![]() |
BEŞ SEVGİ DİLİ Merhaba arkadaşlar, Ben Gary Chapman'ın Beş Sevgi Dili isimli kitabını iki kere okudum ve ilişkilerimizde bizlere çok faydası olacağına inandığım için kitaptan alıntıları bu başlık altında sizlerle paylaşacağım. Sevgilerimle. actionsmile |
Cevap: Beş Sevgi Dili Eşiniz ve siz aynı dili mi konuşuyorsunuz? İnsanlar Sevgiyi farklı şekillerde ifade eder ve algılarlar. Dr. Chapman bunları Beş Sevgi Dili olarak belirler. - Nitelikli Beraberlik - Onay Sözleri - Armağanlar - Hizmet Davranışları - Fiziksel Temas Eğer sevginizi, eşinizin anlamadığı bir dilde ifade ediyorsanız, ona sevgi gösterdiğinizi hiç fark etmeyecektir. Sorun iki ayrı dilde konuşmanızdadır. Belki kocanız cesaret verici sözler duymak istiyor ama siz bir akşam yemeği pişirmenin onu neşelendireceğini düşünüyorsunuz. O kendisini kötü hissetmeye devam ederken, siz hayrete düşüyorsunuz. Veya, belki de eşiniz, çocuklardan ve televizyondan uzakta sizinle beraber olmayı çok arzuluyor. Hediye ettiğiniz çiçek de ona değer verdiğinizi anlatmıyor... Beş Sevgi Dili'nde, nasıl olduğunu anlamadan, sevginin eşsiz dillerini konuşmayı, anlamayı ve eşinize sevginizi etkili bir şekilde gösterip karşılığında gerçek sevgiyi bulmayı öğreneceksiniz. Beş Sevgi Dili arka kapak yazısı. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Buffalo ve Dallas arasında, 30000 feet yüksekliğindeydik. Dergisini koltuk cebine koydu, bana doğru döndü ve "Ne iş yapıyorsunuz?" diye sordu. "Evlilik danışmanlığı yapıyorum ve evliliği zenginleştirme seminerleri veriyorum." dedim. "Uzun bir süredir birine bu soruyu sormak istiyordum." dedi. "Evlendikten sonra sevgiye ne oluyor?" Biraz şekerleme yapma ümidimi bir kenara bırakarak sordum: "Ne demek istiyorsunuz?" "Şey" dedi. "Üç kez evlendim. Her defasında, evlenmeden önce her şey harikaydı; fakat her nasılsa, nikahtan sonra her şey bozuldu. Benim karşımdaki kadına duyduğumu sandığım, onun bana duyuyor gibi göründüğü sevgi buhar olup uçtu. Ben oldukça zeki bir insanımdır. Başarılı bir yöneticiyim, fakat bunu anlamıyorum." "Ne kadar evli kaldınız?" diye sordum. "İki on yıl kadar sürdü. İkincisinde üç yıl evli kaldık, üçüncüsünde de neredeyse altı yıl." "Sevginiz nikahtan sonra hemen mi kayboldu, yoksa bu yavaş yavaş olan bir şey miydi?" diye sordum. "Şey, ikincisi daha başından itibaren kötü gitti. Ne olduğunu bilmiyorum. Birbirimizi gerçekten sevdiğimizi zannediyordum ama balayımız bir felaketti. Ondan sonra da bir türlü ilişkimizi toparlayamadık. Yalnızca altı ay flört etmiştik. Baş döndürücü bir aşktı. Gerçekten heyecan vericiydi! Fakat evlendikten sonra, ilk günden itibaren bir savaştı. İlk evliliğimde, bebek doğmadan önce üç veya dört yılımız güzel geçti. Bebek doğduktan sonra, karım bütün dikkatini bebeğe veriyormuş ve ben artık umurunda değilmişim gibi hissettim. sanki yaşamdaki tek gayesi bir bebek sahibi olmaktı ve bebek olunca artık bana ihtiyacı kalmadı. " "Bunu ona söylediniz mi?" diye sordum. "Ah evet, söyledim. Çılgın olduğumu söyledi. yirmi dört saat bakıcılık yapmanın yarattığı stresi anlamadığımı söyledi. Daha anlayışlı olmam ve ona daha fazla yardım etmem gerektiğini söyledi. Gerçekten denedim fakat pek işe yaramadı. Böylece giderek birbirimizden uzaklaştık. Bir süre sonra aramızda hiç sevgi kalmamıştı, sadece soğukluk vardı. İkimiz de evliliğimizin bittiğine karar verdik." "Son evliliğime gelince, bu defa gerçekten farklı olacağını düşünmüştüm. Üç yıl önce boşanmıştım. İki yıldır flört ediyorduk. Gerçekten yaptığımız şeyin farkında olduğumuza inanıyordum ve belki de ilk kez, birini sevmenin ne demek olduğunu hakikaten anladığımı sanıyordum. Onun da beni sevdiğini hissediyordum." "Düğünden sonra değiştiğimi sanmıyorum. Tıpkı evlenmeden önce yaptığım gibi, ona olan aşkımı ifade etmeye devam ettim. Ona ne kadar güzel olduğunu söylüyordum. Onu ne kadar sevdiğimi, onun kocası olmaktan ne kadar gurur duyduğumu anlatıyordum. Fakat evlendikten birkaç ay sonra, önce çöpü dışarı çıkarmamam ve elbiselerimi asmamam gibi ufak tefek şeylerden şikayet etmeye başladı. Daha sonra kişiliğime saldırmaya başladı. beni ona sadık olmamakla suçluyor, bana güvenebileceğine inanmıyordu. Tamamen olumsuz bir insan haline geldi. Evlenmeden önce hiç böyle değildi. Tanıdığım en olumlu insanlardan biriydi ve bu beni en çok çeken özelliğiydi. Hiçbir zaman hiçbir şeyden şikayet etmezdi. Yaptığım her şey harikaydı, fakat evlendiğimiz andan itibaren hiçbir şeyi doğru yapamaz oldum. Gerçekten ne olduğunu bilmiyorum. Sonunda ona olan sevgimi yitirdim ve için için kızmaya başladım. Beni sevmediği ortadaydı. Artık birlikte yaşamamızın hiçbir anlamı olmadığı konusunda anlaştık ve ayrıldık." "Bu bir yıl önceydi. Bu yüzden benim sorum şu: Nikahtan sonra sevgiye ne oluyor? Benim deneyimim sık rastlanan bir deneyim midir? Bu yüzden mi ülkemizde bu kadar çok boşanma var? Bunun üç kez başıma geldiğine inanamıyorum. Peki ya boşanmayan insanlar? Onlar bu boşluk içinde yaşamayı mı öğreniyorlar, yoksa sevgi bazı evliliklerde canlı mı kalıyor? Eğer öyleyse, nasıl?" Yol arkadaşımın sorduğu sorular, bugün binlerce evlenmiş ve boşanmış insanın sorduğu sorulardır. Bazıları arkadaşlarına, bazıları danışmanlara ve din adamlarına, bazıları da kendilerine bu soruları soruyor. Bazen yanıtlar neredeyse anlaşılmaz olan psikolojik araştırma terimleriyle ifade ediliyor, bazen mizah ve kültürle anlatılıyor. Fıkraların ve özdeyişlerin çoğu biraz gerçeklik taşır ama bunlar kanserli bir kişiye aspirin sunmak gibi bir şeydir. Evlilikte romantik sevgi için duyulan arzu, psikolojik yapımızda derin bir şekilde kök salmıştır. Hemen hemen her popüler derginin her sayısında, evlilikte sevgiyi canlı tutmak üzerine bir yazı vardır. Bu konuda yazılmış çok kitap vardır. televizyon ve radyodaki talkshowlar aynı konuyla ilgilidir. Evliliklerimizde sevgiyi canlı tutmak ciddi bir iştir. Bütün kitaplara, dergilere ve uygulamalı yardımlara rağmen, neden nikahtan sonra de sevgiyi canlı tutmanın sırrını bulmuş gibi görünen çiftlerin sayısı bu kadar az? Neden bir iletişim çalışmasına katılıp, iletişimi nasıl artıracakları konusunda harika fikirleri dinleyip eve dönen bir çift kendilerinin orada sergilenen iletişim kalıplarını uygulamaktan bütünüyle aciz olduklarını görebiliyor? Nasıl oluyor da bir dergide "Eşinize Sevginizi İfade Etmenin 101 Yolu" diye bir yazı okuyor, bize özellikle iyi görünen bir iki yol seçiyor, bunları deniyoruz ve eşimiz gösterdiğimiz çabanın farkına bile varmıyor? Biz de geri kalan 98 yoldan vazgeçip, her zamanki gibi yaşamaya devam ediyoruz. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Eğer sevgimizi etkili bir şekilde belirtmek istiyorsak, eşimizin birincil sevgi dilini öğrenmeye çalışmalıyız. Bu soruların yanıtı, bu kitabın amacıdır. Bu, şimdiye kadar yayınlanmış kitaplar ve yazıların faydalı olmadığı anlamına gelmez. Sorun, temel bir gerçeği gözden kaçırmış olmamızdır: İnsanlar farklı sevgi dilleriyle konuşurlar. Dilbilim alanında belli başlı dil grupları vardır: Japonca, Çince, İspanyolca, İngilizce, Portekizce, Yunanca, almanca, Fransızca, vs. Çoğumuz annemizin ve kardeşlerimizin dilini öğrenerek büyürüz ve bu bizim birincil ya da anadilimiz olur. Daha sonra, genellikle çok daha fazla çaba göstererek başka diller de öğrenebiliriz. Bunlar bizim ikincil dillerimiz olur. En iyi konuşup anladığımız dil anadilimizdir. Bu dili konuşurken kendimizi çok rahat hissederiz. İkinci bir dili ne kadar çok kullanırsak, o dilde sohbet etmek o kadar rahat olur. Eğer sadece anadilimizi konuşur ve bizim bilmediğimiz kendi anadilini konuşan biriyle karşılaşırsak, iletişimimiz kendi anadilini konuşan biriyle karşılaşırsak, iletişimimiz sınırlı olacaktır. Bu durumda işaretleşmeye, homurdanmaya, resimler çizmeye ve fikirlerimizi oynayarak anlatmaya bel bağlamak zorundayız. İletişim kurabiliriz, fakat bunu yaparken zorlanırız. Dil farkları, insan kültürünün önemli bir parçasıdır. eğer kültürler arasında etkili olarak iletişim kurmak istiyorsak, iletişim kurmak istediğimiz insanların dilini öğrenmeliyiz. Sevgi söz konusu olduğunda da aynı kural geçerlidir. sizin sevgi dilinizle eşinizin dili, Çincenin İngilizceden farklı olduğu kadar farklı olabilir. Aşkınızı İngilizce olarak ne kadar ifade etmeye çalışırsanız çalışın, eğer eşiniz yalnızca Çince anlıyorsa birbirinizi nasıl sevmeniz gerektiğini asla anlayamayacaksınız. Uçaktaki arkadaşım, "Ona ne kadar güzel olduğunu söyledim. Onu sevdiğimi söyledim. onun kocası olmaktan ne kadar gurur duyduğumu söyledim" derken, üçüncü karısıyla onaylayıcı sözler dilini konuşuyordu. Sevgisini ifade ediyordu ve samimiydi fakat karısı bu dili anlamıyordu. Belki de sevgiyi onun davranışlarında arıyor ve bulamıyordu. İçten olmak yeterli değildir. Eğer sevgimizi etkili bir şekilde belirtmek istiyorsak, eşimizin birincil sevgi dilini öğrenmeye çalışmalıyız. Yirmi yıllık evlilik danışmanlığından sonra, temel olarak beş duygusal sevgi dili olduğu sonucuna vardım; insanların sevgiyi anladığı ve konuştuğu beş yol. Dilbilim alanında, bir dilin değişik lehçeleri ve varyasyonları olabilir. Benzer bir şekilde, beş temel duygusal sevgi dilinin de birçok lehçesi vardır. Bunu, dergilerde çıkan "Eşinize Onu Sevdiğinizi Anlatmanın 10 Yolu", "Erkeğinizi Evde Tutmanın 20 Yolu", veya "Evlilikte Aşkın 365 İfadesi" başlıklı yazılar açıklar. Bence 10, 20, 365 tane değil, sadece beş sevgi dili vardır. Bununla birlikte, çok sayıda lehçe olabilir. Bir sevgi dili içerisinde sevgiyi ifade etme yollarının sayısı, yalnızca o kişinin hayal gücüyle sınırlıdır. Önemli olan, eşinizin sevgi dilini konuşmaktır. Erken çocukluk çağlarında he çocuğun kendine özgü bir duygusal kalıp geliştirdiğini uzun süredir biliyoruz. Örneğin bazı çocuklar düşük bir özsaygı kalıbı geliştirirken, diğerleri sağlıklı bir özsaygıya sahiptir. Bazıları duygusal güvensizlik kalıpları geliştirirken, diğerleri güven duyarak büyür. Bazı çocuklar sevildiğini, istendiğini ve tekdir edildiğini hissederek büyür; Bazılarıysa Sevilmediğini, istenmediğini ve takdir edilmediğini hissederek yetişir. Ana-babaları ve akranları tarafından sevildiğini hisseden çocuklar, kendilerinin benzersiz psikolojik yapısını ve ana-babalarıyla diğer önemli insanların onlara sevgilerini ifade etme yollarını temel alan birincil bir sevgi dili geliştirirler. Onlar, birincil sevgi dilini konuşup anlayacaktır. Daha sonra ikincil bir sevgi dilini öğrenebilirler, fakat her zaman birincil dilleriyle kendilerini çok daha rahat hissedeceklerdir. Ana-babaları ve akranları tarafından sevildiğini hissetmeyen çocuklarr da birincil bir sevgi dili geliştirecektir. Fakat onların dili, tıpkı bazı çocukların kötü bir gramer ve zayıf bir kelime hazinesine sahip olması gibi yetersiz kalacaktır. Bu zayıf programlama onların iyi iletişimciler olamayacağına değil, diğer çocuklara nazaran daha çok çalışmaları gerektiğine işaret eder. Keza, az gelişmiş bir sevgi hissi içinde büyüyen çocuklar da sevildiğini hissetme ve sevgiyi iletme konumuna gelebilir; fakat sağlıklı ve sevgi dolu bir atmosferde büyüyenlere göre daha özenle çalışmaları gerekir. Kadın ve erkek nadiren aynı birincil sevgi dilini kullanır. Hepimizde kendi birincil sevgi dilimizi kullanma eğilimi vardır ve eşimiz iletmeye çalıştığımız şeyi anlamayınca kafamız karışır. Sevgimizi ifade ederiz, fakat mesaj yerine ulaşmaz; çünkü onlara göre bizim konuştuğumuz yabancı bir dildir. İşte temel sorun burada yatar ve bu kitabın amacı bu probleme bir çözüm sunmaktır. Bu nedenle, sevgi üzerine başka bir kitap yazmaya cüret ediyorum. bir kez beş temel sevgi dilini keşfedip, eşimizin birincil sevgi dili ne kadar kendi birincil sevgi dilimizi de anladık mı, kitaplar ve makalelerdeki fikirleri uygulamak için gerekli bilgiye sahip oluruz. İnanıyorum ki, eşinizin birincil sevgi dilini keşfedip, o dili konuşmayı öğrendiğinizde, uzun ömürlü ve sevgi dolu bir evliliğin anahtarını keşfetmiş olacaksınız. Sevginin nikahtan sonra buhar olup uçması gerekmez; fakat çoğumuzun onu canlı tutmak için ikincil bir sevgi dilini öğrenmeye çabalaması gerekecektir. Eğer eşimiz anadilimizi anlamıyorsa, ona bel bağlayamayız. Ona iletmeye çalıştığımız sevgiyi hissetmesini istiyorsak, sevgimizi onun birincil sevgi dilinde ifade etmeliyiz. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Sevgi Deposunu Dolu Tutmak Sevgi, dilimizdeki en önemli ve en çok kafa karıştıran kelimedir. Hem dünyevi, hem de dini düşünürler, sevginin yaşamımızda merkezi bir rol üstlendiği konusunda hemfikirler. Hepimize "sevginin çok ihtişamlı bir şey" olduğu ve "dünyayı döndürenin sevgi olduğu" anlatılır. binlerce kitap, şarkı, dergi ve filme bu sözle lezzet katılır. Çok sayıda felsefi ve dini sistem sevgiye önemli bir yer vermiştir. Hristiyanlık inancının kurucusu, sevginin, müritlerinin temel özelliği olmasını istemiştir. Psikologlar, sevildiğini hissetmenin, insanın birinci derecedeki duygusal ihtiyacı olduğu sonucuna varmıştır. Sevgi için dağları denizleri aşar, çölleri yürüyerek geçer ve anlatılamayacak güçlüklere katlanırız. Sevgisiz, dağlar aşılmaz, denizler geçilmez, çöllere dayanılmaz ve zorluklar yenilmez olur. Havarilerden Paul, sevgiyle güdülenmemiş tüm insan başarılarının sonuçta boş olduğunu söyleyerek sevgiyi yüceltmiştir. İnsanlık oyununun son sahnesinde üç karakterin kalacağını söylemiştir: "İnanç, umut ve sevgi. Fakat bunların en önemlisi sevgidir." Eğer sevgi sözcünün hem geçmişte, hem günümüzde insan yaşamının her yönüne işlediği konusunda anlaşabiliyorsak, bu sözün çok kafa karıştırıcı bir söz olduğu konusunda da birleşiyoruz demektir. Onu bin türlü kullanırız. "Sosisli sandviçi seviyorum." deriz. bir saniye sonra "Annemi seviyorum." deriz. Yüzme, kayak yapma, avlanma gibi faaliyetleri sevmekten bahsederiz. yiyecekler, arabalar, evler gibi objeleri severiz. Köpek, kedi hatta salyangoz gibi hayvanları severiz. Doğayı; ağaçları, otları, çiçekleri ve havayı severiz. İnsanları; annemizi, babamızı, oğlumuzu, kızımızı, ninemizi, karımızı, kocamızı, arkadaşlarımızı severiz. Hatta sevginin kendisini severiz. Tüm bunlar yeterince kafa karıştırıcı gelmediyse devam edelim. Davranışı açıklamak için de sevgi sözünü kullanırız. "Bunu yaptım, çünkü onu seviyorum." Bu açıklama, her türlü eylem için yapılır. bir erkek zina yapar ve bunu "sevgi" diye adlandırır; diğer taraftan bir vaiz buna "günah" der. bir alkoliğin karısı, kocasının yarattığı son sahneden kalan parçaları toplar ve buna "sevgi" der; fakat bir psikolog bunu "karşılıklı bağımlılık" diye adlandırır. Ana-baba çocuğun tüm isteklerine "sevgi" diyerek boyun eğer; aile terapisti ise bunu "sorumsuz ebeveynlik" diye adlandırır. O halde sevme davranışı nedir? Bu kitabın amacı "sevgi" kelimesini çevreleyen karışıklığı gidermek değil, duygusal sağlığımız için esas olan sevgi türüne odaklanmaktır. Çocuk psikologları, duygusal açıdan dengeli olması istenen her çocuğun, karşılanması gereken belirli temel duygusal gereksinimlere sahip olduğunu doğrular. Bu duygusal gereksinimlerden hiçbiri sevgi ve şefkate, bir yere ait olduğunu ve istendiğini hissetmeye duyulan gereksinim kadar temel değildir. Yeterli derecede şefkat gösterilince, çocuk muhtemelen sorumlu bir yetişkin olarak yetişecektir. Bu sevgi olmazsa, duygusal ve sosyal olarak engellenmiş olacaktır. Şu benzetmeyi ilk duyduğumda hoşuma gitmişti: "Her çocuğun içinde, sevgiyle doldurulmayı bekleyen bir 'duygu deposu' vardır. Bir çocuk gerçekten sevildiğini hissederse, normal olarak gelişecektir. Fakat sevgi deposu boş olduğu zaman, çocuk yanlış davranışlarda bulunacaktır. Çocukların yaramazlıklarının çoğuna boş bir sevgi deposundaki hasret yol açar." Çocuk ve gençlerin davranışlarında uzmanlaşmış bir psikiyatrist olan Dr. ross Campbell'ı dinliyordum. dinledikçe, ofisime gelip bana çocuklarının kötü davranışlarını aktaran yüzlerce ana-babayı düşündüm. Hiçbir zaman o çocukların içinde boş bir sevgi deposu olduğunu hayal etmemiştim, fakat sonuçlarını gözlerimle gördüm. Onların yaramazlıkları, hissetmedikleri sevgiyi arayışın saptırılmış bir şekliydi. Sevgiyi hep yanlış yerlerde, yanlış şekillerde arıyorlardı. cinsel yolla geçen bir hastalık yüzünden tedavi gören on üç yaşında, Ashley adında bir kız vardı. annesi ve babası mahvolmuştu. Ashley'e kızgınlardı. ona seks dersi verdikleri için okulunu suçluyorlardı. "Bunu neden yaptı?" diye soruyorlardı. İnsanoğlunun kalbinde, Ashley'yle yaptığım sohbette, bana annesinin ve babasının o altı yaşındayken boşandığından bahsetti. "Babamın evi beni sevmediği için terk ettiğini düşünmüştüm." dedi. "Ben on yaşındayken annem yeniden evlendiğinde, artık onu sevecek başka birini bulduğunun düşündüm. Benimse hala bir sevenim yoktu. Sevilmeyi çok fazla istiyordum. Bu çocukla okulda tanıştım. Benden büyüktü ama benden hoşlandı. Bana karşı çok iyiydi ve bir süre sonra beni gerçekten sevdiğini hissettim. seks yapmak istemedim ama sevilmek istedim."başka biri ile yakınlaşmak ve onun tarafından sevilmek arzusu yatar. Evlilik, yakınlaşma ve sevgiye duyulan bu gereksinimi karşılamak için tasarlanmıştır. Ashley'in sevgi deposu yıllarca boş kalmıştı. annesi ve üvey babası onun fiziksel gereksinimlerini karşılamış, fakat onun içinde köpüren derin duygusal mücadeleyi fark edememişti. Ashley'i kesinlikle seviyorlardı ve onun da bu sevgiyi hissettiğini düşünüyorlardı. artık iş işten geçene kadar, Ashley'in birincil sevgi dilini konuşmadıklarını fark edemediler. Bununla birlikte, sevgi için duyulan duygusal gereksinim yalnızca bir çocukluk olgusu değildir. Bu gereksinim bizi yetişkinliğe ve evliliğe kadar izler. "Aşık olma" deneyimi bu ihtiyacı geçici olarak karşılar fakat ne yazık ki bu "geçici bir önlem"dir. Kısa ömürlüdür ve etkisi sınırlıdır. "Aşık olma" saplantısının zirvelerinden aşağıya indikten sonra, sevgi için duyulan gereksinim yeniden su yüzüne çıkar, çünkü bu doğamızın temelinde vardır, duygusal arzularımızın merkezindedir. Aşık olmadan önce de sevgiye gereksinim duyuyorduk ve yaşadığımız sürece de duyacağız. eşi tarafından sevildiğini hissetme gereksinimi, evliliğe dair arzuların kalbidir. Bir adam geçenlerde bana şöyle dedi: "Eğer karınız sizi sevmiyorsa evin, arabaların, sahilde bir yerin ve geri kalan her şeyin ne önemi var ki? Karım tarafından sevilmeyi her şeyden çok istiyorum." Maddi şeyler duygusal sevginin yerini alamaz. Bir kadın diyor ki: "Kocam bütün gün beni ihmal ediyor ve sonra benimle yatağa atlamak istiyor. Bundan nefret ediyorum." O seksten nefret eden bir eş değil, yalnızca sevgi için umutsuzca yalvaran bir eş. doğamızdaki bir şey, başkaları tarafından sevilmeye ihtiyaç duyar. tecrit edilmek insan ruhunu mahveder. Bu yüzden yalnız başına hapsedilmenin en zalimce ceza olduğu düşünülür. İnsanoğlunun kalbinde yakınlık duymak ve başkaları tarafından sevilmek arzusu yatar. Evlilik, yakınlaşma ve sevgiye duyulan bu gereksinimi karşılamak için tasarlanmıştır. Bu yüzden eski kutsal yazılar karıkocanın "tek beden" haline geldiğinden bahseder. Bu bieylerin kimliklerini kaybetmeleri anlamına gelmez, birbirlerinin yaşamlarına derin ve samimi bir şekilde girmeleri anlamına gelir. "Yeni Ahit"in yazarları, hem kadınları, hem erkekleri birbirlerini sevmeye teşvik etmiştir. Platon'dan Peck'e tüm yazarlar evlilikte sevginin önemini vurgulamıştır. Sevgi ne kadar önemliyse, onu ele geçirmek de bir o kadar zordur. Aynı gizli acıyı paylaşan birçok evli çift dinledim. Bazıları içlerindeki acı dayanılmaz bir hal aldığı için, bazılarıysa kendi davranışları veya eşlerinin yanlış davranışlarının evliliklerini yıktığını fark ettikleri için bana geldi. bir kısmı, yalnızca artık evli kalmak istemediklerini bildirmek için geldi. Onların "bundan sonra mutlu bir şekilde yaşama" hayalleri, gerçeğin katı duvarlarına çarpıp parçalanmıştı. "Aşkımız bitti, ilişkimiz öldü. Kendimizi birbirimize çok yakın hissediyorduk ama artık öyle değil. Artık birlikte olmaktan hoşlanmıyoruz. Birbirimizin ihtiyaçlarını karşılamıyoruz." sözlerini tekrar tekrar işittim. Bu hikayeler, çocuklar kadar yetişkinlerin de içlerinde sevgi depoları taşıdığına tanıklık eder. İncinen çiftlerin kalplerinin derinliklerinde ibresi boşu gösteren görünmez bir sevgi deposu olabilir mi? Yanlış davranışlar, kabuğuna çekilmeler, acı sözler ve eleştirel yaklaşımlar boş bir depodan kaynaklanabilir mi? Onu doldurmanın bir yolunu bulabilseydik evlilik yeni baştan doğabilir miydi? dolu bir depo ile, çiftler farkları tartışmanın ve çelişkileri çözmenin mümkün olduğu duygusal bir iklim yaratabilir mi? Bu depo evliliğin iyi gitmesini sağlayan anahtar olabilir mi? Bu sorular beni uzun bir yolculuğa çıkardı. Yol boyunca bu kitapta yer verdiğim basit fakat güçlü kavrayışlara ulaştım. Bu yolculuk, yirmi yıllık evlilik danışmanlığım boyunca devam ederken, aynı zamanda bana Amerika'daki yüzlerce çiftin kalplerinin ve zihinlerinin içini gösterdi. Seattle'dan Miami'ye birçok çift beni evliliklerinin iç dünyasına davet etti ve her şeyi açıkça konuştuk. Bu kitaptaki örneklemeler gerçek yaşamın dokusundan alınmıştır. sadece özgürce konuşan bireylerin özel yaşamlarını korumak amacıyla, insanların ve yaşadıkları yerlerin isimleri değiştirilmiştir. Evlilik için sevgi deposunu dolu tutmanın, tıpkı bir otomobilin benzinini uygun seviyede tutmak kadar önemli olduğuna inandım. Evliliğinizi boş bir sevgi deposuyla yürütmek, arabanızı benzinsiz yürütmeye çalışmaktan daha fazlasına mal olabilir. okumakta olduğunuz kitap, binlerce evliliği koruma potansiyeline sahiptir ve hatta iyi bir evliliğin duygusal iklimini bile zenginleştirebilir. Evliliğinizin şu andaki durumu ne olursa olsun, her zaman daha iyisi vardır. Uyarı: Beş sevgi dilini anlamak ve eşinizin birincil sevgi dilini konuşmayı öğrenmek, onun davranışlarını kökten etkileyebilir. Sevgi depoları dolu olduğunda insanlar farklı davranırlar. Bununla birlikte, beş sevgi dilini incelemeden önce, diğer bir önemli fakat kafa karıştıran olguya değinmeliyiz: "Aşık olma"nın harika deneyimi. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Randevusu olmadığı halde ofisime geldi. sekreterime beni beş dakika için görüp göremeyeceğini sordu. Janice'i on sekiz yıldır tanıyordum. Otuz altı yaşındaydı ve hiç evlenmemişti. Geçen on sekiz yıl içinde, biriyle altı yıl, başka biriyle üç yıl ve diğerleriyle daha kısa süreler boyunca olmak üzere birkaç erkekle flört etmişti. Zaman zaman randevu alır, benimle ilişkisinde yaşadığı bir problemi tartışırdı. doğası gereği disiplinli, dikkatli, planlı, düşünceli ve özenli bir insandı. Haber vermeden ofisime gelmesi onun karakterine tamamen aykırıydı. Kendi kendime "Janice'in randevu almadan çıkagelmesi için korkunç bir kriz içinde olması gerekir." diye düşündüm. Sekreterime onu içeri almasını söyledim. Tam olarak, onu kapıyı kapar kapamaz trajik bir hikayeye başlarken ve gözyaşlarına boğulurken görmeyi bekliyordum. Bunun yerine, içeriye heyecandan parıldayarak ve neredeyse hoplayıp zıplayarak girdi. "Bugün nasılsın Janice?" diye sordum. "Harika!" dedi. "Hayatım boyunca hiç bu kadar iyi olmamıştım. Evleniyorum." "Sen mi?" dedim hayretimi açığa vurarak. "Kiminle ve ne zaman?" "David Gallespie ile!" diye bağırdı. "Eylülde!" "Bu heyecan verici. Ne zamandır flört ediyordunuz?" "Üç haftadır. Bunun çılgınlık olduğunu biliyorum Dr. Chapman. Flört ettiğim onca insandan ve evlenmeye bu kadar çok kez yaklaştıktan sonra buna kendim de inanamıyorum ama David'in benim için yaratıldığını biliyorum. İlk buluşmamızda bunu ikimiz de biliyorduk. Tabii ki bunu ilk geceden konuşmadık ama bir hafta sonra bana evlenme teklif etti. Bana bunu soracağını biliyordum ve evet diyeceğimi de biliyordum. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim Dr. Chapman. yıllar boyunca sürdürdüğüm ilişkileri ve verdiğim mücadeleleri biliyorsunuz. Her ilişkide iyi gitmeyen bir şeyler oluyordu. Onlardan herhangi biriyle evlenmeyi düşündüğümde kendimi huzurlu hissetmiyordum ama David'in doğru kişi olduğunu biliyorum." Janice sandalyesinde ileri geri sallanıyor, kıkırdıyor ve "Biliyorum, bu çılgınlık ama çok mutluyum. Hayatım boyunca hiç bu kadar mutlu olmamıştım." diyordu. Janice'e ne olmuştu? Aşık olmuştu. Ona göre David karşılaştığı en harika erkekti. Gece gündüz onu düşünüyordu. David'in daha önce iki kez evlenip boşanmış, geçen yıl içinde üç iş değiştirmiş üç çocuk babası bir adam olması Janice için önemsiz gerçeklerdi. O mutluydu ve David'le sonsuza kalacağına inanıyordu. O aşıktı. Çoğumuz evliliğe aşık olarak başlarız. Fiziksel özellikleri ve kişilik vasıfları aşk alarmımızı çalıştırmaya yetecek bir elektrik şoku yaratan biriyle karşılaşırız. Ziller çalar ve bu kişiyi tanıma sürecini başlatırız. İlk adım, bütçemize göre, bir hamburgeri veya bir bifteği paylaşmak olabilir. Fakat gerçekte ilgilendiğimiz yiyecek değildir. Aşkı keşfetmek için iz üzerindeyizdir. "İçimde hissettiğim bu ılık ve iç gıcıklayıcı duygu o 'gerçek' şey olabilir mi? Bazen bu iç gıcıklayıcı duyguyu ilk buluşmada yitiririz. Enfiye çektiğini öğreniriz ve o tatlı ürperti ayak parmaklarımızdan çıkıp gider. Ne var ki başka bir zaman, bir hamburgerden sonra o tatlı ürpertiler eskisinden de güçlü hale gelir. Birkaç "beraberlik" daha ayarlarız. Çok geçmeden, yoğunluk seviyesi kendi kendimize "galiba aşık oluyorum." dediğimiz noktaya kadar yükselir. sonunda bunun "gerçek bir şey" olduğuna inanırız ve bu duygunun karşılıklı olduğunu umarak karşımızdaki kişiye açılırız. Duygularımız karşılıksızsa ya araya bir soğukluk girer ya da onu etkilemek için çabalarımızı iki katına çıkarır ve sonunda sevdiğimizin sevgisini kazanırız. Karşılıklı olduğu zaman ise evlilikten konuşmaya başlarız, çünkü aşık olmanın iyi bir evlilik için gerekli bir zemin olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Evlilik öncesi hayallerimiz, evlilikteki saadet üzerinedir... Aşık olduğunuzda başka türlüsüne inanmak zordur. http://i197.photobucket.com/albums/aa117/hhleke/38.gif |
Cevap: Beş Sevgi Dili Doruğa ulaşmış bir aşık olma deneyimi coşkuludur. Gözümüz birbirimizden başkasını görmez. Uykuya birbirimizi düşünerek dalarız. Uyandığımızda ilk aklımıza gelen o olur. Birlikte olmayı özleriz. Birlikte zaman geçirmek, cennetin kapısı önünde oyun oynamaya benzer. El ele tutuştuğumuzda, sanki kanımız birlikte akar. Okula ya da işe gitmek zorunda olmasak, sonsuza dek öpüşebiliriz. Birbirimize sarıldığımızda büyük bir coşku duyar, evlilik hayalleri kurmaya başlarız. Aşık olan biri, sevdiği kişinin mükemmel olduğu inancına sahiptir. Annesi sevgilinin kusurlarını görebilir, fakat o göremez. Annesi der ki: "Canım, kızın beş yıldır psikiyatri tedavisi gördüğünü de hesaba katıyorsun değil mi?" Fakat o, "Anneciğim, bana bir şans ver. Tedavisi biteli üç ay oldu." diye yanıtlar. Arkadaşları da onun kusurlarını görebilir, fakat muhtemelen o sormadan hiçbir şey söylemezler. Büyük ihtimalle o da sormaz; çünkü ona göre sevgilisi mükemmeldir ve başkalarının ne düşündüğünün hiçbir önemi yoktur. Evlilik öncesi hayallerimiz, mutlu bir evlilik üzerinedir: "Birbirimizi çok mutlu edeceğiz. Başka çiftler tartışabilir ve kavga edebilir ama biz bunu asla yapmayız. Biz birbirimizi seviyoruz." Şüphesiz, bütünüyle saf değilizdir. Mantıksal olarak, sonuçta aramızda bazı farkların olacağını biliriz fakat bu farkları açık olarak tartışacağımızdan eminizdir. Birimiz daima alttan almaya gönüllü olacaktır ve anlaşma sağlanacaktır. Aşık olduğunuzda başka türlüsüne inanmak zordur. Gerçekten aşıksak, bunun sonsuza kadar süreceğine inanmak isteriz. "Şu anda hissettiğimiz harika duyguları her zaman hissedeceğiz. Hiçbir zaman, hiçbir şey aramıza giremez. Hiçbir şey birbirimize duyduğumuz aşktan daha üstün olmayacaktır. Biz birbirimizin kişiliklerinin güzelliğine ve cazibesine hayran olduk, tutulduk. Aşkımız, şimdiye kadar deneyimlediğimiz en harika şey. Bazı evli çiftlerin bu duyguyu kaybettiğini gözlemliyoruz, fakat bu bize olmayacak. Belki de onlar gerçek aşkı hiç yakalayamadı." diye fikir yürütürüz. Maalesef aşık olma yaşantısının sonsuzluğu gerçek değil, bir hayaldir. Bir psikolog Dr. Dorothy Tennov, aşık olma olgusu üzerine geniş kapsamlı bir çalışma yapmıştır. Çok sayıda çifti inceledikten sonra, romantik bir tutkunun ortalama yaşam sürecinin iki yıl olduğu sonucuna varmıştır. Eğer bu gizli bir aşksa, biraz daha uzun sürebilir. Fakat sonuçta hepimiz bulutlardan iner, ayağımızı tekrar toprağa basarız. Gözlerimiz açılır ve karşımızdaki kişiyi olduğu gibi görürüz. Onun bazı kişisel özelliklerinin gerçekten rahatsız edici olduğunu fark ederiz. Davranış tarzı sinir bozucudur. O aşık olduğumuz insan, incitecek, kızacak hatta belki de sert sözler sarf edip, eleştirel yargılarda bulunacak kapasitededir. Aşık olduğumuzda göz ardı ettiğimiz bu küçük özellikler, artık koskoca dağlara dönüşmüştür. annemizin sözlerini anımsar, kendi kendimize "nasıl bu kadar aptal olabildim?" diye sorarız. Tartışma konularının, saçların lavaboyu tıkamasından küçük beyaz lekelerin aynayı kaplamasına; peçetenin ne şekilde çıkarılması gerektiğinden, tuvalet kapağının yukarıda mı aşağıda mı olması gerektiğine kadar çeşitlilik gösterdiği evliliğin gerçek dünyasına hoşgeldiniz. Bu, ayakkabıların dolaba kendiliğinden gitmediği, çekmecelerin kendiliğinden kapanmadığı, paltoların askıları sevmediği ve çorapların çamaşır yıkanırken izinsiz olarak ortadan kaybolduğu bir dünyadır. Bu dünyada bir bakış incitebilir, bir söz yıkabilir. Sırılsıklam aşık olanlar düşman, evilik bir savaş alanı haline gelebilir. Aşık olma mucizesine ne oldu? Ne yazık ki, o yalnızca iyi gün ve kötü gün için, noktalı yerlere imzamızı atmak üzere bizi oyuna getiren bir aldanıştı. Bu kadar insanın evliliğe ve bir zamanlar sevdikleri eşlerine lanet etme noktasına gelmesi şaşılacak bir şey değildir. Sonuçta eğer aldatıldıysak, kızgın olmaya hakkımız vardır. Biz gerçekten "gerçek" aşkı yaşadık mı? Sanırım. Sorun yanlış bilgilendirilmiş olmamızdı. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Aşık olma saplantısının sonsuza kadar süreceği fikri, yanlış bir bilgiydi. Aklımızı daha iyi kullanmalıydık. Basit bir gözlem, bize bu tutkunun sürekli olması halinde tüm insanların çok ciddi sorunlar yaşayacağını öğretmeliydi. Şok dalgalarıyla iş, endüstri, din, eğitim ve toplumun diğer kesimleri ile gümbürderdi. Neden mi? Çünkü aşık olan insanlar diğer uğraşlarına duydukları ilgiyi kaybederler. Bu yüzden buna "saplantı" deriz. Sırılsıklam aşık olan bir üniversite öğrencisi notlarının düştüğünü görür. Aşık olduğunuz zaman ders çalışmak zordur. Yarın 1812 Savaşı'yla ilgili bir sınava gireceksinizdir ama kimin umurundadır 1812 Savaşı? Aşık olduğunuzda, geri kalan her şey konu dışıdır. Bir beyefendi bana "Dr. Chapman, işim dağılıyor." demişti. "Ne demek istiyorsunuz?" diye sordum. "Bir kızla karşılaştım, aşık oldum ve artık hiçbir işimi yapamıyorum. Zihnimi işime odaklayamıyorum. Bütün günümü onu hayal ederek geçiriyorum." Aşık olma durumunun yarattığı havada uçma duygusu, bizde çok güzel bir ilişki yaşadığımız inancını doğurur. birbirimize ait olduğumuzu hissederiz. bütün sorunları yenebileceğimize inanırız. birbirimize karşı çok fedakar olduğumuzu düşünürüz. Genç bir adamın nişanlısı için söylediği gibi: "Onu incitecek herhangi bir şey yapmak aklımın ucundan bile geçmez. Benim tek arzum onu mutlu etmektir. Onu mutlu etmek için her şeyi yaparım." Böyle bir saplantı bizde tüm ben merkezci tutumlarımızın yok olduğu ve aşığımızın yararı için her şeyimizi vermeyi arzulayan bir tür Rahibe Teresa heline geldiğimiz gibi sahte bir duygu yaratır. böyle bir düşünceye bu kadar kolayca kapılmamızın nedeni, aşığımızın da bize karşı aynı şeyleri hissettiğine inanmamızdır. Sevgilimizin kendini bizim ihtiyaçlarımızı karşılamaya adadığına, bizim onu sevdiğimiz kadar onun da bizi sevdiğine ve asla bizi incitecek bir şey yapmayacağına inanırız. Bu düşünceler hayalden ibarettir. Düşündüklerimiz ve hissettiklerimizde samimiyetsiz olduğumuzu değil, gerçekçi olmadığımızı gösterirler. İnsan doğasının gerçeğini hesaba katmayı akıl edemiyoruz. Doğamız itibarıyla hepimiz benmerkezciyiz. dünyamız kendi etrafımızda döner. Hiçbirimiz bütünüyle fedakar değiliz. Aşık olduğumuz zaman hissettiğimiz havada uçma duygusu bizi bu yanılgıya düşürür. Aşık olma deneyimimiz biz kez doğal akışını tamamladı mı, (unutmayın, aşık olma süreci ortalama iki yıl sürer.) dünyanın gerçeklerine döner ve kendimizi öne çıkartmaya başlarız. Erkek arzularını ifade edecek, fakat bu arzular kadınınkilerden farklı olacaktır. Erkek seks arzular, fakat kadın çok yorgundur. erkek yeni bir araba almak ister, fakat kadın "hiç gereği yok!" der. Kadın annesini ve babasını ziyaret etmek ister, fakat erkek "ailenle çok fazla vakit geçirmekten hoşlanmıyorum." der. Erkek beyzbol turnuvasında oynamak ister, kadın "beyzbolu benden daha çok seviyorsun." der. Yavaş yavaş aradaki yakınlık görüntüsü kaybolur ve bireysel arzular, duygular, düşünceler, davranış tarzları öne çıkmaya başlar. Onlar iki ayrı bireydir. Zihinleri kaynaşmamıştır ve duyguları, aşk okyanusunda yalnızca bir süre için birbirine karışmıştır. Artık gerçeklik dalgaları onları ayırmaya başlamıştır. Aşk biter. Bu noktada onlar ya kendilerini çeker, ayrılır, boşanır ve yeni bir aşık olma yaşantısının arayışına koyulurlar ya da aşık olma tutkusunun canlılığı olmaksızın birbirlerini sevmek için zor bir çabaya girişirler. Aşık olma deneyimi, ne bizim ne de karşımızdaki kişinin büyüme ve gelişimine odaklanır. Aksine, bize bir yere vardığımız duygusunu verir. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Aralarında psikiyatrist M. Scott Peck ve psikolog Dorothy Tennov'un da bulunduğu bazı araştırmacılar, aşık olma deneyiminin "sevgi" olarak adlandırılmaması gerektiği sonucuna vardılar. Dr. Tennov, gerçek sevgi diye düşündüğü deneyimden ayırmak üzere, bu deneyim için "limerance" kelimesini uydurdu. Dr. Peck, üç nedenden dolayı aşık olma deneyiminin gerçek sevgi olmadığı sonucuna vardı. İlk olarak, aşık olmak iradeye bağlı bir eylem ya da bilinçli bir seçim değildir. aşık olmayı ne kadar istersek isteyelim, bunun gerçekleşmesini sağlayamayız.Diğer taraftan, aşk karşımıza çıktığında da onu arıyor olmayabiliriz. Genellikle uygun olmayan zamanlarda ve umulmadık insanlara aşık oluruz. İkincisi, aşık olmak gerçek sevgi değildir. Aşık olma durumunda yaptıklarımızın hiçbiri disiplin veya bilinçli bir çaba gerektirmez. O uzun ve masraflı telefon görüşmelerinin, verdiğimiz hediyelerin ve iş projelerimizin bizim için hiçbir önemi yoktur. Bir kuşun içgüdüsel doğasının yuvanın yapılışını belirlemesi gibi, aşık olma deneyiminin doğası da bizi birbirimizi için tuhaf ve doğal olmayan şeyler yapmaya iter. Üçüncüsü, aşık olan kişi gerçekte karşısındakinin gelişimine yardımcı olmakla ilgilenmez. "Aşık olduğumuzda aklımızda herhangi bir amaç varsa, o da, kendi yalnızlığımıza son vermek ve belki de bu sonucu evlilikle garantilemektir." Aşık olma deneyimi, kendi gelişimimize ya da karşımızdaki işinin gelişimine odaklanmaktan çok, bizde istenilen noktaya vardığımız ve daha fazla gelişmeye gereksinim duymadığımız duygusu uyandırır. Yaşamdaki mutluluğun zirvesindeyizdir ve tek arzumuz orada kalmaktır. Sevdiğimiz kişinin de kesinlikle gelişmeye ihtiyacı yoktur, çünkü o mükemmeldir. Sadece onun mükemmelliğini korumasını umarız. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Eğer aşık olmak gerçek sevgi değilse nedir? Dr. Peck, aşık olmanın "çiftleşme davranışının genetik olarak belirlenmiş, içgüdüsel bir öğesi olduğu" sonucuna varmıştır. "Başka bir deyişle, aşık olmayı da beraberinde getiren ego sınırlarının geçici yıkılışı insanoğlunun, türlerinin devamını sağlamak üzere cinsel çiftleşme ve ilişki olasılığını artırmaya hizmet eden, içsel cinsel dürtülerle dışsal cinsel uyarıcıların bir konfigürasyonuna kalıpsal yanıtıdır." Bu tanımın doğruluğunu kabul edelim veya etmeyelim, aşk deneyimini ve aşkın bitişini yaşamış olanlarımız, bu deneyimin bizi başka hiçbir şeyle kıyaslanmayacak kadar duygusal bir yörüngeye fırlattığı konusunda hemfikir olacaktır. Genellikle akıl yürütme yeteneğimizi devreden çıkarır ve sık sık kendimizi daha ciddi anlarda asla söyleyemeyeceğimiz ve yapmayacağımız şeyleri söyler ve yaparken buluruz. Aslında, o duygusal saplantıdan kurtulduğumuzda, genellikle o şeyleri neden yaptığımızı merak ederiz. duygu dalgaları dindiğinde, aramızdaki farkların ışığa çıktığı gerçek dünyaya geri döndüğümüzde, çoğumuz kendimize "hiçbir konuda anlaşamadığımız halde neden evlendik ki?" diye sorarız. Ama aşkın doruğundayken, her konuda, en azından önemli olan her konuda anlaştığımızı düşünmüştük. Bütün bunlar, aşık olma sanrısına kanarak evlilik tuzağına düşmüş insanlar olarak şu iki seçenekle karşı karşıya olduğumuz anlamına mı geliyor?: 1- Eşimizle birlikte sıkıntılı bir yaşam sürmek bizim kaderimiz, 2- Paçayı kurtarıp tekrar denememiz gerekiyor? bizim neslimiz ikinci şıkkı tercih ediyor ama önceki nesillerde ilk tercih birinci şıktan yanaydı. daha iyi olanı seçtiğimiz sonucuna varmadan önce, belki de verileri incelemeliyiz. Bu ülkedeki ilk evliliklerin yüzde 40'ı boşanmayla son buluyor. İkinci evliliklerin yüzde 75'i de aynı şekilde sona eriyor. Göründüğü kadarıyla, ikinci ve üçüncü denemede daha mutlu bir evliliği yakalama umudumu pek sağlam değil. Araştırmalar, üçüncü ve daha iyi bir alternatif olduğunu gösteriyor: Aşık olma deneyimini olduğu gibi, yani geçici bir duygusal yükselme olarak kabul edebilir ve artık eşimizle birlikte gerçek sevgiyi kovalayabiliriz. Bu tür sevgi, doğası itibarıyla duygusaldır fakat tutkulu değildir. Aklı ve duyguyu birleştiren bir sevgidir. İradeye bağlı bir eylemdir ve disiplin gerektirir. Kişisel gelişim ihtiyacını kabul eder. En temel duygusal gereksinmemiz aşık olmak değil, birbirimiz tarafından gerçekten sevilmek; sevginin içgüdüyle değil, akıl ve seçimle büyüdüğünü bilmektir. "Benim, beni sevmeyi seçen, bende sevilmeye değer bir şey gören biri tarafından sevilmeye ihtiyacım var." Bu tür sevgi çaba ve disiplin ister. Bu, enerjinizi çaba göstererek ve karşınızdaki kişinin de yararlanacağı şekilde sarf etme seçimidir. Sizin çabanız sayesinde karşınızdaki kişinin yaşamının zenginleştiğini bilmek, sizde de bir tatmin duygusu oluşturacaktır. Bu, aşık olma deneyiminin sevinçten uçma deneyimi vadesini tamamlamadan gerçek sevgi başlayamaz. Akılcı ve iradeli sevgi... Bilgelerin bizi hep davet ettiği sevgidir. Tutkunun etkisi altındayken yaptığımız iyi ve cömertçe şeyler için puan alamayız. bunlar, normal davranış kalıplarımızın ötesine geçen içgüdüsel bir güç tarafından zorlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Fakat eğer seçimlerden oluşan gerçek dünyaya dönüp de iyi ve cömert olmayı seçersek, işte bu gerçek sevgidir. Sevgiye duyulan gereksinim, eğer duygusal sağlığa sahip olacaksak karşılanmalıdır. Evlenmiş yetişkinler, eşlerinin şefkat ve sevgisini hissetmeyi özlerler. eşimizin bizi kabul ettiğinden, istediğinden ve kendini bizim iyiliğimize adadığından eminsek, kendimizi güvende hissederiz. Aşık olma dönemi boyunca bütün bu duyguları hissetmiştik. Devam ettiği sürece cennette gibiydik. Hatamız, bunun ebediyen süreceğini düşünmekti. Fakat bu tutkunun sonsuza kadar sürmesi amaçlanmamıştır. Bu, evlilik kitabının yalnızca giriş kısmıdır. kitabın kalbi akılcı, iradeli sevgidir. Bilgelerin bizi hep davet ettiği türde bir sevgidir. İstenilerek yaşanandır. Bu, aşk duygularını kaybetmiş evli çiftler için iyi bir haberdir. Eğer sevgi bir seçimse, o zaman onlar aşk tutkusu bittiğinde ve gerçek dünyaya döndüklerinde de sevme kapasitesine sahiptirler. Bu tür sevgi bir tutumla, bir düşünme şekliyle başlar. Sevgi, "seninle evlendim ve senin çıkarlarını gözetmeyi seçiyorum" diyen tutumdur. O zaman sevmeyi seçen kişi bu kararını ifade edecek uygun yollar bulacaktır. "Fakat bu çok kısır görünüyor." diye düşünenler olabilir. "uygun davranışlarıyla bir tutum olarak sevgi mi? Kayan yıldızlar, balonlar, derin duygular nerede? o bekleyiş ruhu, gözlerin ışıltısı, bir öpüşteki elektrik ve seksin heyecanı? Peki ya onun zihninde bir numara olduğumu bilmenin güvenliği?" İşte bu kitabın anlattığı budur. birbirimiz tarafından sevilmek için duyduğumuz derin duygusal gereksinimi nasıl karşılarız? Eğer bunu öğrenebilir ve gerçekleştirmeyi seçersek, paylaştığımız sevgi, deli gibi aşık olduğumuzda hissettiğimiz her şeyden çok daha heyecan verici olacaktır... Eşinizin sevgi deposu doluysa ve onu sevdiğinize gerçekten inanıyorsa, tüm dünya daha parlak görünecek ve eşiniz yaşamdaki en yüksek potansiyele ulaşmak üzere harekete geçecektir. Fakat sevgi deposu boşsa ve sevilmekten çok kullanıldığını hissediyorsa, dünya ona karanlık görünecek ve muhtemelen eşiniz hiçbir zaman potansiyeline tam olarak ulaşamayacaktır... |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Mark Twain bir zamanlar şöyle söylemişti: "Güzel bir iltifat beni iki ay yaşatabilir." Twain'in sözlerini gerçek olarak alsaydık, yılda altı iltifat onun sevgi deposunu işlevsel bir seviyede tutacaktı. Muhtemelen eşiniz daha fazlasına gereksinim duyacaktır. Sevgiyi duygusal olarak ifade etmenin bir yolu, onu oluşturacak sözleri kullanmaktır. Kadim İbrani bilgesi Süleyman "Dil, yaşamın ve ölümün gücüne sahiptir." diye yazmıştır. Birçok çift, birbirlerini sözü olarak onaylamanın muhteşem gücünü hiç öğrenmemiştir. Süleyman'ın bir başka sözü de şöyledir: "Kaygılı bir yürek insanı bunaltır ama sevecen bir söz neşelendirir." Sözlü iltifatlar veya takdir ifadeleri sevgiyi güçlü bir şekilde iletir. Bunlar, en iyi aşağıdaki gibi basit ve açık sözlerle ifade edilir: "Bu kıyafetle mükemmel görünüyorsun." "Ooo! Bu elbise sana çok yakışmış." "Bu dünyada patatesi en iyi pişiren kişi sen olmalısın. Bu patateslere bayıldım." "Bu gece bulaşıkları yıkaman çok hoşuma gitti." "Bu gece için çocuk bakıcısını ayarlaman çok hoş bir davranış. Bunu senin görevin gibi görmediğimi bilmeni isterim." "Çöpü atman gerçekten çok hoşuma gidiyor." Karı-kocanın birbirinden düzenli olarak bu tür sözler işittiği bir evlilikteki duygusal atmosfer nasıl olacaktır sizce? Birkaç yıl önce bir gün büromda oturuyordum. Kapım açıktı ve koridordan geçen bir bayan "Bir dakikanızı alabilir miyim?" diye sordu. "Tabii, buyurun." Oturdu ve şöyle dedi: "Dr. Chapman, bir sorunum var. Kocamı yatak odamızı boyamaya ikna edemiyorum. Dokuz aydır uğraşıyorum. aklıma gelen her şeyi denedim fakat bir türlü bunu yapmasını sağlayamıyorum." İlk aklımdan geçen, "Bayan, yanlış yerdesiniz, ben boyacı değilim." demek oldu ama "Konuyu biraz daha açar mısınız?" dedim. "Şey, mesela geçen cumartesi havanın ne kadar güzel olduğunu hatırlıyorsunuzdur. Kocam bütün gün ne yaptı biliyor musunuz? Arabayı yıkadı ve cilaladı." "Siz ne yaptınız?" "Dışarı çıktım ve dedim ki: Bob, seni anlamıyorum. Bugün yatak odasını boyamak için mükemmel bir gün ve sen burada arabayı yıkayıp cilalıyorsun!" "Sonra yatak odasını boyadı mı?" diye sordum. "Hayır. Oda hala boyanmadı. Ne yapacağımı bilmiyorum." "Size bir soru sormama izin verin." dedim. "Temiz ve cilalı arabalara bir itirazınız var mı?" "Hayır, fakat yatak odasının boyanmasını istiyorum." "Kocanızın yatak odanızın boyanmasını istediğinizi bildiğinden emin misiniz?" "Bildiğini biliyorum." dedi. "Dokuz aydır onun peşindeyim." "Size bir soru daha sormama izin verin. Kocanızın iyi yaptığı herhangi bir şey var mı?" "Ne gibi?" "Şey, çöpü atmak, arabanızın ön camına yapışan sinekleri temizlemek, arabaya benzin koymak, elektrik faturasını ödemek veya paltosunu asmak gibi?" "Evet" dedi. "Bu saydıklarınızın bir kısmını yapar." Sevginin hedefi istediğiniz bir şeyi elde etmek değil, sevdiğiniz insanın mutluluğu için bir şey yapmaktır. Ancak şu da bir gerçektir ki, onaylayıcı sözlerin bizi karşılık vermeye teşvik etmesi çok daha olasıdır. "O zaman iki önerim var: Bir, yatak odasının boyanmasından bir daha asla bahsetmeyin." Tekrarladım: "Bundan bir daha asla bahsetmeyin." "Bunun nasıl işe yarayacağını anlamadım." dedi. "Bakın, şimdi bana yatak odasının boyanmasını istediğinizi bildiğini söylediniz. Artık bunu ona söylemeniz gerekmez. Bunu zaten biliyor. İkinci önerim, gelecek defa iyi bir şey yaptığında ona iltifat edin. Eğer çöpü atıyorsa, 'Bob, biliyor musun çöpü atman çok hoşuma gidiyor.' deyin. 'Çöpü dışarıya çıkarsan iyi olur. Yoksa sinekler taşıyacak' demeyin. Onun elektrik faturasını ödediğini gördüğünüzde elinizi omzuna koyun ve deyin ki: 'Bob, elektrik faturasını ödemen gerçekten hoş. Bunu yapmayan kocaların olduğunu duyuyorum ve bunu ne kadar takdir ettiğimi bilmeni istiyorum.' İyi bir şey yaptığı her zaman ona sözel bir iltifat edin." "Bunun yatak odasının boyanmasını nasıl sağlayacağını göremiyorum." "Benim tavsiyemi istediniz, ben de söyledim. Denemesi bedava." Giderken pek memnun kalmışa benzemiyordu, fakat üç hafta sonra tekrar büroma geldi ve "İşe yaradı!" dedi. Sözlü iltifatların rahatsız edici sözlerden daha çok şevk verdiğini öğrenmişti. Eşinizin istediğiniz bir şeyi yapmasını sağlamak için onu pohpohlamanızı önermiyorum. Sevginin hedefi istediğiniz bir şeyi elde etmek değil, sevdiğiniz insanın mutluluğu için bir şey yapmaktır. Bununla birlikte, şu bir gerçektir ki, onaylayıcı sözlerin bizi karşılık vermek ve eşimizin arzu ettiği bir şeyi yapmaya teşvik etmesi çok daha muhtemeldir. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ İltifatlarda bulunmak, eşinize onaylayıcı sözleri ifade etmenin yanızca bir yoludur. Cesaretlendirme sözcüğü "cesaret uyandırmak" demektir. Hepimizin kendimizi güvensiz hissettiğimiz alanlar vardır. Cesaretimizin eksiktir ve bu cesaret eksikliği sık sık yapmayı istediğimiz olumlu şeyleri başarmamızı engeller. Eşimizin kendini güvensiz hissettiği alanlardaki gizli potansiyeli, sizin cesaret verici sözlerinizi bekliyor olabilir. Allison yazmayı hep sevmişti. Üniversite kariyerinin sonlarında gazetecilik üzerine birkaç ders aldı. Kısa zamanda, yazma konusundaki heyecanının asıl branşı olan tarihe duyduğu ilgiyi aştığını fark etti. Dalını değiştirmek için çok geçti. Yine de üniversiteden sonra özellikle ilk bebeğini doğurmadan önce birkaç makale yazdı. Makalelerinden birini yayınlanması için bir dergiye gönderdi. Ancak, gelen yanıt olumsuzdu ve başka bir makale göndermek için hiç cesareti kalmamıştı. Bir süre sonra çocukları büyüdü ve daha çok boş vakti olduğu için tekrar yazmaya başladı. Kocası Keith, evliliklerinin ilk zamanlarında Allison'ın yazmasına pek ilgi göstermemişti. Kendi işiyle meşguldü ve işinde yükselme hırsıyla doluydu. Sonraları yaşamın en derin anlamının başarılarda değil, ilişkilerde bulunduğunun farkına vardı. Allison'a ve onun ilgi alanlarına daha fazla önem vermeyi öğrendi. Bir gece Allison'ın makalelerinden birini okudu. Makaleyi bitirir bitirmez Allison'ın kitap okuduğu çalışma odasına gitti. Büyük bir heyecanla dedi ki: "Okumanı bölmekten nefret ediyorum ama şunu söylemeliyim ki, az önce 'Tatilleri En İyi Şekilde Değerlendirmek' üzerine yazdığın makaleyi okudum. Allison sen mükemmel bir yazarsın! Bu makale kesinlikle yayınlanmalı. Çok akıcı yazıyorsun. Kelimelerle anlattıklarını gözümün önünde canlandırabiliyorum. Büyüleyici bir tarzın var. Bu yazıyı mutlaka dergilere göndermelisin." "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" diye sordu allison duraksayarak. "Kesinlikle" dedi Keith. "Sana güveniyorum, bu makale gerçekten çok güzel." Keith odadan çıktıktan sonra Allison kitabını okumaya devam etmedi. Kucağında kapalı duran kitapla, otuz dakika boyunca Keith'in söylediklerini düşündü. Başkalarının da yazılarını bu kadar beğenip beğenmeyeceğini merak etti. Yıllar önce aldığı ret mektubunu hatırladı. "Fakat şimdi farklı bir insanım" diye akıl yürüttü. yazıları daha iyiydi. Geçen zaman içinde daha çok tecrübe kazanmıştı. Bir bardak su içmek için sandalyesinden kalkmadan önce kararını vermişti: Makalelerini dergilere gönderecek, yayınlanmaya değer olup olmadıklarını görecekti. Keith bu cesaret verici sözleri söyleyeli on dört yıl oldu. O zamandan bu yana, Allison'ın çok sayıda makalesi yayınlandı ve şuanda bir kitap yazıyor. O mükemmel bir yazar, fakat bir makalenin yayınlanmasını sağlamak için gereken çetin sürecin ilk adımını atmak üzere uyandırılması için, kocasının cesaret verici sözlerine ihtiyacı vardı. Belki sizin eşiniz de bir veya daha fazla alanda işlenmemiş bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyel sizin cesaret verici sözlerinizi bekliyor olabilir. Belki karınızın bu potansiyeli geliştirmek için bir kursa yazılmaya ihtiyacı vardır. Belki kocanızın ilgi duyduğu alanda başarıya ulaşmış, ona atması gereken bir sonraki adım konusunda yardımcı olabilecek birilerine ihtiyacı vardır. Sizin sözleriniz eşinize bu ilk adımı atmak için gereken cesareti verebilir. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Lütfen dikkat edin; eşinize sizin istediğiniz bir şeyi yapması için baskı yapmanızdan söz etmiyorum. Onun zaten sahip olduğu bir ilgi alanını geliştirmesi için cesaret vermenizden söz ediyorum. Örneğin bazı kocalar karılarına kilo vermeleri için baskı yapar. sonra da derler ki: "Ona cesaret veriyorum." Oysa ki karılarına göre kınamaktan başka bir şey yapmıyorlardır. Bir insana, sadece kendisi kilo vermek istediği zaman cesaret verebilirsiniz. Bunu yapmayı istemiyorsa, sizin sözleriniz vaaz niteliği taşıyacaktır. Bu tür sözler nadiren cesaret verir; daha çok suça teşvik etmek üzere tasarlanmış yargı sözleri olarak algılanırlar. Sevgiyi değil, reddedişi ifade ederler. Cesaretlendirme, empati ve dünyayı eşinizin gözüyle görmeyi gerektirir. Önce eşimiz için neyin önemli olduğunu öğrenmeliyiz. Eğer eşiniz "Sanırım bu sonbaharda bir zayıflama programına katılsam iyi olacak" diyorsa, o zaman cesaretlendirici sözler söyleme fırsatına sahipsiniz demektir. Cesaret verici sözleriniz aşağıdakilere benzer cümlelerden oluşabilir: "Bu konuda sana bir tek şey söyleyebilirim; bunu yapmaya karar verirsen çok başarılı olacağından eminim. Bu en sevdiğim özelliklerinden biri. Bir şeyi aklına koyunca mutlaka başarıyorsun. eğer gerçekten zayıflamak istiyorsan, sana yardımcı olmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Programın maliyeti konusunda da endişelenme. Gerçekten istediğin buysa, parayı buluruz." Bu tür sözler, eşinize zayıflama merkezine telefon etmek için cesaret verecektir. Cesaretlendirme, empati ve dünyayı eşinizin gözüyle görmeyi gerektirir. Önce eşimiz için neyin önemli olduğunu öğrenmeliyiz. Ancak o zaman cesaret verebiliriz. sözel cesaretlendirmeyle şunu iletmeye çalışıyoruz: "Biliyorum. Önem veriyorum. Seninleyim. Nasıl yardım edebilirim?" Yani ona ve onun yeteneklerine inandığımızı göstermeye çalışıyoruz. Çoğumuzun içinde kullanabileceğimizden çok daha fazla potansiyel vardır. Bizi engelleyen genellikle cesaretsizliktir. Sevgi dolu bir eş, o çok önemli katalizörü sunabilir. Şüphesiz, eşinize cesaretlendirici sözler söylemek sizin için zor olabilir. Bu sizin birincil sevgi diliniz olmayabilir. Bu ikinci dili öğrenmek sizin için büyük çaba gerektirebilir. eğer eleştirici ve kınayıcı bir konuşma tarzınız varsa, bu sizin daha çok çaba harcamanız gerekeceğini gösterir; fakat sizi temin ederim ki, bu çabaya değer. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Sevgi sevecendir. O halde, sevgiyi sözel olarak ifade ederken sevecen sözcükler kullanmalıyız. Bu konuşma şeklimizle ilgilidir. Aynı cümle, söyleyiş tarzımıza göre iki ayrı anlam taşıyabilir. "Seni seviyorum." ifadesi, sevecenlik ve şefkatle söylendiğinde samimi bir sevgiyi anlatabilir. Fakat ya "Seni seviyorum?" ifadesi? Tek bir soru işareti bu iki kelimenin tüm anlamını değiştirir. Bazen sözlerimiz bir şey söylerken sesimizin tonu başka bir şey söyler. Çifte mesajlar göndeririz ve eşimiz genellikle sesimizin tonuna yüklenmiş mesajı yorumlar, kullandığımız kelimeleri değil. "Bu gece bulaşıkları yıkamaktan zevk duyarım." cümlesini diş gıcırdatarak söylemek, bir sevgi ifadesi olarak algılanmayacaktır. Diğer yandan, acıyı, ıstırabı ve hatta kızgınlığı bile sevecen bir tavırla paylaşabiliriz ve söylediklerimiz bir sevgi ifadesi olarak algılanabilir. "Bu akşam bana yardım etmeyi teklif etmediğin için hayal kırıklığına uğradım ve incindim." cümlesi samimi ve sevecen bir tavırla söylendiğinde bir sevgi ifadesi olabilir. Konuşan kişi kendini eşine anlatmak istiyor. duygularını paylaşarak yakınlık oluşturmak üzere adım atıyor. Şifa bulmak üzere acısını tartışmak için bir fırsat istiyor. Aynı cümle yüksek ve sert bir ses tonuyla söylendiğinde sevgiyi değil, yargılama ve kınamayı dile getirecektir. Konuşurkenki tavrımız son derece önemlidir. Eski zamanlarda bir bilge şöyle demiş: "Yumuşak bir yanıt öfkeyi uzaklaştırır." Eşiniz sinirli ve allak bullak olduğu ve size hiddetli sözlerle saldırdığı zaman sevgi dolu olmayı seçerseniz, onunkinden de hiddetli bir ses tonuyla değil, yumuşak bir sesle karşılık verirsiniz. O andaki duygularını size aktarabilmesini sağlarsınız. Acısını, kızgınlığını ve yaşadıklarından nasıl etkilendiğini anlatmasına izin verirsiniz. Bunu yapabilmek için kendinizi onun yerine koymanız, olayları onun gözüyle görmeniz ve sevecen bir ifadeyle neden böyle hissettiğini anladığınızı söylemeniz gerekir. Eğer ona karşı hatalıysanız, hatanızı kabul eder ve özür dilersiniz. Eğer davranışlarınızı o yanlış yorumladıysa, asıl niyetinizin ne olduğunu sakin ve sevecen bir ifadeyle anlatabilirsiniz. Olaya sizin açınızdan bakmanın en mantıklı yol olduğunu ispatlamak için değil, anlayış ve uzlaşma için çaba gösterirsiniz. Bu, olgun sevgidir. Yani, gelişen bir evlilik istiyorsak ulaşmaya çalıştığımız sevgi... Sevgi hataların kaydını tutmaz. Sevgi geçmişteki hataları gündeme getirmez. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Evlilikte daima en iyi veya en doğru şeyi yapmayız. Hepimiz zaman zaman eşlerimizi incitecek şeyler yapar ve söyleriz. Geçmişi silemeyiz. Yalnızca yaptıklarımızın yanlış olduğunu kabul edip özür dileyebilir ve gelecekte daha farklı davranmaya çalışabiliriz. Hatamı kabul edip af diledikten sonra, bunun eşime yaşattığı acıyı hafifletmek için başka bir şey yapamam. eşim hatalı davrandığı zaman üzüntü içinde hatasını kabul eder ve af dilerse, adalet veya af seçeneğim vardır. Eğer adaleti seçer ve bunu ona ödetmek ya da yaptığının cezasını çekmesi için uğraşırsam, kendimi hakim, onu da suçlu yerine koymuş olurum. Birbirimize karşı duyduğumuz yakınlık tamamen ortadan kalkar. Oysa affetmeyi, aynı yakınlığı hissetmeye devam edebiliriz. Sevginin yolu affetmekten geçer. Dün yüzünden her yeni günlerini berbat eden insanlar beni hayrete düşürüyor. Bir önceki gün yaşanan tatsızlıkları bugüne taşımakta ısrar edenler ve muhtemelen harika geçecek bir günü zehir ederler. "Bunu yaptığına inanamıyorum. Bunu asla affedeceğimi sanmıyorum. Beni ne kadar incittiğini tahmin bile edemezsin. Bana bu şekilde davrandıktan sonra nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun bilmiyorum. Dizlerinin üzerinde sürünerek benden af diliyor olmalıydın. Seni affedebilecek miyim bilmiyorum." Bu sözler sevgiyi değil, acı, küskünlük ve intikamı anlatır. Eğer yakın bir ilişki kurmak istiyorsak, birbirimizin arzularını bilmemiz gerekir. Eğer birbirimizi sevmeyi istiyorsak, karşımızdakinin ne istediğini bilmemiz gerekir. Geçmişteki hatalar için yapılabilecek en iyi şey, tarih olmalarına izin vermektir. Evet, bu oldu. Tabii ki incitti. Hala da incitiyor olabilir, fakat hatasını kabul etti ve özür diledi. Geçmişi silemeyiz ama onu tarih olarak kabul edebiliriz. Bugünü geçmişteki hatalardan kurtulmuş olarak yaşamayı seçebiliriz. Affetmek bir duygu değil, bir davranıştır. Hatalının hatasını ona karşı kullanmak değil, ona şefkat göstermeyi seçmektir. Affetmek sevginin bir ifadesidir. "Seni seviyorum. Sana değer veriyorum ve seni affetmeyi seçiyorum. Kendimi hala incinmiş hissediyor olsam da, bunun aramıza girmesine izin vermeyeceğim. Bu deneyimden bir şeyler öğrenebileceğimizi umuyorum. bir kez hatalı davranman kötü bir insan olduğun anlamına gelmiyor. Sen benim eşimsin ve bunu birlikte atlatacağız." Bunlar, sevecenlikle ifade edilmiş onaylayıcı sözlerdir. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Sevgi taleplerde değil, ricalarda bulunur. Eşimden bir şeyler talep ettiğimde ben ebeveyn rolünü üstlenmiş olurum, o da çocuk. Üç yaşındaki bir çocuğa ne yapması gerektiğini, daha doğrusu ne yapmak zorunda olduğunu anlatan ebeveyndir. Bu gereklidir; çünkü üç yaşındaki bir çocuk, yaşam denizinin tehlikeli sularında nasıl yelken açılacağını henüz bilememektedir. Ne var ki evlilik söz konusu olduğunda, her iki eş de eşit ve yetişkindir. Tabii ki hiçbirimiz mükemmel değiliz; fakat yetişkiniz ve hayat arkadaşlarıyız. Yakın bir ilişki kurmak istiyorsak, birbirimizin arzularını bilmemiz gerekir. Eğer birbirimizi sevmeyi istiyorsak, karşımızdakinin ne istediğini bilmemiz gerekir. Bununla birlikte, bu arzuları ifade ediş tarzımız çok önemlidir. Arzularımız talep olarak algılanırsa, birbirimize karşı duyduğumuz yakınlığın devam etme olasılığını ortadan kaldırmış oluruz ve eşimizi kendimizden uzaklaştırırız. Oysa ki, gereksinimlerimizi ve arzularımızı rica ederek belirtirsek, sunduğumuz ültimatom değil, rehberlik olur. "Hani o elmalı turtan vardı ya, ondan bu hafta yapabilir misin? o turtalara bayılıyorum." diyen bir erkek karısına onu nasıl sevmesi gerektiği konusunda rehberlik yapıyordur. Böylelikle aralarında yakınlık oluşacaktır. Diğer yandan, "Bebek doğduğundan beri bir elmalı turta yemedim. on sekiz yıl boyunca da yiyebileceğimi sanmıyorum." diyen bir koca yetişkin olmayı bırakmış, ergenlik davranışına geri dönmüştür. Bu tür talepler yakınlık oluşturmaz. "Bu hafta sonu çatıdaki olukları temizlemen sence mümkün mü?" diye soran bir kadın, bir ricada bulunarak sevgisini ifade ediyordur. "Eğer olukları bir an önce temizlemezsen hepsi tepemize inecek. Zaten üstlerinde ağaç bitmiş!" diyen bir kadın ise sevmeyi bırakmış, hükmeden bir anne olmuştur. eşinizden bir ricada bulunduğunuzda, onun değerini ve yeteneklerini onaylarsınız. Onun sizin için anlamlı ve değerli bir şey yapabileceğini, böyle bir potansiyele sahip olduğunuzu belirtirsiniz. Bununla birlikte, bir talepte bulunduğunuzda bir sevgili değil, bir tiran olursunuz. Eşiniz onaylandığını değil, küçümsendiğini hisseder. Bir rica, seçim unsurunu ortaya koyar. Eşiniz ricanızı yanıtlamayı veya reddetmeyi seçebilir, çünkü sevgi daima bir seçimdir. Onu anlamlı kılan budur. Eşimin beni ricalarımdan birini yanıtlayacak kadar sevdiğini bilmek, duygusal bir iletişim yoluyla bana değer verdiğini, saygı ve hayranlık duyduğunu ve beni mutlu edecek bir şey yapmak istediğini iletir. Sevgiyi taleplerde bulunarak elde edemeyiz. Eşim benim taleplerimi yerine getirebilir ama bu bir sevgi ifadesi değildir. Korku, suçluluk veya başka bir duygunun eylemidir, sevginin değil. Böylelikle, bir rica sevginin ifadesi için bir olanak yaratır. Oysa bir talep bu olanağı yok eder. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Onay sözleri beş temel sevgi dilinden biridir ama bu dilde de birçok diyalekt vardır. Birkaçını zaten tartıştık ama gerçekte çok daha fazlası vardır. Bu diyalektler hakkında sayısız yazılar ve makaleler yazılmıştır. Bütün bu diyalektlerin ortak noktası, eşleri onaylamak için sözcüklerin kullanımıdır. Psikolog William James, muhtemelen en derin insan gereksiniminin, takdir edildiğini hissetme gereksinimi olduğunu söylemiştir. Onay sözleri birçok bireyde bu gereksinimi karşılayacaktır. Eğer siz sözlerin adamı değilseniz, eğer bu sizin birincil sevgi diliniz değilse fakat eşinizin sevgi dili olabileceğini düşünüyorsanız, size "Onay Sözleri" isimli bir not defteri tutmanızı öneririm. Sevgi üzerine bir kitap veya bir makale okuduğunuzda , bulduğunuz onay sözlerini kaydedin. Sevgi üzerine bir konferans dinlediğinizde veya bir arkadaşınızın başka biri hakkında olumlu bir şey söylediğine kulak misafiri olduğunuzda, bunu yazın. Zamanla eşinize sevginizi iletmek için kullanacağınız pek çok söz birikecektir. Onay sözlerini dolaylı olarak kullanmayı da deneyebilirsiniz. Örneğin, eşinizin olmadığı zamanlarda onunla ilgili olumlu şeyler söylemek gibi. Sonuçta biri eşinize bundan bahsedecektir ve sevgiden tam not alacaksınızdır. Kayınvalidenize karınızın ne kadar harika olduğunu anlatın. Annesi söylediklerinizi ona aktardığında sözleriniz daha çok anlam kazanacak, notunuz katlanacaktır. Eşinizi o yanınızdayken başkalarının önünde de onaylayın. Bir başarınız için takdir edilip onurlandırıldığınızda, bunu eşinizle paylaşmaya dikkat edin. Aynı zamanda onay sözleri yazmaktaki becerinizi de sınayın. Kağıda dökülmüş sözlerin tekrar tekrar okunabilme avantajı vardır. Little Rock, Arkansas'ta, sevgi dilleri ve onay sözleriyle ilgili önemli bir ders öğrendim. Güzel bir bahar gününde, Bill ve Betty Jo'yu ziyarete gitmiştim. Beyaz parmaklıklar, yemyeşil otlar ve rengarenk bahar çiçekleriyle çevrili bir evde yaşıyorlardı. Ortam hoş ve sakindi. Ancak içeriye girer girmez idealizmin bittiğini keşfettim. Evlilikleri darmadağındı. Düğün gününden bu yana geçen on iki yıl ve iki çocuktan sonra, neden evlendiklerini merak ediyorlardı. Hiçbir konuda uyuşamadıkları görülüyordu. Gerçekten anlaştıkları tek konu, her ikisinin de çocukları sevmesiydi. Hikaye belirginleştikçe, Bill'in bir işkolik olduğunu ve Betty Jo, sırf evden biraz uzaklaşmış olmak için yarım günlük bir işte çalışıyordu. Onların sorunlarla başa çıkma yöntemi geri çekilmeydi. Aralarına bir mesafe koymaya çalışıyorlardı ki, çelişkileri o kadar büyük görünmesin. Fakat her ikisinin de sevgi depolarının üzerindeki ibre boşu gösteriyordu. Bana daha önce bir evlilik danışmanına başvurduklarını, ancak bunun pek bir faydasını görmediklerini söylediler. Benim evlilik seminerime katılıyorlardı ve ben ertesi gün şehirden ayrılıyordum. Bu muhtemelen Bill ve Betty Jo'yla tek karşılaşmam olacaktı. Zamanımızın çok kısıtlı olmasına rağmen bu riski göze alıp onlara yardımcı olmaya çalışmam gerektiğine karar verdim. Her biriyle ayrı ayrı birer saat görüştüm ve her ikisinin hikayesini de dikkatle dinledim. İlişkilerinin boşluğuna ve birçok anlaşmazlıklarına rağmen birbirlerinin bazı özelliklerini takdir ettiklerini fark ettim. Bill dedi ki: "O iyi bir annedir. Aynı zamanda iyi bir ev sahibesi ve yemek pişirmek istediğinde mükemmel br aşçıdır, fakat bana hiç sevgi göstermiyor. Canım çıkana dek çalışıyorum ve beni hiç takdir etmiyor." Betty Jo ile sohbetimde, Bill'in ailesini mükemmel bir şekilde geçindirdiğini söyledi. "Ama" diye şikayet etti, "evde bana yardımcı olmak için hiçbir şey yapmıyor. Hiçbir zaman bana ayıracak zamanı yok. birlikte zevk almayacaksak bu evin ve parayla satın alınabilecek bunca şeyin ne kıymeti var?" Bu anlattıklarından sonra, tavsiyemi her birine yanızca bir öneride bulunmakta odaklamaya karar verdim. Bill ve Betty Jo'ya, ayrı ayrı, evliliklerinin duygusal havasını değiştirecek anahtarı ellerinde tuttuklarını söyledim. "Bu anahtar" dedim, "eşinizin beğendiğiniz özelliklerini sözlerle takdir etmek ve hoşlanmadığınız özellikleriyle ilgili şikayetlerinizi şu an için askıya almaktır." Birbirleri hakkında yaptıkları olumlu yorumları gözden geçirdik ve bu olumlu niteliklerin bir listesini yapmalarına yardım ettim. Bill'in listesi Betty Jo'nun annelik, ev sahibeliği ve aşçılığı üzerinde odaklandı. Betty Jo'nun listesi Bill'in sıkı çalışması ve aileye maddi olarak sundukları üzerinde yoğunlaştı. Listeleri mümkün olduğunca belirgin yaptık. Betty Jo'nun listesi şöyleydi: - On iki yıldır bir tek iş gününü bile kaçırmadı. İşinde tuttuğunu koparır. - Yıllar boyunca birçok kez terfi etti. Her zaman üretkenliğini geliştirmenin yollarını arar. - Her ay evin masraflarını öder. - Elektrik, yakıt ve su faturalarını öder. - Baharda ve yazın her hafta çimleri biçer ya da bunu yapacak birini tutar. - Sonbaharda kuru yaprakları tırmıkla toplar ya da bunu yapacak birini tutar. - Ailenin yiyecek ve giyeceği için bol bol para verir. - Yaklaşık ayda bir kez çöpleri dışarıya taşır. - Aile üyelerine Noel hediyeleri almam için bana para verir. - Yarım günlük işimden kazandığım parayı istediğim gibi harcayabileceğimi söyler. Bill'in listesi ise şöyleydi: - Her gün yatakları toplar. - Her hafta evi elektrik süpürgesiyle süpürür. - Her sabah, iyi bir kahvaltıdan sonra çocukları okula götürür. - Aşağı yukarı haftada üç gün akşam yemeği pişirir. - Yiyecek alışverişini yapar. Çocuklara ev ödevlerinde yardımcı olur. - Çocukları okul ve kilisedeki faaliyetlere götürür. - Pazar okulunun birinci sınıfında öğretmenlik yapar. - Elbiselerimi kuru temizlemeciye götürür. - Çamaşırları yıkar ve ütüler. Sonraki haftalarda dikkatlerini çeken şeyleri de listeye eklemelerini önerdim. Aynı zamanda, haftada iki kez bir olumlu özellik seçip, eşlerine takdirlerini sözlerle ifade etmelerini de tavsiye ettim. Ana kurallardan birine daha işaret ettim. Betty Jo'ya, eğer Bill kendisine iltifat ederse ona aynı anda iltifat etmemesini, bunun yerine sadece bu iltifatı kabul edip, "bunu söylediğin için teşekkür ederim" demesini söyledim. Aynı şeyi Bill'e de anlattım. Onları bunu iki ay boyunca her hafta yapmaya teşvik ettim. Bir faydasını görürlerse, aynı şekilde devam edebilirlerdi. Ertesi gün uçağa binip eve döndüm. İki ay sonra neler olup bittiğini öğrenmek üzere Bill ve Betty Jo'yu arayacağımı bir yere not ettim. Yaz ortasında onları aradığımda, ikisiyle de teker teker konuşmak istedim. Bill'in yaklaşımının ileriye doğru dev bir adım attığını gördüğümde hayrete düştüm. Ona önerdiğim şeylerin aynılarını Betty Jo'ya da önerdiğimi anlamıştı ama bu gayet normaldi. Bunu sevmişti. Betty Jo onu takdir ediyordu. "Yeniden kendimi bir erkek gibi hissetmemi sağladı. Daha gidecek çok yolumuz var Dr. Chapman ama inanıyorum ki doğru yoldayız." Betty Jo'yla konuştuğumda, onun yalnızca minik bir adım attığını gördüm. "Biraz iyileşti Dr. Chapman. Bill önerdiğiniz gibi bana iltifat ediyor ve samimi olduğunu düşünüyorum ama hala benimle hiç vakit geçirmiyor. Hala işiyle o kadar meşgul ki, birlikte olamıyoruz." Betty Jo'yu dinlerken, Birden zihnim aydınlandı. Önemli bir keşif yapmıştım. Bir kişinin sevgi dilinin muhakkak karşısındakinin sevgi diliyle aynı olması gerekmiyordu. Bill'in birincil sevgi dilinin onay sözleri olduğu açıktı. Çok çalışıyordu, işini ve işinden dolayı tkdir edilmeyi seviyordu. Bu kalıp muhtemelen çocuklukta yerleşmişti ve sözlerle takdir için duyduğu gereksinim çocukluk yıllarında olduğundan daha az önemli değildi. Diğer yandan, Betty Jo duygusal olarak başka bir şey için haykırıyordu. Olumlu sözler hoşuna gidiyordu ama başka bir şeye derin duygusal özlem duymaktaydı. Bu bizi iki numaralı sevgi diline götürüyor. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Betty Jo'nun birincil sevgi dilini başından farketmeliydim. O bahar onları Little Rock'ta ziyaret ettiğimde ne diyordu? "Bill bizi çok iyi geçindiriyor; fakat bana hiç vakit ayırmıyor. Birlikte zevk almayacaksak bu evin ve parayla satın alınabilecek bunca şeyin ne kıymeti var?" Arzusu neydi? Bill'le nitelikli beraberlik. Ondan ilgi bekliyordu. Kocasının ona odaklanmasını, zaman ayırmasını ve onunla birlikte bir şeyler yapmasını istiyordu. Nitelikli beraberlik derken, bütün dikkatinizi eşinize vermenizden bahsediyorum, birlikte kanepeye oturup televizyon seyretmenizden değil. Zamanınızı bu şekilde geçirdiğinizde dikkatiniz eşinizde değil, ABC veya NBC'dedir. Benim kastettiğim, televizyonu kapatıp kanepeye oturmanız, yani tüm dikkatinizi birbirinize vermenizdir. Bu birlikte yürüyüşe çıkmak veya baş başa yemek yerken birbirinize bakarak konuşmak da olabilir. Bir restoranda flört eden bir çiftle evli bir çifti her zaman ayırt edebileceğinizi hiç fark ettiniz mi? Flört eden çiftler birbirlerine bakar ve konuşurlar. Evli çiftler orada öylece oturup etrafı seyrederler. Oraya yalnızca yemek için gittiklerini sanırsınız! Karımla kanepede oturup yirmi dakika boyunca tüm dikkatimi ona verdiğimde veya o benim için aynı şeyi yaptığında, birbirimize yirmi dakikalık yaşam veriyoruz. O yirmi dakikaya bir daha asla sahip olamayacağız. Yaşamlarımızı birbirimize veriyoruz. Bu, sevgiyi güçlü bir duygusallıkla iletir. Bir ilaç bütün hastalıkları tedavi edemez. Bill ve Betty Jo'ya tavsiyemde ciddi bir hata yapmıştım. Onay sözlerinin Bill için olduğu kadar Betty Jo için de anlamlı olacağını varsaymıştım. Her birinin diğerini uygun bir şekilde onaylaması halinde duygusal havanın değişeceğini ve her ikisinin de sevildiğini hissedeceğini ummuştum. Önerim Bill'de iyi sonuç vedi. Betty Jo'ya karşı daha olumlu şeyler hissetmeye başladı. Sıkı çalışması konusunda samimiyetle onaylandığına inanmaya başladı. Fakat aynı yöntem Betty Jo'da aynı sonucu vermedi. Onay sözleri onun birincil sevgi dili değildi. Onun dili nitelikli beraberlikti. Bill'i tekrar telefona çağırdım ve geçen iki ay boyunca gösterdiği çabalardan dolayı teşekkür ettim. Betty Jo'yu sözlerle onaylama konusunda iyi bir çalışma yaptığını ve onaylamasının ona ulaştığını söyledim. "Fakat Dr. Chapman" dedi. "O hala pek mutlu değil. Onun açısından pek düzelme olduğunu sanmıyorum." "Haklısın" dedim. "Sanırım nedenini biliyorum. Sorun benim yanlış sevgi dilini önermiş olmamda." Bill'in ne anlatmak istediğim konusunda en ufak bir fikri yoktu. Ona bir insanın duygusal açıdan sevildiğini hissetmesini sağlayan bir davranışın her zaman ve herkeste aynı etkiyi uyandırmayabileceğini anlatmaya çalıştım. Onun dilinin onay sözleri olduğu konusunda hemfikirdi. Bunun kendisi için çocukken de çok önemli olduğunu ve Betty Jo onu takdir ettiğinde kendisini çok iyi hissettiğini söyledi. Betty Jo'nun dilinin onay sözleri değil, nitelikli beraberlik olduğunu açıkladım. Ona tüm dikkatini karşısındakine verme; eşiyle gazete okurken veya televizyon seyrederken değil de, tüm ilgisini üzerinde yoğunlaştırarak ve gözlerinin içine bakarak konuşma ve birlikte yapmaktan hoşlandığı şeyler için zaman ayırma kavramını anlattım. "Onunla senfoniye gitmek gibi" dedi. Little Rock'ın artık ışığa kavuştuğunu söyleyebilirdim. "Dr. Chapman, bu onun her zaman şikayet ettiği şeydir. Onunla hiçbir şey yapmıyormuşum, ona hiç zaman ayırmıyormuşum. Hep 'evlenmeden önce dışarı çıkardık, birlikte bir şeyler yapardık ama artık her zaman çok meşgulsün' der. Bu gerçekten de onun sevgi dili, hiç şüphe yok. İyi ama ben ne yapacağım Dr. Chapman? İşim çok zamanımı alıyor." "Bana biraz işinden bahseder misin?" dedim. Sonraki on dakika boyunca bana işinde yükseliş basamaklarını nasıl çıktığının tarihçesini, ne kadar gurur duyduğunu anlattı. Gelecek hakkındaki hayallerini ve gelecek beş yıl içinde istediği yere ulaşacağını bildiğini söyledi. "Oraya yalnız mı, yoksa Betty Jo ve çocuklarla birlikte mi ulaşmak istersin?" diye sordum. "Onun benimle birlikte olmasını istiyorum Dr. Chapman. Onun da benimle birlikte bunlardan sevinç duymasını istiyorum. İşte bu yüzden işime zaman ayırmamı eleştirdiği zaman çok inciniyorum. Bunu bizim için yapıyorum. onun da bunun bir parçası olmasını istiyordum fakat o bu konuda her zaman çok olumsuz." Betty Jo'nun neden bu kadar olumsuz olduğunu anlamaya başladın mı Bill?" diye sordum. "ona o kadar az zaman ayırdın ki, sevgi deposu artık boşaldı. Senin onu gerçekten sevdiğinden emin olamıyor. Bu yüzden ona göre senin zamanını alan şeyi, yani işini yerden yere vuruyor. Aslında senin işinden nefret etmiyor. Senin ona olan sevgini çok az gösterdiğin gerçeğinden nefret ediyor. Bunun tek çözümü var Bill ve seni biraz zorlayacak. Betty Jo için zaman yaratmak zorundasın. Onu doğru sevgi diliyle sevmek zorundasın." "Haklı olduğunuzu biliyorum. Dr. Chapman. Nereden başlamalıyım?" "Bloknotun yakınlarda mı? Betty Jo hakkındaki olumlu şeylerin listesini yazdığımız bloknot." "Yanımda." "İyi. Şimdi başka bir liste yapacağız. Betty Jo'nun onunla birlikte yapmandan hoşlanacağını bildiğin şeyler neler? Yıllardır senden istediği şeyler." İşte Bill'in listesi: - Karavanımızı alıp bir hafta sonunu dağlarda geçirmek (bazen çocuklarla, bazen de yalnız ikimiz.) - Öğle yemeği için onunla buluşmak (hoş bir restoranda veya bazen McDonalds da bile olabilir.) - Bir çocuk bakıcısı bulup, dışarıda baş başa bir akşam yemeği yemek. - Gece eve geldiğimde ona günümün nasıl geçtiğini anlatmak ve o kendi gününü anlatırken onu dinlemek (Konuşmaya çalışırken televizyon izlememi istemez.) - Çocuklarla okuldaki deneyimleri hakkındaki konuşmak için zaman ayırmak. - Çocuklarla oyun oynayarak zaman geçirmek. - Cumartesileri ailece pikniğe gitmek ve karıncalarla sineklerden şikayet etmemek. - En azından yılda bir kez ailece tatile çıkmak. - Onunla yürüyüşe çıkmak ve yürürken konuşmak (Onun önünde yürümemek.) "Bunlar yıllardır söz konusu ettiği şeylerdi" dedi. "Ne önereceğimi biliyorsun değil mi Bill?" "Bunları yapmamı" dedi. "Bu doğru, gelecek iki ay boyunca haftada bir. Zamanı nereden mi bulacaksın? Onu yaratacaksın. Sen akıllı bir adamsın" diye devam ettim. "İyi kararlar verebilen biri olmasaydın, şu anda bulunduğun yerde olmazdın. Yaşamını planlayabilir, planlarına Betty Jo'yu da dahil edebilirsin." "Biliyorum" dedi. "Bunu yapabilirim." "Ve Bill, bunu yaparken mesleki hedeflerini aşağıya çekmek zorunda değilsin. Bu yalnızca zirveye çıktığında Betty Jo ve çocukların seninle olacağının bir garantisi." Nitelikli beraberliğin bir diğer adı birlikteliktir. Fiziksel yakınlığı kastetmiyorum... Birliktelik odaklanmış dikkatle ilgilidir. "Bunu her şeyden çok istiyorum. Zirvede olayım ya da olmayayım, onun mutlu olmasını istiyorum. Yaşamdan onunla ve çocuklarla birlikte zevk almak istiyorum." Yıllar gelip geçti. Bill ve Betty Jo zirveye çıktılar ve geri indiler; fakat önemli olan bunu birlikte yapmalarıydı. Çocuklar yuvadan uçtular ve Bill ve Betty Jo bu yılların yaşadıkları en iyi yıllar olduğunda hemfikirler. Bill hevesli bir senfoni hayranı oldu. Betty Jo'da bloknotuna Bill'de takdir ettiği şeylerin sonsuz bir listesini yaptı. Bill bunları duymaktan hiç yorulmuyor. Şimdilerde kendi şirketini kurdu ve yeniden zirveye yakın. İşi artık Betty Jo için bir tehdit değil. Eşinin işinden heyecan duyuyor ve Bill'e cesaret veriyor. Artık Bill'in yaşamında bir numara olduğunu biliyor. Sevgi deposu dolu ve eğer boşalmaya başlarsa, biliyor ki, basit bir ricası Bill'in tüm ilgisini kendisine yöneltecek. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Nitelikli beraberliğin bir diğer adı birlikteliktir. Bedensel yakınlığı kastetmiyorum. aynı odada oturan iki insan fiziksel olarak yakındır ama mutlaka birlikte değildir. Birliktelik odaklanmış ilgiyle alakalıdır. Bir baba yere oturup elindeki topu iki yaşındaki oğluna yuvarladığında dikkati topa değil, oğluna odaklanmıştır. O an için, ne kadar sürerse sürsün, onlar birliktedir. Fakat eğer baba topu yuvarlarken telefonda konuşuyorsa, dikkati zayıflamıştır. Bazı karı-kocalar, gerçekte yalnızca fiziksel olarak yakın yaşıyorken, birlikte zaman geçirdiklerini sanıyorlar. Aynı anda aynı evin içindedirler ama birlikte değildirler. karısıyla konuşurken televizyonda maç seyreden bir koca, karısına nitelikli bir beraberlik vermiyordur; çünkü tüm dikkati karısının üzerinde değildir. Nitelikli beraberlik, birbirimizin gözlerine bakarak birlikte zaman geçirmek zorunda olmamız anlamına gelmez. Bu, birlikte bir şeyler yapıyoruz ve o anda tüm dikkatimizi karşımızdakine veriyoruz demektir. İkimizin meşgul olduğu faaliyet ikinci derecede önemlidir. Duygusal açıdan asıl önemli olan şey, birbirimize odaklanarak zaman geçirmemizdir. Bu faaliyet, birliktelik duygusunu yaratan bir araçtır. İki yaşındaki oğluna topu yuvarlayan baba için önemli olan faaliyetin kendisi değil, baba ve çocuk arasında oluşan duygulardır. Bunun gibi, teniz oynayan bir karı-koca gerçekten nitelikli bir beraberlik paylaşıyorsa oyuna değil, birlikte zaman geçirdikleri gerçeğine odaklanacaktır. Önemli olan duygusal düzeyde ne olduğudur. Ortak bir uğraşta birlikte zaman geçirmek, birbirimize önem verdiğimizi, birbirimizle olmaktan zevk aldığımızı, birlikte bir şeyler yapmaktan hoşlandığımızı gösterir. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Nitelikli Sohbet Onay sözleri gibi, nitelikli beraberlik dilinin de birçok diyalektiki vardır. En yaygın diyalektlerden biri, nitelikli sohbettir. Kaliteli sohbetten kastettiğim, iki bireyin deneyimlerini, düşüncelerini, duygularını ve arzularını dostça ve rahatsız edilmeyecekleri bir ortamda paylaştığı, anlayışa dayanan diyalogdur. Eşlerinin konuşmadığından yakınanlar eşlerinin tek kelime bile etmediğini kastetmiyor. eşlerinin nadiren anlayışa dayanan bir diyalog içine girdiğini kastediyorlar. Eğer eşinizin birincil sevgi dili nitelikli beraberlik ise, onun duygusal olarak sevildiğini hissetmesi için bu tür diyaloglar elzemdir. Nitelikli sohbet ilk sevgi dilinden oldukça farklıdır. Onay sözleri söylediklerimiz üzerinde odaklanır. Oysa nitelikli sohbet işittiklerimiz üzerinde odaklanır. Eğer sana duyduğum sevgiyi nitelikli beraberlik yoluyla paylaşıyorsam ve bu zamanı sohbet ederek geçireceksek bu senin açılmana odaklanacağım ve söyleyeceklerini can kulağıyla dinleyeceğim anlamına gelir. Sorularımı başının etini yeme niyetiyle değil, düşüncelerini, duygularını ve arzularını anlamak için duyduğum samimi istek yüzünden soracağım. Patrick'i tanıdığımda kırk üç yaşındaydı ve on yedi yıldır evliydi. Onu anımsıyorum, çünkü ilk sözleri çok dramatikti. Büromdaki deri koltuğa oturup kendini kısaca tanıttıktan sonra, öne eğilip büyük bir heyecanla "Dr. Chapman" dedi. "Ben bir aptalım, gerçek bir aptal." "Sizi bu sonuca götüren nedir?" diye sordum. "On yedi yıldır evliyim ve karım beni terk etti. Ne kadar aptal olduğumu şimdi fark ediyorum." Asıl sorumu tekrarladım: "Neden aptal olduğunuzu düşünüyorsunuz?" "Karım işten eve gelip bürodaki sorunlardan söz ederdi. Ben de onu dinler, sonra da ne yapması gerektiğini söylerdim. Ona hep öğüt verdim. Sorunla yüzleşmesi gerektiğini söyledim. 'sorunlar kendiliğinden çözülmez. İlgili insanlarla veya şefinle konuşman gerek. Sorunlarla mücadele etmelisin.' Ertesi gün işten eve gelip aynı sorunları anlatırdı. Bir önceki gün önerdiğim şeyi yapıp yapmadığını sorardım. Başını iki yana sallar ve 'hayır' derdi. Aynı tavsiyeyi yinelerdim. Bu durumla mücadele etmenin yolunun bu olduğunu söylerdim. Ertesi gün eve gelir ve aynı sorunları anlatırdı. Tekrar önerdiğim şeyi yapıp yapmadığını sorardım. Başını hayır anlamında sallardı. "Bu şekilde geçen üç veya dört geceden sonra kızardım. Ona önerimi dinlemeyecekse benden artık anlayış beklememesini söylerdim. Böyle bir stres ve baskı altında yaşaması gerekmiyordu. Yalnızca söylediğim şeyi yapsaydı sorunu çözebilirdi. Böyle bir stres altında yaşaması gerekmediğini bildiğim için, onu bu durumda görmek beni üzüyordu. Gelecek sefer aynı sorunu gündeme getirdiğinde, 'Bunu dinlemek istemiyorum. Sana yapman gerekeni söyledim. Eğer önerimi dinlemeyeceksen, bunu bir daha duymak istemiyorum' derdim." Çoğumuz sorunları analiz etmek ve çözümler yaratmak üzere eğitildik. Biz, evliliğin tamamlanması gereken bir proje veya çözülecek sorun değil, bir ilişki olduğunu unutuyoruz. "Köşeme çekilir, işime devam ederdim. Ne aptalmışım" dedi. "Ne aptal! Şimdi farkına varıyorum ki, bana işindeki mücadelelerinden söz ederken istediği tavsiye değilmiş. Anlayış istemiş, dinlememi, dikkatimi vermemi, o acıyı, stresi, baskıyı anlayabildiğimi bilmek istemiş. Onu sevdiğimi ve onunla olduğumu bilmek istemiş. Tavsiye istememiş,yalnızca anladığımı bilmek istemiş. Oysa ben hiç onu anlamaya çalışmadım. Önerilerde bulunmakla öyle meşguldüm ki! Ne aptallık! Ve artık yok. Neden böyle şeyleri yaşarken göremiyoruz?" diye sordu. "O zaman bütün bunların farkında bile değildim. Onu nasıl hayal kırıklığına uğrattığımı ancak şimdi anlıyorum." Patrick'in karısı nitelikli sohbet için yanıp tutuşuyordu. Kocasının onun acısını ve sıkıntısını dinleyerek dikkatini kendisine odaklamasını istiyordu. Oysa Patrick dinlemeye değil, konuşmaya odaklanıyordu. Onu sadece sorunu anlamaya ve bir çözüm yolu bulmaya yetecek kadar dinliyordu. Onun desteklenme ve anlaşılma ihtiyacıyla haykırışlarını duyacak kadar iyi veya uzun süre dinlemiyordu. Çoğumuz Patrick gibiyiz. Sorunları analiz etmek ve çözümler yaratmak üzere eğitildik. Evliliğin tamamlanması gereken bir proje veya çözülmesi gereken bir sorun değil, bir ilişki olduğunu unutuyoruz. Bir ilişki, karşımızdakinin düşüncelerini, duygularını ve arzularını anlamak amacıyla anlayışlı dinlemeyi gerektirir. Önerilerimizi sadece talep edildiği zaman ve asla lütfeder gibi olmamak koşuluyla sunmalıyız. Çoğumuz dinleme konusunda çok az eğitim gördük. Düşünme ve konuşma konusunda çok daha hızlı ve verimliyiz. Dinlemeyi öğrenmek, bir yabancı dili öğrenmek kadar zordur. Ancak, sevgimizi iletmek istiyorsak dinlemeyi mutlaka öğrenmeliyiz. Eşinizin birincil sevgi dili nitelikli beraberlik ve diyalekti nitelikli sohbet ise, bu özellikle doğrudur. Neyse ki dinleme sanatını geliştirme konusunda birçok kitap ve makale yazılıyor. Başka yerlerde yazılanları burada tekrarlamaya çalışmayacağım ama aşağıdaki pratik bilgilerin bir özetini sunuyorum. 1- Eşiniz konuşurken göz temasını sürdürün. Bu zihninizi başka yerlere sürüklenmekten korur ve eşinize tüm dikkatinizi ona verdiğinizi anlatır. 2- Eşinizi dinlerken başka bir şey yapmayın. Unutmayın, nitelikli beraberlik tüm dikkatinizi karşınızdakine vermektir. Eğer son derece ilginizi çeken bir şeyi izliyor, okuyor veya yapıyorsanız ve bir anda bırakamıyorsanız, bunu eşinize söyleyin. Olumlu bir yaklaşım şöyle olabilir: "Benimle konuşmak istediğinin farkındayım ve bunu ben de istiyorum ama anlatacaklarını dinlerken tüm dikkatimi sana vermek istiyorum. Bunu şimdi yapamam ama şunu bitirmem için on dakika verirsen, oturup seni dinleyeceğim." Eşlerin çoğu böyle bir ricaya saygı duyar. 3- Duyguları dinleyin. Kendi kendinize şunu sorun: "Eşim ne hissediyor?" Yanıtı bulduğunuzu düşündüğünüzde bunu onaylatın. Örneğin, "Bana öyle geliyor ki, ben ________ unuttuğum için kendini hayal kırıklığına uğramış hissediyorsun." Bu ona duygularını açığa vurma şansı verir. Aynı zamanda onun söylediklerini dikkatle dinlediğinizi gösterir. 4- Beden dilini gözlemleyin. Sıkılmış yumruklar, titreyen eller, gözyaşları, çatılmış kaşlar ve göz hareketleri, eşinizin hissettikleri konusunda ipuçları verebilir. Bazen sözler başka bir şey söylerken beden dili başka bir mesaj verir. Gerçekten ne düşündüğünü ve hissettiğini bildiğinizden emin olmak için açıklama isteyin. 5- Sözünü kesmeyin. Yakın zamanda yapılan bir araştırma, ortalama bir insanın söz kesmeden ve kendi fikirlerini söylemeden yalnızca on yedi saniye dinlediğini gösteriyor. Eğer sen konuşurken tüm dikkatimi sana verirsem, kendimi savunmaktan, sana suçlamalar savurmak veya dogmatik olarak kendi durumumu ifade etmekten geri dururum. Amacım kendimi savunmak veya senin yanlışlarını düzeltmek değil, senin düşüncelerini ve duygularını anlamak. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Benim bu konuda anlamadığım bir şey var. Anlayan birinin beni aydınlatmasını rica edeceğim. Eşlerimizin birincil dilini sevgiliyken çözebiliyoruz, ona hitap edebiliyor, onun ruhuna dokunabiliyoruz da, evlendikten sonra dil mi değiştiriyoruz??? Aynı kelimelerle, aynı şekilde ifade etmeye devam ediyoruz kendimizi??? Peki tıkanan ne? Ben bu sözlere alıştım artık yenilerini bu gibi bir gereksinim mi ortaya çıkıyor acaba?? Yoksa asıl sorun sevgiyi doğru ifade edebiliyorsak, yamacımı9zdakine alışıp bazı inceliklerden uzaklaşmamız mı??? Bilemedim şimdi??? |
Cevap: Beş Sevgi Dili Alıntı:
İleride belki daha net anlaşılabilir ancak sevgiliyken dikkatlerimiz daha çok birbirimiz üzerinde ve birbirimizin mutluluğu üzerinde odaklanıyor. Yani aşık olduğumuz erkek ya da kadın için yapabileceğimiz her şeyi yapabiliriz. Değişik sürprizler, güzel sözler, nitelikli bir beraberlik, vs. Çünkü genellikle başlangıçta daha önceden yazdığım gibi beraber olduğumuz kişinin kusurlarına ya da hoşlanmayacağımız davranışlarına göz yumabiliyoruz, çok önemsiz ayrıntılar olarak görebiliyoruz. Birbirimize daha fazla zaman ayırıyoruz. Bu zamanı ne şekilde değerlendireceğinizi kendiniz planlarsınız ama her anlamda ilginiz o kişiye kayıyor. Evlilik olduğu zaman daha farklı bir durum ortaya çıkıyor. Bir kere her gün aynı evdesiniz. Hep birliktesiniz. Birlikte ömür boyu mutlu bir hayat, iyi yaşam koşulları altında yaşamak için ilginiz daha farklı konulara da kaymaya başlıyor. Evinizin sorumlulukları, iş yaşantınız, günlük sorunlar daha fazla yer tutmaya başlıyor. Ancak sevgiliyken bunlar önemsiz ayrıntılarmış gibi görüyorum ben bekar bir bayan olarak... :) Sevgiliyken devamlı buluşmak isteyen bir erkek evlendikten sonra işine yoğunlaştığında, eve gelip maç izlediğinde ya da birbirleriyle konuşurken yüzlerine bakmadıklarında, evin temiz olmasından tutun da bedensel temizliğinize, evde yemek pişip pişmemesine, birlikte bir takım sosyal aktiviteler yapıp yapmamanıza, eşinize ufak hediyeler alıp almamanıza ve cinsel birlikteliğinize kadar sorunlar çeşitlenebiliyor. Belki bir noktadan sonra birbirinize alışıyorsunuz ve artık sevginizden emin olduktan sonra gerek duyulmuyor tüm bunlara bilemiyorum. Hepsi mümkün. :)) Zaten tüm bu sorunlar birbirinizi sevmediğiniz anlamına gelmez hiçbir zaman. Bu anlamları yükleyenler bizleriz. Ancak frekans konusu da önemli bana göre ve değişkenlik gösterebilir. Ben evlenince frekansı sabitlemeyi düşünüyorum. khkh56 Sevgilerimle. actionsmile |
Cevap: Beş Sevgi Dili Alıntı:
|
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Nitelikli sohbet yalnızca anlayarak dinlemeyi değil, aynı zamanda kendini açıklamayı da gerektirir. Bir kadın, "Keşke kocam konuşsaydı. Ne düşündüğünü ve ne hissettiğini hiç bilmiyorum" dediğinde, aslında yakınlık hissetmeyi istediğini söylüyordur. Kendini kocasına yakın hissetmek istiyordur. Fakat nasıl tanımadığı birine karşı yakınlık hissedebilir? Onun sevildiğini hissetmesi için, kocası kendini açmayı öğrenmelidir. Eğer bu kadının birincil sevgi dili nitelikli beraberlik ve diyalekti nitelikli sohbet ise, sevgi deposu kocası düşüncelerini ve duygularını anlatıncaya kadar dolmayacaktır. Eğer nitelikli sohbet dilini öğrenmek istiyorsanız, evden uzaktayken hissettiklerinizi not etmekle işe başlayın. Kendini açmak bazılarımıza zor gelir. Birçok yetişkin, düşünce ve duyguların ifade edilmesinin teşvik edilmediği, aksine kınandığı evlerde büyümüştür. Bir oyuncak istemek, ailenin acıklı maddi durumu üzerine bir konferansı başlatmak demektir. Çocuk, bir arzu duymuş olduğu için kendini suçlu hissederek uzaklaşır ve derhal arzularını ifade etmemeyi öğrenir. Kızgınlığını ifade ettiğinde, annesi ve babası sert ve kınayan sözlerle yanıt verir. Çocuğun babasıyla alışverişe gidemediği için duyduğu hayal kırıklığını ifade etmesi yüzünden kendini suçlu hissetmesi sağlanmışsa, hayal kırıklıklarını içinde tutmayı öğrenir. Çoğumuz yetişkin olduğumuzda duygularımızı reddetmeyi öğrenmiş oluruz. Artık duygusal yanımızla temas halinde değilizdir. Bir kadın kocasına der ki: "Don'ın yaptığı sana ne hissettirdi?" Koca yanıt verir: "Hatalı olduğunu düşünüyorum... Bence yapmamalıydı." Adam aslında ona duygularını anlatmıyor. Düşüncelerini aktarıyor. Belki kendini kızgın, incinmiş veya hayal kırıklığına uğramış hissetmek için nedeni vardır. Fakat o, o kadar uzun süre düşünce dünyasında yaşamıştır ki, duygularını tanımaz. Nitelikli sohbet dilini öğrenmeye karar verdiğinde, bu bir yabancı dil öğrenmek gibi olacaktır. Atılacak ilk adım, duygularıyla temasa geçmek ve yaşamı boyunca duygusal yönünü inkar ettiği gerçeğine rağmen duygusal bir yaratık olduğunun farkına varmaya başlamaktır. Eğer nitelikli sohbet dilini öğrenmek istiyorsanız, işe evden uzaktayken hissettiklerinizi not etmekle başlayın. Küçük bir bloknot edinin ve onu sürekli yanınızda taşıyın. Günde üç kez kendinize şunu sorun: "Son üç saat içinde neler hissettim? İşe gelirken arkamdaki sürücü arabasını tamponuma sürttüğünde ne hissettim? Benzin istasyonunda durduğumda otomatik pompa kapanmadığı ve arabamın yan tarafı benzinle kaplandığı zaman ne hissettim? Büroya geldiğimde sekreterimin o sabah için özel bir projede görevlendirilmiş olduğunu öğrendiğimde ne hissettim? Üzerinde çalıştığım proje için iki haftaya daha ihtiyacım olduğunu düşünürken şefim bana üç gün içinde bitmesi gerektiğini söylediğinde ne hissettim?" Bloknota duygularınızı ve bu duyguyu yaşamanıza neden olan olayı anımsamanız için bir iki söz yazın. Listeniz şöyle olabilir: Olay / Duygu Peşimdeki sürücü / Kızgın Benzin istasyonu / Sinirli Sekreterin gidişi / Hayal kırıklığına uğramış Üç gün içinde bitecek proje / Engellenmiş ve kaygılı Bu egzersizi günde üç kez yapın. Böylelikle duygusal doğanız konusunda bir farkındalık geliştireceksiniz. Bloknotunuzu kullanarak mümkün olduğunca sık aralıklarla eşinize olayları ve duygularınızı aktarın. Birkaç hafta içinde ona duygularınızı rahatlıkla ifade eder hale geleceksiniz. Sonuçta eşinize, çocuklarınıza ve evde olan olaylara karşı hissettiklerinizi tartışırken de kendinizi rahat hissedeceksiniz. Unutmayın ki, duygular ne iyidir, ne de kötüdür. Onlar yalnızca yaşamdaki olaylara karşı psikolojik tepkilerimizdir. Sonuçta düşüncelerimize ve duygularımıza dayanarak kararlar veririz. Ana yolda sizi dibinizden takip ettiklerinde kızdınız. Belki aklınızdan şu düşünceler geçti: Keşke çekip gitse; keşke beni geçse; yakalanmayacağımı bilsem, gaza basıp onu şaşkın durumda bırakırdım; frene basıp sigorta şirketinin bana yeni bir araba almasını beklemeliydim; belki de kenara çekip, onun geçmesine izin vermeliydim. Sonuçta siz bir karar verdiniz veya diğer sürücü geriledi, döndü veya sizi geçti ve güven içinde işe vardınız. Yaşamdaki her olayda bizim duygularımız, düşüncelerimiz, arzularımız ve sonuçta da eylemlerimiz vardır. Kendini açma dediğimiz şey bu sürecin ifadesidir. Eğer nitelikli sohbet sevgi dilini öğrenmeyi seçerseniz, izlemeniz gereken öğrenme yolu budur. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Bu durumda aklıma bir tek şey şey geliyor; "Özenli, düzgün giyinmiş, pırıl pırıl, mis gibi kokan birine aşık olmak kolaydır, peki sabah mahmuru, saç baş dağılmış, üzerine uykunun kokusu sinmiş halini gördüğünüzde de aynı hisle gözleriniz parlıyor mu???" Böyle bir cümleydi sanırım, tam olmasa bile içeriği buydu. Ben bu aşkı çok özledim:))) |
Cevap: Beş Sevgi Dili Alıntı:
Böyle bir kitabı eşimin eline versem, döner de bir suratıma bakar, kendi elindekileri bitiremediğini söyler herhalde. :)) hahaha:)) Anladım ki olayın sevgi diliyle alakası yokmuş. En azından benim evliliğimde yok. Sevgi dilinde bir değişiklik yok, tek değişiklik göze inen perdelerin karşındaki kişiyi geri plana atıp, kalbini kırdıkça, giderek daha çok yıpranması ve sonunda tamamen kalkması. Eh bu noktadan sonra da tüm görmezden gelinen farklılıklar su yüzüne çıkıyor. Sonra da başkalaşım başlıyor. Yani aslında her şey incelikler yüzünden galiba:)) |
Cevap: Beş Sevgi Dili Sevgiliyken devamlı buluşmak isteyen bir erkek evlendikten sonra işine yoğunlaştığında, eve gelip maç izlediğinde ya da birbirleriyle konuşurken yüzlerine bakmadıklarında, evin temiz olmasından tutun da bedensel temizliğinize, evde yemek pişip pişmemesine, birlikte bir takım sosyal aktiviteler yapıp yapmamanıza, eşinize ufak hediyeler alıp almamanıza ve cinsel birlikteliğinize kadar sorunlar çeşitlenebiliyor. Belki bir noktadan sonra birbirinize alışıyorsunuz ve artık sevginizden emin olduktan sonra gerek duyulmuyor tüm bunlara bilemiyorum. Hepsi mümkün. :)) Zaten tüm bu sorunlar birbirinizi sevmediğiniz anlamına gelmez hiçbir zaman. Bu anlamları yükleyenler bizleriz. Ancak frekans konusu da önemli bana göre ve değişkenlik gösterebilir. Ben evlenince frekansı sabitlemeyi düşünüyorum. khkh56 Sevgilerimle. actionsmile[/quote] Canım benimmmm:)) Alışkanlıklar kabulleniliyor. Bu zaten çok doğal. Olması da gerekiyor. Aynı evde yaşamak, birlikte hareket edebilmek, birlikte tatil yapabilmek, en önemlisi babanın yanında eşine "Aşkım", diye hitap edebilmek gerçekten harika bir rahatlık sağlıyor ve insanı çok mutlu ediyor. İnşallah sen hayallerindeki gibi bir evlilik yapıp, çoooooook ama çooooook mutlu olursun canım benim. Bu güzel yüreğin bunu fazlasıyla hakediyor. Frekansın sabitlenebileceğini bilseydim ben de yapardım wallahi. Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Maalesef artık bambaşka frekanslardayız. Artık daha yüksek frekanslara bakmanın zamanı gelmiş:)) cat56 |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Hepimizin duygularımızı görmezden gelip örtbas ettiği söylenemez; fakat iş konuşmaya gelince, kişiliklerimiz ön plana çıkar. Ben şimdiye dek iki temel kişilik tipi gözlemledim. İlkini "Ölü Deniz" diye adlandırıyorum. Küçük İsrail ülkesinde Galile Denizi, Jordan Nehri yoluyla güneye, Ölü Deniz'e akar. Ölü Deniz hiçbir yere gitmez. Alır, fakat vermez. Bu kişilik tipi, gün boyunca birçok deneyim, duygu ve düşünce alır. Bu bilgileri depoladıkları büyük bir hazneleri vardır ve konuşmadan da son derece mutludurlar. Bir Ölü Deniz kişiliğine "Bir sorun mu var? Neden bu gece hiç konuşmuyorsun?" dediğinizde, yanıtı muhtemelen "Hiçbir sorun yok. Neden bir sorun olduğunu düşündün ki? olacaktır. Ve bu son derece dürüst bir yanıttır. O konuşmamaktan hoşnuttur. Tek bir kelime etmeden Chicago'dan Detroit'e kadar araba kullanıp, son derece de mutlu olabilir. Diğer uçta ise "Çağlayan Dere" vardır. Bu kişilikte de, göze ve kulağa hitap eden ne varsa ağızdan dışarı çıkar ve ikisi arasında nadiren altmış saniye vardır. Her ne görürler ve duyarlarsa anlatırlar. Evde konuşacak kimse yoksa, birilerini ararlar. "Ne gördüm biliyor musun? Ne duydum biliyor musun?" Eğer telefonla birini bulamazlarsa kendi kendilerine konuşurlar; çünkü hiç hazneleri yoktur. Çoğu zaman bir Ölü Deniz'le bir Çağlayan Dere evlenir. Bu olur, çünkü flört dönemlerinde bu çok çekici bir birleşimdir. Yeni bir alışkanlık edinmenin bir yolu, her gün başınıza gelen üç olay ve bunlarla ilgili hissettiklerinizi konuşacağınız bir paylaşım zamanı oluşturmaktır. Eğer siz bir Ölü Deniz iseniz ve bir Çağlayan Dere ile çıkıyorsanız, harika bir akşam geçireceksiniz demektir. "Bu gece sohbeti nasıl başlatacağım? Sohbetin devamını nasıl sağlayacağım?" diye düşünmek zorunda değilsiniz. Bütün yapmanız gereken, başınızı sallayıp "ya, ya" demektir. O bütün akşamı doldurmayı başarır. Size de eve dönerken "ne harika bir insan" diye düşünmek kalır. Diğer taraftan, eğer siz bir Çağlayan Dere iseniz ve bir Ölü Deniz ile çıkıyorsanız, aynı derecede harika bir akşam geçireceksiniz demektir, çünkü Ölü Denizler dünyanın en iyi dinleyicileridir. Siz üç saat boyunca çağlarsınız, o sizi dikkatle dinler ve eve dönerken "ne harika bir insan" diye düşünürsünüz. Birbirinizi çekersiniz. Ne var ki, beş yıllık bir evlilikten sonra Çağlayan Dere bir sabah uyanır ve der ki: "Beş yıldır evliyiz ve ben onu tanımıyorum." Ölü Deniz der ki: "Onu fazla iyi tanıyorum. Keşke biraz ara verip bana bir nefes aldırsa." İyi haber şu ki, Ölü Denizler konuşmayı, Çağlayan Dereler de dinlemeyi öğrenebilir. Kişiliğimiz ön plandadır ama bizi tamamen kontrol altına almaz. Yeni bir alışkanlık edinmenin bir yolu, her gün başınıza gelen üç olay ve bunlarla ilgili hissettiklerinizi konuşacağınız bir paylaşım zamanı oluşturmaktır. Ben bunu, "sağlıklı bir evlilik için günlük asgari gereksinim" diye adlandırıyorum. Eğer günlük asgari ile başlarsanız, birkaç hafta veya ay içinde, nitelikli sohbetin aranızda çok daha özgürce aktığını görebilirsiniz. |
Cevap: Beş Sevgi Dili Alıntı:
Sanırım eşinin kendine bakmasını istiyorsun. Bilemiyorum ama şimdi böyle bekar olunca çok rahat söyleyebiliyorum adamı odadan atarım valla diye. khkh56 Baksın kendisine, kişisel bakım da belki hizmet davranışları içerisinde değerlendirilebilir. İleride yazıcam. Bu tür beklentilerin varsa eşine anlatabilirsin. Düzgün bir ifade şekliyle elbette. Ben işe yarayacağını düşünüyorum. En azından denemek sana hiçbir şey kaybettirmez. Bunun da üstesinden gelebilecek olgunluğa sahipsin. Sevgilerimle. actionsmile |
Cevap: Beş Sevgi Dili Alıntı:
khkh56 Aman artık kendi frekansımı yükseltmeye bakacağım, o da kendisi düşünsün demek. Kişisel bakımı ya da nezaketiyle ilgili çok şükür hiçbir sorun yaşamadım bugüne kadar çok şükür. Kendisi çok beyefendidir. Bizimki tamamen frekans farkı, onun da bir noktada bağlanmasına bu saatten sonra imkan yok. Ama hala ya olursa diye oturmuş bekliyorum işte evceğizimde. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Temel bir sevgi dili olan nitelikli beraberliğe veya tüm dikkatinizi eşinize vermenize ilave olarak, nitelikli faaliyetler diye adlandırılan başka bir diyalekt vardır. Geçenlerde verdiğim bir evlilik seminerinde çiftlerden şu cümleyi tamamlamalarını istedim: "Karım/kocam tarafından sevildiğimi en çok _________ zaman hissederim." İşte sekiz yıldır evli olan, yirmi dokuz yaşındaki bir erkeğin yanıtı: "Karım tarafından sevildiğimi en çok birlikte bir şeyler yaptığımız zaman hissederim; benim ve onun yapmaktan zevk aldığımız şeyler. O zaman daha fazla konuşuruz. Bana sanki yeniden flört ediyormuşuz gibi gelir." Bu, birincil sevgi dilleri nitelikli beraberlik olan bireylerin tipik yanıtıdır. Vurgu, birlikte olmak, birlikte bir şeyler yapmak, tüm dikkatlerini birbirlerine vermek üzerinedir. Nitelikli faaliyetler, birinizin veya her ikinizin ilgi duyduğu her şeyi içerebilir. Vurgu ne yaptığınız üzerinde değil, neden yaptığınız üzerindedir. Amaç birlikte bir şey yaşamak ve bu yaşantıya "Bana değer veriyor. Benim hoşlandığım bir şeyi yapmayı arzuluyordu ve bunu olumlu bir yaklaşım içinde yaptı" diyerek tamamlamaktır. Bu sevgidir ve bazı insanlara göre sevginin en yüksek sesidir. Tracie senfoniyle büyümüştü. Çocukluğu boyunca evi klasik müzikle dolup taşardı. En az yılda bir kez, annesi ve babasıyla senfoniye giderdi. Diğer taraftan, Larry kırsal kesimde ve kovboy müziğiyle büyüdü. Hiç konsere gitmemişti ama evdeki radyo daima bir kırsal kesim istasyonuna ayarlı olurdu. Senfoniye burjuva müziği derdi. Tracie'yle evlenmemiş olsaydı, bütün yaşamını senfoniye gitmeden geçirebilirdi. Evlenmeden önce, hala aşkın tutkulu durumundayken, ilk kez senfoniye gitti; fakat o coşkulu halde bile tutumu "Sen buna müzik mi diyorsun?" idi. Bu, evlendikten sonra tekrarlanacağını hiç ummadığı bir deneyimdi. Ne var ki, birkaç yıl sonra nitelikli beraberliğin Tracie'nin birincil sevgi dili olduğunu, nitelikli faaliyetler diyalektinden özellikle hoşlandığını ve senfoniye gitmenin de bu faaliyetlerden biri olduğunu keşfettiğinde, büyük bir hevesle gitmeyi seçti. Maksadı açıktı. Amaç senfoniyi değil, Tracie'yi sevmek ve onun dilini yüksek sesle konuşmaktı. Zamanla bu müziği takdir etmeye ve hatta ara sıra bir iki partisyondan hoşlanmaya başladı. Belki hiçbir zaman bir senfoni aşığı olmayacaktır; fakat artık Tracie'yi sevmek konusunda usta olmuştur. Nitelikli faaliyetlerin iyi taraflarından biri, ileriki yıllarda yararlanacağımız bir hatıra bankası sunmalarıdır. Nitelikli faaliyetler, bahçeyle uğraşmayı, bitpazarlarını gezmeyi, antika almayı, müzik dinlemeyi, piknik yapmayı, uzun yürüyüşlere çıkmayı veya sıcak bir yaz günü arabayı birlikte yıkamayı içerebilir. Aktiviteler yalnızca sizin ilginiz ve yeni şeyler deneyimleme arzunuzla sınırlıdır. Nitelikli bir faaliyetteki ana malzemeler şunlardır: 1- En azından biriniz bunu yapmayı istersiniz. 2- Eşiniz de bunu yapmayı arzu eder. 3- Her ikiniz de bunu neden yaptığınızı, yani birlikte olmakla sevgiyi ifade ettiğinizi bilirsiniz. Nitelikli faaliyetlerin iyi taraflarından biri, ileriki yıllarda yararlanacağımız bir hatıra bankası sunmalarıdır. Sabah erken saatte sahilde yaptıkları bir gezintiyi, bahçeye çiçek diktikleri baharı, ormanda tavşan kovalarlarken zehirli sarmaşığa rastladıkları zamanı, birinci lig beyzbol oyununa birlikte gittikleri ilk geceyi, birlikte ilk ve tek kez kayak yapmaya gidişlerini ve onun ayağını kırışını, eğlence parklarını, konserleri, katedralleri ve evet, iki millik yürüyüşten sonra şelalenin altında durmanın verdiği sarhoşluğu anımsayan çiftler ne şanslıdır. Hatırladıklarında neredeyse o anı tekrar yaşarlar. Bunlar, özellikle birincil sevgi dili nitelikli beraberlik olan kişiler için, sevginin anılarıdır. Peki, ikimiz de çalışıyorsak bu tür faaliyetler için zamanı nereden buluruz? Tıpkı öğle ve akşam yemeği için zaman ayırmamız gibi zaman yaratırız. Neden? Zira, nasıl yemekler sağlığımız için gerekli ise, bu da evliliğimizi için gereklidir. Bu zor mu? dikkatli bir planlama gerektirir mi? Evet. Bazı kişisel faaliyetlerden vazgeçmemiz gerektiği anlamına mı gelir? Belki. Özellikle hoşlanmadığımız bazı şeyleri yapmamız mı demektir? Kesinlikle. Buna değer mi? hiç şüphesiz. Ben ne kazanacağım? Sevildiğini hisseden bir eşle yaşamanın ve onun sevgi dilini akıcı bir şekilde konuşmayı öğrenmenin zevkini. Bana bir numaralı sevgi dili olan onay sözlerinin ve iki numaralı sevgi dili olan nitelikli beraberliğin değerini öğreten Little Rock'taki Bill ve Betty Jo'ya içten teşekkürler. Şimdi doğru Chicago ve üç numaralı sevgi dili! |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Antropoloji okurken Chicago'daydım. Ayrıntılı etnografyalar yoluyla bütün dünyada çok ilginç halkları ziyaret ettim. Orta Amerika'ya gittim ve Mayalarla Azteklerin gelişmiş kültürlerini inceledim. Pasifik'i geçtim ve Malenezya ve Polinezya'nın kabilelerini inceledim. Kuzey tundradaki Eskimoları ve Japonya'nın yerli Ainuslarını inceledim. Sevgi ve evlilikle ilgili kültürel kalıpları araştırdım ve gördüm ki, incelediğim her kültürde, armağan vermek sevgi dolu evliliğin bir parçasıydı. Antropologlar, kültürlere yayılma eğilimi gösteren kültürel yayılma eğilimi gösteren kültürel kalıplara alışıktırlar, tabii ki ben de öyle. Armağan verme sevginin kültürel bariyerleri aşan bir ifadesi olabilir mi? Verme kavramı her zaman sevme tutumuna eşlik mi eder? Bunlar akademik ve bir ölçüde felsefi sorulardır. Eğer yanıt evetse, bu herkes için derin bir anlam taşır. Dominik Adası'nda antropolojik bir alan gezisine katılmıştım. Amacımız Karayib Hintlilerinin kültürlerini incelemekti. Bu seyahatte Fred'le tanıştım. Fred bir Karayipli değil, yirmi sekiz yaşında siyah bir gençti. dinamitle balık avlarken meydana gelen bir kazada bir elini kaybetmişti. Kazadan beri balıkçılık mesleğini sürdüremiyordu. Çok fazla boş vakti vardı ve ben onun arkadaşlığından hoşnuttum. onun kültürü hakkında konuşarak saatler geçiriyorduk. Evine ilk gittiğim gün, "Mr. Gary biraz meyvesuyu ister misiniz?" diye sordu. "Çok iyi olur" dedim. Erkek kardeşine döndü ve "Gidip Mr. Gary'ye biraz meyvesuyu getir" dedi. Kardeşi toprak yoldan aşağı yürüdü, bir hindistanceviziyle döndü. Fred kardeşine onu açmasını söyledi. Erkek kardeşi bıçağın üç hızlı hareketiyle üstte üçgen şeklinde bir delik bırakarak hindistancevizinin tepesini çıkardı. Fred, hindistancevizini uzattı ve "İşte meyvesuyunuz" dedi. Henüz yeşildi ama hepsini içtim; çünkü onun bir sevgi armağanı olduğunu biliyordum. Ben onun arkadaşıydım ve arkadaşlara meyvesuyu ikram edilirdi. Birlikte geçirdiğimiz haftaların sonunda küçük adadan ayrılmaya hazırlanırken, Fred bana sevgisinin başka bir sembolünü verdi. Bu, okyanustan çıkardığı otuz beş santim uzunluğunda eğri bir daldı. Kayalara vura vura ipek gibi kaygan olmuştu. Fred, bu dalın Dominik sahillerinde uzun süre yaşadığını söyledi ve onu bu güzel adadan bir hatıra olarak almamı istedi. Bugün hala bu dala baktığımda, neredeyse Karayip dalgalarının sesini işitebiliyorum. Bu Dominik'in anısı olduğu kadar, sevginin de anısıdır. Armağan, elinizde tutup "bak, beni düşünmüş" veya "beni hatırlamış" diyebileceğiniz bir şeydir. Birine armağan vermek için onu düşünüyor olanız gerekir. Armağanın kendisi, bu düşüncenin bir sembolüdür. Parayla alınıp alınmadığı önemli değildir. Önemli olan eşinizi düşünmüş olmanızdır. Kayda değer olan yalnızca zihinde var olan düşünce değil, armağanı fiilen alıp bir sevgi ifadesi olarak vermekle anlatılan düşüncedir. Anneler, çocuklarının onlar için çiçek toplayıp getirdiği günleri hatırlar. Bu bahçelerinden koparılmasını istemedikleri bir çiçek bile olsa, sevildiklerini anlarlar. Çocukların ilk yıllardan itibaren ana-babalarına armağan verme eğilimleri vardır. Bu da armağan vermenin temelinde sevginin olduğunun başka bir işareti olabilir. Armağanlar sevginin görsel sembolleridir. Çoğu evlilik töreni, yüzüklerin alınmasını ve verilmesini içerir. "Bu yüzükler, iki kalbi sevgide sonsuza dek birleştiren içteki ruhsal bağın, dıştan görülebilen işaretleridir." Bu anlamsız ve abartılı bir ifade değildir. Önemli bir gerçeğin sözlere dökülüşüdür. Semboller duygusal değer taşır. Dağılan bir evliliğin sonunda, artık eşler nikah yüzüklerini takmaktan vazgeçince, bu belki de daha şekilci olarak sergilenir. Yüzükleri takmamak, evliliğin ciddi bir sorun içerisinde olduğunun görsel işaretidir. Bir keresinde bir koca demişti ki: "Evden nikah yüzüğünü fırlatıp kapıyı çarparak çıktığı gün, evliliğimizin ciddi bir sorun yaşadığını anladım. Yüzüğünü iki gün boyunca düştüğü yerden almadım. Sonunda aldığımda ise, kontrolsüzce ağlıyordum." Yüzük, olması gerekenlerin bir simgesiydi. Eşinin parmağında değil de kendi elinde olması, evliliğin dağılmakta olduğunu gösteriyordu. Terk edilmiş yüzük, bu kocanın içindeki derin duyguları harekete geçirmişti. Görsel semboller, bazı insanlar için diğerlerinden daha önemlidir. Bu yüzden her insanın nikah yüzüklerine karşı tutumu farklıdır. Bazıları düğünden sonra nikah yüzüğünü hiç çıkarmaz, bazılarıysa bir kez bile takmaz. Bu da insanların farklı birincil sevgi dilleri olduğunun başka bir işaretidir. Eğer armağan almak benim birincil sevgi dilimse, bana verilen yüzüğe büyük değer veririm ve onu büyük bir gururla takarım. Ayrıca daha sonra verilen armağanlarla da çok duygulanırım. Onları sevginin ifadeleri olarak görürüm. Görsel semboller olarak benim için hediyeler almıyorsan, senin sevgini sorgulayabilirim. Armağanlar her boyda, renkte ve şekilde olabilir. Bazıları pahalı, bazıları bedavadır. Birincil sevgi dili armağan almak olan biri için, maddi gücünüzle çok orantısız olmadığı sürece armağanın maliyetinin hiçbir önemi yoktur. Eğer bir milyoner sürekli olarak 1 dolarlık armağanlar veriyorsa, eşi bunun bir sevgi ifadesi olup olmadığını sorgulayabilir. Fakat ailenin maddi durumu kısıtlı olduğu zaman alınan 1 dolarlık bir armağan, milyonlarca dolar değerinde bir sevgiyi anlatabilir. Eğer eşinizin birincil sevgi dili armağan almaksa, armağan vermekte ustalaşabilirsiniz. Aslında bu öğrenilmesi en kolay sevgi dillerinden biridir. Armağanlar satın alınabilir, bulunabilir veya yapılabilir. Yol kenarında durup karısına bir kır çiçeği koparan bir erkek, karısının kır çiçeklerine alerjisi yoksa, kendisine bir sevgi ifadesi bulmuştur. Paranız varsa, beş dolardan daha az bir fiyata güzel bir kart alabilirsiniz. Paranız yoksa, kendiniz bir tane yapabilirsiniz. Çalıştığınız yerdeki artık kağıtlar arasından bir kağıt alın, ortadan kıvırın, makası alıp bir kalp kesin, üzerine "Seni seviyorum" yazın ve imzalayın. Armağanlar pahalı olmak zorunda değil. Ya, "Ben armağan veren bir insan değilim. Büyürken bana çok fazla armağan verilmedi. Hediye seçmeyi hiç beceremem. İçimden de gelmiyor." diyen bir kişiyseniz? Tebrikler. Büyük bir aşık olmak içi ilk keşfi yapmış bulunuyorsunuz; eşiniz ve siz farklı sevgi diller konuşuyorsunuz. Madem ki keşfi yaptınız, ikincil sevgi dilinizi öğrenme işine girişin. Eğer eşinizin birincil sevgi dili armağan almaksa, armağan vermekte ustalaşabilirsiniz. Aslında bu öğrenilmesi en kolay sevgi dillerinden biridir. Nereden başlayabilirsiniz? Yıllar boyunca eşinizin aldığı zaman heyecan duyduğu bütün armağanların bir listesini yapın. Bunlar, sizin veya ailenin diğer üyelerinin verdiği armağanlar olabilir. Bu liste size eşinizin hoşlanacağı armağanlarla ilgili bir fikir verecektir. Eğer listenizde bulunan türden armağanları seçme konusunda çok az bilginiz var ya da hiç yoksa, eşinizi tanıyan aile üyelerinin yardımını isteyin. Bu aşamada rahatça satın alabileceğiniz, yapabileceğiniz veya bulabileceğiniz armağanlar seçin ve onları eşinize verin. Özel bir günü beklemeyin. Armağan almak onun birincil sevgi diliyse, hemen hemen verdiğiniz her şey bir sevgi ifadesi olarak kabul edilecektir. (eğer geçimişte verdiğiniz armağanları eleştirdi veya hiçbirini beğenmediyse, o zaman armağan almak kesinlikle onun birincil sevgi dili değildir.) |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Güzel armağanlar seçebilen biri olmak istiyorsanız, para konusundaki tutumunuzu değiştirmek zorunda kalabilirsiniz. Her birimiz, paranın amaçları konusunda bireysel bir anlayışa sahibiz ve parayı harcamakla ilgili de farklı düşüncelerimiz vardır. Bazılarımızın harcama alışkanlığı vardır. Para harcadığımız zaman kendimizi iyi hissederiz. Bazılarımızdaysa biriktirme ve yatırım yapma eğilimi vardır. Tasarruf ettiğimizde veya akıllıca yatırım yaptığımızda kendimizi iyi hissederiz. Harcamayı seven biriyseniz, eşiniz için armağan almakta pek güçlük çekmezsiniz; fakat parayı seven biriyseniz, bir sevgi ifadesi olarak para harcamaya karşı duygusal bir direnç gösterebilirsiniz. Kendiniz için hiçbir şey satın almazken eşiniz için neden alasınız ki? Fakat bu tutum, aslında kendiniz için bir şeyler aldığınızı görmenizi engeller. Paradan tasarruf ederek ve yatırım yaparak kendi geleceğinizi ve güvenliğinizi satın alıyorsunuz. Paranızı bu şekilde yönlendirerek kendi duygusal gereksinimlerinizi karşılıyorsunuz ama eşinizin duygusal gereksinimlerini karşılayamıyorsunuz. Eğer eşinizin birincil sevgi dilinin armağan almak olduğunu keşfederseniz, belki de yapabileceğiniz en iyi yatırımın onun için armağanlar almak olduğunu anlarsınız. İlişkinize yatırım yapıyorsunuz, aşkınızın sevgi deposunu dolduruyorsunuz. Muhtemelen sevgi deposu dolan eşiniz de sizin anlayacağınız bir dilde sevginize karşılık verecektir. İki tarafın da duygusal gereksinimleri karşılandığında, evliliğiniz yepyeni bir yön alacaktır. Tasarruflarınız konusunda endişelenmeyin. Her zaman iyi bir tasarrufçu olacaksınız; çünkü eşinizi sevmeye yatırım yapmak, en değerli hisse senetlerine yatırım yapmaktan daha karlıdır. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Sevgili Zerynthia, bu kitabı en yakın zamanda edinmeyi düşünüyorum. Bu kadar vakit ayırıp, kitabın konusuna oldukça geniş yer vermen çok hoş. Bizleri bilgilendirdiğin için teşekkürler. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Alıntı:
Sevgilerimle. actionsmile |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Bir de elle tutulmaz bir armağan vardır ki, birçok hediyeden çok daha fazla makbule geçer. Ben buna kendinizi armağan etmek veya varlığınızı armağan etmek diyorum. Eşiniz size ihtiyaç duyduğunda orada olmak, birincil sevgi dili armağan almak olan biri için çok şey ifade eder. Bir keresinde Jan bana şöyle demişti: "Kocam Don beyzbolu benden çok seviyor." "Neden böyle söylüyorsun?" diye sordum. "Bebeğimizin doğduğu gün beyzbol oynadı. Bütün öğleden sonra ben hastanede yatarken o beyzbol oynuyordu." dedi. "Bebek doğduğunda orada mıydı?" "Ah, evet. Bebek doğana kadar kaldı. Fakat on dakika sonra beyzbol oynamaya gitti. Yıkılmıştım. Bu yaşamımızda öylesine önemli bir andı ki, onunla paylaşmak istiyordum. Orada benimle olmasını istiyordum. Don oyun için beni bıraktı." Bu koca eşine bir düzine gül göndermiş olabilir fakat bu asla hastane odasında eşinin yanında olması kadar değer taşımaz. Jan'ın bu deneyimle derinden incindiğini söyleyebilirim. O "bebek" şimdi on beş yaşındaydı ve o bu olaydan sanki dünmüş gibi bir duyguyla bahsediyordu. Daha da ötesini araştırdım. "Sadece bu deneyim yüzünden mi Don'ın beyzbolu senden daha çok sevdiğini düşünüyorsun?" "Yo, hayır" dedi. "Annemin cenaze gününde de beyzbol oynadı." "Cenazeye geldi mi?" "Evet cenazeye geldi ama biter bitmez beyzbol oynamak için ayrıldı. Buna inanamadım. Kardeşlerim benimle birlikte eve geldi fakat kocam beyzbol oynuyordu." Daha sonra Don'a bu iki olay hakkında sorular sordum. Neden bahsettiğimi kesinlikle anladı. "Bu konuyu açacağını biliyordum" dedi. "Bütün sancılar boyunca ve bebek doğduğunda oradaydım. Fotoğraf çektim. Çok mutluydum. Takımdaki çocuklara anlatmak için bekleyemedim ve o akşam hastaneye geri döndüğümde bütün sevincim boğazıma dizildi. Öfkeden deliye dönmüştü. Söylediklerine inanamadım. oysa takıma söylediğim için benimle gurur duyacağını sanıyordum." Eşinizin birincil sevgi dili armağan almaksa, kriz zamanlarında ona verebileceğiniz en güzel armağan, fiziksel varlığınızdır. "Annesi öldüğünde mi? Herhalde size söylemedi. Annesi ölmeden bir hafta önce işten izin aldım ve tüm haftayı hastanede ve annesinin evinde ona yardım ederek geçirdim. O öldükten ve cenaze kaldırıldıktan sonra, yapabileceğim her şeyi yaptığımı hissettim. Biraz nefes almaya ihtiyacım vardı. Beyzbol oynamayı severim. Bunun rahatlamama ve üzerimdeki stresin bir kısmını atmama yardımcı olacağını biliyordum. Onun da benim biraz nefes almamı isteyeceğini sanıyordum. "Onun için önemli olduğunu sandığım şeyleri yapmıştım ama bu yeterli olmadı. Hep o iki günü kafama kakıyor. Beyzbolu ondan daha çok sevdiğimi söylüyor. Bu aptallık!" O, hazır bulunmanın muazzam gücünü anlamayı başaramamış içten bir kocaydı. Eşi için, onun orada oluşu her şeyden daha önemliydi. Eşinizin birincil sevgi dili armağan almaksa, kriz zamanlarında ona verebileceğiniz en güzel armağan, fiziksel varlığınızdır. Bedeniniz, sevginizin sembolü haline gelir. Sembolün ortadan kalkmasıyla sevgi duygusu da yok olur. Don ve Jan, onlara danışmanlık yaptığım süre boyunca geçmişin acıları ve yanlış anlamaları üzerinde çalıştı. Sonuçta Jan kocasını affedebildi ve Don, kendi varlığının karısı için neden o kadar önemli olduğunu anlayabildi. Eğer eşinizin fiziksel varlığı sizin için önemliyse, bunu eşinize sözlerle ifade etmeniz şarttır. Ondan zihninizi okumasını beklemeyin. Diğer taraftan , eşiniz size "Bugün, yarın veya bu öğleden sonra benimle olmanı istiyorum" derse, bu ricayı ciddiye alın. Sizin bakış açınızdan bunun bir önemi olmayabilir ama bu ricaya karşılık vermezseniz, aslında kastetmediğiniz bir mesaj iletiyor olabilirsiniz. Bir zamanlar bir bey şöyle demişti: "Annem öldüğünde, eşimin şefi ona cenaze için iki saatliğine çıkabileceğini, fakat öğleden sonra tekrar büroda olması gerektiğini söylemiş. Karım da şefine o gün kocasının onun desteğine ihtiyacı olduğunu ve bütün gün gelmeyeceğini söylemiş." "Şefi 'bütün gün gelmezsen işini kaybedebilirsin' diye yanıt vermiş." "Karım, 'Kocam işimden daha önemlidir' demiş. Bütün gününü benimle geçirdi. O gün, onun tarafından sevildiğimi her zamankinden çok hissettim. Yaptığını asla unutmadım. Bu arada, işini kaybetmedi. Şefi bir süre sonra işi bıraktı ve o göreve eşim getirildi." Bu bayan kocasının sevgi dilini konuşmuştu ve kocası bunu asla unutmadı. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Paylaşımlara devam edeceğim. Şimdilik kendime göre değerlendireyim. Benimki daha genel bir yorum olabilir tabii ki. Daha önceden sevgi dilimin nitelikli beraberlik olduğunu düşünüyordum. Tabii burada yazdığım ve yazacağım tüm özellikler başlı başına çok önemli kriterler... Hepimiz önem veriyoruz ve hepsinin olmasını istiyoruz yaşamımızda. Olmalı da! :) Ancak her birimizin hayatında bazı kilit noktalar var. Baskın olan şeyler... Artık anladım ki benim sevgi dilim onay sözleri... Bu zamana kadar hayatımdan çıkardığım, arkadaşlığımı kestiğim insanları düşündüm. Bitirici darbe hep sözler olmuştur. Bir kelime yetebilir bir insanı silmeme. O nedenle anlamlara, ifade edilmek istenen şeylere çok takılırım. Nitelikli beraberlik ikincil sevgi dilimmiş. :) Evet, benim birincil sevgi dilim onay sözleri! :) |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Sevgi konusunda yazılmış hemen her şey, sevginin kalbinde verme isteğinin yattığına işaret eder. Beş sevgi dilinin her biri bizi eşimize bir şeyler vermeye sevk eder; fakat bazılarımız için armağan almak, yani sevginin görünen sembolleri daha çok şey ifade eder. Bu gerçeğin en çarpıcı örneğini, Chicago'da tanıştığım Jim ve Janice'te gördüm. Jim ve Janice evlilik seminerime katılmıştı ve cumartesi günü seminerden sonra beni O'Hare'deki havaalanına bırakacaklardı. Uçuştan önce üç dört saatimiz vardı. Bir restorana gitmek isteyip istemediğimi sordular. Açlıktan ölüyordum, bu yüzden seve seve kabul ettim. O öğleden sonra, bedava bir yemekten çok daha fazlasını elde ettim. Jim ve Janice Illinois'ta, birbirinden yüz mil kadar uzaklıktaki iki ayrı çiftlikte büyümüşler. Nikahtan kısa süre sonra Chicago'ya taşınmışlar. Ben bu hikayeyi on beş yıl ve üç çocuktan sonra dinliyordum. Janice oturur oturmaz konuşmaya başladı. Demek ki: "Dr. Chapman, sizi havaalanına götürmek istememizin nedeni, size bizim mucizemizi anlatmaktı." Mucize kelimesi, her duyduğumda beni nahoş bir beklenti içine iter, özellikle de bu kelimeyi kullanan insanı tanımıyorsam. "Kim bilir ne tuhaf bir hikaye dinleyeceğim?" diye düşündüm ama düşüncelerimi kendime saklayarak tüm dikkatimi Janice'e verdim. Birazdan şoke olacaktım. Janice "Dr. Chapman" dedi. "Tanrı sizi evliliğimizde bir mucize yaratmak için görevlendirdi." Şimdiden kendimi suçlu hissediyordum. Bir dakika önce onu mucize kelimesini kullandığı için yargılıyordum. Oysa ona göre ben bir mucizeye neden olmuştum. Şimdi daha da dikkatli dinliyordum. Janice devam etti: "Üç yıl önce ilk kez burada, Chicago'da sizin evlilik seminerinize katıldık. Ümitsiz durumdaydım. Ciddi olarak Jim'i terk etmeyi düşünüyordum ve bunu ona söylemiştim. Uzun bir süredir evliliğimiz boştu. Artık vazgeçmiştim. Yıllar boyunca Jim'e onun sevgisine ihtiyacım olduğunu söylemiştim ama o bu ihtiyacıma hiçbir yanıt vermemişti. Çocukları seviyordum ve onların da beni sevdiğini biliyordum ama Jim'in sevgisinden emin olamıyordum. Aslında o zamanlar ondan nefret ediyordum. Çok düzenli bir insandı. Her şeyi bir rutin içinde yapardı. Bir saat gibi önceden bilinebilen bir insandı ve hiç kimse onun rutinini bozamazdı." "Yıllarca iyi bir eş olmaya gayret ettim. Yemek pişirdim, çamaşır yıkadım, ütü yaptım. İyi bir eşin yapması gerektiğini düşündüğüm her şeyi yaptım. Onun için önemli olduğunu bildiğim için onunla seks yaptım. Ne var ki onun beni sevdiğini hissedemiyordum. Evlendikten sonra benimle flört etmeyi kesmişti. Beni çantada keklik gibi gördüğünü düşünüyordum. Kullanıldığımı ve takdir edilmediğimi hissediyordum." "Jim'e duygularımdan söz ettiğimde bana gülüyor ve çevremizdeki herkes kadar iyi bir evliliğimizin olduğunu söylüyordu. Neden bu kadar mutsuz olduğumu anlamıyordu. Bana faturaların ödendiğini, güzel bir evimiz ve yeni bir arabamızın olduğunu, sürekli şikayet etmek yerine mutlu olmam gerektiğini hatırlatıyordu. Duygularımı anlamaya bile çalışmıyordu. Kendimi kullanılıp bir kenara atılmış bir paçavra gibi hissediyordum." "Her neyse" dedi çayını ileri itip öne eğilerek. "Üç yıl önce sizin seminerinize katıldık. Daha önce hiç evlilik seminerine gitmemiştik. Ne beklemem gerektiğini bilmiyordum ve doğrusunu söylemek gerekirse fazla bir şey de beklemiyordum. Hiç kimsenin Jim'i değiştirebileceğine inanmıyordum. Seminer sırasında ve sonrasında Jim fazla bir şey söylemedi. Seminerden hoşlandığı görülüyordu. Sizin komik olduğunuzu söyledi fakat seminerdeki fikirlerin hiçbiri hakkında bir şey söylemedi. Bunu yapmasını beklemiyordum ve ondan böyle bir şey istemedim de. Söylediğim gibi, o zaman çoktan pes etmiştim." "Bildiğiniz gibi" dedi. "Seminer cumartesi öğleden sonra sona erdi. Cumartesi gecesi ve pazar günü her zamanki gibiydik fakat pazartesi öğleden sonra işten eve geldi ve bana bir gül verdi. 'Bunu da nereden aldın?' diye sordum. 'Bir sokak satıcısından' dedi. 'Bir gülü hak ettiğini düşündüm.' Ağlamaya başladım ve sadece 'Ah Jim, çok naziksin' diyebildim." "Aslında o gülü bir sokak satıcısından satın aldığını biliyordum; o öğleden sonra genç bir adamın gül sattığını görmüştüm ama bunun bir önemi yoktu. Önemli olan, onun bana bir gül getirmiş olmasıydı. Salı günü öğlen saatlerinde beni bürodan aradı ve akşam yemeği için pizza alıp eve getirmesi hakkında ne düşündüğümü sordu. O gün kendime izin verip yemek pişirmemekten hoşlanabileceğimi düşündüğünü söyledi. Bunun harika bir fikir olduğunu söyledim. O akşam eve pizzayla geldi ve birlikte güzel bir akşam geçirdik. Çocuklar pizzaya bayıldılar ve getirdiği için babalarına teşekkür ettiler. Bense ona sarıldım ve bundan ne kadar hoşlandığımı söyledim." "Çarşamba günü eve geldiğinde çocukların her birine birer kutu kraker, bana da küçük bir saksıda bir bitki getirmişti. Gülün öleceğini bildiğini, daha uzunca bir süre canlı kalacak bir şeyden hoşlanabileceğimi düşündüğünü söyledi. Hayal gördüğümü düşünmeye başlıyordum! Jim'in yaptıklarına veya bunları neden yaptığına anlam veremiyordum. Perşembe gecesi yemekten sonra bana bir kart verdi. Kartta bana olan sevgisini her zaman ifade edemediğini, fakat bu kartın bana ne kadar değer verdiğini anlatacağını umduğu yazıyordu. Tekrar ağladım, ona baktım ve onu kucaklamaktan ve öpmekten kendimi alamadım. 'neden cumartesi gecesi için bir çocuk bakıcısı bulup baş başa yemeğe çıkmıyoruz?' diye sordu. 'bu harika olur' dedim. Cuma günü eve dönerken pastahaneye uğrayıp, hepimize en sevdiğimiz kurabiyelerden birer tane aldı. Yine bunu bir sürpriz olarak sakladı ve bize sadece tatlı olarak bir sürprizi olduğunu söyledi." "Cumartesi gecesi" dedi. "Uzayda yörüngeme oturmuş gibiydim. Jim'e ne olduğu veya bunun sürüp sürmeyeceği konusunda hiçbir fikrim yoktu fakat olanların her dakikasından hoşlanıyordum. Restoranda yediğimiz yemekten sonra ona dedim ki: Jim, bana ne olduğunu anlatmalısın. Anlamıyorum." Janice bana dikkatlice baktı ve şöyle dedi: "Dr. Chapman, anlamalısınız. Bu adam evlendiğimiz günden bu yana bana bir kez bile çiçek vermemişti. Her zaman 'Bu boş yere para harcamaktır. Karta bakarsın ve çöpe atarsın' derdi. Beş yıl boyunca bir kez yemeğe çıkmıştık. Çocuklara hiçbir şey almamıştı ve benden de yalnızca gerekli şeyleri almamı beklerdi. hiç akşam yemeği için eve pizza getirmemişti. Benden her gece yemek hazırlamamı beklerdi. Yani bu onun davranışında köklü bir değişiklikti." Jim'e döndüm ve "Sana restoranda ne olduğunu sorduğunda ona ne dedin?" diye sordum. "Ona sizin seminerinizdeki sevgi dilleri konulu konferansınızı dinlediğimi ve onun sevgi dilinin armağan almak olduğunu fark ettiğimi söyledim. Ayrıca yıllardır, belki de evlendiğimizden beri ona bir kez bile hediye almadığımı fark etmiştim. Flört ederken ona çiçekler ve küçük armağanlar getirdiğimi, fakat evlendikten sonra buna gücümün yetmeyeceğini düşündüğümü hatırladım. Bir hafta boyunca her gün bir armağan almaya ve bunun onda bir değişiklik yapıp yapmadığını izlemeye karar verdiğimi söyledim. O hafta boyunca onun tutumunda çok büyük bir değişiklik gördüğümü kabul etmek zorundayım." "Ona sizin söylediklerinizi gerçekten doğru bulduğumu ve doğru sevgi dilini öğrenmenin karşınızdaki insanın sevildiğini hissetmesine yardımcı olduğunu fark ettiğimi söyledim. Bunca yıl boyunca bu kadar kalın kafalı olduğum ve onun sevgi gereksinimini karşılamayı başaramadığım için üzgün olduğumu söyledim. Onu gerçekten sevdiğimi ve onun ben ve çocuklar için yaptığı her şeyi takdir ettiğimi söyledim. Tanrının yardımıyla ömrümün geri kalanında armağanlar veren biri olacağımı söyledim." "Janice dedi ki: 'Fakat Jim, yaşamının geri kalanında her gün bana armağanlar almaya devam edemezsin. Buna gücün yetmez.' Tamam, belki her gün değil dedim. Fakat en azından haftada bir bunu yapabilirim. Bu, her yıl, geçen beş yıl boyunca aldığından elli iki armağan fazla alacaksın demektir dedim. Hem hepsini satın alacağımı da kim söyledi? bazılarını kendim bile yapabilirim ya da Dr. Chapman'ın fikrini benimseyip, baharda ön bahçeden bir çiçek de koparabilirim." Janice sözünü kesti. "Dr. Chapman, sanırım üç yıldır bir hafta bile kaçırmadı. O yeni bir adam gibi. Ne kadar mutlu olduğumuza inanamazsınız. Çocuklarımız bizi muhabbet kuşları diye çağırıyor. Benim depom dolu ve taşıyor." Jim'e dönüp "Peki ya sen Jim? Janice tarafından sevildiğini hissediyor musun?" diye sordum. "Onun beni sevdiğini her zaman hissettim Dr. Chapman. O dünyadaki en iyi ev kadınıdır. Mükemmel bir aşçıdır. Elbiselerim her zaman temiz ve ütülüdür. Çocuklar için harika şeyler yapar. Beni sevdiğini biliyorum." Gülümsedi ve "Şimdi benim sevgi dilimin ne olduğunu biliyorsunuz değil mi?" dedi. Biliyordum. Aynı zamanda Janice'in neden mucize kelimesini kullandığını da biliyordum. Armağanlar pahalı olmak ya da her hafta verilmek zorunda değildir; armağanların değerinin parayla değil, sevgiyle ilgisi vardır. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Jim ve Janice'ten ayrılmadan önce Jim'in soruma yanıtını yeniden inceleyelim, "Janice tarafından sevildiğini hissediyor musun?" "Onun beni sevdiğini her zaman hissettim Dr. Chapman. O dünyadaki en iyi ev kadınıdır. Mükemmel bir aşçıdır. Elbiselerim her zaman temiz ve ütülüdür. Çocuklar için harika şeyler yapar. Beni sevdiğini biliyorum." Jim'in birincil sevgi dili, benim hizmet davranışları olarak adlandırdığım dildir. Hizmet davranışlarıyla, eşinizin yapmanızdan hoşlandığı şeyleri yapmayı kastediyorum. Ona hizmet ederek onu memnun etmeye, onun için bir şeyler yaparak ona sevginizi ifade etmeye çabalarsınız. Yemek pişirmek, masayı hazırlamak, bulaşıkları yıkamak, süpürmek, klozeti temizlemek, lavabodan saçları çıkarmak, aynadaki beyaz lekeleri temizlemek, arabanın ön camındaki böcekleri temizlemek, çöpü dışarı çıkarmak, bebeğin bezini değiştirmek, yatak odasını boyamak, kitaplığın tozunu almak, arabayı işler halde tutmak, arabayı yıkamak veya süpürmek, garajı temizlemek, çimleri biçmek, çitlere biçim vermek, kuru yaprakları tırmıkla toplamak, stor perdelerin tozunu almak, köpeği yürüyüşe çıkarmak, kedinin kumunu değiştirmek, kırmızı balığın kavanozundaki suyu değiştirmek gibi eylemlerin hepsi hizmet davranışlarıdır. Bu davranışlar, düşünce, planlama, zaman, çaba ve enerji ister. Eğer gerçekten isteyerek yapılıyorlarsa, sevginin ifadesidirler. Hizmet davranışlarının etkisini, Kuzey Carolina'da küçük bir köy olan China Grove'da keşfettim. China Grove Kuzey Carolina'nın merkezinde, Andy Griffity'in masalsı Maysberry'sinden pek uzak olmayan, Mount Pilot'dan bir buçuk saat uzaklıkta, çindutu ağaçlarının arasında bir yerdir. China Grove, bu hikayenin geçtiği zaman 1500 nüfuslu bir tekstil kasabasıydı. On yıldan fazla bir süredir antropoloji, psikoloji ve teoloji okuduğum için buradan uzakta yaşıyordum ve köklerimle bağlantımı sürdürmek için yılda iki kez yaptığım ziyaret için oradaydım. Dr. Shin ve Dr. Smith hariç, hemen hemen tanıdığım herkes değirmende çalışıyordu. Dr. Shin tıp doktoruydu, Dr. Smith ise diş doktoru. Bir de kilisenin papazı olan Vaiz Blackburn vardı. China Grove'daki çoğu çift için yaşam işte ve kilisede odaklanmıştı. Değirmendeki sohbet, amirlerinin son kararı ve bunun kendi işlerini nasıl etkilediği üzerinde yoğunlaşırdı. Kilisedeki vaazlar ise, cennetin gerçekleşeceği umulan hazları üzerinde yoğunlaşırdı. Bu bozulmamış Amerikan ortamında, dört numaralı sevgi dilini keşfettim. Pazar günü kiliseden sonra bir çindutu ağacının altında dururken Mark ve Mary'nin bana doğru yaklaştığını gördüm. İkisini de tanımıyordum. Ben dışarıdayken büyüdüklerini fark ettim. Mark kendisini tanıtarak, "Danışmanlık konusunda çalışma yaptığınızı öğrendim" dedi. Gülümsedim ve "Evet, öyle sayılır" dedim. "Bir sorum var" dedi. "Eğer bir çift hiçbir konuda anlaşamıyorsa evliliklerini sürdürebilirler mi?" Bu, kişisel köklere dayandığını bildiğim o teorik sorunlardan biriydi. Sorusunun teorik doğasını bir yana bırakarak, ona kişisel bir soru sordum: "Ne kadar zamandır evlisiniz?" "İki yıldır" diye yanıtladı. "Ve hiçbir konuda anlaşamıyoruz." "Bana birkaç örnek ver" dedim. "Şey, örneğin Mary ava gitmemden hoşlanmıyor. Bütün hafta değirmende çalışıyorum. Cumartesileri de ava gitmek istiyorum. Her cumartesi değil, yalnızca av mevsiminde." Mary, söze girdiği bu noktaya kadar sessiz kalmıştı. “Av mevsimi bittiğinde balığa gider. Ayrıca sadece cumartesileri de avlanmaz, ava gitmek için işten izin alır.” “Yılda bir ya da iki kez, bazı arkadaşlarla dağlarda avlanmaya gitmek için işten iki ya da üç gün izin alırım. Bunda yanlış bir şey olduğunu sanmıyorum.” “Başka hangi konularda anlaşamıyorsunuz?” diye sordum. “Şey, benim her zaman kiliseye gitmemi istiyor. Pazar sabahları gitmeye bir şey demiyorum fakat Pazar akşamları dinlenmek istiyorum. Eğer o gitmek istiyorsa benim için sakıncası yok ama ben gitmek zorunda olduğumu düşünmüyorum.” Mary tekrar söze katıldı ve “Aslında benim de gitmemi istemiyorsun” dedi. “Kapıdan her çıkışımda sorun yaratıyorsun.” Kilisenin önündeki bir ağacın gölgesinde meselelerin bu kadar kızışmasının doğru olmadığını biliyordum. Genç ve hevesli bir danışman olarak haddimi aşmaktan korkuyordum ama sorular sormak ve dinlemek üzere eğitildiğim için devam ettim. “Başka hangi konularda anlaşamıyorsunuz?” Bu kez Mary yanıtladı. “Benim bütün gün evde kalmamı ve evde çalışmamı istiyor” dedi. “Annemi görmek, alışveriş ya da başka bir şey yapmak için dışarıya çıktığımda deliye dönüyor.” “Annesini görmeye gitmesine bir itirazım yok” dedi Mark. “Ama eve geldiğimde evi temiz görmek istiyorum. Bazı haftalar, üç dört gün yatağı düzeltmez. Çoğu zaman da akşam yemeğini yapmaya başlamamıştır bile. Ben çok çalışıyorum. Eve geldiğimde yemek yemek istiyorum ama akşam eve geldiğimde evi perişan bir halde buluyorum” diye sürdürdü. “Bebeğin eşyaları her tarafta, bebek kirli. Ben pisliği sevmem. O bir domuz ağılında yaşamaktan mutlu görünüyor. Çok fazla şeyimiz yok. Küçük bir değirmen evinde yaşıyoruz ama bu evin temiz olmasına engel değil.” “Onun bana ev işlerinde yardım etmesinde ne sakınca var?” diye sordu Mary. “Ona göre erkekler evde hiçbir şey yapmaz. Bütün yapmak istediği iş ve av. Her şeyi benden bekliyor. Arabayı bile benim yıkamamı istiyor.” Diğer anlaşmazlıkları araştırmak yerine çözümler aramaya başlamanın daha iyi olacağını düşünerek Mark’a baktım ve “Mark, evlenmeden önce, yani flört ederken, her cumartesi ava gider miydin?” diye sordum. “Çoğu cumartesi giderdim” dedi. “Ama cumartesi gecesi onu görmek için erken dönerdim. Çoğu zaman, onu görmeye gitmeden önce kamyonumu yıkayacak kadar zamanım olurdu. Onu görmeye kirli bir kamyonla gitmekten hoşlanmazdım.” “Mary, evlendiğinde kaç yaşındaydın?” diye sordum. “On sekiz yaşındaydım” dedi. “Liseyi bitirir bitirmez evlendik. Mark benden bir yıl önce mezun olmuştu ve çalışıyordu.” “Lisedeki son yılın boyunca Mark ne kadar zamanda bir seni görmeye gelirdi?” diye sordum. “Hemen hemen her gece gelirdi” dedi. “Aslında öğleden sonra gelirdi ve çoğu zaman kalıp ailemle akşam yemeği yerdi. Evdeki işlerimi yapmama yardım ederdi. Sonra yemek vaktine kadar oturup konuşurduk.” “Mark akşam yemeğinden sonra siz ikiniz ne yapardınız?” diye sordum. Mark utangaç bir gülümsemeyle baktı ve “Şey” dedi. “Her zamanki şeyler işte.” “Fakat bir okul ödevim olduğunda” dedi Mary. “Bana yardım ederdi. Bazen okul ödevleri üzerinde saatlerce çalışırdık. Son sınıfların Noel gösterisinde görevliydim. Üç hafta boyunca öğleden sonraları bana yardım etti. Harikaydı.” Konuyu değiştirdim ve anlaşmazlıklarının üçüncü alanı üzerinde yoğunlaştım. “Mark, flört ederken Mary’yle pazar geceleri kiliseye gider miydin?” “Evet giderdim” dedi. “Onunla kiliseye gitmezsem, o gece onu göremezdim. Babası bu konuda çok katıydı.” “Bundan hiç şikayet etmezdi” dedi Mary. “Aslında sanki hoşlanıyor gibiydi. Hatta bize Noel programında yardımcı bile oldu. Noel projesini bitirdikten sonra, kilisedeki Noel programının dekoru üzerinde çalışmaya başladık. Bu çalışma için birlikte iki hafta harcadık. Boyama ve dekor yapma konusunda gerçekten yeteneklidir.” Biraz ışık görmeye başladığımı düşünüyordum ama Mark ve Mary’nin bu ışığı görüp görmediğinden emin değildim. Mary’ye döndüm ve “Mark’la flört ederken seni onun seni gerçekten sevdiğine ikna eden neydi? Onu flört ettiğin diğer çocuklardan farklı kılan neydi?” diye sordum. “Bana her konuda yardım etmesiydi” dedi. “Bana yardımcı olmak konusunda çok hevesliydi. Diğer çocuklardan hiçbiri bu işlere karşı en ufak bir ilgi bile göstermezdi ama Mark için bunlar doğal görünüyordu. Bizim evde yemek yediği zaman bulaşıkları yıkamama bile yardım ediyordu. Karşılaştığım en harika insandı fakat evlendikten sonra değişti; bana hiç yardım etmez oldu.” Mark’a dönüp sordum: “Evlenmeden önce onunla o kadar şeyi neden yaptığını düşünüyorsun?” “Sadece doğal görünüyordu” dedi. “Bütün bunlar, bana değer veren birinin yapmasını beklediğim şeylerdi.” “Peki sence neden evlendikten sonra bunları yapmaktan vazgeçtin?” diye sordum. “Şey, sanırım benim ailemdeki olmasını bekledim. Babam çalışırdı, annem de evdeki her şeyle ilgilenirdi. Babamın evi süpürdüğünü, bulaşıkları yıkadığını veya evde başka herhangi bir şey yaptığını görmedim. Annem çalışmadığı için evdeki her şeyi tertemiz tutuyor, bütün yemek pişirme, çamaşır yıkama ve ütü işlerini yapıyordu. Sanırım ben de her şeyin bu şekilde olması gerektiğini düşündüm.” Benim gördüğüm şeyi Mark’ın da gördüğünü umarak sordum: “Mark, az önce Mary’yle siz flört ederken kendisinin gerçekten sevildiğini hissetmesine neden olan şeyi sorduğumda ne söylediğini işittin mi?” “İşlerine yardımcı olmak ve onunla birlikte bir şeyler yapmak” diye yanıtladı. Ricalar sevgiye yön verir ama talepler sevginin akışını durdurur. "O zaman, işlerine yardımcı olmayı kestiğinde onun nasıl artık sevilmediğini hissettiğini de anlayabiliyorsundur" diye sürdürdüm. Başını aşağı yukarı hareket ettiriyordu. Devam ettim. "Senin evlilikte annenin ve babanın modelini izlemen normaldi. Hepimizin bunu yapmaya eğilimi vardır; fakat Mary'e karşı davranışında, flört devresine nazaran köklü bir değişiklik vardı. Onun senin sevginden emin olmasını sağlayan tek şey ortadan kaybolmuştu." Mary'ye döndüm ve sordum: "Mark'a 'Neden flört ederken Mary'ye yardımcı olmak için o kadar şey yaptın?' diye sorduğumda ne söylediğini duydun mu?" diye sordum. "İçinden geldiğini söyledi" diye yanıtladı. "Bu doğru" dedim. "Aynı zamanda bunların kendisini seven bir kadının onun için yapmasını istediği şeyler olduğunu da söyledi. Bunları seninle ve senin için yapıyordu, çünkü ona göre bu herkesin sevgisini gösterme yoluydu. Evlenip kendi evinizde yaşamaya başlayınca, onu sevdiğin takdirde yapacağın şeyler konusunda beklentileri ortaya çıktı. Evi temiz tutacaktın, yemek pişirecektin vs. Kısaca sevgini ifade etmek istiyorsan, onun için bir şeyler yapacaktın. Bunları yaptığını görmeyince neden sevilmediğini hissettiğini anlıyor musun?" Mary'nin başı da aşağı yukarı gidip geliyordu. Devam ettim: "Benim tahminime göre, ikinizin de böyle mutsuz hissetmenizin nedeni, sevginizi göstermek için hiçbir şey yapmamanızdır." "Sanırım haklısınız" dedi Mary. "Benim onun için bir şeyler yapmayı kesmemin nedeni de, onun talepkar tavrına gücenmemdi. Beni annesine benzetmeye çalışıyor gibiydi." "Haklısın" dedim. "Hiç kimse bir şeyler yapmaya zorlanmaktan hoşlanmaz. Aslında sevgi daima özgürce verilir. Sevgi talep edilemez. Birbirimizden ricalarımız olabilir, fakat hiçbir zaman hiçbir şey talep etmemeliyiz. Ricalar sevgiye yön verir ama talepler sevginin akışını durdurur." Mark sözümü kesti ve "O haklı Dr. Chapman" dedi. "Ondan taleplerde bulunuyor ve onu eleştiriyordum, çünkü karım olarak beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Biliyorum, bazı zalimce şeyler söyledim. Onu ne kadar üzdüğümü şimdi anlıyorum." "Bu noktada olaylar kolaylıkla tersine çevrilebilir sanırım" dedim. Cebimden iki tane not kağıdı çıkardım. "Hadi bir şey deneyelim. Her birimizin kilisenin merdivenlerine oturup birer rica listesi yapmanızı istiyorum. Mark, eğer Mary yapmayı seçerse, akşamları eve girdiğinde sevildiğini hissetmeni sağlayacak üç dört şeyin listesini yapmanı istiyorum. Eğer yatakların toplanması senin için önemliyse, o zaman onu yaz. Mary, yaparken Mark'ın yardımını almayı gerçekten istediğin üç dört şeyin listesini yapmanı istiyorum; o yapmayı seçtiği takdirde, onun seni sevdiğini bilmene yardım edecek türden şeyler." (Listelere önem veririm, çünkü bizi somut şekilde düşünmeye zorlarlar.) Beş altı dakika sonra bana listelerini verdiler. Mark'ın listesi şöyleydi: 1- Her gün yatakları yap. 2- Eve geldiğimde bebeğin yüzü yıkanmış olsun. 3- Ben eve gelmeden önce ayakkabılarını dolaba koy. 4- Akşam yemeğini yapmaya en azından ben eve gelmeden başla ki, eve geldiğimde 30 veya 60 dakika içinde yemeğimizi yiyebilelim. Listeyi sesli olarak okudum ve Mark'a "Mary'ye eğer bu dört şeyi yapmayı seçerse, bunları sana karşı duyduğu sevginin göstergesi olarak göreceğini söylüyorsun" dedim. "Doğru" dedi. "Bu dört şeyi yaparsa, benim ona karşı tutumumu değiştirmemde çok yol aldırır." Sonra Mary'nin listesini okudum: 1- Her hafta arabayı yıkamayı benden beklemek yerine kendisinin yapmasını istiyorum. 2- Akşamları eve geldiğinde, özellikle ben yemek hazırlarken, bebeğin bezini değiştirmesini istiyorum. 3- Haftada bir kez evi elektrik süpürgesiyle süpürmesini istiyorum. 4- Yazın haftada bir kez çimleri biçmesini ve çimlerin kendi bahçemizden utanmama yol açacak kadar uzamasına izin vermemesini istiyorum. "Mary" dedim. "Eğer Mark bu dört şeyi yapmayı seçerse, bu hareketleri, onun sana olan sevgisinin samimi ifadeleri olarak kabul edeceğini söylüyorsun." "Doğru" dedi. "Benim için bunları yaparsa harika olur." "Bu liste sana mantıklı görünüyor mu Mark? Bu işleri yapman mümkün mü?" "Evet" dedi. "Mary, Mark'ın listesindeki şeyler sana mantıklı ve uygulanabilir geliyor mu? Eğer yapmayı seçseydin, yapabilir miydin?" "Evet" dedi. "Bunları yapabilirim. Geçmişte kendimi bunalmış hissediyordum, çünkü ne yaparsam yapayım, asla yeterli gelmiyordu." "Mark" dedim. "Önerdiğim modelin annenin ve babanın evlilik modelinden farklı olduğunu görüyorsun değil mi? "Şey" dedi. Babam çimleri biçer, arabayı yıkardı." "Fakat bebeğin bezini değiştirmez veya evi süpürmezdi değil mi?" "Doğru" dedi. "Bunları yapmak zorunda değilsin anlıyor musun? Fakat eğer yaparsan, Mary'ye onu sevdiğini göstermiş olacaksın." Evlenmeden önce birbirimiz için yaptıklarımız, evlendikten sonra yapacaklarımızın göstergesi değildir. Mary'ye de şöyle dedim: "Bu işleri yapmak zorunda olmadığını biliyorsun ama Mark'a sevgini ifade etmek istiyorsan, işte sana onun için anlamlı olabilecek dört yol. sana bunları iki ay denemeni ve yararlı olup olmadıklarını görmeni öneriyorum. İki ayın sonunda listenize ilave ricalar ekleyip bunu birbirinizle paylaşmak isteyebilirsiniz ama ben olsam ayda bir ricadan fazla ilave yapmazdım." "Bu gerçekten mantıklı" diye cevap verdi Mary. Mark, "Sanırım bize yardımcı oldunuz" diye ekledi. El ele tutuştular ve arabalarına yürüdüler. Ben de kendi kendime şunu söyledim: "Sanırım kilise bunun için var. Sanırım danışman olmaktan hoşlanacağım." O çindutu ağacının altında kazandığım içgörüyü hiç unutmadım. Yıllar süren araştırmalardan sonra, Mark ve Mary'nin bana ne kadar eşsiz bir durum sunduklarının farkına vardım. Nadiren aynı sevgi diline sahip bir çiftle karşılaşırım. Hizmet davranışları hem Mark, hem de Mary'nin birincil sevgi diliydi. Yüzlerce kişi kendilerini Mark ve Mary'yle bağdaştırabilir ve sevildiklerini hissetmenin ilk yolunun eşlerinin yaptığı hizmet davranışları olduğunu kabul edebilir. Ayakkabıları kaldırmak, bebeğin bezini değiştirmek, bulaşıkları veya arabayı yıkamak, evi süpürmek veya çimleri biçmek, birincil sevgi dili hizmet davranışları olan birine çok şey anlatır. "Mark ve Mary aynı sevgi diline sahipse,neden bu kadar zorluk çekiyorlardı?" diye merak edebilirsiniz. Sebep değişik diyalektler kullanıyor olmaları. Birbirleri için bir şeyler yapıyorlardı ama en önemli olanları yapmıyorlardı. Somut olarak düşünmeye zorlandıklarında, kendi spesifik diyalektlerini kolaylıkla belirlediler. Mary için bu arabayı, bebeğin bezini değiştirmek, evi süpürmek, çimleri biçmekten ibaretti. Oysa Mark yatakların toplanmasını, bebeğin yüzünün yıkanmasını, ayakkabıların dolaba kaldırılmasını ve işten eve geldiğinde yemeğin hazırlanıyor olmasını istiyordu. Doğru diyalektleri kullanmaya başlayınca , sevgi depoları dolmaya başladı. Birincil sevgi dilleri hizmet davranışları olduğundan, birbirlerinin spesifik diyalektlerini öğrenmek onlar için daha kolaydı. Mark ve Mary'den ayrılmadan önce, üç gözlem daha yapmak istiyorum. İlk olarak, evlenmeden önce birbirimiz için yaptıklarımız, evlendikten sonra yapacaklarımızın göstergesi değildir. Evlilikten önce, aşık olma saplantısının gücüyle sürükleniriz. Evlilikten sonra, aşık olmadan önceki insanlar olmaya geri döneriz. Eylemlerimiz, annemizin ve babamızın oluşturduğu modelden, kendi kişiliğimizden, sevgi anlayışımızdan, duygularımızdan etkilenir. davranışlarımız konusunda kesin olan tek şey vardır: Onlar aşka tutulduğumuzda sergilediğimiz davranışla aynı olmayacaktır. Bu beni Mark ve Mary'nin sergilediği ikinci gerçeğe götürüyor; sevgi bir seçimdir ve kimse sevmeye mecbur edilemez. Mark ve Mary birbirlerinin davranışlarını eleştiriyor ve hiçbir yere varamıyordu. Birbirlerinden talepler yerine ricalarda bulunmaya karar verince, evlilikleri düzelmeye başladı. Eleştiri ve taleplerin ilişkiye köstek olma özelliği vardır. Yeterince eleştiriyle eşinize boyun eğdirebilirsiniz. sonunda istediğinizi yapabilir ama muhtemelen bu bir sevgi ifadesi olmayacaktır. ricalarda bulunarak sevgiye yön verebilirsiniz: "Arabayı yıkamanı, çocuğun bezini değiştirmeni, çimleri biçmeni isterdim" ama sevme için isteği uyandıramazsınız. Her birimiz, her gün eşlerimizi sevip sevmediğimize karar vermeliyiz. Eğer sevmeye karar verirsek, bunu eşimizin arzuladığı şekilde ifade ifade etmek sevgimizi duygusal açıdan en etkili hale getirecektir. Seven insanların yalnızca olgun olanlarının farkında olabileceği üçüncü bir gerçek vardır: "Eşimin davranışlarım konusundaki eleştirileri, onun birincil sevgi dili konusunda en net ipuçlarını verir." İnsanlar, eşlerini en çok kendilerinin en derin duygusal gereksinim duydukları alanlarda yüksek sesle eleştirirler. Eleştiriler, sevgi için yalvarmanın etkisiz bir yoludur. Eğer bunu anlarsak, bu onların eleştirilerini daha yapıcı bir şekilde işleme koymamıza yardım eder. Bir kadın, kocası bir eleştiri yaptıktan sonra ona "Bu senin için çok önemli görünüyor. Bunun neden bu kadar hayati olduğunu açıklayabilir misin?" diyebilir. Eleştiri çoğunlukla açıklama gerektirir. böyle bir sohbeti başlatmak, eleştiriyi bir talepten bir ricaya dönüştürebilir. Mary'nin Mark'ın avlanmasını sürekli olarak kınaması, onun av sporuna karşı nefretinin bir ifadesi değildi. Avı, kocasının arabayı yıkamasına, evi süpürmesine ve çimleri biçmesine engel olduğu için suçluyordu. kocası, onun sevgi dilini konuşarak sevgi ihtiyacını karşılamayı öğrenince, onun avlanmasını destekleme fırsatı buldu. |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ "Yirmi yıl boyunca ona hizmet ettim. Etrafında dört döndüm. O beni ihmal ederken, bana kötü davranırken, beni arkadaşlarımın ve ailemin yanında aşağılarken, ben onun için saçımı süpürge ettim, onun paspası oldum. Ondan Nefret ediyorum. kötülüğünü istemem ama çok kırgınım ve artık onunla yaşamak istemiyorum." Bu bayan, yirmi yıl boyunca hizmet davranışları sergilemişti fakat bunlar sevgi ifadesi değildi; korkudan, suçluluktan ve içerlemelerden dolayı yapılmışlardı. Son otuz yılın sosyolojik değişikliklerinden sonra, Amerikan toplumunda artık genel bir kadın ve erkek rolü kalıbı kalmadı. Paspas cansız bir nesnedir. Ona ayağınızı silebilir, üzerine basabilir, onu tekmeleyebilir ve her istediğimizi yapabilirsiniz. Kendisine ait bir arzusu yoktur. Sizin hizmetçiniz olabilir, fakat sevgiliniz olamaz. Eşlerimize birer eşyaymışlar gibi davranırsak, sevgi olasılığını imkansız hale getiririz. İnsanları suçluluk duygusuyla idare etmek ("Eğer iyi bir eş olsaydın bunu benim için yapardın") sevgiye yabancıdır. Hiç kimse asla paspas olmamalıdır. Kendimizi kullandırmaya izin verebiliriz ama aslında bizler duygu, düşünce ve arzuları olan yaratıklarız. Karar verme ve eyleme geçme yeteneğimiz vardır. Kendini kullandırmak veya biri tarafından yönlendirilmek bir sevgi davranışı değil, aksine bir ihanet eylemidir. Onun insanlık dışı alışkanlıklar geliştirilmesine izin veriyorsunuz. Sevgi der ki: "Seni bana bu şekilde davranmana izin vermeyecek kadar çok seviyorum. Bu ne senin, ne de benim için iyi değil." |
Cevap: BEŞ SEVGİ DİLİ Hizmet davranışı sevgi dilini öğrenmek, bazılarımızın kafamızdaki karı-koca kalıplarını yeniden incelemeyi gerektirir. Mark çoğumuzun doğal olarak yapacağı şeyi yapıyordu. Babasının ve annesinin modelini izliyor, fakat bunu da beceremiyordu. Babası arabayı yıkıyor, çimleri biçiyordu ama Mark bunları da yapmıyordu. Yine de onun kafasındaki koca kalıbının yapması gerekenler bunlardı. Kesinlikle kendini evi süpürürken veya bebeğin bezini değiştirirken hayal etmemişti. Bunların Mary için ne kadar önemli olduğunu fark edince, kendi iyiliği için, bu kalıptan kurtulmayı istedi. Eşimizin birincil sevgi dilinin bizden bizim rolümüze uygun görünmeyen bir şey istemesi durumunda hepimizin bu çabayı göstermesi gerekir. Son otuz yılın sosyolojik değişikliklerinden sonra, Amerikan toplumunda genel bir kadın ve erkek rolü kalıbı kalmadı. Fakat bu, bütün kalıpların ortadan kalktığı anlamına gelmiyor; aksine kalıp sayısının çoğaldığını gösteriyor. Televizyon ortaya çıkmadan önce bir insanın evlilikte kadın ve erkeğin ne yapması gerektiği konusundaki fikri, öncelikle kendi annesi ve babası tarafından oluşturuldu. Oysa televizyonun yaygınlaşması ve boşanan çiftlerin çoğalmasıyla, rol modelleri çoğu kez evin dışındaki güçler tarafından etkilenir oldu. Sizin anlayışınız her ne olursa olsun, büyük ihtimalle eşiniz evlilikteki rolleri sizden biraz farklı algılıyordur. Duyulan sevgiyi daha etkili ifade etmek için kalıpları incelemek ve değiştirmek gereklidir. Unutmayın, kalıpları aynı şekilde korumanın hiçbir ödülü yoktur ama eşinizin duygusal gereksinimlerini karşılamanın muazzam yararları vardır. Geçenlerde bir bayan "Dr. Chapman" dedi. "Bütün arkadaşlarımı sizin seminerlerinize yollayacağım." "Bunu neden yapacaksınız ki?" diye sordum. "Çünkü sizin semineriniz sayesinde bizim evliliğimiz kökten değişti" dedi. "Seminerden önce Bob hiçbir zaman hiçbir şey için bana yardım etmezdi. İkimiz de meslek yaşamlarımıza üniversiteden hemen sonra başladık ama evde her şeyi yapmak her zaman benim görevimdi. Herhangi bir işte bana yardım etmek aklımın ucundan bile geçmiyor gibiydi. Seminerden sonra bana, "Bu akşam sana hangi işte yardım edebilirim?" diye sormaya başladı. Bu hayret verici bir durumdu. İlk başlarda gerçek olduğuna inanamadım ama bu üç yıldır böyle devam ediyor." "Kabul etmeliyim ki, ilk haftalarda biraz sıkıntılı ve eğlenceli zamanlar geçirdik, çünkü hiçbir işin nasıl yapılacağını bilmiyordu. İlk kez çamaşır yıkadığında, normal deterjan yerine sulandırılmış beyazlatıcı kullanılmıştı. Mavi havlularımız makineden beyaz benekli çıkmıştı. Sonra, çöp öğütme makinesini ilk kullandığında garip sesler gelmeye başladı. Kısa süre sonra yanındaki lavabonun borusundan sabun köpükleri çıkmaya başladı. Ben çöp öğütme makinesini kapatıp, elimi içeri sokup, ancak dörtte biri kalmış sabun kalıbını çıkarıncaya kadar da ne olduğunu anlamamıştı ama beni benim dilimde seviyordu ve sevgi depom doluyordu. Şimdi evdeki her işin nasıl yapılacağını biliyor ve her zaman bana yardım ediyor. Birlikte daha çok zaman geçirebiliyoruz, çünkü ben sürekli çalışmak zorunda değilim. İnanın bana, ben de onun dilini öğrendim ve onun deposunu dolu tutuyorum." Bu gerçekten bu kadar basit miydi? Basit mi? Evet. Kolay mı? Hayır. Bob otuz beş yıldır birlikte yaşadığı kalıbını yırtıp atmak için çok sıkı çalışmak zorunda kaldı. Kolay olmadı ama yaşadığı zorluğa rağmen, eşinizin birincil sevgi dilini öğrenmenin ve konuşmayı seçmenin evliliğinizin duygusal atmosferinde muazzam bir fark yaratacağını söyleyebilir. Şimdi beş numaralı sevgi diline geçelim. |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 11:52 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.