Geri git   Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri > Geri Dönüşüm > Geri Dönüşüm Kutusu

Uyarılar

Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Geri Dönüşüm ve Geri Dönüşüm Kutusu Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik. Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik. Korkular, bilinmeyen ile yüzleşildiğinde oluşur. Mesela, ölümden sonraki yaşam ile ilgili yeterli enformasyona sahip değilsek, üstelik bu konuda çeşitli kaynaklardan gelen çelişkili ve yarım yamalak açıklamalarla doldurulmuş isek, zihnimizde öldükten sonra ne olacağına dair bir ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Geri Dönüşüm Kutusu telkin cd indir izle İstanbul Geri Dönüşüm Kutusu nerededir kimdir Geri Dönüşüm Kutusu çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Geri Dönüşüm Kutusu hipnoz Geri Dönüşüm Kutusu olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Geri Dönüşüm Kutusu hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Geri Dönüşüm Kutusu kuantum düşünce kitap haberi

Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 11-04-2008, 02:01 AM   #1 (permalink)
Binbaşı
 
cent - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 1,632
Tesekkür: 234
488 Mesajinıza toplam 2,287 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
cent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to all
Standart Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Korkular, bilinmeyen ile yüzleşildiğinde oluşur. Mesela, ölümden sonraki yaşam ile ilgili yeterli enformasyona sahip değilsek, üstelik bu konuda çeşitli kaynaklardan gelen çelişkili ve yarım yamalak açıklamalarla doldurulmuş isek, zihnimizde öldükten sonra ne olacağına dair bir kuşku oluşacaktır. Bu kuşku, değer yargılarımız yüzünden, kısa zamanda korkuya dönüşür ve içinde düştüğümüz bu rahatsız edici duygudan kurtulabilmek için kendimize bir çıkış noktası ararız. Materyalistler, korktukları şeyden kurtulmak için onu yok sayarlar. Maneviyatçılar da korktukları şeyi kabul edip, onunla ilgili fantazilerle oluşturdukları bir takım tabiatüstü sistemleri öne sürerek, bu korkulan şeyden nasıl kurtulunacağına dair fikirler üretirler. Her iki tarafta da, bu fikirlerin araştırılmasına yer verilmez. Daha doğrusu, araştırma adı altında yapılan faaliyetlerde, bilimsel yöntemleri kullanmak yerine, inandıkları görüşü doğrulayacak maksatlı kanıtlama çabaları vardır. Zira, korkular yüzünden üretilen fikirler, bu kişilerin psikolojik dengelerini koruyabilmeleri için, defans malzemesi olarak kullandıkları hayalî ama gerekli olan araçlardır. Bunların bilimsel olarak irdelenmesine izin vermezler, çünkü bu suretle korunma uğruna kurdukları hayal alemlerinin yıkılacağını bilirler. Dolayısıyla, korkudan kaynaklanan materyalist veya maneviyatçı inançların temelinde bilimsel bir yöntem veya zihniyet bulunamaz. Bu yolda olanları bilimsel çalışmalara davet etmenin de bir faydası yoktur. Zira, sağlıklı bir bilimsel araştırmanın sürdürülebilmesi, öncelikle psikolojik açıdan sağlıklı kişilerin eşliğinde mümkün olabilir. Korkan bir insandan, korktuğu konuya ilişkin araştırma yapmasını bekleyemezsiniz. Esasen, bilim insanı olan insanda inanca yer yoktur. Bilim ile uğraşan bir kişi, materyalist veya maneviyatçı olduğunu öne sürdüğü anda, bilimsel olma özelliğini yitirir. Zira, inançların ardında sadece dogmalar vardır. (Evreni ve insanı tanımlayan modeller yaratıp bunları varılacak son nokta olarak kabul ettirmeye çalışan her görüş veya öğreti dogmatiktir). Bu dogmalara inandığınız zaman, neyi araştırırsanız araştırın, yaptığınız işin bilimsel bir değeri kalmaz. Çünkü, farkında olmaksızın inandığınızı doğrulayacak sonuçlar üretmeye çalışırsınız. Farkına vardığımız veya varamadığımız korkularımız olduğu sürece, bu korkularımızın dayandığı konu veya kavramlarla ilgili bir alanda yapılan araştırmalara da tarafsız bir gözle bakma şansımız yoktur. Çünkü, psikolojik açıdan ruh sağlığımızı koruyabilmek, bizim için gerçekleri öğrenmekten daha önemlidir. Aslında, gerçekleri öğrendiğimizde korku duygusuna yol açan yanlış enformasyondan kurtuluruz ve böylelikle korkmamıza da gerek kalmadığını anlarız. Ancak,;ya korkularımı haklı çıkaracak gerçeklerle karşılaşırsam kuşkusu yüzünden, bunları öğrenmeyi dahi göze alamıyoruz. Gerçeklerle bağdaşmasa da, eğer inandığımız şeylerin ruh sağlığımızı korumamıza yettiğine kanaat getirmişsek, onları gerçekmiş gibi benimseme yolunu seçeriz ve bırakmak istemeyiz. Bu aslında insana has temel bir korunma mekanizmasının gereğidir. Ancak, genellikle kişi bu mekanizmanın farkında olmaz. Nasıl ki nefes alıp vermesi yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olduğu halde bunu farkına varmadan yaparsa, ruhsal dengesini korumak için oluşturduğu bu mekanizmayı da farketmez. Aslında, bu tür bir davranış, bulanık bir şuur halinden, kişinin kendini yeterince bilememesinden kaynaklanır. Farkındalılık, uyanıklık veya şuur açıklığı dediğimiz hali sürekli olarak koruyabilmek zordur. Dolayısıyla, çoğunlukla yaşamımızı bu bulanık şuur hali içinde, neyin ne olduğunu farkedemeden tüketip gidiyoruz. İnsan olarak, bizim idrak alanımıza giren her şey sadece madde kapsamı içindedir. Maddenin dışında ne olduğunu, veya maddeden farklı bir şey olup olmadığını bilemeyiz. Bu husus, insan seviyesindeki bir varlığın mukadderatıdır. Diğer bir deyişle, insan özellikleri taşıyan varlıklar, bu özelliklerinin doğal bir sonucu olarak, madde dışında kaldığını zannettikleri hususları kapsamlı bir biçimde idrak etmekten yoksundurlar. Ancak, bunları sezebilirler. Sezebildikleri ölçüde de, bunların sayesinde maddeye ilişkin idrak kapasiteleri artar. Dolayısıyla sezgi, bilimsel yöntemin ötesine taşan bir araç olarak insana has bir farkına varma özelliğidir. Sezgi yoluyla bazı gerçeklerin farkına varılabilmesi ise, ancak bu yola uygun belirli yöntemlerin uygulanmasıyla mümkündür. Bilimsel yöntem sayesinde menfaat mekanizmasını en verimli biçimde çalıştıracak hale gelmiş bir insan, sezgiye ilişkin yöntemler ile vicdan mekanizmasını tanımaya başlar. Hayatta kalma esası üzerine kurulu olan menfaat mekanizması, genel olarak bir tür korunma işleminden ibarettir. Oysa, hayatı anlama esasına dayalı olan vicdan mekanizması, en basit tanımı ile koruma işlemidir. Neye karşı kendini koruduğunu anlayabilen kişi, hayat bilmecesinin ilk kısmını çözmüş olur. Ancak bu aşamadan sonra, neyi koruması gerektiğini anlamaya başlayacaktır. Gerçek anlamdaki sezgiler, hayatın anlamına ilişkin değerleri tanımamızı sağlarlar. Bunları bilimsel yöntem ile idrak edebilmek mümkün değildir. Bu yüzden, sezgiler ile hayatın manevi yanının farkına vardığımız söylenir. Oysa, hayatın maddi ve manevi olan iki cephesinden bahsetmek ile bunların her ikisini de anlayamamış olduğumuzu ortaya koymaktayız. Bu düalite yanılgısından sıyrılabilmek için, öncelikle sezgilerimize fırsat vermek zorundayız. Nasıl ki başlangıçta bilimsel yöntemi uygularken bir sürü yanlış yapıyorsak, sezgilerimizi geliştirmeye çalışırken de benzeri yanlışlar içinde bocalamamız mukadderdir. Zira, yanlış yapmadıkça doğru olanın farkına varamıyoruz. Sezgiler yolu ile hayatı anlamaya çalışanlar, karanlıkta yürümeye cesaret edebilenlerdir. Fakat, ilkin bilimsel yöntemi doğru olarak uygulayıp bu suretle önce nasıl yürüneceğini öğrenmek gerekiyor. Daha aydınlıkta yürümesini bile beceremeyen bir çocuğun karanlıkta yol almasına elbette ki imkan yoktur. Zaten, eşyanın tabiatı gereğince, çocuk karanlıktan korkar ve buna yeltenmez. Dolayısıyla, herbiri birer çocuk misali sağa sola yalpalayan insanların önce ve sadece bilimsel yöntemi yeterince talim etmesi gerektiği unutulmamalıdır. Yürümesini öğrendiğiniz zaman, yolu farkedersiniz. Yolda ilerledikçe de karanlığın sadece bir yanılgı olduğunu anlarsınız. İşte, size bu anlayışı sağlayan faktör sezgidir.


GÖREV DUYGUSU

Kişiliğin bütünlüğünü koruyabilmesi için oluşturulan defans mekanizması, bazı durumlarda beyazı dahî siyah olarak görecek hale getirebilir insanı. Zirâ, insan açısından önemli olan, herhangi bir objenin niteliği değil de o kişinin ruhsal sağlığını dengede tutabilmesidir. İşte, kısacası, defans mekanizması bu dengeyi sağlamak için kurulduğundan, bazen beyazı siyah olarak görmek bile mümkündür. Diğer bir deyişle, bu özelliklerinden dolayı insanların sübjektif varlıklar oldukları söylenir ve objektif yargılara hiçbir zaman varamayacakları belirtilir.Ancak, bu sübjektif yargılardan kurtulmaya çalışmanın faydası gözardı edilemez. Zirâ, bu sâyede insan, kendi varlığını ve tabiatını daha doğru bir biçimde tanımaya başlayacaktır. Kanaatimce, bu gayeye en uygun araç, "ruh sağlığı bilgisi"dir. Akademik bir terim olarak, isterseniz buna psikoloji, psikiatri veya medikal psikoloji de diyebilirsiniz. Bunlar hernekadar konu ve uygulama açısından farklı alanlarda uzmanlaşmayı gerektiriyorsa da, temelde yine insanın düşünme, değerlendirme ve davranma gibi faaliyetleriyle ilgili olduğu için, aynı kapıya çıkarlar.Önce, kendimizi tanımak zorundayız. Neyi niçin yaptığımızı bütün detaylarıyla ortaya koyamıyorsak, ne yapmamız gerektiği hususunda herhangi bir fikir beyân etmemizin kıymeti olmayacaktır. İnsanın kendini tanıması demek, nereden gelip nereye gittiğini keşfetmesi anlamına gelmez. Önce, şimdi ve buradaki durumu ile bir insan kendini tanımaya çalışmalıdır. Ancak ondan sonra, belki daha önceki ve daha sonraki şartlarla ilgili bâzı tahminlerde bulunabilir.
Oysa, felsefe yapmaya meraklı olanlar, önce işe büyük boyutlardan başlayarak, insanın yaratılışından ve tekâmülünden dem vurmakla konuya daha sağlıklı bir biçimde girileceğini savunmaktadırlar. Hâlbuki, belirli bir anda ve seviyedeki durumunu açık seçik târif edemediğiniz bir varlığın, çok büyük boyutlar içindeki seyrinden bahsetmeye başlamakla ancak sizin o anki durumunuza göre, o anki idrâk ve davranış biçiminize göre bir yaklaşımda bulunmuş olursunuz. Eğer bu sözkonusu varlık kendiniz ise, o zaman da işin içine sizin kendi kişiliğinizi korumak için çalışan bütün defans mekanizmalarınız girecektir ve yapacağınız bütün değerlendirmelerde sadece kendi kişisel bütünlüğünüzü korumaya yönelik bir faaliyette bulunmuş olursunuz. Yâni, eğer kendinizi doğru dürüst tanımıyorsanız, genel olarak insan denilen varlıkla ilgili bütün varsayımları kendi düşünce ve davranışlarınızı yorumlamak için kullandığınızda, varacağınız sonuç kendinizi tanımaya değil de kendinizi haklı çıkarmaya yarayacak biçimde olacaktır.Klasik tâbirle "nefis murâkabesi" denilen ve "benliği denetleme" anlamına gelen yöntemin bu açıdan faydalı olduğu söylenir. Ama, kendi benliğinizin özelliklerini tam olarak bilmezseniz, kendi kendinizi nasıl denetlersiniz? Benliğin tanınabilmesi için önce mutlaka klasik bir psikoloji bilgisi gerekmektedir. Özellikle orientasyon, idrâk, hâfıza, dikkat, muhâkeme, zekâ, teessüriyet, irâde gibi ruhsal bütünlüğü ve kişiliğin görünümünü ortaya koyan akıl meleklerini iyi tanımak gerekir. Daha sonra da, kişiliğin kuruluşu ve gelişmesi açısından defans mekanizmalarını bilmek gerekir. Böylece insan, kendi psikodinamik yapısı hakkında bir fikir edinebilecektir.Psikiatri semiyolojisinden yoksun bir kimsenin, herhangi bir insan hakkında bir parça dahî olsa doğruya yakın bir fikir edinebileceğini zannetmiyorum. Ancak, şunu da belirtmek gerekir: İnsanın ruhsal yapısıyla ilgili bilgiler, mutlaka tıp fakültesinden mezûn olmakla edinilecektir diye bir sınırlama yoktur. Fakat, bu bilgileri sistematik bir biçimde öğrenmek mutlaka gereklidir.
"İnsanlar niçin farklı düşünce ve davranış biçimlerine sahiptirler?" sorusunun karşılığını bulabilmek için bu bilgileri edinmek şarttır. Diğer yandan, insan denilen varlığın tekâmülü ve seviyesiyle ilgili bir sürü varsayımları da okuyup öğrenmek, elbette ki faydalı olacaktır. Ama, sadece varsayımlarla hâfızayı işgâl etmenin sonucunda, kendinizi kandırmaktan öte bir şey elde edemezsiniz. Şimdi, bu giriş bölümünden sonra gelelim asıl konumuza: "Görev duygusu"nu hem spiritüalist kavramlar açısından hem de dinamik psikiatri açısından incelemeye çalışalım: Efendim, insanın ruhsal tekâmülü boyunca "İlahi İrade Kanunları"nı tanıması ve bunları bilmesi, onun için mukadder kılınmıştır. Bu bakımdan, bir insanın tekâmül seviyesi dediğimiz zaman, onun bu kanunları ne derecede benimsediğine ve bu kanunlar doğrultusunda faaliyet göstermeye ne ölçüde gayret ettiğine dair bir tahminde bulunuyoruz demektir.Konumuza yakın olması bakımından, eğer bir insanda başkalarının tekâmülüne aracı olmak için şuurlu bir faaliyette bulunma çabası görüyorsak, bu insanın "görev duygusu" açısından ileri bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Kezâ, başkalarını hiçe sayarak kendi çıkarını ön plana alan kişilere de fazla ilerleyememiş bir varlık gözüyle bakabiliriz. Devam ediyoruz: İnsanda gelişmeye başlayan diğerkâmlık (özgecilik) duyguları öyle bir noktaya gelir ki, o kişinin başkaları uğruna, kendi çıkarlarını hiç düşünmeksizin her türlü fedâkârlıkta (özveri) bulunması gerektiği yargısını oluşturur. Bu fedâkârlık ise, öyle boş bir tutku veya saplantı sonucu olmaktan ziyâde, karşısındaki kişinin rûhen gelişmesine olanak tanıyacak şartları yaratmak için şuurlu bir faaliyet sonucu yapılmaktadır. Kısacası, artık o insan, başkalarının tekâmülüne hizmet edebilmek için ne yapması gerektiğini ön plana almış ve bu doğrultuda fedâkârlıkta bulunmayı bile görev addetmiş bir seviyeye gelmiştir.İşte böylesine bir irâde hakimiyeti ile "İlahi İrade Kanunları"nı benimsemeye başlamış kişinin, âdetâ kununların bir aracı olarak kendi benliğini bu yolda hizmet vermeye adadığı ve hiçbir çıkar gözetmeksizin diğer insanların tekâmülü uğruna çalışmayı kendi varlığının tek hedefi haline getirdiği görülür.Diğer yandan, bu derece şuurlu bir davranış biçiminde olmasa bile, "görev duygusu"nun belirli bir seviyeden sonra her varlıkta ortaya çıktığı dikkate alınırsa, insanın tekâmül ettikçe bu duyguyu daha şuurlu bir biçimde kendi benliğine sindireceği ve her seviyede gittikçe daha şuurlu olarak idrâk edilen bir görev anlayışının hâkim olacağı ortaya çıkar.
Bir tür idealist ve romantik târifleri daha da uzatmamız mümkündür. Hiç kuşkusuz, bu târiflerin içinde bir gerçek payı vardır. Hattâ, eğer daha detaylı olarak anlatılsa, bu târifleri büyük ölçüde doğru olarak kabul etmemiz bile mümkün olur. Ancak, eğitim psikolojisi açısından, herhangi bir gerçeği bu biçimde idealist ve romantik bir tülle sararak sunmanın faydadan ziyâde zararı olacaktır. Özellikle, insanın ayağını yerden kesecek ifâdelerle, sanki bu sayede ileride azizlik pâyesine erecekmiş gibi dramatik bir havaya sokarak heveslendirilmesi çok zararlıdır. Çünkü konu, doğrudan doğruya kişinin kendi benliğiyle ilgilidir. Kişinin kendisini büyük bir kolaylıkla her an aldatabileceği bir alanda, ona câzip gelecek biçimde bazı şeyler anlatılmaktadır.
Birdenbire arkada bir fon müziği ve ciddî bir yüz ifâdesi: Büyük fedâkârlıklara gözünü bile kırpmadan katılan kahramanımız, görevini yerine getirebilmek için ufukta kaybolurken, gökten melekler ona doğru uzanmakta ve azizlik mertebesine eriştiğini müjdelemektedirler! Belki biraz abartmış olabilirim. Ama, insanın imajinasyonu nasıl çalışıyor, biliyor musunuz? Hangi değer yargılarına göre ne gibi yeni değerlendirmeler yapılıyor, biliyor musunuz? Şuuraltında şartlanma merdanesinden geçmiş ne gibi klişeler var, farkında mısınız? Hangi değirmeni ne tip bir eşek döndürecekse, ona uygun bir havucu önüne sarkıtmadan önce bu işin olamayacağını hiç duymadınız mı?
Ne oldu şimdi? Birden fon müziği durdu, bulutlardan sarkan melekler kaçıştılar ve tüller sıyrılınca, üryân bir biçimde kendi başımıza kalmış olduk. Üstelik, ileride aziz olmayı hayâl ederken, âniden ortaya çıkan "eşek" benzetmesi ise hiç hoş değildi.
Evet, romantik ve idealist ifâdeler eğitim açısından ne kadar zararlı ise, gerçeği bütün çıplaklığıyla "şak" diye bir insanın yüzüne vurmak da o ölçüde zararlıdır. İlkinde ayaklar yerden kesilirken, ikinciside de insan şok durumuna girerek ruhsal bir sarsıntı geçirebilir. Fakat, her türlü şok durumu için hazırda bekleyen defans (korunma) mekanizmaları harekete geçer ve şiddetli bir ışığın âniden gözü kamaştırmasıyla nasıl gözlerinizi kaparsanız, şok etkisi yaratacak şeyler söylendiğinde de zihninizi bunlara karşı kapamaya çalışırsınız. Bu iş refleks biçiminde olur. Kafanızın içinde derhal bir sürü karşı fikir imâl edilir ve herbiri de sizin eski varsayımlarınızı, eski değer yargılarınızı doğru ve geçerli göstermeye yönelik şeylerdir. Yâni, kendi yaptıklarınızı ve düşüncelerinizi kendinize doğru olarak göstermekle, âni bir şokun kişiliğin bütünlüğünü bozmasını önlemektesinizdir.
Diğer yandan, benliğinizi okşayan romantik târifler, sizde herhangi bir şok tesiri yaratmayacağı için, esas itibârıyla kabul edilecek türdedir. Bunları alırsınız ve yine kendi anlayışınıza uygun gelecek biçimde yoğurarak kendi değer yargılarınıza benzetirsiniz. Böylece, şuuraltındaki klişeler eğer uygun geliyorsa, görev duygusu edinmekle ileride aziz olunacağı fikri zihninize yerleşir. Çünkü, çocukluk döneminden veya geçmişteki herhangi bir dönemden kalma eğitim sonucunda, iyilik, fedâkârlık, aziz olma mertebesi gibi kavramlarla bezenmiş bir sürü klişe zâten sizde mevcuttur. Elbette ki, bu zihinsel gelişmeler her insanda değişik bir "kavram-klişe-yargı" örgüsüne sâhiptir. Ama, işin mekanizması herkeste aynı biçimdedir. Dış dünyada olup biten şeyleri, biz kendi istediğimiz gibi görmek isteriz. Buna rağmen, akıl meleklerimiz de bu olayları bize olduğu gibi göstermeye çalışacak biçimde gelişmiştir. İşte, bu uyumsuzluğu kendi çıkarımıza göre dengede tutabilmek için, bâzı zihinsel korunma mekanizmaları yaratmaktayız. Bunun kötü veya zararlı bir yanı yoktur. Aksine, kişiliğin psikodinamik yapısındaki bütünlüğün bozulmaması için faydalıdır.
Mühim olan, bu sistemi iyi tanıyabilmektir. Yâni, kendi kişiliğinizin çözülüp dağılması ile herhangi bir ruh hastası olmak istemiyorsanız, bu mekanizmaların çalışmasına fırsat vereceksiniz. Bunu şuurlu olarak yapmak için inanılmaz bir irâde hâkimiyeti gereklidir. Pratikte buna imkân olmadığı için, sistem kendi kendine çalışacak biçimde oluşmuştur. Aynen kalbimizin kanı pompalaması veya nefes alıp vermemiz gibi.
"Bu mekanizma nasıl olsa çalışıyor" diye işi oluruna bırakırsanız, bu sefer devamlı olarak dikkatinizin bu konuya çekildiğini hissettiğiniz bir aşamaya gelirsiniz. Bu aşamada, defans mekanizmalarının başa çıkamadığı bir sürü olay sizi üzecek, sinirlendirecek, sıkıntıya sokacaktır. Yâni, ısdırab çekersiniz. Artık bu noktada, işi oluruna bırakmanıza imkân yoktur. Önce uzun bir süre, yeni değer yargıları oluşturarak defans mekanizmalarınızı daha etkili hâle getirmeye çalışırsınız. İnsan bu konuda oldukça başarılıdır. Bu yüzden, asırlar boyunca hep aynı metodu uygulamaya devam eder.
Fakat, öyle bir an gelir ki, defans mekanizmalarıyla uğraşırken kendi kendinizi tanımaya başladığınızı anlarsınız. İşte bu andan itibâren, şuurlu bir faaliyet ortaya çıkar. Yâni, kendinizi korumak için ne yaptığınızı, neyin nasıl çalıştığını anlamaya başlarsınız.Konuyu bu açıdan ele aldığınızda, "görev duygusu" gibi bir kavramın veya gittikçe daha diğerkâm olmayı idrâk etmenin asıl hedef olmadığını görürsünüz. Mesele, başkalarına yardımcı olmak değildir. Mesele, evvelâ insanın kendisini tanımasıdır.







SÖZ DİRİLİR

Birilerinde gördüğünce
Kendinde birşey göremezsin
Bir şeyler bilip sen aklınca
Aynında Hakkı bulamazsın
Kurtulsa bağdan akıl
Gerçek akıl seni bulur
İlham olur Hak söylenir
İsmi kalır halk yok olur
Hak gülümser her yerden
Candan içre bir öz olur
Münezzehtir her şeyden
Söz dirilir göz olur
Tüm avazı duyar olur
Çünki hak söz öze girdi
Haktır çünki senden gelen
Senden çıktı sana geldi...

28/01/1988-S.Öztaş

 

 

Buraya ilk defa geliyorsanız ismim Atakan Sönmez ve burası hayatimdegisti.com.Boğaziçi üniversitesi mezunuyum ve Türkiyede ilk Subliminal Telkin Uzmanıyım.tıklayın

Bir site olsa onu bulanların uykuda dinledikleri mp3 ler ile hayatları değişse… Bir site olsa onu bulanlar hipnoz olmadan sadece subliminal mp3 leri yükleyip ve uykuda dinleyerek hayatlarını değiştirseler. Bu fikir 1995 yılında yani 25 yıl önce çıkmıştı. 15 yıl önce ise bu mp3 lerin kişiye engel olan çekirdek inançlara göre hazırlanması yani cekirdekinanc.com fikri oluştu

Hipnoz gibi bir şey mi subliminal mp3 nedir?

Tam olarak değil. Öncelikle size engel olan 0-11 yaş arası oluşan bilinçaltı kayıtlarınız yani çekirdek inançlarınız bulunur. Sonra bu çekirdek inançlarınızın pozitif halleri olumlamalar isminize özel olarak mp3 lerin ve müziğin içine gizlenir. Siz de uykuda ya da uyanıkken bu mp3 leri dinleyerek sonuç alırsınız. Çocukluğunuzda size söylenenlerin tam tersini dinlediğiniz kayıtlarla binlerce kez bilinçaltınıza yerleştirmiş oluruz.

Çekirdek inançların hayatımda engellere neden olduğunu nasıl anlarım?

Hayatınızda hep aynı şeyler tekrar ediyorsa. İlişkilerde hep aynı şeyleri yaşıyorsanız... Aşırı fedakar bir yapınız varsa ve bu sanki göreviniz haline geldiyse. Birilerini kurtarmaya çalışıyorsanız. Paranızın bereketi yoksa sürekli gereksiz harcamalar çıkıyorsa birikim yapamıyorsanız. Hayır demekte zorlanıyorsanız. Odaklanmakta bir şeyleri devam ettirmekte sorun yaşıyorsanız. İlişkilerde mıknatıs gibi sorunlu kişileri çekiyorsanız. İş hayatında iniş çıkışlar sürekli oluyorsa. Ertelemeleriniz fazla ise. Aşırı kontrolcü ve garantici bir yapınız varsa kaygı düzeyiniz yüksekse hep en kötü ihtimali düşünüyorsanız ve şanssızlıkları sorunlu olayları ve sorunlu kişileri hayatınıza çekiyorsanız çocuk yaşta oluşan çekirdek inançlar hayatınızı yönetiyor olabilir.

25. yıla özel şimdi arayanlara 5 dakikalık çekirdek inanç ön tespit ve bir günlük deneme telkin mp3 ücretsizdir. Ön tespitte size engel olan birkaç çekirdek inanç örneği verilir. Atakan Sönmez tarafından yapılır ve bilgi amaçlıdır. +90 5424475050 Türkiye dışındakiler whatsapp tan arayabilir cekirdekinanc.com inceleyiniz.

__________________
yokluk ,varlıgın aynasıdır.



Dünyayı isterken de sus,
Bir dileğe kavuşmak isterken de.
Öylece seyre dal gitsin…
mevlana
cent isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-04-2008, 02:03 AM   #2 (permalink)
Binbaşı
 
cent - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 1,632
Tesekkür: 234
488 Mesajinıza toplam 2,287 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
cent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to all
Standart Ynt: Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Düşün, düşünceni durdurmak için.

TEK'i bilmeyen, BİR'liğe ermeyen, kendi ÖZ'ündeki UZAY'ı görmeyen, KURAN bilesi değil.

İnanç başka İman başka, İman evrendeki en büyük güçtür, inanç ise iradenin mahkumiyeti. Maneviyatçı veya materyalist olduğunu idda eden inanç sahiplerinin, imandan haberleri yoktur.


Sözler, mutluluğun veya çekilen ızdırabın aynası değildir. Hayatın aynası mutlak hayat ise, kendine gel mutlak olanı yaşamaya bak.

Meditasyon (Salat), mantık kurallarının süper zeka aşmasında, boyutsal farkındalığın olmazsa olmaz olan davranışıdır.


KENDİNE YOLCULUK

Kendini bil; nedir bu ya herkes tutturmuş bi kendini bil, kendini bil, böyle diye diye iyice aklın karanlığına gömecekler milleti, Dostum millet her şeyi aklı ile ölçüyor. Hiç duymadın mı? Allah;ın velilerinin çoğu kendinde değildir, derler, anlaşıldığı kadarıyla tam aksine, aklı terk edip kalbe dalmışlardır ve oradan, öncesinde hep kendileri sandıkları aklı ve bedeni toplu olarak seyretmişlerdir. Aklın ne menem bir bencil olduğunu hep bedenin ve duygularının arzularına göre davrandığını sadece kendi doğru ve yanlışlarının çizgisinde hareket edip kendi egosunun doruk noktasına ulaşmak istediğini, kendinden başka hiçbir şeyi kabul etmediğini sadece beden ve duyguların verileri ile hareket edip bunları yine bu verilere göre yönlendirdiğini oysa ezeli ve ebedi evrensel gerçeklerin yanında aklın verilerinin bir hiç olduğunu görmüşler ve aklı terk etmenin yollarını aramışlardır. Akıl, el, ayak, göz gibi sadece bir araçtır, bir yere gitmek için nasıl elini ayağını gözünü kullanıyorsan evrensel gerçeklere ulaşabilmek için kullanacağın bir araç. Hatta akıl, gözlemleyebilenler için daima kontrol altında tutulması gereken fakat gücünü kaybetmemesi, zayıf düşmemesi bakımından sevgi ve bilgi ile beslenmesi gereken olmazsa olmaz dediğimiz bir araç. Unutmamak gerekir ki; sana lazım olacak malzeme sana takdir olan kadardır, ne az nede çok, plan daima olduğu gibidir başka değil. Sen sadece seyredeceksin hiçbir tesir altında kalmadan hiçbir yorum yapmadan gözüne de bir başkasının gözlüğünü kesinlikle takmadan, kendinde olanı da olmayanı da yani varını da yoğunu da ortaya döküp hiç yorum yapmadan sadece ve sadece seyredeceksin. Ölmeden önce ölmek denilen şeyi anlamaya çalışıp kendi ölümünün gerçeğine alışkanlık kazanmaya çalışacaksın, hatta ölümü hayatta iken yaşayacaksın, tek yapman gereken şey, aklın bedenine, bedeninin de aklına nasıl tesir ettiğini anlamandır. Bunu anlayabilmek için aklıda bedenide kullanmayıp sadece seyretmeyi seçeceksin, çünkü sen ne akılsın nede beden, halbuki akılda bedende gücünü senden alıyor, sen ise akıl ve beden ile güçlü olabileceğini sanıyorsun, anlayacağın gibi durum bunun tam tersidir yani akılda bedende seninle güçlü. İyi veya kötü bu güne kadar yaptığın ne varsa hiçbiri değerli olsun veya olmasın, onları sen değerli veya değersiz zannettin ve de kararlar verdin, halbuki sana düşen sadece seyretmekti, karar vermek değil, bu yüzden zaman zaman sıkıldın zaman zaman mutlu oldun fakat hepside geçti ve de biti. Evet şimdi ölme vakti, veya sen böyle olduğunu kabul edeceksin sebebini soracak olursan. Yaşam enerjisi sebepsiz olarak yani aklısız ve bedensiz olarak hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını anlayıp deneyimleyerek, hatta yokluğunda dahi sadece sevgi olduğunu görüp yoluna devam etmek mecburiyetindedir ve bu hal kaçınılmazdır. Çünkü yaşam enerjisinin sadece sevgi olduğunu anlamak belli bir zaman diliminde anlaşılabilir ve bu belli zaman diliminde ortaya çıkan sevginin ebediyen bir daha sonu gelmeyecektir, ve gelemez çünkü ölümsüz olan, sevginin kendisidir ve bu sevgi yani hayat sana miras yolu ile intikal etmiştir işte bu sevginin manası zaman ve mekan aramadığı gibi zaman ve mekanlardan da ayrı değildir, ayrılık sadece akla göredir aklın gördüğü her şeyde mecazdır mecaz olanda hayaldir bu sebeple aklın peşinden gitmek seni sadece hayale götürür, hayal içinde yaşayanında sonu da hayal olacaktır. Halbuki yaşam yani diğer adıyla sevgi, mutlak gerçekliktir yani aslolan sevgidir ve bu bir bütün olarak ele alınmalıdır çünkü hayat bölünebilecek bir şey değildir bu itibarla bölünüp parçalanıp kaybolup giden, başlayıp ve de biten ne varsa akla ait olan işlerdir ama sen, sen sevgili dostum sen hayat sahibisin bölünüp parçalanmayacak olansın, sen aklını ve bedenini sadece seyretmeye başlamalısın ve bu seyir ile bambaşka bir hal alacağını sakın unutma. Aklının görüşünden onun çizgisinden kurtulduğun zaman seni nelerin beklediğini bilmiyorsun. Ne olduğunu sana söyleyelim, Cennette öyle şeyler var ki; gözler görmedi kulaklar duymadı akıllar düşünmedi diyor kuran. Yani demek istediğim gözünü kapa kulağını tıka aklını da iptal et, şu an cennetlik olmasan bile şakadanda olsa cennetlikmiş gibi davransan ne zararı var belki bu sayede, bu durumu anlamaya başlarsın. Dostum hiç kimse anlamadığını anlayacak durumda değildir, sana işaret etmeğe çalıştığımız şey anladığını anlayacağındır. Yani sana anlayamayacağın şeyleri anlatmıyoruz, yeter ki sen düşünmeye ara ver dur ve bak, yorum yapmadan kalbine sığın sessizce seyret akıl ve bedenin neler söylüyor, evet şu anda dahi yapabilirsin bedeninin ve aklının sesini duyabilirsin fakat bilesin ki bundan hiç hoşlanmazlar, sana çeşitli fısıltılarla saçmalama diyecekler biz senin eski dostunuz bizden ne kötülük gördün gibilerden, hatta bunları da okumayı bırak saçma sapan şeylerle vaktini boşa harcıyorsun git TV seyret müzik dinle gibi şeyler sıkma canını falan. Neden böyle davranıyorlar biliyor musun? Çünkü beden ve akıl seyredilmekten açığa çıkmaktan hiç hoşlanmazlar düşünsene hiç kimsenin bilmesini istemediğin ne komplekslerin ne tutkuların var, sadece sana ait. Çünkü akıl ve beden o tutku ve komplekslerle özdeşleşmiş kaynaşmış vaziyette rezil olma korkusu ve telaşı ile daima saklanırlar. Çünkü hem cahil hem de beceriksiz baksana daha sayısalı veya şans topunu oynarken bile parayı nerelere harcayacağının hesabını yapacak kadar şaşkın, kral oluyor kraliçe oluyor sex tutkunu veya iktidarsız olabiliyor, nasıl açığa çıksın ki aklın ve bedenin çizgisi böyle, seyredilmekten bilinmekten hiç hoşlanmaz kimsenin ona karışmasını istemez işte bu yüzden aklınız, kalbinizden, yani gerçek yaşam olan sizden daima gizlenmeye çalışır. Maksadımız aklı ve bedeni kötülemek değil onların kesinlikle büyük nimetler olduğu açık bir gerçektir fakat nimeti nimet gibi kullanmak varken, ne diye bu nimetleri putlaştırıp onların kölesi durumuna düşülsün, esiri olunsunki. Aslında ne aklın nede bedenin yanlış olan hiçbir tarafı yoktur yanlışlık onların haklı olarak gözlemlenememesindedir. Aklın ve bedenin ince ince nüanslarla, belirgin fakat sessiz sıçrayışlarla bazen hızlı bazen yavaş bazen sert bazen yumuşak kendi tekamül yolunda kusursuzmuş gibi yürümesi, sizinde bunu bilmeniz ve de emin olmanız, sizin bu yürüyüş ile özdeşleşebileceğiniz anlamına gelmez, bu durum hangi zaman ve mekanda olursa olsun gözlemleyebilmek içindir, bu bugünde böyle yarında böyle olacaktır. Nebiler ve resuller dünyada kaldıkları sürecin son anlarına kadar ibadet dediğimiz adına salat denilen gözlemleme yani meditasyon işlemini hiç bırakmamışlardır. Size kolaylık olsun diye söyleyelim sende aklını ve bedenini sofradaki bir salat;a gibi kes doğra önüne koy ve hiç müdahalesiz, kalbin ile seyret. Fakat kalb ile seyir işi, zor iştir, çalışmak gerek. Yani önüne koyduğun salatada işin, eşin, araban, paran kısacası aklını çelen, çalıştıran bir şey olmayacak abdal abdal karışmadan sadece seyredeceksin. Çünkü akıl ve beden daima işten eşten paradan zevkten yanadır sana doğru hiç bakmaz fakat sen, sana bakacağı zamanı gözleyeceksin şayet bir ara bakacak olursa işte o zaman yırttın dostum göklerin hakimiyetini seyredeceksin ve vasıtasız bilgiye ulaşacaksın kendi kalbinde. Aklına şöyle bir soru gelebilir, peki ulaştık ne olacak şimdi? Söyleyelim, tüm değerlerin alt üst olacak her zaman kendi kendine pohpohladığın her çeşit benliğin çer çöp olacak, sarayların şehirlerin yıkılacak depremler olacak, hiçbir şeyin kalmayıp çırılçıplak kalacaksın özenle bezenle hazırladığın sırçadan maneviyatın paramparça olacak, o ana kadar yaşadığın ve yaşatmaya çalıştığın inançların spritüel çöplüğe atılacak, gerçek mahvoluşu yudum yudum yaşayacaksın, bir yandan da yavaş yavaş evrensel idare merkezinin yasalarını idrak etmeye başlayacaksın. Şayet Hz Lut as.mın karısı gibi geriye dönüp bakmaz isen, İlahi murat seni bu yasaların uygulama merkezine doğru harekete geçirir, oraya yaklaştıkça var iken yok olmayı ve yok iken de var olmayı yaşarsın, artık öğrenme bitmiştir. Zaman içinde zamansız, yeni bir yaşam başlamıştır, sır kalmamıştır gizlilikler kaybolmuştur her şey gerçektir. Yavaş yavaş yeniden giyinmeye başlarsın artık iyi kötü, uzak yakın, zengin fakir hepsi birdir, terazi tek kefelidir her şey aynı tartılır ne yetişme telaşı ne yetmeme korkusu hiç bir şey kalmaz, önüne gelen neyse odur ve çevrene şöyle demeğe başlarsın, dostum bunları okuyup da bilmek değil. (yaşamanız lazım) (yaşamanız lazım) çünkü yaşayanın kim olduğunu ne olduğunu senden başka kim bilebilir sen artık görensin, bilensin Hay ve diri olarak yaşayan sensin, bundan sonra ne anlatırsan anlat hep kendini anlatırsın. Tahmin edebilirsin, insanın kendini anlatması ne kadar kolaydır, yani senin en iyi bildiğin şey kendinsindir. Yani sen eskidende aynı sendin, şimdide aynı sensin. Fark, şimdi bu durumu sadece kesin olarak bilmen yani bu bilgiye şahit olman, görmendir. Eşhedü en la ilahe illallah dediğinde yalan söylemeyip doğru söylediğini bilmendir, çünkü Eşhedü, şahit olmak yani görmek demektir. Vesselam Allah.cc senin gören gözün olmuştur, yani gören, şahit olan, Allah;tır cc. kime tabiiki kendine.

İnsanın edindiği fikirler, dış çevrelerden aldığı intibalar ile oluşur, dolaysıyla insan farkına varmadan başka başka şahsiyetlerin ferdi haline gelmektedir ve bunun farkına varamaz. Bu farkına varamama halinde kaldığı sürece kendi vicdanının yanıltılmış ve bozulmuş haliyle yaşamına devam eder, bu durum insanın bir çok farklı kompleksler ile farkındalıksız kararlar almasına sebebiyet vermektedir ve hayatı ardı arkası kesilmeyen hatalar yumağı halinde her gün biraz daha büyümektedir. Şayet biraz dikkatli bakılacak olursa insanın vicdanı hiç bir zaman dünyevi olmayan çok farklı bir kaynaktan beslenmektedir. Ve insanlık bu kaynağı tamamen olmasa da yüzde doksan dokuz kaybetmiştir.Yani insan kendi vicdanının haricinde oluşturmuş olduğu sahte benlikleri ile özdeşleşmiş ve bu özdeşleşmeden dolayı meydana gelen çeşitli komplekslerin tesiri altında almış olduğu kararlarla vicdanını büyük ölçüde kaybetmiştir. İnsan bu başka başka şahsiyetlerin kendinde oluşturduğu sahte benlikerden sıyrıldığı ve kendini kurtarabildiği ölçüde kendine has vicdan mekanizmasını kullanmaya başlayabilir. İnsan çocukluğunda ailesinden aldığı fikir ve intibalar ile hayata adım atar, gençliğinde ve sonrasında ise çevresinden almış olduğu fikir ve intibalar ile yoluna devam eder. Bu fikir ve intibalar ile hareket ettiği sürece kendi vicdanının gerçeğini hiçbir zaman ortaya çıkaramaz ve bilemez. Maksadımız insanın içinde sadece kendisinin olduğunu algıladığı sadece kendine ait bir yaşamı olması gerektiğini hatırlatmaktır. İnsanın hayatının muhatabı yine insanın kendisidir. Oysa insan neyin ve kimlerin insanı olduğunu veya olmadığını fark edememektedir. İnsan zamanımızda deruni ve sadece dünyevi olmayan üstün özelliklerini kavrayamamasından dolayı içinde bulunduğu dünya hayatının güncel ve vasati şartlarını dahi düzenleyebilmekten mahrum durumdadır. Neredeyse böyle dünya olmaz olsun diyebilme noktasına gelip çevresindeki cehennemi seyrettiği halde kendisinin bu cehennem ile bir alakasının olmadığını sanma körlüğü ile yaşamına devam etmesi kendisi ile bir alakasının olmadığının net bir ifadesidir. İnsanın bu pozisyonu, içinde bulunduğu akli ve bedensel verilerinin şartlarıyla kısıtlanmış şahsiyetinin realitesine adapte olmasından dolayıdır. Halbuki insan varlığı, bulunduğu ortam içinde sonsuz evrensel tesirler ile tatbikatlar yaparken tek bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır oda ben diyebildiği şuur, yani kendi öz şahsiyeti. Ve bu kendi öz şahsiyetinin prensipleri ve sistematiğine göre hayatını ve yarınını tanzim eder ve düzenler, Fakat insan genelde başkalarının fikirlerinden edindiği intibalar ile hayatını düzenlemektedir, kendisini başkalarının fikir ve davranışları ile özdeşleştirmiştir, ve yaşadığı ve yaşayacağı hayat kesinlikle kendisinin değildir, bu tür insan KURAN'a göre hiç yaşamamış gibidir. İnsan yaşadığı hayat içinde gayet mesuliyetsizce ve hiçbir ön araştırma yapmadan yaşamaya başlamıştır ve bunun tabii neticesi olarak, kendinden başka bir varlık haline gelmeğe başlamıştır ve de kuran insandan başka olan bu akıllı varlıklara cin veya şeytan adını veriyor. Halk arasında söylenen insan insanın şeytanıdır sözünü unutmamak gerek buna değin Hazreti Muhammed asm. Benimde şeytanım var fakat ben onu Müslüman yaptım demiştir. Anlaşılmalıdır ki insanın yapacağı ilk iş önce kendi kendini objektif olarak seyredebilmesini öğrenmesidir, anacak bu objektif bakıştan sonra kendine bir portre çizebilir. İnsan bilmelidir ki bu güne kadar bünyesinde bulunan çeşitli alış veriş kanalları ile daima başkalarının davranışlarını sahiplenmiştir ve kendi karakteristik vasıflarını çevresindeki çeşitli aynalara bakarak düzenlemiştir, oysa durum bunun tam tersi olmalıdır, önce kendi aynasında kendini görüp, seyredip, hareket ve davranışlarını bu bakışa ve de bu seyire göre çevresine yansıtmalıdır, fakat maalesef insanın akli ve bedeni alışkanlıklarını fark edip sağlam bir değerlendirme yapabilmesi ve kendi aynasına bakabilme fırsatını yakalayabilmesi, içinde bulunduğumuz sosyal çevrenin büyük çoğunluğunun körlüğünden dolayı hemen hemen imkansızlaşmıştır. Bir takım basit değerlendirmelerle ortaya çıkan kompleks abidesi akıllılar ve aydınlar, ferdin kendi hayatında hangi düğmeye basınca hangi mekanizmanın çalışacağını kendileri bilmeden insanlığı bir fikir ve inanç karanlığına sürüklemişlerdir halbuki dünyevi ve sosyal yaşam sadece akli tekamül zincirinin tabii neticesidir olabildiği kadar. Fakat fert, vicdani ve kalbi olarak dünyevi düşüncenin çok ötesinde ebedi ve baki bir sistemin esintilerine muhataptır. Aynı zamanda bir yandan da karşılaştığı dünyevi hadiselerle kendi öz şahsiyeti arsında irtibatlar kurmaktadır ve bu irtibatları kurar iken elinde olmadan akli ve ilmi sebepler ile kendine misaller aramaktadır, ne kadar müspet olursa olsun ne kadar ilmi olursa olsun akıl daima dünyevi ve de tesbit edebildiği şeylere bakarak karar verir, bu yüzden insan bu akli ve mantıki alışkanlığını terk etmeden, ebedi ve baki olana yani öz varlığına kesinlikle bakamaz. İnsan daima edindiği intibalarının insanıdır işte bu sebepten dolayı ebedi ve baki olan kendi öz varlığına karşı hakiki gerçek bir intiba kazanmak mecburiyetindedir aksi takdirde, ezeli ve ebedi olan alemleri de içine alan evrensel sistemin işleyişine yabancı kalarak kendini hiç tahmin edemediği, sıkıntılı bir azabın içine bırakacaktır.

***********
TRANSANDANTAL (meditatiklik)

Maddede canlılık yoksa, iki maddenin yani iki cansızın birleşmesi ile hayatın nasıl meydana geldiğini aklıselim herkes merak etmektedir ve etmelidir. Sperm ile yumurtanın birleşmesi nasıl olurda senin ben, ben dediğin şuurlu ve hayattar bir varlık olabilmiştir. İşte meditasyon maddenin altında yatan kuantsal boyuttaki şuur ve iradeyi yani ben dediğimiz şeyi yani gerçek kimliğimizi keşfetmemizi kolaylaştıran ortaya çıkaran çalışmalardır. Öncelikle anlaşılması gereken, sizin hiçbir zaman şu anda kullandığınız bu beden, cinsiyet, milliyet, iş veya meslek ne olursa olsun bunlar olmadığınızdır. Hatta siz ruhsal veya spritüel bir varlıkta değilsiniz, siz sadece huzur ve sevgi’nin kendisi diyebileceğimiz öz ve tek varlıksınız. Bütün ruhsal bedensel ve spritüel dediğiniz tüm varlıklar, varlıklarını sizden almaktadır yani sizin ben ben dediğiniz şeyden. Fakat maalesef siz kendinizi şu anda kullandığınız bu beden ve bu bedenin oluşturduğu ruh bir varlık olarak tanımladığınız için, aslında tamamen hür ve bağımsız olan öz benliğinizi, bedensel, ruhsal, spritüel bir birey ve fert olarak karmik bir karanlığa hapsetmiş oluyorsunuz. Karanlık diyorum çünkü, algılanan her bir zaman ve mekan bir daha kesinlikle tekrarlanmamak üzere ortaya çıkar algılanır, kullanılır eskitilir ve karanlığa atılır. Ve sizde bu karanlığın ebediyen değişmeyen bir ferdi olarak kendi bireysel boyutunuzda münferit mahkumiyetinize zulmet içinde devam edersiniz. Sonuc olarak cehennemi boylarsınız.Oysa evrensel sistem daima değişken ve daima farklı boyutlarda sonsuz açılımlarını kendi benine yani senin benine sunmak istiyor, Sen zaman ve mekandan yani beden bir fert olmaktan kurtulduğun anda, ebedi, sonsuz bir şuur ve irade olarak var olduğunu göreceksin ve de anlayacaksın ve gerçek yaşama merhaba diyeceksin. Ve böylece sen evrenin yani makro kozmos'un kusursuz işleyen bütünlüğünün bir şuur ve iradesi olarak mükemmel varlığının gerçeğine ulaşmış olacaksın. Daha doğrusu artık başkalarına değil kendine inanacaksın, bu inanışının sonucu olarak da günlük yaşamının içerdiği her şeyi tasarlayıp ve değiştirebilen biri olarak sadece kendine inanacaksın, başkaları hangi yoldan giderse gitsin sen daima kendi yolunu seçeceksin. Ne bir insan ne bir melek ne bir cin veya şeytan seni yolundan ayıramayacak. Kendi yolunu kendin çizeceksin ve gittiğin bu yolun hatasız, kusursuz olduğunu görerek, çünkü kim olduğunu ne olduğunu bileceksin. İşte bunun için meditasyonu(SALT)'ı ciddiye alman gerekecek çünkü meditasyon(SALAT) seni kendi merkezine özüne ulaştıracak olan bir çalışmadır ve ona özenle itina ile yaklaşmalısın. Bunun için öncelikle kendiniz ile ilgili düşünce imajınızı gözden geçirmelisiniz, yani melekler veya cinler ile ilgili çeşitli korkularınız veya sizi azaba cehenneme atacak bir tanrı var ise bu tip düşüncelerden tamamen kurtulmanız gereklidir. Eski bildiklerinizi terkedin. Çünkü derin meditasyon hallerinde bu düşünceler korku ve panik veya suçluluk gibi haller tezahür ettirebilir. Unutmamalısınız ki; siz öncelikle kendinizi bilmek mecburiyetindesiniz, kendinizden başka bir şeyleri bilmek mecburiyetinde değilsiniz. Çünkü siz kendinizi bilince RAB'binizi bilmiş olacaksınız. Bu yüzden daha önceki yani bu güne kadar inandığınız tüm inançlarınızı terk edeceksiniz. İyi, kötü ne varsa hepsini sileceksiniz. Çünkü bu tür inançlar şartlandırılmış refleksler olarak olumsuz neticeler yaratıp, doğru ve düzgün bir meditasyon(SALAT) yapmanıza imkan vermez. Onun için eski inançlarınızın yinelenmesine izin vermemelisiniz. Bu çok önemlidir. Artık onları hatırlamayın. Unutmamalısınız ki siz kendi gerçeğinizi kendiniz ile bileceksiniz. Meditasyon'un(SALAT)'ın başlangıç aşamalarında kişinin tabiatının psikolojik ve dini oluşumu bu yeniden yapılanmanın çalışması içine yansıtılmamalıdır, eski inançların bir hortlak gibi gerçeğe dönüşerek sizi rahatsız etmesine müsaade edilmemelidir. Önceki kendiniz ile ilgili ne kadar olumlu veya olumsuz imajlarınız varsa hepside mutlaka unutulmalıdır, başlangıçta sadece bir hiçsiniz anlamını yaşamaya çalışmalısınız. Korkularınız ve varlıklarınız hatta unutmaya çalıştığınız en sefil yanlarınız bile, bilinmelidir ki sizin daima tutunmaya çalıştığınız hallerdir ve bu haller sizin özünüze ulaşmanızı engelleyen en önemli etkenlerdir. Evet insanın kendi içsel öz benliğine ciddi ve kararlı bir biçimde yaklaşması ve bu kararı ciddiyetle düşünmeye başlaması, onun hayatında atacağı en önemli adımıdır. Meditasyon(SALAT) zihinsel ve bedensel huzur demektir. Meditasyon'a (SALAT)'a başlamadan önce (ABDEST)yani bir banyo almak veya elini, yüzünü, ayağını yıkayıp ağzı temizlemek hatta dişleri fırçalamak yani kısacası bedeni rahatlayabileceği hale hazırlamak gerekir. Üzerinize bol ve rahat bir kıyafet giymelisiniz. Üşümemelisiniz ve de terlememelisiniz ve de oturduğunuzda sizi rahatsız edecek, meşgul edecek hiçbir şey olmamalıdır. İçinde bulunduğunuz ortamı sizi rahatsız etmeyecek bir şekilde arzunuza göre hazırlayınız. Oturduğunuzda çok rahat olmalısınız. Zihninizi uyaracak nesneler ve haller minimuma indirilmeli, diliniz ağzınızın içinde dişlerinizin arkasına hafifçe değer bir biçimde serbest bir biçimde durmalı hareket ettirilmemelidir. Ağzınızdan salya akarsa yutabilirsiniz meditasyonu(ZİKR)'i bozmadan. Hatta bir yeriniz kaşındığında kaşıyın, hemen tekrar meditasyona (ZİKR)'e dönün. Yani ortamda sizi rahatsız eden bir şeyler olursa onları bertaraf edin. Meditasyona başladığınızda ilk on dakika kadar sadece derin derin burnunuzdan nefes alıp verin. İlk on dakikada gözleriniz hafif aralık olarak kalabilir. Belli bir şeye odaklanarak tabiî ki sağa sola bakmadan. On dakikadan sonra gözlerinizi yavaşça kapayarak sadece burnunuzdan değil de ağzınız ile birlikte nefes alıp vermeye başlayın ve yavaşlayın. Hafif hafif belli belirsiz zihninizi meşgul etmeyecek şekilde ayarlayın ve düşünmeyi bırakın, sükunete yönelin sessizce. Aslında meditasyon yani(ZİKR) derinleştikçe solunum hafifleyecektir. Fakat siz yinede kendinizi soluk alış verişinize odaklamaya çalışın bunu yapmanız aklınıza başka şeylerin gelmesini büyük ölçüde engeller. Zihniniz daha çabuk sakinleşip kendiniz ile trans haline geçmeniz kolaylaşır. Tam bir trans hali ise yüksek benliğiniz ile görmeye başlamanızdır. Yüksek benliğinizin karanlık veya aydınlık olmayan loş ve hoş bir fezada bulunduğunu imgeliyerek meditasyona ZİKR'e başlamanız işinizi kolaylaştıracaktır. Kendinizden başka hiçbir şeyin olmadığı sonsuz, derin bir mavilikte bedensiz olarak sadece sizin bulunduğunuz bir feza. Bilmelisiniz ki imgeleme çok önemlidir. İnsan imgelediği şeyle bütünleşir ve imgelediğiniz şeye siz karar verirsiniz. Buna çok dikkat edilmelidir. Siz meditasyon(SALAT ve ZİKR) çalışmalarına bu şekilde devam ettikçe bedensel faaliyetlerinizde bu durumu algılayarak değişmeye başlayacaktır kas seğirmeleri kramp ve spazm gibi haller istenmeyen titreme, kaşınma, karıncalanma, ani ateş basması gibi çeşitli hareketler, baş ağrısı, kafada basınç, çeşitli ağrılar, sindirim bozukluğu, duygusal patlamalar gibi ne varsa hepsi olumsuz olarak harekete geçecektir bunların en dikkat edilmesi gerekende kalbinizdir. Çünkü kalbinizin ritmi de bozulabilir. Hızlı ve gelişigüzel atmaya başlayabilir. Bu olumsuzluklar bedeninizin sizi karşılama şaşkınlığıdır. Bedeni de fazla zorlamamak gerekir. Olumsuzluklar ve rahatsızlıklar meditasyonun uzunluğu, kısalığı yani zamanı ile ilgilidir. Rahatsızlıklar çok arttığında meditasyon(ZİKR) süresi azaltılmalıdır, fakat terk edilmemelidir. Her gün mutlaka yapılmalıdır. Tabi ki ara sıra fırsat bulamayabilirsiniz, ama kesinlikle bırakmayın devam edin. Her insan kendisini yorumlama, onurlandırma ve tanımlamanın güzelliğine ve yoluna sahiptir. Ancak insanı nereye götürürse götürsün gerçeği bilmek ve ifade edebilmek ve de kendi yolunda açık bir kalple kendine inanarak ve imanı ile bütünleşerek ve de bu bütünleşmenin eşsiz zevkini kendinde görerek yaşayabilmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat farklı öğretilerin oluşturduğu çeşitli ve hatalı imgelemeler ile yapılan meditasyonların aslında çok boyutlu spritüel dönüştürücüler olarak insanları bu konudaki bilgisizliklerinden dolayı paranormal ve mistik olayların ortasına atıyor ve bir çok insan garip hastalıkların sahibi oluyor. Ruhsal, psişik ve zihinsel rahatsızlıklar ile hayatlar dramatik bir hal alıyor. Doktorlara, psikiyatrislere, şifacılara koşturuluyor ve bir çare bulunamıyor. Oysa sebep çok basit. Sadece yanlış imgeleme ile meditasyona(SALAT ve ZİKR)'e başlanmıştır, tabi ki çaresi yoktur. Ebedi bir şifa kaynağı olan meditasyon yani (salat ve zikr ) böylelikle ebedi bir azaba dönüşmüştür. Meditasyonları yani salat ve zikir'leri yüzlerine çarpılmıştır, yazık olmuştur.

S.Öztaş




Damla

Şu boğazda bir damla su olsam
bir dalga yakalasam ilk ışıklarıyla sabahın
serin serin yüzsem kıyıya ne güzel olur.

Acele etmem hiç, tadını çıkarırım.
Damlalara karışmak gibisi var mı ?
en sakin ve en heyecanlı halimle,
belki de olmam gereken yerde,
rüzgar ne tarafa eserse o tarafa giderim.

Derken yaklaşırım seslerine bağlı sandallarla sevişen dalgaların,
kıskanırım.
Sonra da atarım kendimi taşlara,
ve yosunun kokusunu öyle bir çekerim ki içime,
havaya karışıncaya kadar.
Ağır ağır yükselirim... yükselirim... yükselirim...
ve bir kez de gökyüzünden bakarım aşkı anlatan bu şehre.

29.07.2004 emre öztaş
06:38 am

__________________
yokluk ,varlıgın aynasıdır.



Dünyayı isterken de sus,
Bir dileğe kavuşmak isterken de.
Öylece seyre dal gitsin…
mevlana
cent isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik.

Geri Dönüşüm ve Geri Dönüşüm Kutusu Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik. Konusunu hayatimdegisti.com Konuğumuz olarak inceliyorsunuz hayatimdegisti.com sitemizde yaşamınızı hemen degistirecek bir cok telkinli hipnoz mp3 vardir tesaduf eseri de buradaysanız mutlaka inceleyiniz üst link TelkinCD tıklayınız Sezgileri Meditasyon ile güçlendirmektir, Meditatiklik. Korkular, bilinmeyen ile yüzleşildiğinde oluşur. Mesela, ölümden sonraki yaşam ile ilgili yeterli enformasyona sahip değilsek, üstelik bu konuda çeşitli kaynaklardan gelen çelişkili ve yarım yamalak açıklamalarla doldurulmuş isek, zihnimizde öldükten sonra ne olacağına dair bir ...

ayrıca bu konularda arama yapan konuklarımız var Geri Dönüşüm Kutusu telkin cd indir izle İstanbul Geri Dönüşüm Kutusu nerededir kimdir Geri Dönüşüm Kutusu çekirdek inanç temizliği İzmir bursa Geri Dönüşüm Kutusu hipnoz Geri Dönüşüm Kutusu olumlama seminerleri eğitimi çaresi tedavisi Geri Dönüşüm Kutusu hakkında bilgi bilinçaltı telkin cd telkin mp3 Geri Dönüşüm Kutusu kuantum düşünce kitap haberi


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:38 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.