![]() |
Zihin ve beden Bedenin ve zihnin biyolojik olarak nasıl çalıştığı konusu günümüzde oldukça ileri aşamalara varmıştır.Ancak her ikisinin karşılıklı olarak birbirlerini nasıl etkilediği ve bu etkileşimden kişiyi nasıl oluşturduğu konusunda sorulması gereken pekçok soru vardır.Her şeyden önce zihin ve bedenin ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız olgular olmadığı besbelli bir şeydir.Bunların aralarında belirli bağlantılar olduğunun kanıtlarından biri psikosomatik hastalıklardır.Bu tip hastalıklar belirli oranda ruhsal etkenlerin yol açtığı fiziksel bozukluklardır.Diğer taraftan zihinsel davranışların,bedenin hastalığa yakalanma duyarlılığını etkilediğini pekçok olayda gözlemliyoruz.Burada bizim için problem olan nokta,beden ile zihin arasındaki ilişkinin nitelik ve nicelik olarak hangi boyutlarda olduğu ve karmaşıklık derecesidir.Başka bir ifade ile zihin ve bedenin birbirlerini nasıl denetledikleri veya etkiledikleri konusunda bildiklerimiz henüz tam olarak açıklanamamaktadır. Günümüzde bu konuda bazı olguları daha iyi anlamış durumdayız.En azından beynin bedeni nasıl denetlediğini ve bedensel fonksiyonları nasıl değişikliğe uğrattığını çok daha iyi biliyoruz.Beyinden gelen denetleyici eylemler sinir yolları ile organlara taşınır.Bu denetim,örneğin soluma ve kalp atışının düzenlenmesi ile ilgilidir.Diğer bir sistem kimyasal niteliktedir ve görevini kan damarları aracılığı ile yerine getirir.Bu sistemi hipofiz bezi düzenler.Aynı zamanda sistem ile beyin arasındaki bağlantıyı sağlar. Beyin ile zihin arasındaki ilişki ve birbirlerini etkileme konusu milattan önceki çağlarda da merak ediliyordu.Hippokrates,beynin fonksiyonu konusunda günümüze dek ulaşan görüşlere sahipti.Beynin insan bedeninin en güçlü organı olduğunu kabul etmişti.Ona göre gözler,kulaklar,dil,eller ve ayaklar beynin belirlediği biçimde çalışırlar.Bilincin beyinde oluştuğunu söylemişti.Ancak Hippokratesin bu görüşleri ondokuzuncu yüzyıla kadar dikkate alınmadı.Arada kalan bu dönemler antik çağın ileri görüşleri ile uyuşmayan pekçok bilimdışı görüşlerle doludur.Örneğin beynin ortaya koyduğu işlev,beyin boşlukları arasında bulunan ruhun hareketi ile açıklanıyordu.Veya beynin gönderdiği mesajların beyin boşluklarından akan bir sıvı aracılığı ile sinirlerden geçerek kaslara iletildiği sanılıyordu. Yirminci yüzyılın başlangıcında bedenin kendi işlevlerini nasıl yerine getirdiğine dair bilimsel bilgi artmaya başladı.Solunum ve beslenmenin fizyolojisi ile anatomi ve doku yapısının ayrıntıları çok daha iyi kavrandı.Beyinden gelen ve beyne giden mesajların iletim şekli ayrıntılı olarak tanımlandı.Çok küçük oluşumları görmeyi sağlayan büyütme ile ilgili aygıtların ve transistör gibi araçların da keşfiyle beyindeki hücre faaliyeti daha ayrıntılı şekilde incelendi.Biyokimya ile hücre içindeki oluşumlar iyice anlaşılmıştır.Nihayet bilgisayarlar sayesinde sinir sisteminin çalışması ve bilincin tanımında bir hayli yol alınmıştır. Bugün için vardığımız noktada beynin ,duyuların kendisine ilettiği bilgileri işlemek için oluşan bir organ olduğunu kabul ediyoruz.Beyin kendisine dış dünyadan gelen bilgilerden sonra dış dünyanın bir modelini kurar.Bu model ,devamlı olarak gelen diğer bilgilerle oluşum sürecine devam eder.Burada göz önünde bulundurmamız gereken başka bir konu da beynin ne gördüğünü belirleyen özelliğin sadece duyu organlarımızın ilettikleri ile sınırlı olmadığıdır.Beynin aynı zamanda kendisine gelen bilgileri nasıl işlemek istediği ve kendi özel dünyasını nasıl yorumlamak istediği ana işlevinin ayrılmaz bir parçasıdır.Hepimizin bildiği gibi insanların çoğu dış dünyaya ilişkin ortak algılara sahiptir.Ancak her bir bireyin kendisine ait kişisel gerçekleri de vardır. |
| WEZ Format +3. Şuan Saat: 01:33 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.