Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-02-2011, 06:18 PM   #6 (permalink)
cent
Binbaşı
 
cent - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 1,632
Tesekkür: 234
488 Mesajinıza toplam 2,287 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
cent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to all
Standart Cevap: KUANTUM SIÇRAMA NEDİR?

PARA VE BOLLUK YARATMA
Bolluk, şeylerin sayısal çokluğudur. Bunlara sâhip olanlara, biz “zengin” diyoruz. Ancak bu çokluğun, bizi mutlu etme amacına hizmet eden araçlarla ilgili olması gerektiği de unutulmamalı. Çok araba, çok ev, çok domates, çok kalem, çok para gibi. Gerçi, bir şeyin ne kadar olduğunda “çok” olacağını tayin edecek olan da biziz aslında.
Bize mutluluk getirecek olan çokluğun içinde bir çok unsur yer alır. Günde kaç kez kahkaha attığınızla, kaç kez birisini mutlu ettiğinizle, kaç kez kendinizi mutlu ettiğinizle, kaç yeni şey öğrendiğinizle, kaç dakika boyunca doğaya huşu içinde baktığınızla ilgili şeyler mutluluk resminin çeşitli parçalarıdır.
Mutluluk, kendi hedeflerinizin peşinden mi gittiğiniz, yoksa size gösterilen hedeflere doğru mu ilerlediğinizle de ilgilidir.
Para söz konusu olduğunda, biz şunları isteriz:
1- Para, keyifli bir çaba sonucunda elimize gelsin.
2- Para kazanmak için çok fazla çalışmaya gerek olmasın, yeteri kadar çalışalım.
3- Parayı, hep başkaları için değil, kendimiz için de harcayalım.
4- Paranın akışında bir süreklilik olsun.
5- Geldiği gibi gitmesin. Bir kısmını da biriktirebilelim.
6- Para ile satın aldığımız şeyler, bizi mutlu etsinler ve işimize yarasınlar.
7- Paranın kontrolü bizde olsun.
Para ile ilgili bir çalışma yaptığım bir katılımcı bana şöyle demişti: “Yahu kardeşim, aileden kalan bir dolu gayrimenkul var. Biz burada yokluk çekiyoruz. Bu ne iş?”
Ona, parayla olan ilk ilişkisinin nasıl başladığını sordum. Biraz düşündü ve anlatmaya başladı:
“Mahallemizdeki bir dükkanda bir oyuncak araba beğenmiştim. Babam bana harçlık verdi. Koşa koşa dükkana gittim, ama dükkân kapalıydı. Ya akşamdı ya da Pazar’dı herhalde. Ertesi gün yine gittim, yine kapalıydı. Ben ağlamaya başladım. Bunun üzerine ağabeyim: ‘Ver oğlum şu paranı, ben sana onu alırım’ dedi. Ama o da almadı bana bir şey.”
“Şimdi senin parayla olan ilişkinin röntgenini çektik” dedim.
“Para sende var, ama kendin için harcayamıyorsun. Kalıp böyle, senin parayla ilgili kaderin bu.”
Böyle bir kalıbı değiştirmek için yapılması gereken şey, şudur: O zaman geri gidin ve o anı değiştirin. Yapılacak şey bu. Elinizdeki para ile o ana gidin ve dükkana girin, bu kez kapı açık olsun. Parayı uzatıp-arabayı alın. Keyifle oynayın onunla. Bu sahneyi bir çok kere yaşayın zihninizde.
O anla ilgili görüntüleri görün, sesleri duyun ve oyuncağın temasını hissedin elinizde. Beyin ve bilinçaltı gerçek ile gerçek olmayanı birbirlerinden ayırt edemezler. Onlar için her ikisi de aynıdır.
Bu tekniği uyguladıkça, bir süre sonra kalıplarınız değişmeye başlar. İşe, buradan başlamak gerekir. Yâni, en temel düzeyden.
Beynimizin içi, parayla ilgili bir sürü negatif inançla doludur. “Para kolay kazanılmaz” bunlardan sâdece biridir. “Paranın elimizin kiri” olduğunu söyler-dururuz hep. Onun kirli bir şey olduğunu ima ederiz.
Ancak “şu kadar” kazanabileceğimize inanırız. Ondan yükseğine ulaşabileceğimize ise, inanmayız. Bir sınır çizgisi çekeriz kendimize.Kimimiz de parayı kendimiz için harcayamayız. Hep başkalarına verilmesi gereken bir şeydir para.
Oysa para, ruhsal bir şeydir. Zâten dünyada ruhsal olmayan bir şey yoktur aslında.
Zenginlerin hepsinin kötü olduğunu düşünürüz. Ve fakirlerin de erdemli. Bâzı fakirlerin kötü ve bâzı zenginlerin de iyi olabileceklerine inanmak istemeyiz.
Para kazanabilmek için, mutlaka başka kişiler tarafından kabul edilebilir bir mesleğe sâhip olunması gerektiğini düşünen kişiler de vardır. Tuhaf, yeni ve tarif edilemeyen bir mesleğe sâhip olmak ürkütür insanları.
Örneğin bana “sizin mesleğiniz ne?” diye soranlara: “Ben, Kuantum Düşünce Uygulayıcısı’yım” dediğimde, bir çok kişi bana boş boş bakar.
Bugün dünyada, sevdiği işi yaparsa aç kalacağını düşünen kaç kişi var acaba? Onların sayısının çok olduğunu biliyorum.
Bir başka engelleyici inanç da, sâdece parayı kazanmak için çalışmaktır. Oysa gerçekte parayı kazanmak için, önce işinizi iyi yapmayı hedeflemelisiniz. Bu durumda zâten para kendiliğinden gelecektir. Severek yapılan işin ödülü çifte olur; hem yaparken mutlusunuzdur, hem de daha çok kazanırsınız.
Küçükken bizim mahallede bir nane şekerci vardı. Adamın bir ayağı yoktu ve koltuk değneği ile yürüyordu. Sokağa mutlaka her gün gelirdi. Şöyle elini kulağına koyar ve yanık sesiyle bir mani okurdu: “Hem niyet, hem nane var, herkesin niyetini yazıyor, aman da ne güzel nane şeker!” Biz bütün çocuklar toplanır ve ondan mutlaka birer şeker alırdık.
Yıllar sonra onu, yine aynı mahallede nane şekeri satarken gördüğümde şaşırmıştım. Aradan en az kırk yıl geçmişti. Ve adam aynı şekilde işini yapmaya devam ediyordu. Normalde daha yaşlı olması gerekiyordu. Üstelik sakat ayağı ile sokaklarda yıllarca dolaşmıştı, ama yine de dinç ve sağlıklıydı. Beni asıl şaşırtan şey başkaydı. Ona yıllar önce kendisinden nasıl şeker aldığımızı anlatınca; o da bana, iki oğlunu bu şekilde nane satarak üniversitede okuttuğunu ve ikisinin de şimdi meslekleri olan saygın insanlar olduklarını söyledi. Artık bir kenara oturup-dinlenebilirdi. Ama o, hâlâ çalışmaya devam ediyordu.
İLİŞKİLERİN SIR DOLU DÜNYASI
Deneyerek öğrenme, dünya hayatının temel yasasıdır. Dolayısıyla “tek atışta onikiden vurmak” ve sonuç olarak “hep onikide kalmak” gibi bir şeyin, gerçek dışı bir ütopya olduğunu da kabul etmek gerekir.
Karşıtlık Yasası, öğrenme sürecinin en etkili kuralıdır. Sevgiyi öğrenmek için sevgisizliği, zarafeti öğrenmek için de sertliği deneriz.
Bu öğrenme sürecini en derinden etkileyen şey, ilişkilerdir. Önce aile ilişkileri ve sonra da karşı cins ilişkisi. İnsanın kendisini keşfetme serüveninin içinde, işini ve eşini bulması çok büyük bir önem taşır.
Karşı cins ilişkileri bir tür meydan okumadır bu yüzden. “Tek seferde doğruyu bulmak” diye bir şey söz konusu olmayabilir. Denemek; yanılmaktan, ağlamaktan, gülmekten ve bütün bunların harmanlanmasından oluşan bir süreçtir. Çünkü tekâmül; olmadığınız şeyi deneyerek, ne olduğunuza karar verdiğiniz bir süreçtir. İlişkiler için de böyledir bu, iş söz konusu olunca da aynısıdır.
Egosal bilinçlerinin kontrolünde bulunan kişiler, eş tercihlerinde genellikle hayatlarında önemli bir rol oynayan karakterlerin benzerlerini seçerler. Yâni güven ihtiyaçlarını karşıladıkları anne, baba ya da onlara bu güvenceyi veren bir diğer kişiye benzer birisini. Böyle olunca, hem bir yandan o kişiye bağlı olmak ve ona yakın olmak isterler, hem de diğer yandan kendilerini keşfetmek, özgür ve güçlü olmak ihtiyacını hissederler.
Egosal bilinç düzeyinde kaldıkları sürece, bu ikisi birbiriyle uyuşmaz ve bu yüzden de çelişkiye düşerler. Bunun sonucunda, bağmlı olmak ile özgür olmak arasında gidip-gelmeler meydana çıkar. “Ne seninle-ne de sensiz” durumu yâni. Bir çok kişinin ilişkilerinin durumu aşağı-yukarı böyledir.
Uyumlu bir ilişki için, kişinin mutlaka negatif çekirdek inancını değiştirmesi gerekir.
Genellikle biz, tekâmül sürecinde tersini deneyerek öğrenme eylemi içinde olduğumuz için, eş seçimlerinin bir kısmının böylesine karşıt karakterler arasında olması da normaldir.
PARMAĞINIZI KİMSEYE DOĞRU UZATMAYIN, UYUMLU BİR İLİŞKİNİN SIRRI BUDUR
İlişkilerdeki iletişim kazalarının hemen hepsinde, beklenti, suçlama ve yönlendirme üçlüsünün parmağı vardır.
Sonuçların tüm sorumluluğunu üstlenmek, ağır gelir bize, o yüzden başkalarını suçlarız. Onların değişmelerini ve bâzı şeyleri yapmalarını ya da yapmamalarını isteriz. Ama komik olan şey şudur ki, karşımızdakilerin de aynı şekilde bizden beklentileri vardır.
İlişki, sizi size tanıtan bir aynadır. Ne yaşıyorsanız, bilin ki onu yaşayacağınızı umuyordunuz. Sizinle ilgilenilmesini mi bekliyorsunuz? Önce siz ilgilenin karşınızdaki ile. Kendinize nazik davranılmasını mı isterdiniz? Siz öyle misiniz, ona bakın önce?
Övülmek mi isterdiniz? Peki ya siz övüyor musunuz karşınızdakini? Dinlenilmek istiyorsunuz değil mi? Güzel. Peki ya siz? Hiç eleştirmeden ve yargılamadan, akıl vermeden dinlemeyi biliyor musunuz? Buna bakın önce.
Korunmak ve desteklenmek mi istiyorsunuz? Harika! Peki siz, eşinizi destekliyor musunuz?
Hep almayı bekliyor, ama hiç vermiyor musunuz?Çok iyi, herkes bunu yapıyor zâten!
Bu nedenle, mutluluk için en iyi yol, önce neler yapabileceğinize bakmaktan geçer. Yaşasın gerçeğin kılıcı! O yüzden siz siz olun, kılıcı başkasına batırmadan önce kendinize bakın. Çünkü asıl düşman içimizdedir.
NE İSTEDİĞİNİ BİLMEK VE GERÇEKTEN İSTEMEK
Birçok kişi, özellikle kadınlar, kendi cinsel kimliklerini bastırma eğilimindedirler. Bunun çeşitli nedenleri vardır.
Bunlardan bir tanesi, küçükken uğranılmış olan tacizler ve tecavüzlerdir. Bu tip olaylar, tahminimizin çok üstünde cereyan ederler. Bu sebeple böylesi kadınlar, cinsellik konusunda korkulara sahiptirler. Hâttâ ondan iğrenirler. Kapatırlar kendilerini tamamen. Güzelliklerini deforme edip-bozarlar ki, kimse onlarla ilgilenmesin. Kilo alırlar, kötü giyinirler, saçlarını kısacık keserler…
Genç kızlar için ilk sevgi deneyimi, baba ile yaşanır. Eğer baba, kızıyla pek ilgilenmeyen biriyse, kız da kendisiyle ilgilenmeyen birisini bulur ve onun ilgisini çekmek için olmadık tavizler verir.
Eğer sevgi duygularında ilgisizlik ve anlayışsızlıkla karşılanmışsa, kalbini sevgiye kapar. Eğer babası annesini aldatmışsa, erkeklere güven duymaz. Onların kendisini mutlaka aldatacağını bekler. Ve beklediği de, hep gerçek olur. Çünkü evrensel sistem böyle işler.
Sistem, beklentilerimizi, korkularımızı ya da hayallerimizi (hiç fark etmez, hepsi birdir onun için) gerçekleştirmek üzere kodlanmıştır çünkü.
Hayat, sonsuz bir yolculuktur. Bir istasyon değildir.
Tek atışta on ikiden vurmak zorunda değilsiniz. Daha çok bir deneyim alanıdır hayat. Ve denemek, kaçınılmaz olarak yanılmayı gerektirir. Yanılmadan başarmak mı istiyorsunuz? “İmkansız olanı ve çok tatsız bir şeyi arzu ediyorsunuz” demektir.
Sorun, neyi istediğinizi bilmeniz değildir. Sorun, istediğimizi elde edince yalnız kalmaktan korkmanızdır. Yalnızlıktan korktuğunuz için, istediğinizi değil de, size empoze edileni seçersiniz. Sonra da şöyle demek şansınız ve ayrıcalığınız olur: “Ama bunu ben istememiştim!”
İnsanlar size acırlar ve hoş görürler böylece.
AKLIMA MUKAYYET OLMAK İSTEMİYORUM
Kanser teşhisi konulmuştu kendisine. Kemoterapi alıyordu bu yüzden. Aklının sürekli olarak kaygı ve korku düşünceleri ürettiğinden şikayet ediyordu. Ya hastalığı tekrar nüksederse, ne olurdu o zaman?
“Benim güven sorunum var” diyordu. “Hayatımda negatif birisi var.” Bütün bunları söylerken benim ona hak vermemi, anlamamı bekliyordu. Hâttâ ona acımamı. “Kim sana negatif duygu veren o kişi? Yaa, gerçekten de çok negatifmiş” dememi bekliyordu. Ama ben onu yapmadım.
Kendisinin “bir kaçak” olduğunu söyledim. “Aklından söz ederken sanki kontrolü sana ait değilmiş gibi bir havada konuşuyorsun. Oysa aklın, senin evin gibidir. Eve senden izinsiz birisi girse hemen onu görür ve çıkartmaz mısın?”
“Evet, tabii ki!”
“O zaman aklını niye kontrol edemeyesin ki? Bence sen aklının kontrolünü kendi eline almak istemiyorsun. Çünkü bunu yaparsan, güçlü ve özgür bir insan haline geleceksin.”
Sonra da bütün bunların, kendi asıl hayat amacını gerçekleştirmekten geri durmak için uydurduğu bahaneler olduğunu söyledim ona. Kaçacağı delik kalmadı. Yüzündeki o kendine acıyan, hüzünlü ifadesini korumaya çalışıyordu. O ifâde, sıkı sıkıya yapıştığı sahte benliğin bir maskesiydi aslında. Kendisini, annesi ve babası ile, eşiyle kurduğu yeni ailesinin arasında kalmış gibi hissediyordu. Onlar olmadan bir dondurma bile yese, suçluluk hissediyordu.
Bana ikinci kez gelişinde, yine bu kaygılarını açtı. Şimdi ne olacaktı? Ya tekrar hasta olursa? Çocuğu vardı, eşi vardı. Onlar yalnız kalırlardı. Bir sondaj yöntemiyle, annesinin bilinçaltıyla kendi bilinçaltını karşı karşıya getirdiğimizde, durum ayan-beyan ortaya çıktı. Annesinin kendisini suçladığını zannediyordu. Annesi ise, onun bir an önce kendi hayatını yaşamasını istiyordu. Çalışmanın sonunda kesin bir karar vermesini sağladık. Tabii ki bu, hiç de kolay olmadı.
ANLADIM, HER ŞEY SENSİN!
Bir katılımcı bayan şöyle demişti: “Yâni şimdi bütün sorunlarımın gerisinde, hep babamla olan ilişkim mi yatıyor?”
“Evet” dedim ona: “Kocanızla olan ilişkiniz, aslında babanızla olan ilişkinizin bir yansımasıdır. Babanızla olan ilişkinizin ardında ise, Tanrı ile olan ilişkinizin ne ve nasıl olduğu yatar. Kocanızla sorunlar yaşadığınızı, sabahlara kadar tartıştığınızı söylüyorsunuz.”
“Tanrı’yla da aram pek iyi değildir, doğru söylüyorsunuz” dedi.
Bir hayat stratejisi olarak sert, katı ve güçlü olmayı seçmişti. Ve işte tam da bu strateji, onu yalnız ve sevgisiz bırakıyordu.
Tanrı’yla olan ilişkimiz, aynı zamanda hayatla ve diğer insanlarla olan ilişkimizi de belirler. Ve daha çok kendimizin kendimizle olan ilişkimizi. Bunun, belli bir dinin mensubu olmakla ya da O’nun hakkındaki fikirlerinizle ilişkisi yoktur.
Hayatınız ne ve nasılsa, işte O’nunla olan ilişkiniz öyledir.Bunu kavradığınızda, bir de bakarsınız ki her şey O’dur. O’nun sizi suçladığına inanıyorsanız, bilin ki sizi suçlayacak insanlarla çevrelenmiş olacaksınız. O’nun size ceza vereceğine inanıyorsanız, cezalandırılmanız kaçınılmaz olacaktır. O’nun sevgisinin koşullu olduğuna inanıyorsanız, hep iyi olmak için koşuşturup-duracaksınız demektir.
Diyelim ki sizi eleştiren, düşüncelerinize saygı göstermeyen ve sizi susturan bir anneniz var. Eh! Bunu anlamak pek zor değil, o zaman siz de Tanrı’nın sizi dinlemeyeceğine ve düşüncelerinize değer vermeyeceğine inanıyorsunuz demektir. O zaman troid bezinizin çalışmamasının sebebini başka bir yerde aramaya gerek var mı bilmiyorum?
Çünkü dünya, bizim derin inançlarımızın somut olarak sergilendiği bir ayna gibidir. Ve siz, bu aynanın verdiği bilgiyle Tanrı’yı, daha doğrusu kendinizi tanırsınız.
Aslında O, bizi hiç kınamaz ve sonsuz bir sevgiyle sever. O, bizi yargılamaz. O, bizimle hep ilişki halindedir. Bize: “Şah damarımızdan daha yakındır.”
O, bizi mutlu görmek ister ve kendi zenginliğinden yararlanmamızı. Bunun için bir ayrım yapmaz. Ayrımı biz yaparız. Kendi kendimize. Bunun için bir tek şartı vardır; kendimizi keşfetmemiz.
Zâten böyle olunca, O’nu da keşfetmiş oluruz. O zaman anlarız ki, her şey O’dur.
Sevgi ve saygıyla kalınız
__________________
yokluk ,varlıgın aynasıdır.



Dünyayı isterken de sus,
Bir dileğe kavuşmak isterken de.
Öylece seyre dal gitsin…
mevlana
cent isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla