| ||||||||||
| |
| Hedefler Makaleler hedefe ulaşmak, hedefe ulaşma, hedeflere ulaşmak, hedeflere ulaşma, hedeflere ulaşmanın yolları, hedeflere ulaşmak için, hedefe ulaşmanın yolları, hedefe ulaşmak için |
Hedef Ön Hazırlık ve Hedefler Makaleler İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız "Hayat ya cesur bir tecrübedir ya da hiçbir şey değildir." HELEN KELLER O halde bu bölümden öğrendiğiniz en önemli farklılık nedir? Kaderinizi saptayan şeyin, şartlar değil, sizin kararlarınız olduğunu bilin. Hayatınızın her gününde nasıl düşündüğünüzü ve neler hissettiğinizi değiştirmenin teknolojilerine ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hedefler Makaleler telkin cd indir izle İstanbul Hedefler Makaleler nerededir kimdir Hedefler Makaleler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hedefler Makaleler hipnoz Hedefler Makaleler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hedefler Makaleler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hedefler Makaleler kuantum düşünce kitap haberi
İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar![]() |
| LinkBack | Seçenekler | Stil |
| |
| | #1 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() "Hayat ya cesur bir tecrübedir ya da hiçbir şey değildir." HELEN KELLER O halde bu bölümden öğrendiğiniz en önemli farklılık nedir? Kaderinizi saptayan şeyin, şartlar değil, sizin kararlarınız olduğunu bilin. Hayatınızın her gününde nasıl düşündüğünüzü ve neler hissettiğinizi değiştirmenin teknolojilerine girmeden önce, şunu unutmamanızı istiyorum. Eninde sonunda, eğer kullanmaya karar vermeyecekseniz, bu kitapta okuduğunuz her şey değersizdir, okuduğunuz diğer tüm kitaplar, dinlediğiniz tüm kasetler de değersizdir. Gerçekten adanmışlık taşıyan bir kararın, hayatınızı değiştirecek güç olduğunu unutmayın. O güç sizde zaten vardır, hangi anda kullanmaya karar verirseniz, sizindir. Karar vermiş olduğunuzu kendinize şimdi kanıtlayın. Ertelemekte olduğunuz bir ya da iki kararı verin. Biri çok kolay bir karar olsun, diğeri biraz daha zor olsun. Neler yapabileceğinizi gösterin kendinize. Şu anda, durun. En azından, ertelemekte olduğunuz bir konuda bir tane açık seçik ve net karar verin, onu gerçekleştirme yolunda ilk eylemi yapın sonra da sebat edin! Böyle yapmakla, tüm hayatınızı değiştirecek olan o kası güçlendirmeye başlamış olacaksınız. Siz de ben de biliyoruz ki, geleceğinizde de bazı zorluklar olacaktır. Ama Lech Walesa'nın duvarları aşabilmesi gibi, Doğu Avrupa'nın bunu öğrenmesi gibi, eğer siz de duvarları aşmaya karar vermişseniz, bilin ki, üstünden de atlayabilirsiniz, içinden de geçebilirsiniz, altından tünel de kazabilirsiniz, o duvarda bir kapı da bulabilirsiniz. Bir duvar ne kadar zamandan beri var olmuş olursa olsun, insanoğlunun onu ortadan kaldırma azmine karşı asla direnemez. İnsan ruhu, gerçekten de fethedilemeyecek bir varlıktır. Ama kazanma iradesi, başarma iradesi, kişinin kendi hayatını biçimlendirme iradesi, kontrolü eline alma iradesi, ancak hiçbir zorluğun, sorunun ya da engelin önünüzde duramayacağına karar verdiğiniz zaman koşum altına alınabilir. Hayatınızın şartlar tarafından değil, kendi kararlarınız tarafından biçimlendirileceğine bir kere karar verdiniz mi, hayatınız o andan itibaren değişmiş demektir ve siz de çok özel bir şeyin kontrolünü elinize almışsımzdır demektir. Neyin mi? Buyurun... ![]()
Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz. Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.
__________________ ![]() |
| | |
| | #2 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() HAYATINIZI BİÇİMLENDİREN GÜÇ "İnsanlar mizahla ihtirasın egemenliği altında, aralıklı mantık dönemleri halinde yaşarlar. SIR THOMAS BROWNE W.Y. LAY yer aldığında, kadın daha yarım saattir koşu yapıyordu. Birdenbire bir düzine erkek çocuk, çalıların arasından fırlayıp olanca hızlarıyla ona doğru koştular. O daha neler olup bittiğini anlamaya vakit bulamadan üzerine atılıp çalıların arasına çektiler, bir kurşun boruyla dövmeye başladılar. Çocuklardan biri yüzünü kan içinde kalıncaya kadar tekmeledi. Sonra ırzına geçtiler, ters ilişkide bulundular, öldü diye bırakarak gittiler. Birkaç yıl önce New York'un Central Park'ında yer almış olan bu akla sığmaz saldırıyı duymuşsunuzdur, eminim. Olayın olduğu gece ben New York'taydım. Yalnız saldırının vahşetinden değil, özellikle saldırganların kim olduğunu öğrenmekten ötürü afallamış durumdaydım. Çocuktu bunlar. Yaşları 14'le 17 arasında değişiyordu. Genel kalıba uymayan yanları, yoksul olmadıkları gibi, birbirine kötü davranan ailelerden gelmiş de olmayışlarıydı. Özel okul çocuklarıydı bunlar. Küçükler liginde oynayan, tuba dersleri alan çocuklardı. Uyuşturucunun delirttiği, ya da ırkçılığın motive ettiği çocuklar da değildi. 28 yaşındaki bu kadına saldırmışlardı, üstelik onu öldürmelerine ramak kalmıştı ve bunu bir tek nedenden ötürü yapmışlardı: Eğlenmek... Bu kararlaştırdıkları eyleme bir ad bile vermişlerdi. "Vahşileşme" diyorlardı ona. Bu olayın olduğu yerden 250 mil ötede, ülkemizin başkentinde, National Havaalanı'ndan kalkış yapan bir jet yolcu uçağı, kör edici bir tipide Potomac Köprüsü'ne çarptığında, köprüde iş saati bitimi trafiği pek yoğundu. Trafik durdu, acil kurtarma ekipleri derhal oraya yollandı, köprünün üzeri bir kaos ve panik kâbusuna dönüştü. İtfaiyecilerle sağlık görevlileri durumun korkunçluğu karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar, kaza kurbanlarını kurtarabilmek için defalarca Potomac'a dalışlar yaptılar. Sudaki adamlardan biri, kendisine atılan can yeleklerini sürekli olarak başkalarına veriyordu. Pek çok hayat kurtardı ama kendisininkini kurtaramadı. Kurtarma helikopteri sonunda ona ulaştığında, buzlarla kaplı suların altına batmıştı. Bu adam hiç tanımadığı o insanları kurtarmak için kendi hayatını vermişti! Acaba başka insanların hayatına bu kadar yüksek bir değer biçmesinin nedeni neydi? Daha önce ömründe görmediği bu insanların hayatı için kendi hayatını vermeye neden böyle bir istek duymuştu? İyi yetişmiş bir insanın hiç pişmanlık duymaksızın vahşileşmesi, beri yanda bir başkasının yabancı insanları kurtarmak için kendi hayatını vermesi acaba nedendir? İnsanı kahraman yapan, alçak yapan, suçlu yapan, katkıda bulunan biri yapan şey nedir? İnsan eylemleri arasındaki farkı saptayan şey nedir? Ömrüm boyunca hep bu soruların cevabını aramışımdır. Kesin olarak görebildiğim bir tek şey var, insanlar rastgele yaratıklar değil. Biz her yaptığımızı, bir nedenden ötürü yapıyoruz. Belki o nedeni bilinçli olarak fark etmiyoruz ama tüm insan davranışlarının gerisinde kesinlikle tek bir güdücü güç var. Bu güç hayatımızın her yönünü etkiliyor, ilişkilerimize de, mâlî konularımıza da, vücutlarımıza da, beynimize de ulaşıyor. Sizi şu anda bile kontrol etmekte olan, ömrünüzün sonuna kadar da kontrol edecek olan o güç nedir? ACI VE ZEVK! Siz ve ben, yaptığımız her şeyi, ya acıdan kurtulma ihtiyacımızdan ötürü ya da zevke kavuşma arzumuzdan ötürü yaparız. İnsanların sık sık, hayatlarında gerçekleştirmek istedikleri değişikliklerden söz ettiklerini duyarım. Ama bu söylediklerini yapamazlar. Eyleme geçmeleri gerektiğini bildikleri için de kendilerine kızar, öfkelenirler, ama bir türlü eyleme geçemezler. Bunun bir tek temel nedeni vardır: Onlar hep davranışlarını değiştirmeye çalışmaktadırlar, oysa o bir etkidir. Aslında onun altında yatan sebebe yönelmeleri gerekir. Acı ve zevk güçlerini anlamak ve onları kullanmak, kendiniz ve sevdikleriniz için istediğiniz değişiklikleri kalıcı biçimde yaratmanızı sağlayacaktır. Bu gücü anlayamamak, sizi (geleceğinizi) tepkiler halinde yaşamak zorunda bırakır. Bir hayvan ya da bir makine gibi... Belki bu sözler, durumu fazla basitleştirmişim gibi görünebilir ama bir düşünün de bakın, yapmanız gerektiğini bildiğiniz bazı şeyleri neden yapmıyorsunuz? Her şeyi ertelemek aslında nedir? Yapmanız gerektiğini bildiğiniz bir şeyi, yine de yapmamaktır. Neden peki? Cevabı basit: Benliğinizin bir düzeyinde, şimdi eyleme geçmenin, ertelemekten daha fazla acı vereceğini biliyorsunuz. Ama bazen de bir şeyi öyle çok ertelersiniz ki, birdenbire üzerinizde onu yapmanın baskısını hissedersiniz, yapayım da bitsin, dersiniz. Bu size hiç oldu mu? Nedeni nedir peki? Acıyla zevki sağladığınız şeyleri değiştirdiniz. Birdenbire, eyleme geçmemek, ertelemekten daha acılı oldu. 14 Nisan dolaylarında nice Amerikalının yaşadığı olay budur! ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #3 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() "Gereğinden erken acı çeken adam, gereğinden fazla acı çekmiş olur." SENECA Sizi hayallerinizin erkeğine ya da kadınına yaklaşmaktan alıkoyan nedir? Yıllardır planladığınız o yeni işi kurmaya başlamanızı engelleyen nedir? O perhizi neden sürekli erteliyorsunuz? Tezinizi hazırlayıp bitirmekten neden kaçıyorsunuz? Mâlî yatırım portföyünüzün kontrolünü neden ele almadınız? Hayatınızı tam istediğiniz hale getirmek için gerekenleri yapmanıza ne engel oluyor? Bütün bu eylemlerin size yararı olacağını, hayatınıza kesinlikle zevk getirebileceğini bildiğiniz halde, eyleme geçmeyi başaramıyorsunuz, çünkü o an için gerekeni yapmaya daha çok acı bağlıyor, fırsatı kaçırmaya daha az acı bağlıyorsunuz. Ya o insana bir yaklaşımda bulunur da hayır cevabını alırsanız? Yeni işi kurmaya çalışıp başarısızlığa uğrar, şimdiki işinizin güvencesini de kaybederseniz? Ya perhize başlayıp aç kalarak bir yığın acı çektikten sonra, sonunda yine kilo almaya başlarsanız? Ya yatırım yapıp paraları kaybederseniz? Hiç denememek daha iyi değil mi? Çoğu kişi için, kaybetme korkusu, kazanma arzusundan çok daha büyüktür. Hangisi sizi daha ilerilere doğru güder? Son beş yılda kazandığınız 100.000 doları birinin çalmasını engellemek mi, yoksa gelecek beş yılda 100.000 dolar kazanma potansiyeli mi? Aslına bakılırsa, çoğu insanın ellerindekini kaybetmemek için gösterdiği çaba, hayatlarından kendi istediklerini alabilmek için gerekli risklere girme yolunda gösterdiği çabadan daha fazladır. ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #4 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() "Başarının sırrı, acıyla zevkin sizi kullanmasına izin vermektense, acıyla zevki kendiniz kullanmayı öğrenmektir. Bunu yaparsanız, hayatınızın kontrolünü elinize alırsınız. Yapmazsanız, hayat sizi kontrol eder." ANTHONY ROBBINS Genellikle, bizi güden bu iki güç tartışılırken ortaya ilginç bir soru atılır: İnsanlar neden acıyı çekiyor da, yine de değişemiyor? Çünkü henüz yeterince acı çekmiş olmuyorlar; benim duygusal eşik dediğim yere daha varmamış oluyorlar. Eğer zararlı bir ilişki içine girmişseniz ve sonunda gücünüzü kullanmaya karar vermişseniz, eyleme geçip hayatınızı değiştirecekseniz, besbelli artık dayanmak istemediğiniz bir acı düzeyine vardığınız içindir. Hepimize zaman zaman olmuştur, "Yeter artık - bir daha asla - bu şimdi değişmek zorunda," demişizdir. İşte o an, acının dostumuz olduğu o sihirli andır. Bizi yeni eylemlere geçip yeni sonuçlar üretmeye iter. Eğer o anda, değişikliğin hayatımıza zevk getireceğini de görürsek, eyleme geçmeye daha büyük bir güçle sarılabiliriz. Bu süreç yalnız ilişkiler için geçerli bir şey değildir. Belki fiziksel durumunuzla ilgili olarak böyle bir eşiğe ulaşmışsınızdır. Uçağın koltuğuna sığamadığımz için, durum artık canınıza tak demiştir. Elbiselerinizi giyemez olmuşsunuzdur, bir kat merdiven çıkmak soluğunuzu tıkamaya başlamıştır. Sonunda, "Yeter artık," demiş ve bir karar vermişsinizdir. Nedir o kararı motive eden? Hayatınızdaki acıyı çıkarıp atmak, yeniden zevki getirmektir; gururun zevkini, rahatlığın zevkini, özsaygının zevkini, tasarımladığınız gibi yaşamanın zevkini elde etmektir. Tabii acının ve zevkin çok çeşitli düzeyleri vardır. Örneğin bir küçük düşme duygusu yaşamak, duygusal acının oldukça yoğun bir biçimidir. Bir rahatsızlık durumu da acıdır. Can sıkıntısı da öyle. Elbette ki bunların bazılarında yoğunluk daha azdır ama yine de karar verme denkleminde etkileri vardır. Aynı şekilde, zevk de bu süreçte etkilidir. Bizi güden güç, çoğu eylemlerimizin daha iyi bir gelecek getireceğine inanmaktan, bugünkü çalışmaların gösterilen çabaya değeceğine, zevkli ödüllerin yakında olduğuna inanmaktan gelir. Ama tabii zevkin de çeşitli düzeyleri vardır. Örneğin zevkten kendinden geçmek, tabii ki çok yoğundur. Ama bazen rahatlığın zevki onu alt edebilir. Her şey kişinin perspektifine göre değişir. Örneğin, diyelim ki öğle paydosundasmız, bir parkta yürüyüş yapıyorsunuz, hoparlörden bir Bethooven senfonisi yayınlanıyor. Durup dinler misiniz? Bu ilk önce, klasik müziğe ne anlam verdiğinize bağlı. Bazı kimseler Eroica Senfonisinin ezgilerini dinleyebilmek için işi gücü bırakırlar. Onlara göre, Beethoven eşittir katıksız zevk. Ama bazıları için de klasik müzik dinlemenin verdiği heyecan, duvardaki boyanın kurumasını seyretmekten gelen heyecan kadardır. O müziğe tahammül etmek, bir miktar acıyı temsil eder. Hızlı adımlarla parkı geçer, işe dönerler. Ama klasik müzik sevenlerin bazıları bile, durup dinlemeye karar vermeyecektir. Belki işe geç kalmanın vereceği acı, zaten bildikleri ezgiyi dinlemenin getireceği zevkten fazladır. Ya da belki günün ortasında parkta durup müzik dinlemenin zaman ziyanı olduğu yolunda bir inançları vardır. Böyle uygunsuz bir şey yapmanın vereceği acı, müziğin getireceği zevkten fazla olacaktır. Hayatımızın her günü bu tür psişik pazarlıklarla doludur. Biz sürekli olarak, öneri halindeki eylemlerimizi, bize getirecekleri etkiyle ölçer, tartarız. ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #5 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() HAYATIN ÖĞRETTİĞİ EN ÖNEMLİ DERS Hayatın öğrettiği en önemli ders Donald Trump'la Mother Teresa'yı güden, aynı güçtür. Şimdi sizin, "Aklını mı kaçırdın, Antony?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. "İki insan birbirinden ancak bu kadar farklı olabilir!" diyorsunuz. Bu insanların değer verdikleri şeyler, yelpazenin iki ayrı ucunda yer alıyor, orası doğru. Ama her ikisini de güden, acıyla zevk. Hayatlarına biçim veren şey, nelerden zevk alacaklarını, nelerin acı getireceğini öğrendilerse, odur. Hayatta öğrendiğimiz en önemli ders, bize neyin acı, neyin zevk getirdiğidir. Bu ders her birimiz için farklıdır, bu nedenle davranışlarımız da farklı olur. Donald Trump'ı hayatı boyunca güden ne olmuştur? En büyük ve en pahalı yatlara sahip olmaktan, en gösterişli binaları yaptırmaktan, en kurnaz anlaşmaları imzalamaktan zevk almayı öğrenmiş, yanı kısacası, en kocaman ve en iyi oyuncaklara yönelmiştir. Acıyı nelere bağlamayı öğrenmiştir? Kendisiyle yapılan röportajlarda, en fazla acı duyduğu şeyin, herhangi bir konuda ikinci gelmek olduğunu söylemiştir. Onun gözünde bu başarısızlıktır. Aslında tüm başarma güdüsü, işte bu acıdan kaçınmak için harekete geçmektedir. Zevk alma arzusundan çok daha güçlü bir motivasyondur bu. Rakiplerinin pek çoğu, Trump'ın ekonomik imparatorluğu çöktüğünde onun duyduğu acıdan büyük zevk almışlardır. O insanı -hattâ başkalarını ve bu arada kendinizi- yargılamaktansa, onu güden gücün ne olduğunu anlamak ve çektiği acıdan ötürü ona merhamet göstermek çok daha değerli olabilir. Bunun tersine, bir de Mother Teresa'ya bakalım. Bu kadının yüreği öyle sevgi doludur ki, başkalarının acısını görünce kendi de acı çekmektedir. Kast sisteminin haksızlığını görmek onu derinden derine yaralamıştır. O insanlara yardım etmek için harekete geçtiğinde, çektikleri acının ortadan kalktığını, dolayısıyla kendi acısının da ortadan kalktığını görmüştür. Mother Teresa için hayatın nihaî anlamı, Kalküta'nın, yani Zevkler Kenti'nin en yoksul semtlerinde bulunabilir. Milyonlarca aç ve hastalıklı mültecinin barındığı yerlerde... Bu kadın için zevk belki de diz boyu balçıktan geçip salaş bir kulübeye varmak, oradaki kolera ve dizanteriden harap olmuş bebeklerle çocuklara yardım etmek, bakmaktır. Başkalarına yardım etmenin kendi acısını hafifletmesi, onlara daha iyi bir hayat vermenin, zevk vermenin, kendisine de zevk getirmesi, onu güden güçtür. Çünkü o, başkaları için fedakârlık etmenin en büyük iyilik olduğunu öğrenmiştir, böyle yapmak ona hayatının anlam kazandığını ifade etmektedir. Çoğumuz için Mother Teresa'nın o mütevazı yardımseverliğini Donald Trump'ın maddeciliğine bağlamak oldukça güçtür ama unutulmaması gereken çok önemli bir nokta, bu iki insanın kendi kaderlerini çizerken, kendilerine neyin acı, neyin zevk verdiğine dayanmış olmalarıdır. Elbette ki geçmişleri ve çevreleri bu seçimlerinde büyük rol oynamıştır ama sonunda kendilerini ne için ödüllendirip ne için cezalandıracakları konusunda bilinçli bir karar vermişlerdir. ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #6 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() NEYİ ACIYA, NEYİ ZEVKE BAĞLADIĞINIZ SİZİN KADERİNİZİ BİÇİMLENDİRİR. Benim hayatımın kalitesi üzerinde çok büyük etki yapmış olan bir karar vardır. Daha çok erken yaşlardan başlayarak, öğrenme konusunu büyük bir zevke bağladım. İnsan davranışını ve duygularını biçimlendirmeme yarayacak fikirler ve stratejiler keşfetmenin, bana hemen hemen hayatta istediğim her şeyi verdiğini fark ettim. Eylemlerimizin gerisinde yatan sırların kilidini açmak, beni daha sağlıklı yapıyor, fiziksel olarak kendimi daha iyi hissetmeme yol açıyor, sevdiğim kimselerle daha derin ilişkiler kurmamı sağlıyordu. Öğrenmek bana, paylaşacak, verecek bir şeyler getiriyordu. Çevremdekilere gerçekten değerli bir şeyleri verebilmemi sağlıyordu. Bir zevk ve doyum duygusu getiriyordu. Aynı zamanda, daha da güçlü bir zevk biçimini keşfetmekteydim. O da bu öğrendiklerimi ihtiraslı bir biçimde paylaşmaktı. Paylaştığım bu şeylerin, insanların hayat kalitesini yükselttiğini görmeye başladığımda, en üst düzey zevki de keşfetmiş oldum! Hayatımın amacı böylece yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Sizin hayatınızı biçimlendiren bazı acı ve zevk tecrübeleri nelerdir? Acıyla zevki, örneğin, uyuşturuculara bağlamışsanız bu kesinlikle kaderinizi etkilemiştir. Sigarayla ve alkolle, ilişkilerle hattâ vermek ve güvenmek kavramlarıyla ilişkilendirmeyi öğrendiğiniz duygular da öyle. Eğer doktorsanız, yıllar önce bu mesleği seçmeye sizi motive eden şey, doktor olmanın kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacağı inancı değil miydi? Konuştuğum her doktor, insanlara yardım etmeyi, büyük bir zevkle ilişkilendirmektedir. Acıyı durdurmak, hastalığı iyileştirmek, hayat kurtarmak... Genellikle toplumun saygı gören bir üyesi olmak da ek bir motivatör olarak devreye girmiştir. Müzisyenlerin kendilerini sanatlarına adayışı, bu düzeyde zevki kendilerine pek az şey verdiği içindir. En büyük şirketlerin başkanları da zevki, benzersiz bir şeyler yapmaya, insanlara kalıcı katkılarda bulunacak şeyler gerçekleştirmeye dönük güçlü kararları vermekle bağdaştırmışlardır. John Belushi'nin, Freddie Prinze'in, Jimi Hendrix'in, Elvis Presley'in, Janis Joplin'in ve Jim Morrison'un sınırlayıcı acı ve zevk ilintilerini düşünün. Bu insanların zevki, uyuşturucuların getirdiği kurtuluşla, hızlı çözümle, kısa dönemli ve geçici sevinçlerle ilintilendirmesi, sonunda kendi düşüşlerini getirmiştir. Kendi zihinlerini ve duygularını yönetmemenin nihaî bedelini ödemişlerdir. Milyonlarca hayranlarına ne biçim bir örnek sunduklarına bakın. Ben uyuşturucu ve alkol kullanmayı hiçbir zaman öğrenmedim. Çok zeki olduğum için mi? Hayır, çok şanslı olduğum için. Hiç alkol içmeyişimin nedenlerinden biri, çocukluğumda ailemde sarhoş bir çift bulunması, bunların içkiliyken çok kötü davranışlara yönelmesi, benim de bu sayede alkolü acıyla bağdaştırmamda. Kafamdan çıkmayan bir başka sahne de, en iyi arkadaşımın annesiyle ilgilidir. Çok şişman bir kadındı. Hemen hemen 150 kilo geliyordu. Sürekli olarak da içiyordu. Ne zaman içse, beni kucaklamaya kalkışır, salyası üstüme başıma akardı. Bugün bile birinin soluğunda alkol kokusu aldığım anda içim bulanır. Ama bira bambaşka bir hikâyeydi. On bir ya da on iki yaşlarındayken, onu alkollü içki saymıyordum. Babam da bira içerdi, öyle tatsız davranışlara girmez, iğrençleşmezdi. Hattâ bir iki bira içtiğinde, daha da keyifli olurdu. Ayrıca, zevki içmekle ilintilendirmemin bir nedeni de, babam gibi olmak isteyişimdi. Bira içmek beni gerçekten babam gibi yapar mıydı? Yapamazdı, ama bizler sinir sistemimizde sık sık böyle sahte ilintiler yaratırız (nöro-asosiyasyon), neyin acı ya da zevk getireceğini yanlış bağlarız. Bir gün annemden bir bira istedim, bana iyi gelmeyeceğini söyleyip tartışmaya başladı. Ama benim kafamda babamla ilgili gözlemlerim o kadar netken, ben zaten kararımı vermişken, tartışması hiç sonuç veremezdi. Biz aslında duyduklarımıza inanmayız, daha çok kendi gözlemlerimizin doğruluğuna inanırız. Ben o gün, bira içmenin kendi kişisel büyümemde bir sonraki adım olduğuna kesinlikle inanmış durumdaydım. Sonunda annem, eğer bana unutamayacağım bir tecrübe sunamazsa, belki de gidip biramı bir başka yerde içeceğimi anladı. İçindeki bir düzeyde, benim birayla ilintilendirdiğim şeyi değiştirmesi gerektiğini biliyordu. "Pekâlâ, baban gibi bira içmek mi istiyorsun?" dedi bana. "O halde tam baban gibi içmen gerek, tamam mı?" Ben o zaman, "O da ne demek?" diye sordum. "Kasadaki altı kutuyu da içeceksin," dedi. Dert değil," diye cevap verdim. Annem, "Burada içeceksin ama," dedi. İlk yudumumu aldığımda, tadı iğrenç geldi. Hiç de beklediğim gibi değildi. Tabii o sıra bunu itiraf etmedim, çünkü gururum söz konusuydu. Yeni yeni yudumlar aldım. Birinci birayı bitirdiğimde, "Artık doydum, anne" dedim. Annem, "Olmaz, işte ikincisi" dedi, kutuyu hemen açtı. Üçüncü ya da dördüncü kutunun sonunda midem bulanmaya başladı. Daha sonra ne olduğunu herhalde tahmin etmişsinizdir. Üstüme başıma kustum. Mutfak masası fena, berbat oldu. İğrenç bir şeydi. Oraları temizlemek de iğrençti! Biranın kokusunu o anda kusmuğa ve korkunç şeylere bağladım. Artık bira içmeyi zihinsel ve entelektüel kavramlarla ilintilendirmeyecektim. Artık sinir sistemimde duygusal bir ilinti vardı. Benliğimin içinde bir nöro-asosiyasyon. Bu ilinti, bundan sonraki kararlarımda kesinlikle bana rehberlik edecekti. Sonuçta, bir daha ağzıma bira koyamadım, hâlâ da koyamam! Acı ve zevk bağlantılarımız, hayatımızda profesyonel etkiler de getirebilir mi? Hem de nasıl! Birayla ilgili bu olumsuz nöro-asosiyasyon, benim hayatımdaki pek çok kararları etkiledi. Okulda kimlerle arkadaşlık ettiğimi de, nelerden zevk aldığımı da. Alkol kullanmadım. Onun yerine, öğrenmeyi kullandım, gülmeyi kullandım, sporları kullandım. Ayrıca insanlara yardım etmenin inanılmaz güzel duygular verdiğini öğrendim. Onların sorunlarını çözmek, benim de, onların da, kendimizi iyi hissetmemize yol açıyordu. Yıllar bazı şeyleri hiç değiştiremiyor! Uyuşturucu kullanmayışım da yine benzer bir tecrübeden kaynaklanmıştır: Üçüncü ya da dördüncü sınıftaydım. Okulumuza polis teşkilâtından birileri geldi, bize uyuşturucunun sonuçlarıyla ilgili bir takım filmler gösterdiler. İnsanların kuduruşunu, bayılışını, yayılışını, kendilerini pencerelerden atışını seyrettim. Küçük bir çocuk olarak, uyuşturucuları çirkinlikle ve ölümle bağdaştırdım, bu nedenle de kendim hiç denemedim. Şansım iyi gitmiş, polis bende bir nöro-asosiyasyon yaratmıştı. Uyuşturucu alma ihtimali bile hiçbir zaman aklımdan geçmedi. Bundan ne öğrenebiliriz? Bir tek şeyi: Eğer herhangi bir davranışı ya da duygusal oluşumu büyük acılarla bağdaştırırsak, ne pahasına olursa olsun o davranıştan kaçınıyoruz. Bunu kullanarak acı ve zevk gücünü istediğimiz gibi kullanabilir, hayatımızda neyi istiyorsak değiştirebiliriz. Değiştirmek istediğimiz, her şeyi erteleme huyumuz da olabilir, uyuşturucu kullanma alışkanlığımız da. Bunu nasıl mı yaparız? Diyelim ki çocuklarınızın uyuşturucudan uzak kalmasını istiyorsunuz. Onlara bunu öğretmenin zamanı; kendi deneylerini yapmadan önce, bir başkası onlara uyuşturucuyu zevkle ilintilendirecek bir şey öğretmeden öncedir. Karım Becky ile ikimiz, çocuklarımızı ebediyen uyuşturucudan uzak tutmanın en iyi çaresi olarak, onların içinde acıyı uyuşturucuyla ilintilendiren bir nöro-asosiyasyon yaratmayı seçtik. Uyuşturucunun aslında ne olduğunu onlara biz öğretmezsek, bir başkasının ortaya çıkıp, uyuşturucuları onlara acıdan kaçmakta yararlı bir şey olarak tanıtabileceğini biliyorduk. Bunu yapabilmek için, Misyonerler Teşkilâtı'ndan eski dostum John Rondon'u aradım. Ben yıllardan beri John'ın Güney Bronx ve Brooklyn'deki çalışmalarını desteklerim, sokaktaki insanlara, standartlarını yükselterek, sınırlayıcı inançlarını değiştirerek ve hayat becerilerini geliştirerek hayatlarını değiştirmeyi öğretmeye çalışırım. Becky ile ikimiz, bizim öğretilerimizi uygulayarak kendilerini sokaklardan kurtaran, hayatlarının kalitesini gerçekten yükselten insanlara bakıp büyük gurur duyarız. O bölgelere yaptığım ziyaretleri, bir şeyleri geri ödemek gibi, kendime ne kadar şanslı olduğumu bir kere daha hatırlatma aracı gibi kullanırım. O kaldırımlardaki insanları görmek, kendi imtiyazlı hayatımın değerini daha iyi anlamama da yol açıyor. Ayrıca bana bir perspektif kazandırıyor, hayatımı dengede tutmamı sağlıyor. Amaçlarımı John'a anlattım, o da çocuklarımı ömürlerince unutamayacakları bir geziye çıkarmayı planladı. Uyuşturucuların insan ruhuna neler yaptığını göreceklerdi o gezide. Önce yoksul kesimdeki bir binanın farelerle dolu bodrum katına bir ziyaretle başladılar. Kapıdan girdiğimiz anda, çocuklarımın yüzüne çiş lekeli yerlerin kokusu çarptı. Uyuşturucu bağımlıları, kendilerini kimin seyretmekte olduğuna aldırmıyorlardı bile. Çocuk fahişeler gelene gidene hizmet veriyor, sağdan soldan, ihmal edilmiş bebeklerin ağlama sesleri yükseliyordu. Çocuklarım uyuşturucuyu, zihinsel, duygusal ve fiziksel yıkıntıyla ilintilendirdiler. Bu olay dört buçuk yıl önce oldu. O günden bu yana, uyuşturucularla çok kere karşılaştılar, ama ellerini bile sürmediler. Bu güçlü nöro-asosiyasyon, onların kaderlerini önemli biçimde biçimlendirmiş oldu. ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #7 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() "Eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı o şeyin kendisinden değil, sizin ona verdiğiniz değerden geliyordur, onu da her an ortadan kaldırma gücünüz vardır." MARCUS AURELIUS Biz bu gezegendeki canlılar arasında bu kadar zengin bir iç dünyası olan tek canlı türüyüz. Bizim için önemli olan, olaylar değildir. Kendimizi ne gözle göreceğimizi ve gelecekte nasıl davranacağımızı saptayan, bizim o olayları yorumlayış biçimimizdir. Bizi bu kadar özel kılan şeylerden biri, nesneleri ve fikirleri uyumlandırma, değiştirme, biçime sokma ve onu daha zevkli ve yararlı hale getirme konusundaki o harikulade yeteneğimizdir. Bu uyumlandırma yeteneklerimiz arasında en başta geleni de, hayatımızın ham bir tecrübesini ele alıp, onu daha başka tecrübelerle ilişkilendirerek, kaleidoskopik bir anlam haritası oluşturmamız ve bu haritanın da dünyadaki başka herkesinkinden farklı olmasıdır. Örneğin fiziksel acıların sonunda zevk getireceğine ya da bunun tersine yönelik ilintileri değiştirebilmek, ancak insanların yapabileceği bir şeydir. Hapiste açlık grevi yapan bir insanı düşünün. Belli bir amaç uğruna, hiç yemek yemeden otuz gün sağ kalmayı başarmıştır. Bir hayli fiziksel acılar çekmektedir, ama dünyanın dikkatini kendi amacına çekebilmiş olmanın getirdiği zevk daha ağır basmaktadır. Kişisel hayatlarında, örneğin incelmek için sıkı fiziksel rejimler uygulayan insanlar da, çektikleri fiziksel zorlukları bir tür zevkle ilintilendirmeyi öğrenmişlerdir. Bu disiplin rahatsızlığını, kişisel büyüme doyumuna bağlamışlardır. Davranışları bu yüzden tutarlıdır, sonuçları da tutarlı olur! O halde biz irademizin gücüyle, aç kalmaktan gelen fiziksel acıyı, ideallerimize teslim olmanın psişik acısıyla tartıp ölçeriz. O zaman daha yüksek bir anlam yaratırız. Skinner kutusundan çıkar, kontrolü kendi elimize alırız. Ama eğer kendi asosiyasyonlarımızı acı ve zevke doğru çekemezsek, yaşamımız hayvanlardan ve makinelerden farklı değil, demektir. O zaman sürekli olarak çevreye tepki gösteriyor, bir sonra olacak olayın hayatımızdaki yönü ve kaliteyi saptamasına izin veriyoruz demektir. Yine kutuya geri dönmüş oluruz o zaman. Sanki kamuya açık bir bilgisayarmışız gibi. Çok sayıda amatörler programlarımıza serbestçe girip girip çıkabiliyorlarmış gibi! Bizim bilinçli ve bilinçsiz davranışlarımız, pek çok kaynaktan gelen acı ve zevkin dürtülerine bağımlıdır. Çocukluk arkadaşlarımız, annemizle babamız, öğretmenlerimiz, antrenörlerimiz, sinema ve televizyon kahramanları... -bu liste böyle uzar gider- Programlamanın ve şartlandırmanın tam ne zaman yer aldığını bilir ya da bilmezsiniz. Belki biri bir şey söylemiştir. Okulda bir olay olmuştur. Spor yarışması, utanç verici bir an, karnedeki parlak notlar ya da kırık notlar. Bütün bunlar, bugünkü kişiliğinize katkıda bulunmuştur. Acıyla zevki nelere bağladığınızın, sizin kaderinizi biçimlendiren şey olduğunu ne kadar vurgulasam azdır. Kendi hayatınızı şöyle bir gözden geçirdiğinizde, sizde nöro-asosiyasyon yaratıp bir dizi sebebi harekete geçiren, böylelikle sizin bugün bu insan olmanıza yol açan tecrübeleri hatırlayabiliyor musunuz? Olaylara ne anlam veriyorsunuz? Bekârsanız, evliliği hayat arkadaşınızla paylaşacağınız neşeli bir tecrübe olarak mı görüyorsunuz, yoksa ondan zincire vurulmak gibi korkuyor musunuz? Bu akşam sofraya oturduğunuzda, yemeği sıradan bir şey gibi, vücudunuzu beslemek için mi yiyeceksiniz, yoksa her lokmanın zevkini çıkararak mı? ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #8 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() "Erkekler de kadınlar da anlayışlarının yoluna gitmekten çok, kalplerinin yoluna giderler." LORD CHESTERFIELD İnkâr etmeyi ne kadar çok istersek isteyelim, davranışlarımızı güden şey entelektüel hesaplarımız değil, acıya ve zevke yönelik içgüdüsel tepkilerimizdir. Entelektüel açıdan, çikolata yemenin bizim için kötü olduğuna inanıyor olabiliriz, ama yine de elimizi çikolataya uzatırız. Neden? Çünkü bizi güden, entelektüel düzeyde bildiklerimiz değil, sinir sistemimizde acıyı ve zevki nelere bağlamış olduğumuzdur. Yani nöro-asosiyasyonlar'dır. Bu asosiyasyonları, ilintileri, sinir sistemimizde kurmuşuzdur. Yaptıklarımızı bunlar saptar. Bizi güden şeyin aslında zihnimiz olduğuna ne kadar inanmak istesek de, çoğu durumda bu işi duygular, duyular yapar, biz onları alıp düşüncelerimize bağlarız. Bizi güden onlardır. Çoğu kere sistemi alt etmeye çalışırız. Bir perhize belli bir süre bağlı kalırız. Fazla acı çektiğimiz için buna karar vermeyi başarmışızdır. Sorunu geçici olarak çözeriz, ama eğer sorunun sebebini ortadan kaldırmamışsak, onunla yine karşılaşacağız demektir. Değişikliğin kalıcı olabilmesi için, acıyı eski davranışımıza, zevki de yeni davranışımıza bağlamak zorundayız, bu şartlanmayı da sürekli ve tutarlı hale gelinceye kadar devam ettirmeliyiz. Unutmayın, hepimiz acıdan kaçmak için daha çok şey yaparız, zevke ulaşmak için daha az şey yaparız. Perhiz yapıp acımızı kısa dönemde irademizle kontrol altına almak, kalıcı olmayacaktır, çünkü hâlâ acıyı, o güzel ve şişmanlatıcı yemekleri feda etmeye bağlıyoruzdur. Bu değişikliğin kalıcı olabilmesi için, acıyı o yiyecekleri yemeye bağlamalıyız ki, onları hiçbir zaman arzulamayalım. Zevki de bizi besleyen, bize enerji veren yiyecekleri daha çok yemeye bağlamalıyız. Sağlam ve sağlıklı insanlar, hiçbir şeyin tadı, kendini zayıf hissetmek kadar güzel değildir, derler. Sağlıklı yiyeceklere bayılırlar. Hattâ zevki, içinde hâlâ yiyecek bulunan tabağı elleriyle uzağa itme hareketine bağlamışlardır. Bu onlara, hayatlarının kontrolünün kendi ellerinde olduğunu gösteren bir simgedir. Gerçek şudur ki, biz zihinlerimizi, vücutlarımızı ve duygularımızı şartlandırabilir, acıyı ve zevki neye istiyorsak ona bağlayabiliriz. Acıyı ve zevki neye bağladığımızı değiştirerek, davranışlarımızı da bir anda değiştirebiliriz. Örneğin sigara içme konusunda tek yapacağınız, sigara içmeye yeterince acı, bırakmaya yeterince zevk bağlamaktır. Bunu şu anda yapacak gücünüz var, ama bunu seçmeyebilirsiniz, çünkü zevki sigaranın dumanına bağlamışsınızdır ya da bırakmanın çok fazla acı getireceğinden korkuyorsunuzdur. Oysa sigarayı bırakmış biriyle karşılaşsanız, bu davranışın bir gün içinde değişmiş olduğunu görür, anlarsınız. O gün, sigara içmenin kendileri için ifade ettiği anlamı değiştirdikleri gündür. ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #9 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() KENDİ HAYATINIZLA İLGİLİ SİZİN BİR PLANINIZ YOKSA, BİR BAŞKASININ VAR. Reklamcılığın görevi, acıyı neye, zevki neye bağladığımızı etkilemektir. Reklamcıların çok iyi anladığı bir şey varsa, bizi güden şeyin zihnimiz değil, sundukları ürünlere bağladığımız duygularımız olduğudur. Sonuç olarak, heyecanlandırıcı ya da yatıştırıcı müzikleri, hızlı ya da zarif resimleri, parlak ya da pastel renkleri ve daha bir yığın şeyi kullanarak bizi belli bazı duygusal durumlara sokmanın uzmanı olmuşlardır. Ve tam duygularımız doruk noktaya vardığında, duyularımız en uyanık hallerine ulaştığında, kendi ürünlerinin resmini karşımıza getirirler, uzun süre tutar, onu bu arzuladığımız duygularla bağlamamızı sağlamaya çalışırlar. Pepsi bu stratejiyi çok parlak biçimde kullanarak, o verimli meşrubat piyasasının yarıdan büyük dilimini çok önemli bir rakipten, Coca Cola'dan koparmayı başarmıştır. Pepsi bu arada Michael Jackon'un fenomen sayılabilecek başarısını da görmüştür. Jackson ömrü boyunca hep insanların duygularını sesiyle, vücuduyla, yüzüyle ve hareketleriyle yükseltmeyi öğrenerek ilerlemiş bir genç adamdır. Michael'ın şarkı söyleyişi ve dans edişi, büyük insan kalabalıklarının kendilerini inanılmaz derecede iyi hissetmesine yol açmaktadır. O kadar ki, aynı duyguyu yeniden yaşayabilmek için Michael'ın o konserle ilgili albümlerini satın almaktadırlar. Pepsi'nin sorduğu soru, bu güzel duyguları kendi ürünümüze nasıl aktarabiliriz, sorusu olmuştur. Yürüttükleri mantığa göre, eğer insanlar Michael Jackson'a mal ettikleri zevkli duyguları Pepsi ile bağlayabilirlerse, onun albümlerini satın aldıkları gibi, Pepsi'yi de satın alacaklardır. Bir ürüne ya da fikre yeni duygular bağlamanın süreci, temel şartlanma için gerekli bir aktarmadır. Bununla ilgili daha geniş bilgileri Bölüm 6'da, Nöro-Asosiyatif Şartlanma'yı incelerken öğreneceksiniz. Ama şimdilik şunu düşünmeniz yeter: Ne zaman çok yoğun bir duygusal duruma girersek, acıyı veya zevki güçlü halde hissedersek, o sıra sürekli karşımıza çıkan şey, nörolojik olarak bağlam verir. Bu nedenle, gelecekte o benzersiz şey yeniden karşımıza çıktığında, duygusal durum da geri dönecektir. B.F. Skinner, davranış bilimi dalının ünlü bir öncüsüdür. Yeni doğan kız çocuğunu beşik boyunda bir kutuya yatırıp on bir ay hiç çıkarmadığı için de kötü bir şöhreti vardır. Bunu bilimsel araştırmaları uğruna yapmış, uyarı refleks davranışlarıyla ilgili teorilerini denemiştir. Herhalde Ivan Paviov'u duymuşsunuzdur. Kendisi bir Rus bilimadamıydı, on dokuzuncu yüzyılda bir dizi şartlı refleks deneyleri yapmıştı. En ünlü deneyi, köpeğine yemek verirken bir çanı eline alıp çalması, köpeğin de o sırada ağzının sulanmasıydı. Çünkü çanın sesi köpeğin yemekle ilgili duyularıyla bağlanıyordu. Pavlov daha sonra, yalnız çanı çalmanın da köpeğin ağzını sulandırmaya başladığını, yemek verilmese de bu işin gerçekleştiğini gözlemlemişti. Peki, Pavlov'un Pepsi ile ne ilgisi var? Birincisi, Pepsi, Michael Jackson'u, bizi doruk duygusal düzeye yükseltmek için kullandı. Sonra, tam o anda ürünü sundular. Bunun sürekli olarak tekrarlanması, milyonlarca Jackson hayranında bir duygusal bağ oluşturdu. Aslına bakarsanız Michael Jackson Pepsi içmez bile! Kamera karşısında elinde boş bir Pepsi kutusu tutmayı bile reddetmiştir! Siz belki içinizden, "Bu şirket deli mi?" diye soruyorsunuzdur. "Adama 15 milyon dolar verip kendilerini temsil etmesini istiyorlar, oysa o onların ürününü elinde tutmaya bile razı olmuyor, üstelik tutmayacağını herkese de söylüyor! Bu ne biçim temsilci? Amma çılgın bir fikir!" Aslında fikir çok parlak. Satışlar gerçekten de patlarcasına yükseldi. Öyle yükseldi ki, bu sefer L.A. Gear firması Michael'a kendi ürünlerini temsil etmesi için 20 milyon dolar verdi. Bugün Michael, insanların neler hissettiğini değiştirebilen biri olduğu için (ben buna "durum değiştiren" diyorum), Sony/CBS'le 10 yıllık bir plak kontratı imzaladı. Bu anlaşmanın değerinin bir milyar doları aştığı söyleniyor. İnsanların ruhsal durumunu değiştirebilme yeteneği, onu paha biçilmez bir insan yapıyor. Anlamamız gereken nokta, bütün bunların, duyguları belli davranışlara bağlamaktan kaynaklandığıdır. Ana fikir, o ürünü kullandıkça o hayalleri yaşayacağımızdır. Reklamcılar hepimize öğretti zaten. Eğer BMW kullanıyorsanız, istisnaî zevkleri olan olağanüstü birisiniz. Hyundai kullanıyorsanız, zeki ve tutumlusunuz. Pontiac kullanıyorsanız, içinizde heyecan var. Toyota kullanıyorsanız, amma güzel bir duygu yaşıyorsunuz! Başka öğrendiklerimiz de var. Obsession kokusunu kullananlar çok geçmeden kendilerini seks âlemlerinde bulurlar. Pepsi içenler, M.C. Hammer'a birlikte, moda olan dünyaya girerler. "İyi" bir anne olmak istiyorsanız, çocuklarınıza Hostess marka meyveli turta yedirirsiniz, küçük kekler ve Twinkie'ler verirsiniz. Reklamcıların saptadığı şey şu: Eğer yeterince zevk yaratılırsa, tüketiciler acının korkusunu görmezden gelebiliyor. Bir reklamcı sloganı vardır, "Seks satar" derler. Gerçekten de, yazılı basında olsun, televizyonda olsun, seks kullanılarak yapılan reklamlar bu işi başarmaktadır. Bluejean satış eğrilerine bakın. Nedir ki bluejean aslında? Eskiden bunlar işçi pantolonuydu, işlevsel ve çirkin şeylerdi. Bugün nasıl satılıyorlar? Uluslararası bir ikona oldular artık. Seksi olan, moda olan, gençlikle ilgili olan ne varsa, bluejean onu temsil ediyor. Levi's 501'lerin reklamını hiç seyrettiniz mi? Bir tanesini bile bana açıklayabilir misiniz? Hiç anlamı yok, değil mi? Çok kafa karıştırıcı şeyler. Ama sonunda, yakınlarınızda seks olayı yer almış gibi bir duyguya kapılıyorsunuz. Bu tip strateji, gerçekten bluejeanleri satabiliyor mu? Hem de nasıl! Levi's bugün ülkenin bir numaralı bluejean üreticisi. Peki, kurduğumuz bağlantıları şartlandırmanın gücü, yalnız meşrubat, otomobil ve bluejeanlerle mi sınırlı? Elbette ki değil. Kuru üzümden tutun da aklınıza ne gelirse bunlardan yararlanabiliyor. Üstelik reklamı bir şartlandırma biçimi olarak kullanmak, yalnız fiziksel ürünlerle de sınırlı kalmıyor. İyi ya da kötü, televizyonla radyonun sürekli olarak siyasal adayları belli duygulara bağlama çabasına tanık oluyoruz. Bunu usta analist ve fikir-biçimlendirici Roger Ailes'den iyi bilen olamaz. Kendisi Ronald Reagan'ın Walter Mondale'e karşı yürüttüğü o başarılı 1984 kampanyasıyla ilgili kilit unsurların sorumlusuydu. 1988'de de George Bush'un Michael Dukakis'e karşı yürüttüğü başarılı kampanyanın beyni oldu. Ailes, Dukakis'le ilgili üç belirli olumsuz mesajı yayabilmek için bir strateji tasarımlamıştı. Savunma konusunda, çevre konusunda ve suçlular konusunda Dukakis'in fazla yumuşak olduğu mesajı. İnsanlar bu yüzden acı dolu duyguları bu adayla ilintilendirdiler. Bir posterde Dukakis, tankın içine girmiş, savaş oyunu oynayan bir çocuktu. Bir başkasında, sanki Boston limanındaki kirlilikten o sorumlu tutuluyordu. En kötüsü de, suçluların Massachusetts Cezaevi'nden dışarı, döner kapıdan geçerek çıkışını gösteren posterdi. O sıra herkesi meşgul eden Willie Horton olayını akla getiren bir posterdi. Hüküm giymiş bir katil olan Willie Horton, Dukakis'in kendi eyaletinde, şaibeli bir şartlı salıverme programı nedeniyle serbest bırakılmış, 10 ay sonra geri dönmemiş, daha sonra genç bir çifti terörize etmekten, kadının ırzına geçip, adama saldırmaktan tutuklanmıştı. Birçok kimseler bu ilanların olumsuz odağına dikkat ettiler. Ben şahsen bu tür yaklaşımı bir manevra olarak görüyordum. Ama başarılı değildiler demek de çok zor, çünkü insanlar zevke ulaşmak için yapacaklarından çoğunu acıdan kaçmak için yaparlar. Kampanyanın yapılış biçimini pek çok insan onaylamıyordu. George Bush da bu onaylamayanlardan biriydi. Ama acının insan davranışında çok güçlü bir motivatör olduğuna itiraz etmek de güçtü. Ailes'in de dediği gibi, "Olumsuz ilanlar daha çabuk algılanıyor. İnsanlar bu tip ilanlara daha çok dikkat ediyorlar. Otoyolun yanındaki güzel kır manzarasına bakmak için ya yavaşlarlar ya da yavaşlamazlar. Ama araba kazasına herkes bakar." Ailes'in stratejisinin etkin olmadığını söylemek mümkün değildir. Bush o seçimlerde parlak bir çoğunluğun oyunu kazanmış Dukakis'in oy tabanını bile silip süpürmüştür. Dünya kamuoyunu oluşturan güç de tüketicinin satın alma alışkanlıklarını oluşturan güç de bizim tüm eylemlerimizi biçimlendiren gücün aynısıdır. Bu gücün kontrolünü elimize alıp kendi eylemlerimize bilinçli olarak karar vermek bize kalmıştır, çünkü kendi düşüncelerimizi kendimiz yönlendirmezsek, bizi kendi istedikleri gibi davranmak üzere şartlandıranların etkisine gireriz. Bazen onların istediği eylemler, zaten bizim seçeceğimiz şeyler olabilir ama bazen de olmayabilir. Reklamcılar bizim acıyla zevki bağladığımız şeyleri değiştirip kendi ürünlerine bağladığımız duyguları bağlamasını bilirler. Hayatımızın kontrolünü kendi elimize almak istiyorsak, kendi zihnimizde "reklam" yapmayı öğrenmek zorundayız. Bunu da hemen şu anda yapabiliriz. Nasıl mı? Yapmamak istediğimiz davranışlara acıyı öyle yoğun bir dozda bağlamalıyız ki, bir daha o davranışları düşünmek bile istemeyelim. Sizin de hiçbir zaman, asla yapmayacağınız bir takım şeyler yok mu? Onlara bağladığınız duyguları düşünün. Kaçınmak istediğiniz davranışlara da aynı duyguları bağlarsanız, onları da bir daha asla yapmazsınız. Bundan sonra yapacağınız şey, zevki kendiniz için seçtiğiniz yeni davranışa bağlamaktır. Tekrarlarla ve duygusal yoğunlukla, bu davranışları kendinize şartlayarak otomatik hale getirebilirsiniz. O halde bir değişiklik yaratmanın ilk adımı nedir? İlk adım, acıyla zevkin her karar üzerindeki, dolayısıyla da giriştiğimiz her eylem üzerindeki gücünün farkına varmaktır. Farkına varma sanatı, acı ve zevkle ilgili fikirlerin, kelimelerin, resimlerin, seslerin ve duyguların bağlantılarının sürekli olarak yer almakta olduğunu hissetmektir. ![]()
__________________ ![]() |
| | |
| | #10 (permalink) |
| Administrators Zerynthia ![]() Üyelik tarihi: Mar 2009 Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() | ![]() "Sonunda acı getirecek zevklerden kaçınılabileceğini, sonunda zevk getirecek acılara da dayanılabileceğini düşünüyorum." MICHELL DE MONTAIGNE Esas sorun, çoğumuzun ne yapacağımızla ilgili kararlarımızı, uzun dönemde değil, kısa dönemde acı ya da zevk yaratmasına göre verişimizdir. Oysa, başarıya ulaşmak için yapmamız gereken, değer verdiğimiz şeylerin çoğu, kısa dönemli acı çemberini yarıp uzun dönemli zevke ulaşmamızı gerektirmektedir. Geçici korku ve tahrik anlarını bir kenara koyup uzun dönemde önemli olana odaklanmalısınız. Yani değerlerinize ve kişisel standartlarınıza. Unutmayacağınız bir nokta daha vardır. Bizi güden fiilen acının kendisi değil, belli bir şeyin, sonunda acı getireceğinden korkmamızdır. Ayrıca bizi güden fiilî zevkin kendisi de değil, belli bir eyleme geçmenin zevk getireceği yolundaki inancımız, bundan hemen hemen emin olmamızdır. Yani bizi güden şey, gerçekler değil, bizim gerçeği algılayış biçimimizdir. Çoğu insanlar, kısa dönemde nasıl acıdan kaçıp zevke ulaşacaklarına odaklanırlar, bu yüzden de kendilerine uzun dönemde sorunlar yaratırlar. Bir örneği ele alalım. Diyelim ki birisi birkaç kiloluk fazlalıktan kurtulmak istiyor. (Biliyorum, bu sizin hiç başınıza gelmemiştir, ama biz öyle varsayalım!) Bu kişinin kafasının bir yanında, neden kilo kaybetmesi gerektiğine dair bir yığın mükemmel sebepler vardır. Kendini daha sağlıklı hissedecektir, daha enerji dolu olacaktır, elbiselerine daha kolay sığacaktır, karşı cinsin üyeleriyle biraraya geldiğinde kendini daha güvenli hissedecektir. Ama buna karşılık, kilo vermekten kaçınmak için de bir o kadar sebep vardır. Bir kere, perhiz yapmaya mecbur olacaktır, sürekli açlık hissedecektir, şişmanlatıcı yiyecekler yemek istedikçe, bu isteğini gemlemek zorunda kalacaktır, hem üstelik neden tatil bitene kadar beklemesin ki! Sebepler böyle dengelenince, çoğu kişi bu terazinin, durumu olduğu gibi sürdürme tarafına doğru kayar. Daha zayıf olmanın potansiyel zevki, perhizin kısa dönem acılarının karşısında yenilgiye uğrar. Kısa dönemde, açlık hissetmenin acısından kaçınmış oluruz, bu kararımızdan ötürü de kendimizi birkaç torba cips patatesle ödüllendiririz. Ama bu böyle sürmez. Uzun dönemde, kendimizi giderek daha kötü hissederiz sağlığımızın bozulmaya başlaması da ayrı. Unutmayın ki değerli bir şeyi istediğiniz zaman, kısa dönemli acıları yarıp, uzun dönemli zevkleri o yolla elde etmeniz gerekmektedir. İyi bir vücut istiyorsanız, o vücudu bir heykeltraş gibi kendiniz yontacaksınız. Bu da kısa dönemli acıları yarmayı şart kılar. Perhiz de aynı şeydir. Her türlü disiplin, acıları yarmayı şart kılacaktır. İş hayatındaki disiplin de, ilişkilerdeki disiplin de, kişisel güven de, sağlık da, mâlî durum da. Rahatsızlıkları nasıl yaracaksınız da amaçlarınıza ulaşmak için gerekli ivmeyi kazanacaksınız? Bir kere, onu yenme kararını vermekle başlayın. Acıya göğüs germe kararını her zaman için bir anda verebiliriz. Daha da iyisi, işlerin şartlanmayla kolaylaşmasıdır. Bunu da Bölüm 6'da daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Bu kısa dönemli odağın hepimizi (Niagara'da olduğu gibi) nasıl devireceğinin bir örneği olarak, bir mevduat-kredi krizi durumunu düşünelim. ABD'de bu tür son olay, ülke hükümetinin tarihinde yapılmış en büyük mâlî hatâdan kaynaklanmıştı. Tahminlere göre bu durum vergi mükelleflerine 500 milyar doların üstüne bir paraya patlamıştır, ama pek çok Amerikalının, bunun nedeni hakkında hiçbir fikri yoktur. Bu sorun kesinlikle ülkedeki her kadın, erkek ve çocuğu, belki kuşaklar boyunca etkileyecek, onlara acı verecektir. En azından ekonomik acı! Resolution Trust Company ve Federal Deposit Insurance Corporation'ın başkanı L. William Seidman'la yaptığım bir sohbet sırasında, kendisi bana şöyle dedi: "Bu kadar büyük bir hatâya dayanacak kadar zengin olan tek ülke biziz." Bu tatsız olayı ne mi yarattı? Yine aynı tutum. Sebep dururken sorunu gidermekle acıdan kaçınma çabası. Olayın başı, yetmişli yılların sonlarıyla seksenli yılların başlarında ortaya çıkan mevduat ve kredi zorluklarıydı. Bankalar ve finans kurumları, işlerini daha çok şirketler piyasasıyla tüketici piyasasına yaymışlardı. Bir bankanın kâr etmesi için kredi vermesi şarttı. Kredinin faizi, o bankanın mevduat sahiplerine ödediği faizden daha yüksek olmalıydı. İlk başlarda, bankalar birkaç cephede zorlukla karşılaştılar. Önce şirketler, eskiden yalnızca bankalara ait olan bir alana girdi, kredi vermeye başladılar. Çünkü büyük şirketler birbirlerine kredi vermekle faizden büyük tasarruf sağlayacaklarını keşfetmiş, bugün artık "ticarî kâğıtlar piyasası" diye bilinen şeyi başlatmışlardı. Bu iş öyle başarılı oldu ki, nice bankanın kâr merkezini hemen hemen mahvetti. Bu arada ülkenin tüketici cephesinde de birtakım değişiklikler olmaktaydı. Geleneksel olarak, tüketiciler bankanın kredi sorumlusunun karşısına geçip de bir araba ya da başka mal için kredi istemeye pek de heves duymazlardı. Hele banka bu kişilerin mâlî durumlarını incelemeye başladığında, bunun acı veren bir süreç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Birçok bankaya girdiklerinde kendilerini "değer verilen bir müşteri" gibi hissetmezlerdi. Otomobil üreten şirketler bunu farkedecek îdari kurnazlık gösterdiler, müşterilerine kredi açmaya başladılar, bu arada kendilerine bir kâr kaynağı daha bulmuş oldular. Kredilerden gelen kâr, arabayı satmaktan gelen kâra eşti. Müşterilerini rahat ettirebiliyor, bankalara göre çok daha düşük faizler verebiliyorlardı. Tutumları bankalarınkinden çok farklıydı tabii. Müşterinin krediyi alması onların yararınaydı. Çok geçmeden müşteriler bu tür krediyi, bankadan alınana tercih etmeye başladılar, bu yolun rahatlığı, esnekliği, düşük faizleri hoşlarına gitti. Her şey bir tek masanın başında, o satışı yapmayı çok isteyen kibar bir görevli tarafından ayarlanıyordu. Çok geçmeden General Motors Acceptance Corporation (GMAC) ülkenin bir numaralı oto finansman kurumu haline geldi. Bankaların son kalelerinden biri de gayrimenkul piyasasıydı, ama faiz oranları ve enflasyon bir yıl içinde %18 yükselmişti. Sonuçta hiç kimse ana parayla faizin bileşik aylık taksitlerini ödeyemez duruma geldi. Tahmin edebileceğiniz gibi, sonunda emlâk kredileri büsbütün devre dışı kaldı. O zamana kadar bankalar "kurum" müşterilerinin tümünü kaybetmişlerdi. Oto kredilerinin çoğu da ellerinden kaçmıştı. Konut kredilerini de kaybetmek üzereydiler. Bankaların yüzünde şaklayan son şamar da, mevduat müşterilerinin enflasyon yüzünden çok daha yüksek faiz arar hale gelmeleri oldu. Oysa bankaların daha önce vermiş olduğu kredilerin faizleri düşüktü ve henüz o krediler de tahsil edilmiş değildi. Her gün para kaybetmeye başlayan bankalar, kendi geleceklerini tehlikede görünce, iki şey yapmaya karar verdiler. Birincisi, kredi müşterilerinde aradıkları standartları düşürdüler. Neden mi? Çünkü standartları düşürmeseler kredi verecek kimseyi bulamayacaklardı. Kredi vermezlerse kâr edemezlerdi, bu da kesinlikle acı demekti. Buna karşılık, parayı geri ödeyecek birine kredi olarak vermek, zevk demekti. Zaten işin riski de çok azdı. Krediyi verdikten sonra adam geri ödemezse, vergi mükellefleri, yani siz ve ben, nasılsa bankaları kurtaracaktık. Yani nihaî analizde, acı korkusu pek az, paralarını (yoksa bizim paramızı mı?) verme riskini göğüslemek için özendiriciler ise pek çoktu. Bankalarla finans kuruluşları bir yandan da Kongre'ye baskı yapıyor, batmamaları için önlem istiyorlardı. Dolayısiyle birtakım değişiklikler oldu. Büyük bankalar, sermaye kıtlığı çeken yabancı ülkelere kredi verebileceklerini fark ettiler. Bir kahvaltı toplantısında, belli bir ülkeye 50 milyon dolar söz vermek işten değildi. Hem milyonlarla tüketiciye kredi vermekten kolaydı, hem de bu işin kârı azımsanacak gibi değildi. Banka müdürleriyle kredi sorumlularına, açtıkları kredilere göre prim ve ikramiye de veriliyordu. Bankalar artık bir kredinin kalitesine bakmaz olmuşlardı. Brezilya gibi bir ülke parayı geri ödeyebilir mi, ödeyemez mi, düşündükleri yoktu. Çoğu bu konuda pek kaygılanmıyordu. Neden mi? Bizim onlara öğrettiklerimizi yapıyorlardı da ondan. Biz onlara, Federal Deposit Insurance sayesinde kumarbazlığı öğretmiştik. Kazanırsanız büyük kazanırsınız, batarsanız, hesabı biz öderiz, demiştik. Bu senaryoda bankacı için pek bir acı gözükmüyordu. Yabancı ülkelere kredi verecek kadar kaynağı olmayan küçük bankalara gelince, onlar da yapılabilecek ikinci en iyi şeyi yaptılar, ABD içindeki müteahhitlere kredi verdiler. Bu arada onlar da standartlarını düşürdüler, müteahhitler eskiden beri âdet olan yüzde 20'yi bile yatırmadan kredi alabilmeye başladı. Aslında onların da kaybedecek bir şeyi yoktu, zaten başkalarının parasını kullanmaktaydılar. Bu arada Kongre de işhanı yapımına öyle cazip vergi özendiricileri getirmişti ki, müteahhitlerin artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Piyasa uygun muymuş, o bina o mevkie uyuyor muymuş bu tür analizleri yapmıyorlardı bile. Onların tek derdi, ömürlerinde görmedikleri oranda, vergiden masrafları düşebilmekti. Sonuçta harıl harıl bina yapıldı, piyasada tıkanma oldu. Arz, talebi bu kadar aşınca piyasa çöktü. Müteahhitler bankalara koşup, "Ödeyemiyoruz" dediler. Bankalar da vergi mükelleflerine döndüler, "Biz de ödeyemiyoruz" dediler. Ne yazık ki bizlerin dönebileceğimiz kimse yoktu. Daha da kötüsü, bu ülkede sömürü nasıl olur, onu görmüştük artık. Ne zaman karşımıza zengin biri çıksa, mutlaka birinin sırtından zengin olmuştur, diyecektik. Böyle olması, kendi işlerini kurmuş olan, istihdam yaratan, Amerikan rüyası dediğimiz şeyin gerçekleşmesini sağlayan insanlara biraz haksızlık tabii. Olay baştan sona, acı-zevk dinamiğini doğru dürüst anlayamayışımızdan, uzun dönem sorunlarını kısa dönem çareleriyle alt etmeye kalkışımızdan doğmuştu. Acı ve zevk, küresel bir tiyatronun da kulis yönetmeni durumunda gözüküyor. Yıllar boyunca SSCB ile karşılıklı, giderek hız kazanan bir silahlanma yarışını yaşadık. İki ulus habire silah yapıyor, "Siz bizim canımızı yakarsanız, biz de sizin canınızı daha kötü yakarız," tehditleri dinmek bilmiyordu. Sonunda silahlara saniyede 15.000 dolar harcar duruma geldik. Gorbaçov'un birdenbire silah sınırlama anlaşmalarını yeniden görüşmek istemesinin nedeni neydi? Cevabı, acı. Bizim askeri çabalarımızla yarışmaya çalışmayı, korkunç bir acı olarak görmüştü. Finansal açıdan mantıklı bir şey değildi. Halkının karnını bile doyuramaz durumdaydı! İnsanlar aç kaldımı, silah düşünmekten çok midelerini düşünürler. Cephanelikleri doldurmaktan çok kendi kilerlerini doldurmak isterler. Paraların israf edildiğine inanmaya başlar, değişim isterler. Gorbaçov'un tutumunu değiştirmesi, büyük adam olduğundan mıydı? Belki. Ama kesin olan bir tek şey var adamın başka seçeneği yoktu. ![]()
__________________ ![]() |
| | |
![]() |
| Bookmarks |
| Etiketler |
| anthony robbins, içindeki devi uyandır, kitap özeti, sınırsız güç |
| Seçenekler | |
| Stil | |
| |
Hedef Ön Hazırlık ve Hedefler Makaleler İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız "Hayat ya cesur bir tecrübedir ya da hiçbir şey değildir." HELEN KELLER O halde bu bölümden öğrendiğiniz en önemli farklılık nedir? Kaderinizi saptayan şeyin, şartlar değil, sizin kararlarınız olduğunu bilin. Hayatınızın her gününde nasıl düşündüğünüzü ve neler hissettiğinizi değiştirmenin teknolojilerine ...
ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Hedefler Makaleler telkin cd indir izle İstanbul Hedefler Makaleler nerededir kimdir Hedefler Makaleler çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Hedefler Makaleler hipnoz Hedefler Makaleler olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Hedefler Makaleler hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Hedefler Makaleler kuantum düşünce kitap haberi