![]() |
Kaktüs sayesinde Cihangir'e geri dönüyoruz... Kaktüs sayesinde Cihangir'e geri dönüyoruz... Gülden Güre Kendimi bildim bileli yalnız kalmak istediğimde bir taksiye atlayıp "Şöför bey, iyi günler, Cihangir'e lütfen," derim... Evden bile kaçıp yalnız kalmak istediğim an; sadece kendimle baş başa kalıp hayatın içerisinde yaptıklarım ve yapamadıklarım arasında bocalarken her zaman Cihangir'de içilen bir fincan kahve ve sigara en güzel yoldur, kaybolduğum yollarda kendimi bulabilmek için... Sakın beni sürekli depresyonda sanmayın ama bunu o kadar uzun yıllardır ve düzenli olarak yapıyorum ki anlatamam. İlişkilerimdeki problemimde, hayatla verdiğim kavgada, kız arkadaşlarla yıllar sonra yaşanan tatsız kıskançlıklarda, kızımı büyütürken bunalıp her "nefes almak" istediğimde, evlenirken, boşanırken, her yazacağım yazıya başlamadan önce yaşadığım başlık-spot karmaşasında kısacası hayatın bana getirdiği her problemi hep Cihangir'deki masada çözüme kavuşturmuşumdur. Taa ki geçen yıla kadar... Her ne oldu bilmiyorum ama sanki gizli bir el Cihangir'deki masalara dokundu ve büyü bozuldu... Artık oraya gittiğimde de çözüm yerine yeni dertleri çantama tıkıp eve dönmeye başladığımda anladım ki hayatta gerçekten bazı şeyler çok önemli. Ne gibi mi? Birden fark ettim ki, Cihangir'deki masalar benim için çok özeldi ama hepsi değil, birçoğunda ben de maskemi takıp oturuyordum. Eski masalarımızda kendimdim ve sağımdaki, solumdaki, önümdeki, arkamdaki herkes de gerçekten kendisiydi. Cihangir'de buluşurduk hepimiz tek bir gün bile sözleşmeden; birbirimizin gözü önünde ağlardık, gülerdik hayata ya da hayat bize! Birçok yazılar, birçok filmin senaryosu ve birçok albümün şarkıları sessizce hep o masalarda yaratılmıştı... Çocuklar gibi hür ve mutluyduk ve Cihangir bizler için -30'una gelmiş herkesin- evcilik oynadığı günler kadar hayal doluydu. Cihangir'de evimizde gibiydik. Henüz kafe çıkışlarını paparazziler sarmamıştı ve birden bire her ne olduysa Cihangir "ikinci evimiz" konseptinden çıkıp popüler kültürün kucağında yaşayanların yuvası haline geldi. Durum böyle olunca tüm oyun arkadaşlarımla beraber Cihangir'i terk etmek durumunda kalmıştık. Artık dağılmıştı tüm oyun arkadaşlarım ve birden bire hayat bizi her sıkıştırdığında herhangi bir taksiye binmek için kolumuzu kaldırmaya bile mecalimiz kalmamıştı. Böyle geçirilen bir yıl, benim için bir ömür kadar uzun gelmişti. Popüler olan her şey neden mahvolmak zorundaydı? Hem popüler olup hem de özel kalamamak neden kaynaklanır ki? Koskoca İstanbul'un içerisinde bir tek Cihangir'imiz vardı kendimiz gibi yaşadığımız. Evet, kabul Beyoğlu'nda da ikinci evlerimiz vardı, misal Kaktüs gibi ama Cihangir'in havasından mıdır suyundan mı bilinmez; hiç özenli giyinmeden kendini dünyanın en şık insanı, hiç makyaj yapmadan kendini dünyanın en güzel kadını ve hiç'ken her şey olduğunu hissettiğin tek yerdi orası. Hal böyle olup da masaları kimin eli kimin cebinde oyununu oynayanlar, mekan girişlerini de paparazziler kapınca bizler de evlerimize kapanma kararı aldık! Ama Cihangir'den gelen haberler kesilmek bilmedi tabii ki... "Hani hatırlar mısın, köşede bakkal vardı ya o kapandı, bilmem ne kafe oldu; otopark vardı ya orası da bilmem ne bar, hani şu inşaat alanı vardı ya orası da bilmem ne restoranı oldu," diye türlü türlü haberleri duyup da duymazdan geldim hep. En son çok yakın bir arkadaşım ki o da aynı popüler kültür derdinden muzdarip, "Cihangir'de Kaktüs açıldı, hadi gidip bir bakalım," dedi. Dedi demesine de ne yalan söyleyeyim hiç içimden gelmedi oraya gitmek ve aylardır erteledim hep bu arkadaş ricasını. Çünkü Kaktüs'ün de Beyoğlu'na açıldığı ilk gün tesadüfen oradaydık ve üniversite 2. sınıf öğrencisiydik. Kaktüs'ün özel bir yeri vardı bende hep. Üniversite sıralarında gazeteci olmak için debelenirken final ödevleri için verilen haberleri hep o masalarda yazmıştık. Okul bitince soluğu Kaktüs'te alırdık ve o zaman ne cep telefonu ne de Msn, iletişim sadece evdeki telsiz telefon ve sokaktaki ankesörlü telefonken; hiç haberleşmeden Kaktüs'te buluşurduk! Sonra Kaktüs bizler için film festivali zamanı film aralarında buluştuğumuz bir yer haline gelmişti. (Sanırım kilit noktası bu benim için; evim gibi hissettiğim mekanlar, sözleşmeden buluşmalar ve Cihangir ya da Beyoğlu'nun haritadaki genel adı itibariyle Taksim!) Taksim! Evet Taksim! Ama yine de Cihangir... Her neyse bir Pazar sabahı katakulliye getirilip bir anda ağzımdan "Tamam, gidelim Cihangir Kaktüs'e," çıkıverdi... Cihangir'in içine değil de dışına açılan bir mekanda, yine bahçe ağırlıklı bir konseptte ve yine tahtalara tebeşirlerle yazılmış menü! Ve yine yolun ortasında olmasına rağmen kendini dünyanın en güzel yerinde hissettiğin gerçek bir Cihangir mekanı olmuş. Gerçekten "Helal olsun!" dedim. Herkes salaş terlikler ve pantolonlarla gülüşüp eğleniyor. Her şey ama her şey kedili; kül tablaları, fincanlar... Menü de harika, özellikle kahvaltı için hazırlanan pişi'ye çok güldüm çünkü anneannem ve annemin evinde her Pazar sabahı "mayalı hamurların sade kızartılmış şekli" ya da gerçek adıyla "pişi" ya da kızımın deyişiyle "pişti" yanında beyaz peynir ve enfes ege zeytinleriyle soframızda bulunurdu. Aynısını yıllar sonra Kaktüs'te bulunca, tabii ki bir hoş oldu içim. Salatalarda da çok iddialılar, özellikle rokfor soslu peynir salatası ve ortaya karışık alabileceğiniz başlangıçlar harika. İster tavuk parçaları, ister patates isterseniz de sebze tabaklarını karışık seçin öylesine bir menü hazırlayın. İster sadece kendinizi alın gidin, isterseniz süslenip püslenip gidin; bildiğiniz tipik Cihangir mekanı olmuş Kaktüs; şekillerin önemli olmayıp da hislerin yaşadığı bir mekan... Kaynak: Joy Dergisi |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 07:35 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.