji de yaratmış oluruz.


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:55 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 

Çocuklarınızı eğitirken bazı hatalar yaptığınız için sakın kendinizi suçlamayınız. Ana babaların sayılabilir miktarda hataları vardır; ama sayılamayacak kadar artıları vardır. Çocuklarınız için nice şey yaptınız; hepsinden önemlisi sevdiniz onları. Sayılabilir miktarda hatanız var diye, binlerce, on binlerce artınız çöpe gitmesin. Önemli olan, gelişmek ve fark edilen hataları tekrarlamamaktır.

Fransızların dediği gibi, başkalarına çiçek atınız ama bu konuda da -her konuda da- arada bir de kendinize çiçek atınız...


Işıldayan Safir 16-01-2012 07:57 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Merhabalar arkadaşlar, http://img1.loadtr.com/b-376266-g%C3..._surat_gif.gif

Prof. Dr. Üstün Dökmen'in Küçük Şeyler isimli kitabından yaptığım alıntılar sona ermiştir. Keyifli okumalar dilerim. (Okumazsanız döverim. :D)

Başka paylaşımlarda tekrar buluşmak üzere...

Sevgiler.

Işıldayan Safir 22-01-2012 12:17 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Arkadaşlar,

Şuanda Star Tv'de Üstün Dökmen'in Küçük Şeyler programı var. Konuğu da Sunay Akın. İkisi de harika insanlar. İzlemenizi tavsiye ederim. Oldukça öğretici bir program.

Sevgiler.

Işıldayan Safir 02-02-2012 01:09 AM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Canım ya ilginç bir konu erkeklerin yıldönümlerini unutması... Oldum olası bana hiç inandırıcı gelmemiştir. Unutmazlar gibime geliyor. Mesela beni evliliğe ikna edecek tek bir erkek profili var. O da zaten benden önce hatırlar özel günleri. girlhaha

Ütopik mi düşünüyorum acaba? girlhaha

sweeet 02-02-2012 12:29 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Benim babam unutmaz. O da evli bir erkek öyleyse o kadar da ütopik düşünmüyorsun. Ne evlilik yıldönümünü ne sevgililer gününü... Eskiden böyle miydi hatırlamıyorum ama son yıllarda böyle :)) Sevgili eş konusunda her zaman ne istemediğimizden çok ne istediğimize odaklanmalıyız. Mesela yıldönümü önemlidir. Ama özel günler dışında sürpriz yapabilen erkek daha değerlidir. Çünkü özel günlerde her yıl hatırlıyorsa adam. Bu yıl da hatırlayacak, unutacak mı heyecanı yok. :p Bir de yeni FIAT reklamı çok hoş ya en sondan bir önceki kapıdaki sahne. Yıldönümü ile ilgili bir kaç sahnesi var da en son evin kapısındaki sahneye bayıldım. :D

Neyse kitap konusuna gelirsek söylemek istediğim bir kaç şey var. Kitapta öğrenilecek çok şey var arkadaşlar. Üstün Dökmen nerede bir konuşma yapıyorsa veya bir yazı yazmışsa orada durup bir dikkat kesilirim. Herkese tavsiye ederim. Çok da rahat okudum.

Bazı kişiler bilgisayar ortamında yazı okumakta zorlanıyorlarmış. Bu konuda Melik Duyar hızlı okuma konusundaki çalışmalarda özellikle çıktı alıp okumayı öneriyor. Onu da aklıma gellmişken söylemek istedim. Sizin okumanızın bize değil en çok kendinize faydası var unutmayın.

Siz okuyup bilginizi arttırdıkça düşünceleriniz de başka şekillenir. Bu kitaplardan alıntıların böyle paylaşılması birer fırsattır. Lütfen farkında olun. Kurtulmak istediğiniz olumsuz düşüncelerden kurtulmanıza fayda sağlar. Telkinlerin etkisini görmek ve farkındalıklarınızı arttırmak konusunda fayda sağlar. Lütfen kendiniz için okumayı seçin.

Tekrar emeğine sağlık Zerynthia. Sevgiler.

sweeet 02-02-2012 12:37 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Söylemeyi unuttum şimdi telefonlarda ajanda ve takvimler çıkalı hatırlama konusunda mertlik bozuldu. Hele facebook falan herkes görüyor orada doğum tarihini kapadın mı kimse hatırlamıyorsa arkadaşlar falan ne acı.

Teknolojinin yararları ve zararları işte yine de en faydalı şekilde kullanmayı seçiyorum. Aslında ajandalar o kadar kötü değil. Yani son gün alarm kurup aa bugün şu varmış demek yerine o ay acaba bugün hangi özel günler var diyip bir genele göz atmak faydalı oluyor. :))

Benim için hediye seçmek ince ve çoğu zaman keyifli bir iştir. Hele çok sevdiğim biri ise hediye alacağım dükkan dükkan gezerim en uygun hediyeyi bulmak için ve takdir edersiniz ki son gün hatırlamak bu durumda iyi olmaz, olmuyor da. Kutluyorum ama hediyesini sonraya bırakıyorum.

Ha bir de zararın neresinden dönülse kardır. Hayat gailesi insanlık hali kimi ayın kaçında olduğunu bile unutuyor bazen ben unutanlara kızmıyorum. O insan değer verdiğini belli ediyorsa her fırsatta nasıl kızarsın ki? Yıl dönümünü unutabilir ama kaç yıl olduğunu unutursa o zaman kızabilirim. Mikro ölçüde büyüklüklerde sorun yok makro da orantılı olarak sorun büyük olabilir. :D hehehe

Işıldayan Safir 02-02-2012 02:49 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Sweeetcim bir şeyler yazacağım sana ancak şuan yine Star Tv de Küçük Şeyler programına rastladım. Okumak kadar dinlemesi de çok keyifli Üstün Dökmen'i. Herkese tavsiye ediyorum.

sweeet 02-02-2012 03:19 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Ne kadar kaldı bitmesine bilmiyorum ama online izlemek isteyenler buradan izleyebilir.

Canlı Yayın - startv.com.tr

Işıldayan Safir 02-02-2012 03:24 PM

Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar
 
Tam başından seyredemedim ben de. Şimdi sona erdi. Ancak çok uzun bir program değil. Bugünün konusu hayvan sevgisiydi. Güzel noktalar vardı. Üstün Dökmen'in de benim gibi kedi korkusu varmış. Bunu öğrendiğime çok şaşırdım. Hatta kendi yaşamımdan şeyleri hatırladım. O aşmış. Ben de aşmak üzereyim. Yanlarından geçiyorum artık.


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:11 AM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.