Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri

Hayatimdegisti.com kişisel gelişim ritmotrans telkinli Cd'leri (http://www.hayatimdegisti.com/forum/index.php)
-   Motivasyon (http://www.hayatimdegisti.com/forum/forumdisplay.php?f=219)
-   -   içli dışlı motivasyon (http://www.hayatimdegisti.com/forum/showthread.php?t=5499)

hakan_oz 06-04-2008 01:29 PM

içli dışlı motivasyon
 
Bir raporu yetiştirmesini beklediğiniz elemanınızı saatlerdir bilgisayar karşısında görüyorsunuz. Çalışıyor zannediyorsunuz. Ama o, herhangi bir messenger programını açmış, konuşmakla meşgul. Her sabah işe geç gelen başka birisi, hafta sonu yaptığınız trekking aktivitesine herkesten önce geliyor. Bu kişiler hakkında “Motivasyonları çok düşük” diye düşünebilirsiniz. Ama onlar, gördüğünüz gibi, chat yapmak ya da geziye katılmak için oldukça motiveler... Bu durumda daha doğru bir yargı: “Ben onları nasıl motive edeceğimi bilemiyorum” olur. Eisenhover’ın motivasyon tanımını çok beğeniyorum: Motivasyon, istediğiniz şeyi başkalarına kendileri istedikleri için yaptırtmaktır.

İÇERİDEN MOTİVASYON

Zaten dışarında motivasyon faktörleri gitgide azaldı. En son ne zaman kendiniz dışında biri sizi motive etti? Alkışladı, güzel bir geribildirim verdi, ödüllendirdi, herkese duyurdu… Bugün zamlar zam değil, unvanlar eski ağırlığındaki unvan değil. Şirket yemekleri, kurum içindeki bültenler, doğum günü kutlamaları yasak savıcı türden. Yalandan. Bizler için düşünülmüş, özel olarak planlanmış, içi dolu kutlamalar denemez. Dolayısıyla, hiçbiri gerçekten etkili de değil…

Dıştan motivasyon, kişiyi belli bir yere kadar götürebilir ama işin devamı, daha fazlası için içten motive olmak gerekiyor. “Atı suya götürebilirsiniz ama ona su içirtemezsiniz.”

İnsanın kendi kendini motive edecek şeyleri bulup çıkarması ve kendini yönetmesi şart. Bir iç enerjiden bahsediyoruz. İçten yanan ateşten. İşini severek yapan, hayatını severek yaşayan o kadar belli oluyor ki! Pırıl pırıl parlıyorlar. Etraflarını da aydınlatıyorlar. Onların iyiliği, mutluluğu yakınlarına da geçiyor. Müşteriler, iş arkadaşları, ailesi de etkileniyor.

Bazen başkalarının da bu ateşi dışarıdan beslemesi yararlı olur ama başlatan hemen her zaman kişinin kendisidir. Çoğunlukla sıradan bir elemanla başarılı biri arasındaki fark onların motivasyon düzeyidir. Kendinin ve isteklerinin farkına varamamış, kendini tanımayan kişilerle çalışan yöneticilerin de, elemanlarına bu konuda rehberlik etmekten başka yolu kalmıyor.

Durmaksızın chat yapan elemanınızın motivasyon faktörü nedir acaba? Sosyal destek mi istiyor? Grup halinde çalışmaktan mı hoşlanıyor? Belki de hareket arıyordur. Ya da birine, bir yere ait olma isteği vardır… Ya da başka bir şey. Kendisiyle konuşup, doğru soruları sorup, ipuçlarından faydalanarak, ona özgü işler, hedefler ve ödüller tanımlamak işi size düşüyor…

MOTİVASYON YAKITI

Kendi kendini motive edebilmek, duygusal zekânın (EQ) da bir faktörü… Düşüncelerimiz, davranışlarımızı meydana getiriyor. O halde, kendi kendine motivasyon, düşünceleri yönetebilmek aslında. Kendi performansımızla ilgili kehanetlerde bulunup, kendilerini doğruladıklarını görmek.

Önce bir istekle, sonra onu planlayarak bir hedef haline getirerek yola çıkmanın lazım geldiği kesin. Beş kilo mu vermek istiyorsunuz? Kitap yazmak mı? İngilizce öğrenmek mi? Bunları hedef haline getirmek için bir zamanla kısıtlamak da gerekiyor. Kararlılık ve dayanıklılık ise şart. Nietzsche, “Beni yok etmeyen dert, daha da güçlendirir” demiş ya, kendi kendine motivasyonun yakıtı da, zorluklardan çıkabilmek. Bu konunun uzmanları, arada doping almak gerektiğini söylüyor. Bir başarı hikâyesi okunmasını, özlü sözlere göz atılmasını... Bugünün dopingi bizden: “Rüzgâr, uçurtmayı daha yükseklere çıkartır.”

cigdem 03-05-2008 09:44 PM

Ynt: içli dışlı motivasyon
 
Kişinin Yaşamında Kendisi
Olarak Varolması

Doğan Cüceloğlu

Koltuğa çıkmaya çalışan 11 aylık bir bebeği kollarının altından tutup koltuğa ‘Hoppaa!’ diyerek çıkardığımı ve babasının bana söyledikleri üzerinde düşününce beş temel kavrama ulaştığımı yazmıştım. Neydi bu beş temel kavram?

1- Her çocuk, eğer özgür bırakılırsa, doğal olarak, yapabileceği, üstesinden gelebileceği hedefler belirler ve bu hedeflere ulaşmak için uğraşır. Çocuğun sağlıklı gelişmesi için çocuğun koyduğu hedefe ve o hedefe ulaşmak için verdiği uğraşa saygı duymak gerekiyor.

2- Çocuk uğraşı içindeyken ve ulaşmak istediği hedefe ulaştığı zaman kendisince önemli kişilerin tanıklığını ister. Yargılamadan, değerlendirmeden tanıklık sohbet ortamında gerçekleşir. Sohbet ortamında çocuk varoluşun altı boyutunu yaşar.

3- Çocuğun içinde yetiştiği ortamın çocuğun değişik girişimlere olanak verecek bir ortam olması önemlidir.

4- Değerlendirici ve betimleyici olarak adlandırabileceğimiz iki farklı dilin ayırtına varmak gerekir ve bu tür uğraşılar içindeyken çocukla betimleyici bir dille konuşmaya özen gösterilmelidir. Babanın, “Başardın!” yerine, “Çıktın!” demesi bu anlamda önemlidir. Değerlendirici dil alttan alta sürekli bir kıyaslama yapar ve süreç değil sonuç vurguludur. Betimleyici dil kıyaslama yapmaz, bireyin kendi dünyası içinde kalır ve içinde bulunulan durumu betimler.

5- İki farklı yaşam bilinci vardır: a) Farkında olmaya ve gayrete odaklanmış bir bilinç, b) Sonuca odaklanmış bir bilinç.

Geçen yazımda bu noktaları saydıktan sonra demiştim ki, “Sonuç vurgulu yaşam felsefesi, kişinin özdeğerini kişinin elde ettiği sonuçlarla denk tutar. Ve bu tavrıyla da kişinin kendi yaşamında kendisi olarak var olmasını zorlaştırır.



“Ne demek bir kişinin kendi yaşamında kendisi olarak varolması?” sorusunu sormuş ve bu konuyu ilerde irdeleyeceğimi söylemiştim.

Evet, ne demek kişinin kendi yaşamında kendisi olarak varolması?

Ne ilginçtir ki, bu yazıyı yazmayı planladığım gün, Zülfü Livaneli köşesinde bu konuyu ele aldı. 8 Nisan tarihli Vatan’daki Torbalar başlıklı köşe yazısına Zülfü Livaneli şu sözlerle girer:

Türkiye’de en zor şey nedir diye sorarsanız, “kendin olmak” cevabını veririm.

Çünkü bizde hiç kimse kendisi olamaz, kendi kendisini tanımlayamaz.

Düşüncesinin sınırlarını çizemez, ayrıntıları belirleyemez.

Herkes bir başkasının tanımına göre varolur.

Bir kişinin algılanışı, aslında onun kim olduğundan daha önemlidir.

Ve gerçek (o kutsal gerçek), saygı duyulması ve inceden inceye araştırılması gereken bir kavram değildir.

Geçen yazımda söz ettiğim öyküyü hatırlayın: Çocuk koltuğa çıkma çabası içindeydi, kendini tümüyle bu çabaya vermişti. Kedi gibi koltuğa yapışmıştı, o çocuk için o an bir çaba, bir uğraşı anıydı ve o çabaya kendini gerçekten tümüyle vermişti. O çabayı mış gibi yapmıyordu, o çaba çocuğun ta kendisiydi.

Bazı okullarda sınıflara giriyorum, bir öğrenciye soruyorum: “Aç olup olmadığını bilir misin?”

“Bilirim.”

“Senin aç olup olmadığını senden daha iyi bilecek kimse var mı?”

Kimi çocuklar şaşırıyor ve “Annem!” diye cevap veriyorlar. Tüm sınıf gülüşüyor. Bu gülüşmelerden sonra çocuk kendini toparlıyor, “Hayır, aç olup olmadığımı en iyi ben bilirim,” diyor.

Başka bir öğrenciye soruyorum, “Sabahleyin karşılaştığımızda sana sorsam, ‘Uykunu alabildin mi?’ diye, bilebilir misin, uykunu alıp alamadığını?”

“Bilirim,” diyor.

Ve bunun gibi soruları “yorgunluk,” “susuzluk” üstüne sorduktan sonra, “kendi yaşamında varolmak” kavramını açıklıyorum. Çocuklar diyorum, farz edin ki hiç olmak istemediğiniz bir yerdesiniz, ama ayıp olmasın diye orada oturmak zorunda kalıyorsunuz. Bir şey yapıyorsunuz, o yaptığınız şeyi yapmanızı size biri söyledi, ama gönlünüzden o şeyi yapmak hiç geçmiyor. Özgür kalsanız, istediğinizi yapabilecek durumda olsanız, oradan hemen ayrılır, yaptığınız şeyi hemen bırakırsınız.

Tahtaya büyük harflerle “HİÇ” kelimesini yazıyorum ve altına “0” rakamını yazıyorum.

Şimdi farz edin ki çok hoşlandığınız bir yerdesiniz, çok istediğiniz bir şey yapıyorsunuz. Biri geliyor, “Haydi dondurma yemeye gidelim,” diyor, siz, “Hayır, ben burada mutluyum, buradan ayrılmak istemiyorum,” diyorsunuz. O kişi size üste para bile teklif etse, oradan ayrılmak istemiyorsunuz.

Tahtaya büyük harflerle “TAM” kelimesini yazıyorum ve altına “10” rakamını yazıyorum.

“0” rakamı ile “10” rakamı arasında basamaklar koyuyorum ve her bir basamağın altına “1,” “2,” . . . “5,” . . . “8,” gibi rakamlar yazıyorum. “5” rakamının bulunduğu basamağı, “Burası öyle bir yer ki kafanızın yarısı burada ama diğer yarısı dışarıda!”

Tahtada şöyle bir ölçek görünümü oluşuyor:

0: - - -:1: - - -:2: - - -:3: - - -:4: - - -:5: - - -:6: - - -:7: - - -:8: - - -:9: - - -:10

HİÇ YARISI TAM

“Şimdi size bir soru soracağım,” diyorum: “Haftada 5 gün okula geliyorsunuz; genel olarak kendinizi bu okulda ne kadar var hissediyorsunuz?”

Şimdiye kadar yüzlerce öğrenciye bu soruyu sordum ve henüz, “Ne demek istediğinizi anlamadım; ne demek istiyorsunuz?” diyen çıkmadı.

Genellikle soru soran öğrenciler, “Buçuklu verebilir miyiz?” diye soruyorlar ve gerçekten de ciddi, 4.5, 7.5 gibi değerler yazıyorlar.

Geçenlerde 77 üniversiteli öğrencinin katıldığı bir konuşma yaptım. Kavramları açıkladıktan sonra ufak kağıtlar dağıttım, isimlerini yazmadan cinsiyetlerini yazmalarını ve şu soruya yanıtlarını yazmalarını ölçek üzerinde işaretlemelerini istedim:

“Ben kendi yaşamımda ne kadar varım?”

Kız erkek karışık yetmiş yedi üniversiteli öğrencinin dağılımı şöyle çıktı:

Değer 1 2 3 4 4.2 4.5 5 6 6.5 7 7.5 7.9 8 8.2 8.3 8.5 9 9.1 10
Kişi sayısı 1 1 2 3 1 1 1 8 1 13 1 1 13 1 1 4 15 1 8

Kişi sayısı: 77

Genel Ortalama: 7.45

Katılımcıların 36’sı kızdı ve kızların ortalaması 7.7 idi.

Geriye kalan 41 erkek üniversite öğrencisinin ortalaması 7.3 olarak kendini gösterdi.

Kız ve erkekler arasında manidar bir fark gözükmüyor.

Bazı kişiler puan verdikleri kağıt parçalarının üzerine notlar koymuşlar. Aşağıya alıyorum:

23 yaşındaki bir erkek:

Kendi yaşamımda 10 varım, ama bazı şeylere tam müdahale edemiyorum, kendimi sıkıyorum.

27 yaşında bir bayan:

Yalnız kaldığımda 10
Kalabalıklar içinde 3
Ailemle 10
Sevgilimle 5
Ağlayınca 10
Gülünce 5
(Bu bayanın sevgilisiyle ilişkisi ve ayrıca hüzünde kendini bulması üzerinde ayrıca düşünmeye, irdelemeye değer bir konu.)

Kendini 25 hisseden ama gerçekte 35 yaşında olduğunu söyleyen bir bayan:

9 vermiş ve parantez içine şunları yazmış: (10 demek istiyorum, ama ayıp olur diye (9) yazdım.)

(Bu bayanın yazdıkları o bayana özgü bir şey mi yansıtıyor yoksa toplumumuzda kendisi olarak var olmak bir bayana yakışmayan bir tutumu mu? İrdelemeye değer.)

***

Kişinin kendi yaşamında var olmasına olanak sağlayan ortamlar bu yazının girişinde belirttiğim beş özelliğin ortamda yer almasına bilinçli olarak fırsat verirler. Kişinin kendi yaşamında var olmasına olanak sağlamayan ortamlar bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu özelikleri yok ederler.

Ve böylece iki farklı gelişme ortamından söz edebiliriz: kişinin kendi yaşamında kendisi olarak yer almasını olanaklı kılan ortamlar ve olanaksız kılan ortamlar. Anababalıktan, çocuk yetiştirmekten söz ederken esas üzerinde durulması gerekenin bu olduğuna inanıyorum.

Doğan Cüceloğlu (23.04.2008)

benim hoşuma gitti sizinle paylaşmak istedim.


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:21 PM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.