![]() |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Büyük kızım küçükken -sanırım anaokuluna gidiyordu- sabahları yatağında beş dakika otururdu, ben de karşısına otururdum. Küçük, spontan bir oyun oynardık. Ben, bir hayvan, eşya veya bitki rolüne girerdim, o kendisi olurdu ve karşılıklı bir drama veya fabl diyebileceğimiz bir şey sergilerdik. Bir sabah uyandı, oturup battaniyeye sarıldı ve "Hadi bana bir ağaç ol" dedi. O sabah, canım sıkkındı, keyfim yoktu; son günlerde irili ufaklı bir çok olay moralimi bozmuştu. İçime baktım, oyun oynamak istemediğimi hissettim ve dürüstçe bunu kızıma söylemeye karar verdim. "Canım benim" dedim "bu sabah keyfim yok, canım sıkılıyor, ağaç olmak istemiyorum." Bir an durdu ve parmağını uzatarak "Baba tamam" dedi "O zaman üzgün bir ağaç ol. " Tekrar içime baktım, neşeli bir ağaç olmak istemiyordum ama üzgün bir ağaç olabilirdim. Ve üzgün ağaç oldum. Birilerinin meyvelerimi taşladığını, insanların canımı sıktığını anlattım. Anlattıkça, hafifledim, ferahladım. Beş dakika bittiğinde rahatlamıştım. (İfade edilen sıkıntı, çoğunlukla bizi rahatlatır.) Kıssadan hisse: Yaşamın her zerresi kutsaldır, değerlendirilmelidir. Güzelliklerden güzellikler çıkar; ama sıkıntılardan da güzellikler çıkarmak mümkündür. |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Eski Yunandan bir bilge "İnsan evrenin merkezindedir" demiş. Bu sözü çeşitli şekillerde yorumlamak mümkün. Bir: İnsan önemlidir; her şey insan içindir. Örneğin; insanlar kanunlar için değil, kanunlar insan için olmalıdır.Bilim ve sanat insan için olmalıdır. "İnsan evrenin merkezindedir" sözünün ikinci yorumu şöyle olabilir: Dış uzay çok büyüktür; ama iç uzay da,yani insanın içindeki uzay da çok büyüktür. İnsan bu iki uzayın tam ortasındadır, yani evrenin merkezindedir. Bugünkü bilgimize göre dış uzayda binlerce, binlerce galaksi var, güneş var. İç uzayda da binlerce hücre, binlerce gen var. İnsan da bunların arasında. İnsanın evrenin merkezinde bulunduğu görüşü, galiba asıl insanın beyniyle ilişkili. Şöyle ki: 200 milyar civarında galaksi var evrende. Güneşimize en yakın ikinci güneşe, mevcut uzay gemisiyle 57 bin yılda ulaşabilirmişiz. Evrenimizde 10 üzeri 21 tane (yani 1, 000, 000,000, 000, 000, 000, 000 tane) Güneş var. Sonuç: Siz, bu evrende çok küçüksünüz; bir nokta bile etmezsiniz. Ama sizin şu ufacık beyniniz muhteşem bir şey başarıyor. Beyniniz, modelleme yoluyla bütün bir evreni alıp kendi içine sokuyor. Ben size, "Dış uzayda 200 milyar galaksi var" dediğim zaman, zihninizde az buçuk bir şeyler canlanıyor mu? Sanırım "evet" diyorsunuz. Demek ki evren beyninize girmiş. Siz, dışarıdaki evren ile beyninizdeki evrenin arasında, iki evrenin tam ortasında bulunuyorsunuz. Dışarıdaki evren çok büyüktür. Ama siz, modelleme yoluyla (bu işlemi hiçbir bilgisayar, sizin beyniniz dışında hiçbir makine beceremiyor.) dışarıdakine eşit bir evreni beyninizin içinde taşıyorsunuz. Dışarıdaki evrenin çapı, sizin beyninizin çapına eşittir. Siz gerçekten evrenin merkezindesiniz. |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Çünkü siz, evreni fark edebilen, algılayabilen, yorumlamaya çalışan, evrenin çapını ölçebilen bir varlıksınız. Siz, evreni idrak edebilen, ufak ama muhteşem bir varlıksınız. Çapınız küçük, kapsamınız muhteşemdir. Siz evreni idrak edebiliyorsunuz. Bilgisayarınız bunu yapamıyor, evreni ve tarihini idrak edemiyor. Güneşimizi bugüne kadar çok güzel şeyler yaptı; ama bunun farkında değil. Güneş, ne evreni idrak edebiliyor ne kendisini ne de yaptıklarını. Siz, yaptıklarınızı ve yapabileceklerinizi idrak edebilen bir varlıksınız. Siz muhteşem bir evrende yaşayan ve onu beyninde taşıyabilen bir varlıksınız. Siz muhteşem bir evrende yaşayan ve onu beyninde taşıyabilen bir varlıksınız. Madem böyle muhteşem insanoğlu, o halde niçin böylesine yalnız, mutsuz ve öfkeli? |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar "İnsan evrenin merkezindedir." sözünde, bu sözü söyleyen bilgenin kastetmediği bir de olumsuz anlam, üçüncü bir anlam gizli belki. O da şu: İnsanoğlu bencildir, kendini dünyanın merkezinde kabul eder; her şeyin onun için olduğunu, her şeyi keyfince sömürebileceğini düşünür. İnsan, bir yandan iletişim kurar, sosyaldir, yardımseverdir; ama bir yandan benmerkezcidir (egosantriktir), olaylara karşısındakinin bakış tarzıyla bakmaz, onunla empati kurmaz. Bir insan eğer benmerkezci davranıyor, kendini karşısındaki insanların, ötekilerin yerine koyamıyor, onların bakış tarzlarını kavrayamıyorsa, bu durumu "öteki-bilmezlik" olarak adlandırmak istiyorum. (Kadir bilmezliği çağrıştıran bir kavram oldu.) Bir insan, benmerkezci davrandığında, sadece kendi bakış tarzını önemseyip ötekini bilmediğinde, onun bakış tarzını kavrayamadığında sorunlar çıkar ortaya. |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Bir müdür, hata yapan elemanına bağırıyor. Bu müdüre niçin böyle davrandığını sorsak, büyük ihtimalle şöyle der: "Beni sinirlendiriyor. İşlerini doğru dürüst yapsalar bağırmam." Bu müdür, olaya yalnızca kendi açısından bakmakta, ben-merkezci davranmaktadır. Elemanının istemeden hata yapmış olabileceğini, kendisine bağırılmasından, özellikle başkalarının yanında bağırılmasından hoşlanmadığını düşünmemektedir. Eğer bu müdür bağırdığı zaman elemanının rahatsız olduğunu fark edemiyorsa, ben-merkezcidir, öteki-bilmezdir, bu yüzden de empati kuramıyordur. (Eğer müdür, elemanının rahatsız olduğunu biliyor ama aldırmıyorsa, ben-merkezci değildir, öteki-bilmez değildir. Peki nedir? Sadistçe davrandığını, eziyetten hoşlandığını düşünsek yanılmış olur muyuz?) Çatışmalarda insanların ben-merkezci davrandıklarını, çok net bir şekilde olmasa da kısmen görebiliriz. Ancak ben-merkezciliği daha iyi görebilmek/gösterebilmek için okuyucularıma birkaç soru soracağım: 1. Soru: Sıcak havada üç-beş günlük bir leş (hayvan ölüsü) nasıl kokar? 2. Soru: Kaliteli bir losyon nasıl kokar? 3. Soru: Zeytinyağı sağlığa yararlı mıdır? |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Lütfen yukarıdaki soruları cevapladıktan sonra kitabı okumaya devam ediniz: Herhalde birinci soruya "Leş pis kokar" diye cevap verdiniz. Bakınız bence, "Leş pis kokar" demek ben-merkezci bakış tarzının ürünüdür. Çünkü, leş pis korkmaz, leşte bir pislik yoktur. Leş, taze et yiyen canlılara, aslana, insana pis kokar. Aynı leş, sırtlana, akbabaya herhalde misk kokuyor. Leşte bir pislik yoktur; leş, taze et yiyen canlılara,insana, aslana pis kokar; leş, sırtlana misk gibi kokar. İkinci soruya herhalde "Losyon hoş kokar diye cevap verdiniz. Aynı şekilde losyonda da herkes için geçerli bir hoşluk yoktur. Losyon bize güzel kokar; bazı hayvanlara iğrenç kokar; losyondan bucak bucak kaçarlar. Herhalde üçüncü soruyu da "zeytinyağı sağlığa yararlıdır" diye cevapladınız. Bu cevap da ben-merkezci bakış tarzının, öteki-bilmezliğin ürünüdür. Zeytinyağı bi zinsanlara yararlıdır; ama bir damlası bazı böcekleri öldürürmüş. Bakınız, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, dünyaya bakarken kendimizi merkez alıyoruz, ben-merkezci düşünüyoruz. Dilimiz ile bu düşünme sistemi arasında paralellik oluşturmuş bulunuyoruz. "Leş pis kokar, losyon güzel kokar" derken dünyada bizim dışımızda da yaşayanlar bulunduğunu unutuyoruz. "Benim düşüncelerim en doğrusu" derken de bunu yapıyoruz. (Arada ben de yapıyorum bunu.) Ama unutmayalım: Losyon bize güzel kokar, zeytinyağı insan sağlığına yararlıdır. Bu bilgiler bütün canlılar için geçerli değildir. Ben-merkezciliğimizi üç grupta toplayabiliriz. Bunlar, fiziksel, zihinsel, duygusal. |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Sokakta bir adres sorduğunuz zaman, insanların en az yarısı, eliyle göstermeden "soldaki yolu izle; sağa dön" benzeri şeyler söylerler. Bunu söyleyen kendi solunu kasteder; o kişi karşınızda durduğu için onun solu sizin sağınız olur. Aslında sizin sağ tarafa gitmeniz gerekir ama o "sol" dedi diye siz sola, yani yanlış tarafa gidersiniz. (Bu durum yalnızca ülkemizde değil, dünyanın hemen her yerinde karşınıza çıkar.) Adres tarifindeki bu yanlışlık, tarif eden kişinin ben-merkezciliğinden kaynaklanmaktadır. Tarif eden kişi kendini karşısındakinin yerine koymamakta, fiziksel açıdan ben-merkezci düşünmekte ve davranmaktadır. |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Bir ırmağın bu yakasında bir adam varmış. Karşı yakasında da başka bir adam. Irmak geçilmesi zor bir ırmakmış. Bu yakadaki karşı yakadakine seslenmiş: "Hey, karşıya nasıl geçebilirim?" Karşı yakadaki adam hayretle cevap vermiş: "Ne lüzum var, sen zaten karşıdasın." Nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Internet'teki imzasız öykülerden biriydi galiba. İnsanın ben-merkezciliğini güzel anlatıyor. Bu öyküyle benzer bir şey var. Nice İstanbulluya "Nerede oturuyorsun?" diye sorarsanız size "Karşıda" diye cevap veriyor. Anadolu'da oturanlar da öyle, Rumeli'de oturanlar da öyle. Araba park ederken yardım eden çok olur. Arkadan şöyle bir ses duyarım: "Gel, gel, gel, sağ yap, sol yap, topla,topla... " Ne yana toplamanı gerektiğini hiç anlamamışımdır. Dünya haritasına bakınız. Avrupa kuzeyde, yukarıdadır. Bunun nedeni, coğrafyayı, coğrafyanın matematiğini geliştirenlerin Avrupa'da yaşamış olmaları... Uzayda dünyanın aşağısı-yukarısı yoktur. Ama yeryüzünde bir yerküre yaptığında, kendi ülkesini yukarıya yerleştirmek insanoğluna iyi gelmektedir. Eğer coğrafyayı Aborijinler geliştirmiş olsalardı, Avustralya bugün haritaların yukarısında bulunurdu. (Aborijinler kendilerine "Gerçek insanlar" diyorlarmış; galiba aynı şeyi Batılılar da kendileri için düşünüyorlar.) Fiziksel ben-merkezcilikle ilgili bir son söz: Dünya gördüğünüz gibi değildir. Leş "size" pis kokmaktadır; dünya da size böyle görünmektedir. Eski Yunan'da bir bilge, muhteşem bir sezgiyle "Cisimlerde renk yoktur; renk ışıktadır." demiş. Galiba olay şu: Bir cisimden gözünüze belli dalga boylarında ışık gelir; beyin bunu yorumlar, "kırmızı" diye algılar. Cisimlerde renk yoktur; renk beyninizdedir. Nitekim bir köpek veya arı dünyayı bizim gibi görmez. Dünya bizim gördüğümüz gibi değildir. Sağlam bir duvarın dopdolu olduğunu görürüz. Oysa o duvarın on binde biri atomların çekirdekleri ve elektronları tarafından doldurulmuştur; atomun içinde büyük bir boşluk vardır. Duvarın on binde 999'u boştur. Biz dolu görürüz. |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Karşımızdakilerin dünyayı ve olayları algılama ve düşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, bizim algılama ve düşünme biçimimizin ise tek doğru olduğunu düşünmek zihinsel ben-merkezciliktir. Fiziksel ben-merkezcilik, zihinsel ben-merkezciliği besler. Diyelim ki çocuğunuza matematik ödevinde yardım ediyorsunuz. Size göre kolay bir şeyi anlamadı. Çocuğa "Yavrum bak çok kolay" deriz. Leşte pislik yoktur, bize pis gelir. Problemlerde de kolaylık veya zorluk yoktur; bize göre kolay veya zordur. |
Cevap: Küçük Şeyler'den Alıntılar Bir Bektaşi saz çalmayı bilmiyormuş. (Belki de biliyordu da bize ders vermek için bilmiyor gözükmüş.) Bilmediği için de sol elinin bir parmağını sazın bir perdesinde hareketsiz tutup sağ eliyle de çalar gibi yapıyormuş. Bir ara birisi "Erenler, başkaları ellerini perdede gezdiriyor, senin elin niçin sabit?" diye sormuş. Bektaşi, "Benim tuttuğum yer en doğru yerdir. Onlar benim tuttuğum yeri arıyorlar." demiş. Yukarıdaki öykü, ben-merkezciliği çok güzel anlatıyor. Ben-merkezci kişi, kendi bakış tarzının, kendi düşüncelerinin tek doğru olduğunu, kendisi gibi düşünmeyenlerde bir bozukluk bulunduğunu düşünür. Bazen de kendi gibi düşünmeyenleri değiştirmeye, kendine benzetmeye çabalar. İnsan ilişkilerinde ben-merkezcilikten tamamen uzaklaşmak herhalde mümkün değil, belki gerekli de değil... Ben-merkezciliğin fazla olmaması yeterli... |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 01:20 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.