Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-02-2011, 06:08 PM   #2 (permalink)
cent
Binbaşı
 
cent - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 1,632
Tesekkür: 234
488 Mesajinıza toplam 2,287 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
cent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to all
Standart Cevap: KUANTUM SIÇRAMA NEDİR?

SİZİN ZİHNİNİZ ONLARIN ZİHNİYLE BİR BÜTÜNDÜR
Nerede bir iletişim sorunu varsa, orada mutlaka şu üç yanlışın yapılıyor olduğunu gözlemlerim bana öğretti: Beklenti, suçlama, yönlendirme.
Düşüncelerimiz, zaman ve mekân sınırı tanımadan başka insanlara ulaşabilirler. Bu, hayatın en önemli sırlarından birisidir.
Siz kendiniz için ne düşünüyorsanız, insanlar da sizin için onu düşünürler. Değersiz olduğunuzu düşünürseniz, insanlar da size değer vermezler. Değerli olduğunuzu düşündüğünüzde ise, aynı insanların size değer verdiklerini görürsünüz.
Onlar size, sizin istediğinizi verirler. Aynı bir Kuantum fotonu gibi davranırlar.
Bir “Kuantum Çalışması” yaptığımız genç bir kadın, bir ay sonra şaşkınlık içinde şöyle diyordu: “Çok tuhaf. Kocam sanki bana biat etti. Bir dediğimi iki etmiyor. Hâttâ bir ara bana “sana neden daha önceleri kötü davranıyordum bilemiyorum” bile dedi.
“Geçenlerde bana bin yüz liralık bir telefon aldı. Oysa önceleri sâdece yüz liralık bir cep telefonu kullanıyordum. Ne oldu şimdi, ben değiştiğim için mi o da değişti?”
Sâdece insanlar mı?
Hayır, daha da fazlası var.
Her tür şey. Organlar, mekanlar, kavramlar bile değişir!
Morfik Rezonans Kuramı’nın bulucusu Rupert Sheldrake türlerin birbirleriyle “morfik bir alan” vasıtası ile iletişim kurduklarını söylüyor. Bu görüşün esası, benzer titreşime sâhip olan kaynakların birbirleriyle rezonansa girmeleri bilgisine dayanır. Örneğin bir odadaki gitarın “la” sesi titreştiğinde, aynı odadaki örneğin piyanonun “la” tuşunun teli de titremeye ve “la” sesini çıkarmaya başlar.
Dünyanın belli dönemlerinde bâzı fikir akımlarının birdenbire moda oluvermesinin nedeni belki de budur. 68’lerde Hippilik akımıyla başlayan savaş karşıtı gençlik hareketi ve 80’lerdeki bireysel refah arayışları bir anda sanki gizli bir emirle bütün dünyaya yayılmıştı.
Bazen de bilimsel bir buluş, dünyanın farklı yerlerinde farklı bilim insanları tarafından aynı anda yapılır. Shaldrek, işi daha da ileri götürerek, örneğin bir arabayla bir kez kaza yapılınca, bunun metalde bir kayıt haline geldiğini iddia ediyor ve aynı arabanın sık sık kaza geçireceğini ileri sürüyor.
ZİHİN NEYSE, DÜNYA ODUR!
Dış koşulların geçici olarak değiştiği zamanlarda bile, durumun bir süre sonra tekrar zihnin haritasına uygun olan pozisyona geri döndüğü olaylar, bu görüşü desteklemektedirler.
Yâni zihinsel dünya değişmezse, dış dünyanın değişmesi, durumu değiştirmiyor. Eninde-sonunda dış dünya, zihinsel dünyamıza uymak zorunda kalıyor.
ÇEKİRDEK İNANÇ HEP TEKRAR EDEN OLAYLARI OLUŞTURUR
“Çekirdek inanç” neyse, hayatın kendisi de o olur. Bu yasa, holografik mantığa da uyar. En küçük birimdeki yazılım, bütünün bilgisine sahiptir ve uygun koşullar sağlandığında, tek başına “bütünü” yeniden oluşturabilir.
Nasıl ki bedenin en küçük bir parçası (kan, idrar, hücre gibi) bütün beden hakkındaki bilgileri iletirse, çekirdek düşünceler de kaderimiz hakkında bilgi verirler bize. Çekirdek inancın döngüsü neyse, hayatın döngüsü de o olur.
Parayla, işle, ilişkilerle ve her şeyle ilgili olan inançlarımız ve beklentilerimiz kendilerine uygun sonuçlar yaratırlar. Örneğin, dünyanın adaletsiz bir yer olduğuna inanan bir kişi haksızlıklara uğrar, hayatın zor olduğuna inanan bir kişi ise, zorluklarla mücadele etmekten kurtulamaz. Fakat insanlar bu gibi kısır döngülerinin farkında değillerdir. Çünkü sürüngen beyinleri, o konuda kör bir nokta yaratmıştır.
TEPKİSEL ZİHNİ DEVREYE SOKAN SEVGİSİZLİK ÖRNEKLERİ
Daha anne karnındayken istenmediğini hisseden bir bebek, yaşamsal anlamda kendisini güvende hissetmez. Ve hemen devreye, sürüngen beyninin tepkisel zihni girer. Kaygılı ve korku içindeki bir hamile anne de aynı etkiyi oluşturur. Çocukta, anne-baba arasındaki bağırtılı kavgalar da, ilkel bir düşünce tarzını devreye sokan önemli bir durumdur.
Toplumun büyük bir kısmını, küçükken cinsel tacize uğramış olan yetişkin insanlar oluşturur. Çoğu, bu gibi deneyimlerini bastırmış ve bilinçaltına itmişlerdir. Fakat bunların etkileri çok ağır olarak, bütün hayatları boyunca devam eder.
Acı olan, bu işi ailedeki çok yakınların yapıyor olmalarıdır. Baba, dayı, ağabey gibi. Bu gibi tacizler aile büyükleri tarafından bilindiği halde, çeşitli bencilce sebeplerden dolayı üstleri örtülmektedir. Anne-babanın çocukları için kendilerini feda etmeleri, çocuğun da kendisini onlar için feda etmesine yol açar.
Bir de çocuklarına “aman sen dur, biz hallederiz” diyen aileler vardır. Onlar da çocuklarının güvensiz ve pısırık olmalarına yol açarlar. Aşırı katı ve kuralcı bir ailede yetişen bir çocuk, eleştirici ve memnuniyetsiz birisi olur-çıkar.
DEĞİŞİM TAKVİMİ
Birinci dönem, “ikinci kişiliğin tahliye” dönemidir. O, pılısını ve pırtısını toplayıp-gitmek üzeredir. Bu yüzden kişinin yaşantısında kısa süreli gel-gitler ortaya çıkar. Bu süreç, yaklaşık kırk günü kapsar.
Bu dönemde “ikinci kişilik” âdeta “iyot gibi” açığa çıkar. Bir katılımcı bir seminer sonrasında bana şöyle demişti: “Gece yatağa yattığımda kafamın içinde bir konuşma duyuyorum.” “Ne diyor sana?” diye sorduğumda ise, şu cevabı almıştım: “Sorun, senin değerli olduğunu bilmende değil, bunu sen zâten biliyorsun, sorun başkalarının seni değerli bulmayışında.” Tam bir ego sesiydi bu. Atı, arabanın arkasına koyuyordu.
Bunun üzerine ben de ona şunları söyledim: “Bu ses senin ‘ego sesin’ ve o ses hep vardı. Ama sen onu, kendi düşüncelerin sanıyordun. İlk kez kendi dışında algılıyorsun onu. Bu nedenle sana tuhaf geliyor.”
Daha sonra, artık yeni kişiliğinin kuralları geçerli olmaya başlar. Örneğin kolay kolay “hayır” diyemeyen birisi, yavaş yavaş “hayır” demeye ve kendi haklarını talep etmeye başlar. Böyle olunca, çevresinde kendisini ezen ve kullanan insanlar, yeni kurbanlar aramak üzere onun yanından uzaklaşırlar.
Bir sonraki dönem “hizalanma” dönemidir. Çevresinde yer alan, ama kendisini çok fazla mutlu etmeyen ve ona bir faydası olmayan kişiler yavaş yavaş sahneyi terketmeye başlarlar.
Kimi zaman da, bâzı kısa geri dönüşler yaşanır. Uzun süre bastırılmış olan öfke duyguları serbest kalırlar ve kişi bu duruma şaşırarak: “Ne oluyor bana?” diye düşünmeye başlar. Ya da kendini tam olarak ifâde edemediği ve yeteneklerini de tam olarak kullanamadığı mesleğini veya işyerini değiştirir. Hayatınızda bolluk ve bereket akışı başlar. Sağlık sorunlarınız varsa, bunlar çözülmeye başlar.
Üçüncü çeyrek “mucizeler” dönemidir. Ya da önceki kişiliğinizin “mucize” olarak tanımlayacağı şeylerin dönemi. Her şey kendiliğinden, kolayca, en iyi şekilde ve planlasanız bile olamayacak kadar mükemmel olduğu için buna “mucize” dersiniz.
Bir sonraki dönem “yeni hayat” dönemidir. Bu dönem, her şeyin tam da sizi ifâde eder bir biçimde gerçekleştiği dönemdir. İçinde oturduğunuz ev, onun bulunduğu semt, yanınızdaki eşiniz, çevrenizdeki insanlar ve yaptığınız iş tamamen sizi yansıtır. Sizi mutlu eder.
Şükretmek, bedenin çevresindeki manyetik alanı güçlü kılar, bu da kendinize bolluğu ve iyiliği çekmenize yol açar. Şükür, yaşadığınız her şeyi sizin oluşturduğunuzu ve bunun, kendinizi keşfetmek için en ideâl yol olduğunu bilmenizden kaynaklanır.
Eğer hep şikayet ediyorsanız, “kendi yaptığınız programı kendiniz reddediyorsunuz” demektir. Bu da, çevrenizde kırık ve güçsüz bir alan oluşturur.
Sonuç olarak, hep yokluk ve acı deneyimlerini kendinize çekersiniz. Sözünü ettiğim şey, tamamen bir fizik kuralıdır ve aynı zamanda da bir gönül kuralı. İkisi birbirlerinden pek de farklı değildirler ya aslında!
BÜTÜNSEL HAYAT AĞACI
Ağacın gövdesi, kişiliğimizi temsil eder. Ana dallar, hayatımızın önemli güç kaynaklarıdır. İş, ilişki, sağlık ve sosyal çevre gibi. Ve ağacın meyveleri de, hep birbirlerine benzeyen olaylardır.
Kökler, küçükken yaşadığımız önemli olayları temsil ederler. Ve ağacın en temelindeki tohum, çekirdek inancımızı simgeler. Bu nedenle hayatımızda yapmaya çalıştığımız yüzeysel değişiklikler, pek bir işe yaramazlar.
Bir belirtiyi yok ettiğinizde, aynı belirti kılık değiştirerek karşınıza yeniden çıkar. “Kuantum Çalışma” ise, değişime temelden başlar. Çekirdek inancı değiştirerek, insanın hayatını bütünüyle değiştirir. İş, sağlık, ilişki ve diğer her şey bakımından.
Kişi önce, geçmişte yaşadığı olaylarla ilgili unuttuğu şeyleri hatırlar ve çarpıttığı şeyleri düzeltir. “Aslında durum pek de o kadar kötü değilmiş!” demeye başlar. O kötü olayların yanı sıra, bir çok da güzel anılar dolmaya başlar hafızasına. Bu işlemler, kendiliklerinden gerçekleşirler. Bu sırada bilinçaltı, kendi kendisini yeniden düzenleme çalışmasına girişir. Yaklaşık yirmi günde tamamlanır bu süreç.
Sonra bunun, davranışlara dönüşmesi sürecine girilir. Gerçek kişilik de yavaş yavaş belirmeye başlar. Olaylara nasıl tepki vereceğini düzenler. Örneğin daha önce kolaylıkla “hayır” diyemeyen bir kişi, gerektiğinde “hayır” diyebildiğini fark eder. Bu da, kendiliğinden ortaya çıkar. Bu süreç, ortalama kırk gün sürer.
Sonra, iş hayatında değişimler başlar. Sosyal çevresi, yeni kişiliğinin tercihleri doğrultusunda yeniden oluşmaya başlar. Bu süreç, eğer “çekirdek inanç” değişmişse, ortalama üç ay içinde gerçekleşir.
Maslow şöyle demişti: “Yetenek ve kapasitenizi inkar ettikçe, sizin için acı ve sorun kaçınılmazdır.”
Mevlana’nın dediği gibi yapmıyor. Yâni “olduğu gibi görünmüyor”. Olmadığı gibi olmaya çalışıyor. Bunu ne kadar başarabilir? Bu, imkansız bir şeydir. Bir çınar ağacının kedi olmaya çalışması ne kadar abesse, o kadar da saçma bir çabadır. Bir çınar buna hiç yeltenmez, ama bir insan bunu yapabilir.
BİR İYİLEŞME SÜRECİNİN AŞAMALARI
Bir iyileşme sürecinde belirli aşamalar vardır. Bir tür keşif yolculuğudur bu. Eğer bu yolculukta yarı yoldan dönerseniz, bir kurban olarak kalmaya devam edersiniz. Kurbanların hep bir mazeretleri vardır. Onlara sıkıca tutunurlar.
Biz Türkler’in en çok kullandığımız sözlerden birisi de: “Abi, biz adam olmayız!” değil midir? Acaba bu bir temenni mi, yoksa bir tespit mi?
Uzun bir çalışmadan sonra, hasta kişinin bu bahanelerinin farkına varmasını sağlarsınız. Ama bu da, tam bir iyileşme sağlamaz. Bir süre sonra bakarsınız başka bir bahane yaratmış. Bu nedenle ötelere gitmek ve kişinin neden bu durumu seçmiş (saplanıp-kalmış demek daha doğru olur) olduğunu bulmak gerekir.
Kişinin iyileşebilmesi için, hiçbir mazerete tutunmadan, bütün sonuçların kendi seçimleri tarafından yaratıldığını görmesi gerekir. O zaman bir kurban olmaktan çıkar, bir kahraman haline gelir. Fakat bu eşiği geçmek, her babayiğidin harcı değildir.
Oturup, altın günü yapar gibi, Acıları Yarıştırma Günü yaparlar. Onlara “bırak geçmişi, sen geleceğe bak. İyi ve umut dolu şeyler düşün” dediğinizde, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi dudaklarını büzerler.
Bu arada dinmeyen ayak ağrıları, bel tutulmaları ve artarak yığılan sorunları da bir vagon gibi onları izler. Yeteneklerini, güçlerini, yaratıcılıklarını ve sezgilerini ortaya çıkarmamak adına insanların kendilerine ne gibi mazeretler yarattıklarını görmek şaşırtır insanı.
ARAÇLAR VE AMAÇLAR ARASINDAKİ HİYERARŞİ
Mezar taşlarının üzerinde yazan “Huvel Baki” sözü çok büyük bir gerçeği anlatır aslında. Kalıcı olan bir tek O’dur. Ünvan, mal-mülk, güç, zenginlik, akrabalar, aile, sevgili, eş ve hâttâ kişiliğimiz tekâmül yolculuğunda kullandığımız araçlardır sâdece. Gelişme amacımıza uygun oldukları için, bir süre kullandığımız şeylerdir.
Evlilik kurumu, iki ayrı cinsi mutlu etmek için oluşturulmuş bir yapı iken, mutsuz insanlar evliliklerini sorgulamaya başladıklarında, karşılarına dikilip kurumu savunuyoruz. İnsanlar, evlilik cüzdanları yoluyla birbirlerine sâhip olduklarını düşünmeye başlıyorlar.
Eğitim kurumları, başlangıçta, insanları bilgilendirmek ve belirli bir konuda uzmanlaştırmak amacıyla kurulmuşken, şimdilerde sâdece diploma vermek amacıyla varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar çoğunlukla. Sonunda bütün iş, aklını kullanan insanlar yetiştirmekten çıkıp, test canavarları yetiştirmeye dönüşüyor.
Din, başlangıçta, insanın Tanrı’yla olan ilişkisinin sırlarını anlatmak ve Tanrı’yla bir olmanın yollarını açıklamak amacını taşırken, daha sonra, cenneti garanti etmek için itaat edilen bir kurum haline dönüşüyor. Sâdece belirli bir dine mensup olunduğu ve belirli bir peygambere sâhip bulunulduğu için, gereken her şeyin yapılmış olduğu yanlışına inanmak da, işin tuzu ve biberi oluyor.
Zenginlik, insanın insanca ve mutlu bir şekilde yaşaması için bir araçken, bir güç gösterisine ve daha çok şeyi elde etmek ve de bunları elde tutmak için uygulanan politikalara dönüşüyor. Amaçlarla araçları birbirine karıştırıyor, sonra da “neden bu araba yürümüyor?” diye düşünüyoruz.
GERÇEK, KILICINI ÇEKİP EGOYA DALINCA…
Bazen herhangi bir yere konuşma yapmaya gittiğimde, bâzı kişiler yanıma gelip, hafif bir gurur ve ayrıcalıklı bir kişi duygusu ile: “Biz de şu derneğin üyesiyiz” derler. Diyeceksiniz ki “ne var bunda?” Fakat bunu öyle bir havada söylerler ki, sanki onlar bilinecek her şeyi öğrenmişlerdir. Başka bir şeye de ihtiyaçları yoktur. Ama bu arada da, devam edip-giden migren ağrılarından şikayet ederler.
“Demek ki o derneğe üye olmanız, migren ağrınızın geçmesine yaramıyor” derim ben de onlara. Böyle yapmaktaki amacım, onların egosal kalıbını kırmaktır. O yüzden sık sık: “Bu kapıdan girerken, bildiğiniz bütün şeyleri, kimliğinizi ve titrinizi dışarıda bıkarın” derim. “Eğer değişmek, hafiflemek, sorunlarınızdan kurtulmak ve hayata yeni bir gözle bakmak istiyorsanız, çıkarken onlar yine sizi bekliyor olacaklar. İsterseniz onları tekrar alabilirsiniz.”
MASLOW’UN HİYERARŞİSİ ASLINDA TERS DURMALI
Büyük psikolog Abraham Maslow, insanların ihtiyaçlarının önceliklerini sıralarken, birinci sıraya yeme, içme ve barınma ihtiyaçlarını, en tepeye de kendini gerçekleştirme ihtiyacını yerleştirmişti.
İlk bakışta bu çizim, mantıklı gibi görünüyordu. Öyle ya yiyecek yemeğimiz, yatacak yerimiz olmazsa, neyimizi gerçekleştireceğiz ki? Oysa kazın ayağı öyle değil. Hayatın pratiği, işlerin pek de böyle olmadığını gösteriyor.
İşe, “var kalma” düzeyinden başlayan bir kimse, bir türlü tam olarak istediği sonuca ulaşamıyor ve iki yakasını bir araya getiremiyor. Oysa işe kendini gerçekleştirmekten, yâni “var olma” düzeyinden başlayan bir kimse, her ikisini birden elde edebiliyor. Bunun dışındaki her şey yalan aslında.
MASLOW’UN İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ
5.Kendini Gerçekleştirme
4.Sevgi
3.Saygı
2.Cinsellik
1.Yeme, İçme, Barınma (Güvenlik)
Stand-up ustası Cem Yılmaz, bir TV programında hikayesini şöyle anlatıyordu: “Boğaziçi Üniversitesi’nde Turizm ve Otelcilik okuyorum. İkinci sınıfta kör-topal okula gidip-geliyorum. Fakat pek memnun değilim. Okul da benden pek memnun değil! Sonra sordum kendine: ‘Oğlum, sen küçükken ne yapmaktan hoşlanırdın?’ Ben, kendime sinema afişleri yapar, başrole de Cem Yılmaz yazardım. O zaman burada ne işim var? Bıraktım okulu ve karikatür çizmeye başladım. Sonra işte bildiğiniz gibi arkası geldi.” düşünsenize, Cem Yılmaz başarı ile okulu bitiriyor ve bir otelde resepsiyon görevlisi oluyor! Biraz komik bir resepsiyonist. Ara sıra espriler yapıyor. Çevresindekiler onu pek bir tuhaf buluyorlar. Ve sonunda, şeflerine şikayet ediyorlar onu ve işten atılıyor.
MÜTEŞEKKİR OLMAK
Müteşekkir olmak: “İyi ki şu anda buradayım, iyi ki her şey böyle ve her şey ne güzel” duygusunun bütün hayatımıza egemen olmasıdır. Sâhip olduğumuz şeylerin değerini bilmek ve onlar için sevinçle bir karşılık ödemek arzusu da, buradan doğar. Siz, kendinizde olanın en iyisini sunduğunuzda, aslında “müteşekkir oluyorsunuz” demektir.
Hem beynin nörolojik yapısı ve hem de hücresel işleyiş biçimi, düşüncenin duyguya ve duygunun da bir tutum haline dönüşmesine elverişli bir yapıda tasarlanmıştır.
“Şikayet eden insan” durumundan “müteşekkir olan insan” durumuna geçme işlemi de aynı yolu izler.
sevgi ve saygıyla kalınız
__________________
yokluk ,varlıgın aynasıdır.



Dünyayı isterken de sus,
Bir dileğe kavuşmak isterken de.
Öylece seyre dal gitsin…
mevlana
cent isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla