Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-02-2011, 06:14 PM   #3 (permalink)
cent
Binbaşı
 
cent - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 1,632
Tesekkür: 234
488 Mesajinıza toplam 2,287 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
cent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to allcent is a name known to all
Standart Cevap: KUANTUM SIÇRAMA NEDİR?

HAYATINIZI İHALEYE ÇIKARTMAK İSTER MİSİNİZ?
Genellikle insanlar, kolaycı ve aceleci davranma eğiliminde ve: “Hemencecik bir şeyler olsun ve bunun biçin ben de bir şeyler yapmak zorunda kalmayayım” havasındadırlar.
“Şöyle çok uğraşmadan bana bir şeyler yapılsın ve bütün sorunlarım hallolsun” görüşünü taşırlar. Ya da: “Ben çok düşünmeyeyim. Kararlarımı ben vermeyeyim. Bana birileri söylesinler, ben de yapayım” diye düşünürler.
“Bir ilaç olsa da, bir içişte bütün kaderim değişse.” “Hocaya gitsem bir okuyup-üflese, ben de dertlerimden kurtulsam.” “Birine kapılansam, o da beni adam etse.” “Bir kalabalığa ya da gruba üye olsam, onlar beni sevse, ben de yalnızlığımı unutsam” şeklindeki yaklaşımlar bize çok tanıdık gelirler.
Halbuki, yaşama sorumluluğunu yerine getirme işinde ihale olmaz. Bu, sizin işinizdir. Sizin yapmanız gereken bir iştir. Bu sorumluluğu, “kolaylık olsun” diye bir başkasına havale ettiğinizde, farkına varmadan daha zor bir yola girmiş olursunuz.
İnsanın seçme sorumluluğunu eline almasını sağlamayan işlemlerin çok fazla işe yaramayacağını düşünüyorum. Bu yöntem ne olursa-olsun: İster Reiki, ister Akupunktur, ister NLP, ister TM, isterse de başka bir şey. Çünkü karar veren ve seçen “Ben”e ulaşamadınız mı, yapılan işlemler kalıcı olamazlar.
Bunun en sağlam kanıtı “plesebo” etkisidir: Hastaya sâdece şekerli su içeren bir tablet verilir ve bunun hastalığına çok iyi geleceği söylenir. Buna içtenlikle inanan hastalarda, bir çok iyileşme durumlarının ortaya çıktığı, istatistiklerle ve yapılan araştırmalarla ispat edilmiştir. Çünkü “Ben” şekerli suyu, ilaca dönüştürmüştür. İnsanlar türbelere giderler, adaklar adarlar, ayinler yaparlar, ritüellere katılırlar, bunlar da bir tür plesebodur. Asıl olayı gerçekleştiren ise, içimizdeki “Ben”dir.
Bir hastanenin Onkoloji Servisi’nde çalışan hemşire bir arkadaşım anlatmıştı. Ona da, hocası olan profesör aktarmış. Ölümcül bir kanser hastasını, artık bir umut kalmadığı için evine göndermeye karar veriyorlar. O da eve giderken Başhekim’e uğruyor. Vedalaşmak için.
Bu arada Başhekim, masasının üstünde duran, tatildeyken sahilden topladığı çakıl taşlarından birisini uzatıyor hastasına ve: “Al bunu, sana iyi gelecek!” diyor. Hasta da çok teşekkür ederek ayrılıyor oradan.
Aradan üç-beş sene geçiyor. Aynı kadın gayet sağlıklı bir biçimde tekrar Başhekim’in kapısını çalıyor ve: “Hocam, şu senin daşlardan bir de benim emicemin kızına veriver, bana çok eyi geldiydi de!” diyor.
İşte “Ben”in olağanüstü gücü. İnsanın değişimi, onu, kendi hayatının efendisi haline gelme sonucuna götürmüyorsa ne işe yarar?
Son günlerde Hindistan’da bir mağarada yaşayan ve yıllarca aynı lotus pozisyonunda oturan Buddha Çocuk’tan söz ediliyor. Bir tür “katalepsi” haline geçmiş durumda öylece oturuyor. Dünya ile bağını kesmiş. İyi de, biz dünya ile olan bağımızı kesmek için dünyada değiliz ki! Amacımız, ruhsal dünya ile bağımızı koparmadan fiziksel dünyada kalmak.
Daha da ötesi, dünyayı cennete giden bir atlama taşı olarak görmek değil, dünyaya cenneti indirmek için, burada olmak.
DURUMDAN VAZİFE ÇIKARMAK
Aslında herkes, içinde bulunduğu durumdan kendisi için bir vazife çıkarıyor. Çıkarmak istediği vazifeyi.
Uzun yıllar yatalak annesine bakan birisi bir gün aniden ölüverir. Ertesi gün hasta anne uyanır, yatağını-yorganını toplar ve ayağa kalkar. Kendisini ebeveynlerinin mutlu olmalarına adayan insanlar vardır. Onların çektikleri çilelere son vermeye adarlar hayatlarını. Bu arada hayallerini ve tutkularını ertelerler. Onların peşinden koşmayı bırakırlar.
Durumdan vazife çıkarmışlardır yine. Bu durumda o kişiler, aslında hiç kimseye yaranamazlar. Her iki taraf da durumdan pek memnun olmaz. Hem ebeveynler asla bu özveriyi yeterli bulmazlar, hem de özveriyi yapan bu duruma içerler. Ve bunun acısını da sık sık o kişilerle tartışıp-kavga ederek çıkartır. Bir yandan da bundan dolayı suçluluk hisseder. Oysa gerçek sebep başkadır. Çok daha gizli bir düzeyde olup-biten şey, varoluş sorumluluğundan kaçmaktır.
Kişi, bunu yaptığını kendisine itiraf etmek istemez. Başka sahte nedenlere ihtiyacı vardır. O sebeple, durumdan vazife çıkartır.
sevgi ve saygıyla kalınız
__________________
yokluk ,varlıgın aynasıdır.



Dünyayı isterken de sus,
Bir dileğe kavuşmak isterken de.
Öylece seyre dal gitsin…
mevlana
cent isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla