Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri

Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri (http://www.hayatimdegisti.com/forum/index.php)
-   Öğrenilmiş Çaresizlik (http://www.hayatimdegisti.com/forum/forumdisplay.php?f=269)
-   -   Öğrenilmiş Çaresizlik Üzerine (http://www.hayatimdegisti.com/forum/showthread.php?t=791)

hayatimdegisti 02-02-2007 10:22 PM

Öğrenilmiş Çaresizlik Üzerine
 
Öğrenilmiş Çaresizlik Üzerine

Uzun zamandır yaşadığımız hayatın içinde sahiplendiğimiz, kaçtığımız ya da kızdığımız sorunlara karşın tavrımızın iç dinamiklerini merak ediyordum. Yaşanan “gitmek mi zor kalmak mı zor” tartışması gibi gelinen bazı noktalarda kendi oluşlarımızı ya da maceralarımızı başkalarının da paylaştığı ya da paylaşması gerektiği çıkarımıyla sadece seçimlerimizi dayattığımız konularda pek bir öğrenme ve iletişim açısından ilerleme sağlanamadığını gözlemledim.

Etrafımdaki insanların davranışlarını incelemek kendimi tanımama katkıda bulunurken kendimi tanımak ta başkalarını anlamama yardımcı oldu hep. Toplumun daha iyi eğitim almış kısmının içinde bulunduğu kesimin daha bezgin daha bıkkın daha umutsuz daha kırgın daha yenik olmalarının da aslında bir tür okumuşluğun ya da öğrenmişliğin doğal tepkilerimizin yerine geçmesi nedeniyle olduğunu düşünüyorum. Tabii bu öğrenme süreci okumuşluğun artması ile doğru orantılı olabilir. Gerçi gazete ya da kitap okumayıp daha çok televizyon seyredenlerin aldığı uyarılar da var..

Bizden önceki kuşakların türlü yokluk ve yoksulluk içinde hayatta kalma ve yer tutma mücadelesine rağmen bizim ve daha sonraki kuşağın nispeten türlü varsıllıklara rağmen haklı gerekçeleri olabildiği gibi başkalarının yenilgilerinden (okumak, gözlemlemek ve tembihlenmek suretiyle) fazla miktarda etkilenerek kendilerini çoğu konuda bedbin, mutsuz, yenik çaresiz hissettiklerini düşünüyorum. Hatta insanların bir mücadeleye girmedikleri konularda yenik hissetmeleri de bana epeyce çelişkili görünüyor. Bunun en önemli sonuçlarından birisi de bilgiye ulaşmada son derece isteksiz bir çoğunluk(bilgiye ulaşmada imkan sahibi olmalarına rağmen) haline gelmemiz.

Aşağıda Seligman’ın deneyinde 2. grupta gözlendiği gibi elektrik şoku verilerek ve mevcut sıkıntılı şartları düzeltmek için bir şey yapılamayacağını, ya şartların kendiliğinden ya da başkaları tarafından düzeltilmesini bekleyen grup çaresizliği bir eğitim alarak öğreniyor.

Ancak 1 grup; zorluklarla başetmek için bir düğmenin olduğu konusunda eğitim aldıklarından kendilerini bu durumdan kurtarıyorlar.

Ancak bu konuda hiçbir eğitim ya da şartlanmaya tabi tutulmayan grup, kendi içgüdüleriyle verilen elektrik şokuyla buradan kaçmayı başarabiliyor.

Burada dikkat edilecek diğer bir husus ta 2 gruptakilerin çok az bir kısmının bu şartlanmaya rağmen bu durumdan yine de kurtulabilmeleridir. Yani 8 denekten 2 si şokun kesilmeyeceğine şartlanmalarına rağmen çaresizliği öğrenmiyor

Yaşadığımız hayattaki zorlanmalarımız ya da yenilgilerimiz bize ya da bazılarımıza en ufak bir şeyi bile değiştiremeyeceğimiz konusunda sonuçlara ulaştırırken mevcut ve şikayetçi olduğumuz şartların ya kendiliğinden değişmesini bekleyeceğiz ya da başkalarının düzeltmesini. Düzeltmeye kalkanlarımız da belki çaresizlik eğitiminden kurtulsak bile acelecilikten, donanımsızlıktan ve neyin bilgi olduğu konusunda sabır gösteremediğimizden ilk heyecanla saldırdığımız şey tarafından hayal kırıklığına uğratılarak diğerleriyle daha da yakınlaşacağız. Ve kendimize ya da başkalarına açıklamalarımız yenilginin bilgisizlik dolayısıyla olduğu şeklinde olmayacak diğer çaresizliği öğrenmişlerden kopya çekeceğiz.

Yaşanmış deneyimlerden etkilenmenin veya olumsuz etkilenmenin kişiye göre değiştiğine dikkat edersek kişiliğin burada baskın rol oynadığını söyleyebiliriz. Ayrıca insan karakterini ölüsevici (nekrofil) ya da yaşamsever (biyofil) olarak keskin hatlarla ayrıştıramasak bile bu ruh hallerinden ölüsevici eğilimi daha baskın olanın çaresizliği daha kolay öğrendiğini kendi gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim.

Mehmet Sayım Karacan


Öğrenilmiş çaresizlik
1965’in başlarında, Martin E. P. Seligman meslektaşları ile birlikte, öğrenme ile korku arasındaki ilişkiyi incelemek üzere, köpekler üzerinde Pavlov’un (klasik koşullanma) şartlı refleks deneyini yaparken tesadüfen beklenmedik bir fenomen keşfetti. Kendinizi veya bir köpeği gözlemlediğinizde göreceğiniz gibi, size bir yiyecek gösterildiğinde tükürük salgılama eğilimindeydiniz. Pavlov, yiyeceğin gösterilmesiyle zil (veya bir sesin) çalınması işleminin defalarca tekrarlanarak eşlenmesi sonucunda köpeklerin salya akıttıklarını keşfetti. Bundan sonrası zili çalıp köpeğin salya akıtmasını izlemekten ibaretti.

Seligman deneyinde, herhangi bir deneye tabi tutulmamış 24 tane köpek aldı ve onları üç gruba ayırdı. Birinci gruptaki köpeklere “kaçış grubu” adını verdi, beyaz bir kabinin içerisine yerleştirilmiş bir hamağa sarmalanmış bir halde yatarlarken, arka ayaklarından 500 voltluk zararsız bir elektrik şoku uyguladı. Bu gruptaki köpekler kabinde kafalarının bir yanındaki paneldeki bir düğmeye basarak şoku kesme imkanına sahiptiler. Eğer 30 saniye içinde düğmeye basılamazsa şok kendiliğinden kesiliyordu. Bu köpekler düğmeye basmayı hızla öğrendiler ve gittikçe daha az sürede düğmeye basmayı başardılar.

İkinci gruba “boyunduruk grubu” adını verdi ve bunlar “kaçış grubu ile aynı şartlar altında şoka maruz bırakılıyorlardı. Ancak bu köpekler düğmeye bassalar bile şok kesilmiyordu. Bu köpeklere uygulanan şok süresi kaçış grubundaki bir köpeğe uygulanan kadardı. Böylece kaçış ve boyunduruk grubu aynı sürelerde şoka maruz kalıyorlardı. Ancak boyunduruk grubu panele bassa bile şok kesilmediği için 30 denemeden sonra paneldeki düğmeye basmaktan vazgeçiyordu.

Üçüncü gruptaki köpekler ise kontrol grubuydu ve herhangi bir şoka maruz kalmıyorlardı.

24 saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir alana götürdüler. Köpeklere 10 kez şok veriliyor ve köpeklerin bu 10 denemenin birinde duvarın üstünden karşı tarafa atlayarak şoktan kurtulacakları umuluyordu. Kaçış grubu ve kontrol grubu kurtulmada hemen hemen aynı başarıyı gösterirken, “boyunduruk grubu” diğer gruplardan önemli ölçüde farklılık gösterdi. Bu gruptaki 8 köpeğin 6 sı 10 denemeden sonra bile duvarın üzerinden atlayıp şoktan kurtulamadı. Bir hafta sonra ise bu 8 köpeğin 5 i hala 10 denemenin herhangi birinde karşıya atlamayı beceremiyordu. Bu gruptaki köpeklerin %75’i neredeyse karşıya hiç atlayamıyor, %62.5’i ise yedi gün geçmesine rağmen hala başarısızlıklarını sürdürüyorlardı.

Deneyin sonuçları tuhaf biçimde ikinci gruptaki köpeklerin çaresiz olmayı öğrendiklerine işaret ediyordu. Bu sonuç B. F. Skinner’ın öngördüğü köpeğin orada öylece yatması için mutlaka ödüllendirilmiş (mesela nefis bir köpek bisküvisi ile) olması gerekir diyen davranışçılığı ile taban tabana zıttı. (Durumlarını kurtarmak için acının bir süreliğine dindirilmesinin köpeğe oturması karşılığında verilen bir ödül olduğunu bile iddia ettiler, ama bu iyi bir argüman değildi. Bir başkası ise buna alternatif olarak, oturduğu sürece şok devam ettiğinde köpeğin oturduğu için cezalandırılmış olduğunu ileri sürdü. Bu bana eski bir espriyi hatırlattı.

Soru: Adam başparmağını neden çekiçle ezdi?

Cevap: Çünkü kendisini çekici durduramayacak kadar iyi hissediyordu. )

Bu gözlemler bilişsel psikolojinin davranışçılığın yerini almasına neden olan bilimsel bir devrim başlattı. Düşündüğünüz şeyler davranışlarınızı belirler (sadece görünür bir ödül veya ceza değil).

Öğrenilmiş Çaresizliğin teorisi daha sonra his ve duygu yokluğu olarak tanımlanan depresyonu açıklayan bir model için insan davranışlarını da içine alacak şekilde genişletildi. Bunalan (depresyondaki) insanlar çaresizliği öğrendikleri için o hale geliyorlardı. Bunalımdaki (depresyondaki)insanlar ne yaparlarsa yapsınlar boşuna olacağını öğrenmişlerdi. Depresif insanlar görünüşe göre hayatları boyunca hiçbir şeyi kontrol edemediklerini öğrenmişlerdi.

Öğrenilmiş çaresizlik pek çok şeyi açıkladı, fakat ardından araştırmacılar bir çok kötü yaşam deneyiminden sonra bile bunalıma girmeyen insanlar gibi öğrenilmiş çaresizliğin de açıklayamadığı istisnalar bulmaya başladılar. Seligman bunalımdaki insanların kötü olaylar hakkında bunalımda olmayanlardan daha kötümser olduklarını keşfetti. O bu düşünceyi, “attribution theory”(kaynağına bakma teorisi)nden ödünç aldığı “açıklayıcı tarz” olarak adlandırdı.

Mesela, diyelim ki bir matematik sınavından çaktınız. Bunun nedenini nasıl açıklarsınız? Şöyle düşünebilirsiniz:

1. Ben aptalım,

2. Matematiğim pek iyi değil.

3. Çok şanssızdım, ayın 13’ü cumaya gelmişti

4. Matematik hocası önyargılıydı.

5. Matematik hocasının notu kıt.

6. O gün kendimi iyi hissetmiyordum.

7. Matematik hocası bu sefer bana özellikle zor bir test verdi.

8. Çalışmaya vaktim yoktu.

9. Hoca sınıf ortalamasına göre not verir.



Seligman bu açıklamaların 3 boyutta değerlendirilebileceğini buldu:

kişiselleştirme: içsele karşı dışsal,

yaygınlık: özele karşı evrensel;

istikrar: geçiciye karşı sürekli.

O en kötümser açıklama tarzının en ileri seviyedeki depresyonla orantılı olduğunu keşfetti.



“Ben aptalım” ifadesi içsel (ben kullanılıyor), evrensel ve de sürekli olarak sınıflandırılabilir. Bu cevap cesaretin kırılmasını, ümitsizliği ve çaresizlik duygusunu açığa çıkarır. Diğer taraftan, daha iyimser bir insan başka birisini veya başka bir şeyi sorumlu tutacak, mesela “matematik hocası bu sefer bana özellikle zor bir test verdi” diyecektir. En iyimser açıklayıcı tarz, dışsal, özel ve geçicidir. Buna karşın iyi bir olay için açıklayıcı tarz tam tersine döner Mesela, matematik sınavında mükemmel bir not için depresif biri zekasını hafife alarak “O gün şanslıydım diyebilir”. İyimser insan ise “ben akıllıyım” gibi çok daha cesur bir şey söyleyebilir. Açıklama tarzlarını genellikle ebeveynimizden öğreniriz.

Hem iyimser hem de kötümser açıklayıcı tarzların avantajları vardır. Bir buluş yapabilmek için ya pazarlama gibi bazı işlerde iyimser bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Muhasebecilik ya da kalite kontrol gibi işlerde ise kötümser bakış açısı gereklidir.

Seligman “öğrenilmiş iyimserlik” isimli kitabında, insanların yeni açıklama tarzlarını öğrenerek bunalımlarının (depresyonun) üstesinden gelebileceklerini ileri sürdü. Bu, bilişsel terapinin temelini oluşturur. Bu tür terapilerde, terapist müşterilerinin inançlarına ve yaşadıkları olaylara ilişkin açıklamalarına meydan okur.

Eğer son sınavdan çaktığınız için kendinizi bunalımda (depresif) hissediyorsanız, bu açıklamaya itiraz edin ve yukarıdaki kriterlere göre daha iyimser bir bakış açısı bulun ve öğrenin. Veya birkaç espri okuyun. Bütün bu kendine-yardım hareketi aslında kendimizi daha iyi yönde değiştirebileceğimiz iyimser inancına dayanır.

etterna_ 08-02-2007 04:55 AM

Öğrenilmiş Çaresizlik Üzerine
 
Bir köpekbalığı aç halde akvaryuma konur. Akvaryum cam bölmeyle ikiye ayrılır. Akvaryumun içine bir küçük balık bırakılır. Köpek balığı küçük balığı yemek için hemen harekete geçer ama kafasını ne olduğunu anlamadığı bir şeye (cam) çarpar, şaşırır.

Sonrasında defalarca dener ama her defasında kafasını cama çarpar. Bir süre sonra küçük balığı yemek için hiçbir şey yapmaz. Onu yemeyi "başaramayacağını" öğrenmiştir.

Bu sırada aradaki cam bölme kaldırılır. Büyük balık küçük balığı gene de yemez. Çünkü çaresizliği öğrenmiştir. Ne yaparsa yapsın onu yiyemeyeceğine inanmıştır. Deneye yanıla, bir daha denememeyi öğrenmiştir. Bu duruma öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi denmektedir.
çok iyi bir kitaptan alinti art56art56 HER ŞEY SENİNLE BAŞLAR! Mümin Sekman cilgin897

Merto 08-02-2007 12:38 PM

Öğrenilmiş Çaresizlik Üzerine
 

Başarısızlık, denemekten vazgeçenlerin varettiği bir kelimedir.

ANONİM.

Denemeye devam, alınan derslerle daha güçlü olarak.

ametist 28-09-2007 01:00 AM

Ynt: Öğrenilmiş Çaresizlik Üzerine
 
dikkatinizi amacınız üzerine yoğunlaştırırsanız,bilinçaltınız ayrıntıları halleder.
Adil Maviş

nsee 09-04-2008 12:59 PM

neler yapmış anne babalarımız bize:(BALIKTAN FELSEFE
 
BALIK'DAN FELSEFE..

Bir laboratuvarda deney yapiliyor. Içinde bir büyük ve çokça küçük
baligin oldugu kocaman bir akvaryum konuyor.Haliyle, büyük olan
aciktikça küçükleri yiyor...
Daha sonra akvaryumun ortasina dikey bir cam yerlestiriliyor

böylece akvaryum ikiye ayriliyor.
Büyük balik bir tarafa küçük baliklar da diger tarafa yerlestiriliyor. Büyük balik cam bölmeyi geçmek ve küçük baliklari yemek için defalarca deneme yapiyor. Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balik artik diger tarafa geçmek için mücadele etmeyi
birakiyor.

Deneyin sonunda cam bölme kaldiriliyor. O da ne!!!
Büyük balik küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmiyor. Saatler geçtigi halde onlari yemedigi görülüyor.
Buna psikolojide "Ögrenilmis Güçsüzlük" deniyor.

Istatistiklere göre bir çocuk ergenlik yasina gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasinin, "yapma; elleme, dokunma," gibi sözlerini duyuyormus. Böyle olunca da çocukta büyüyünce "yapamama", "edememe" özellikleri gelisiyor ve özgüvenini yitiriyormus. dusun

eylulx 03-09-2008 09:37 AM

Ynt: Öğrenilmiş Çaresizlik Üzerine
 
Alıntı:

kısmen Nickli Üyeden Alıntı
dikkatinizi amacınız üzerine yoğunlaştırırsanız,bilinçaltınız ayrıntıları halleder.


hımmm evet bu da olabilir tabii ki
Adil Maviş



WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:43 PM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.