Konu: Tanrı Kim?
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02-11-2009, 05:04 PM   #34 (permalink)
rain_man
Teğmen
 
rain_man - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Oct 2009
Mesajlar: 81
Tesekkür: 427
95 Mesajinıza toplam 323 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
rain_man is an unknown quantity at this point
Standart Cevap: Tanrı Kim?

VÜCUD “Varlık” “Var olmak.” “Bulunmak.” VACİB “Varlığı zatından olup, yokluğu muhal olan.” MÜMKİN “Var olması da, yok olması da eşit olan. İkisi de imkan dairesinde bulunan.” MÜMTENİ “Varlığı muhal olan.” “Var olması mümkün olmayan.” Etrafımız farklı mahiyette nice varlıklarla sarılı. Bunlar temel olarak üç gruba ayrılıyorlar, ama her birinin sonsuz mertebeleri var. Dünya üzerinde bir milyondan fazla hayvan nevi ve bir o kadar da bitki nevi hayat sürüyor. Cansızlar âlemi uçsuz bucaksız. Bütün bu varlıklar, İlâhî isim ve sıfatlara tecelligâh olma itibariyle değişik isimlerle yad edilirler: Halik ismi nazarında mahluk adını alırlar. Rezzak ismi noktasında merzuk olurlar. Kadim ismine göre hepsi hâdis, Baki ismine göre “fani”dirler. Musavvir ismine göre her biri birer şekil, Müzeyyin ismine göre birer süs, birer ziynettirler. Muhyi ismine göre, canlı olurlar. Mümit isminin tecellisiyle hayatını kaybedenlere ölü denilir. Aynı şekilde, Allah’ın varlığının vacip olması noktasında, mahlukatın ismi mümkinat olur. “Mümkin”, var olması da yoklukta kalması da imkân dairesinde olan demektir. “İmkan” için Nur Külliyatında şu açıklama getirilir: “İmkân, müsavi-üt tarafeyn”dir. Yani, vâcib ve mümteni olmayan, belki mümkün ve muhtemel olan şeylerin vücud ve ademleri, bir sebeb bulunmazsa müsavidir, farkları yoktur.” Şualar “Vücub”, “İmkân” ve “İmtina” birer vücut mertebesidir. Bu mertebelere sahip olanlar ise “vacip” “mümkin” ve “mümteni”dirler. ••• Elimize aldığımız bir kitapta iki ayrı mahiyeti birlikte seyrederiz. Bunlardan birisini göz görür, diğerini ise akıl. Gözün gördüğü, kitabın sayfaları ve ondaki yazılardır. Akıl ise o yazıların bir ilimden aktığını bilir. Kitabı yazan ayrı bir mahiyetin var olduğuna ve kitaptaki bütün bilgilerin ondan geldiğine hükmeder. Bununla birlikte, o mahiyetin kitapla hiçbir ilgisi bulunmadığını, hiçbir harfe, kelimeye yahut cümleye benzemeyeceğini ve bunlar ölçü alınarak o mahiyetin bilinemeyeceğini idrak eder. Ve der ki: Bu kitabın bir yazarı vardır ve o zat yazı cinsinden değildir. Bu kitap onun ilmini bize tanıtır, tarif eder, ama mahiyeti hakkında hiçbir şey söylemez. Nurlarda, şu varlık âlemine “kâinat kitabı” denilmesinden hareket ederek, vücut mertebeleri hakkında bir şeyler söylemeye çalışalım. Bu kitabın bütün harfleri, kelimeleri, cümleleri ve nihayet kitabın tamamı varlık itibariyle mümkin sınıfına girerler. “İmkân, müsavi-üt tarafeyn”dir, denilmişti. Yani imkânın iki tarafı birbirine eşittir, müsavidir. Bu taraflardan birisi yokluk diğeri ise varlık. İnsan, eline kalemi aldığında, bir kelimeyi yazmaya da yazmamaya da karar verebilir. O halde, bir kelime yazılmışsa bunun manası şudur: Yazar, o kelimenin var olmasını yoklukta kalmasına tercih etmiştir. Yazılmayan bir kelime için bunun aksi söz konusu. Dün bizler yoktuk; bu dünya sayfasında başka insanlar yazılmışlardı. Bugün ise varız. Demek oluyor ki, bizim yokluğumuz varlığımıza müsavi; her ikisi de mümkün. Dün öyleydi bugün ise böyle. Şimdi var olduğumuza göre, varlığımız yokluğumuza tercih edilmiş demektir. ••• Öncesi ve sonrası olan şu varlık âlemini yaratan zatın, ezelî ve ebedi olması vaciptir; aksi düşünülemez. Zira, evveli olmak ve sonu bulunmak mahlukun sıfatıdır. Bir mahlukun bir başka mahluku yaratması ise, kitap misalimizde, bir kelimenin bir başka kelimeyi yazmasına benzer. Kelime yazılmadan önce katibin ilmindedir ve onun irade etmesiyle kağıda dökülür. Bir kelimenin bir başka kelimeyi yazabilmesi için, onun mahiyetini önceden bilmesi gerekir. Tâ ki, bu ilme göre onu harflere döksün ve öylece ifade etsin. Bizi bu kâinat kitabında ve dünya sayfasında yazan Zat, biz daha dünya yüzünde yokken ezelî ilmiyle bizi biliyordu. Sonra bizi var etmeyi irade etti; yokluktan kurtarıp, kudretiyle, varlığa kavuşturdu. Kısacası, mümkinat dediğimiz bu mahlukat âlemini ancak varlığı vacip olan bir zat yaratmıştır ve yaratabilir. İşte bu hakikat, Vacib-ül Vücut ile ifade edilir; yani, olması vacip, olmaması mümteni olan bir varlığın sahibi. “Şu kâinatın Sani’-i Zülcelali, Vacib-ül Vücud’dur. Yani: Onun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni’dir, zevali muhaldir.” Mektubat Nur Külliyatından naklettiğimiz bu ifadede vacip vücudun sıfatlarından bazıları nazara verilir. Bu yapılırken, mümkin varlıkların da özelliklerine kapılar açılır. Vacibin sıfatlarından birisi: “Zatî olmak”. Yani bir başkasının var etmesiyle var olmayıp, varlığı kendi zatından olmak. mümkin sınıfına giren bütün mahlukatın ise varlıkları kendi zatlarından değildir. Vacip olan, ezelî ve ebedîdir. Mümkin, ise sonradan yaratılmıştır ve varlığının bir sonu vardır. Vacibin yokluğu, yani olmaması muhaldir. Mümkinin ise varılığı gibi yokluğu da mümkündür. Ve nihayet, Vacip mutlak ve nihayetsiz bir kemale sahiptir; Mümkin ise önceleri bir kemal noktasına doğru durmadan ilerler, o noktaya vardıktan sonra zevale meyleder. Cümlenin devamında, Allah’ın vacip olan varlığına nispeten diğer varlıkların ancak zayıf bir gölge hükmünde kaldıklarına dikkat çekilir. Yine Nur Külliyatından “Şualar”da, vacip için, “vücut mertebelerinin en kuvvetlisi,” “Maddiyattan münezzeh”, “bütün mahiyetlere mübayin” denilir. Son ifade üzerinde biraz durmak isterim. Vacip mahiyet bütün mahiyetlere mübayindir, yani zıttır. Bu tespit gerçekten çok önemli. Yine kitap misalimize dönelim: Katibin mahiyeti, kitaptaki bütün kelime ve cümlelerin mahiyetine zıttır. Çünkü onların mahiyetleri kelime olmak, cümle olmak, yazı olmaktır. Katibin mahiyeti ise bunlara tamamen zıt. Bilindiği gibi, mahiyet “bir şeyin ne olduğu,” sorusunun cevabıdır. Birbirinden farklı kelimelerin mahiyetleri de farklı demektir. Katibin mahiyeti ise onlara benzemenin çok ötesinde ve onlara zıttır. “Cenab-ı Hakk, hiçbir mahlukuna benzemez” demekle bir hakikati ifade etmiş oluruz. Ama “mübayin” kelimesi “benzemez” kelimesinden daha başka manalara kapı açar. Görüp işittiğimiz, koklayıp tattığımız ve nihayet düşünüp hayal ettiğimiz her şey mahluktur; Allah ise Halık. Bütün bunlar mümkindir; Allah ise Halık. Bütün bunlar mümkindir; Allah ise vacip. Bunların tamamı hâdis ve fanidirler; Allah ise ezelî ve ebedî. Bu üç misalimizde de, benzemezlikten öte, mübayin olmak söz konusudur. Bütün bunlar, mahiyet hakkındadır. Zatı itibariyle Allah’ın ortağı ve benzeri olmadığı gibi zıddı da yoktur. ••• Bazı kimseler, hem kendilerinin hem de muhatap oldukları her şeyin mümkin olduğunu çok iyi bildikleri halde, bunları ölçü tutarak Vacib-ül Vücudu hakkıyla bilme vehmine kapılırlar. Mümkinler âlemi seyir ve tefekkür edilerek onları yokluktan varlığa çıkaran vacip bir zatın varlığı bilinebilir; sıfatlarının mevcudiyeti anlaşılabilir. Ama bunlar ölçü tutularak Allah’ın zatının ve sıfatlarının mahiyetleri idrak olunamaz. Nur külliyatında Cenab-ı Hakkın kudsî mahiyetinin hiçbir varlığın mahiyetine benzemeyeceği ifade edilirken: “Ne zatında, ne sıfatında, ne ef’alinde nazırî yoktur, misli olmaz, şebihi yoktur, şeriki olmaz buyrulur.” Allah’ın Zatı Vacip olduğu için mümkin olan zatlara benzemez. Sıfatları da Vacip sıfatlarıdır, onlar da mümkinin sıfatlarına benzemezler. Vaktiyle, bu manayı bir derece açıklama niyetiyle şunları kaleme almıştım: “Bir insanın resmini çizmek isteseniz, her halde önce kafatasından başlayarak bütün bedenin genel bir profilini ortaya koyarsanız. Sonra kaşları, gözleri, ağzı yerleştirirsiniz. Ama, Allah bir insanı böyle yaratmıyor. Önce insan bedeninin kaba ve ince bütün hatlarını ve her türlü özelliklerini bir noktada topluyor. Sonra o noktayı açıyor. Bunu yaparken insanın ne başından başlıyor, ne ayaklarından. İçi ve dışıyla bütün bedeni birlikte yazıyor ve çiziyor. Bir başka örnek: Evimizdeki eşyadan her birini ayrı bir mağazadan satın almışızdır. Çünkü, bunların her biri ayrı bir sanayi dalının ürünü. Koltuk, avize, bilgisayar, buzdolabı... Bunların arkalarında değişik fabrikalar, farklı tezgahlar çalışıyor. Ama kâinattaki icraatlar hiç de öyle değil. Kâinat tek bir fabrika.. İnsandan tutunuz, milyonlarca nevi hayvan ve bitkiye kadar her varlık bu fabrikada yapılıyor ve bu tezgâhta dokunuyor. Çiçeklerin yaratılışında, sebep olarak, güneşe de bir pay verilmiş. Bu, avizenin ışığından halının desenlerinin teşekkül etmesi gibi bir şey. Bir başka misâl: Güneş, dünyamızdan bir milyon üç yüz bin defa büyük. Demek oluyor ki, lambamız odamızdan bir milyon kat daha büyük... Ve odalar lambanın etrafında dönüp duruyorlar. Şimdi şöyle bir düşünelim: Fiilleri mümkinatın fiillerine bu kadar benzemeyen Allah’ın, Vacip olan varlığı elbette ki, mümkin varlıkların mahiyetine benzemeyecektir. Biraz da mümteni üzerinde duralım: Mümteni, varlığı imkânsız olan demektir. Buna örnek olarak genellikle “şerikler” verilir. Yani Allah’ın şeriki olması muhaldir ve şeriklerin varlığı mümteni grubuna girer. Varlık sahasına çıkması mümkün olmayan ne kadar şey, hadise, fiil, sıfat ve hal var ise bunların hepsi mümteni sınıfındadır. Mümkin olmayan için iki şık söz konusudur, ya vacip olacaktır, yahut mümteni. Buna göre, vacip ve mümkin olmayanlar hep mümtenidirler. Sadece bir misâl vermekle yetineceğim: “Bir harf katipsiz olmaz,” hükmüne bakalım. Bir harfin katipsiz olarak yazılması mümkün değildir. Yani imkân âleminde kâtipsiz bir yazının yeri yoktur. Bir harfin katipsiz yazılmasının vacip olduğu söylenemeyeceğine göre, geriye bir tek şık kalıyor: Mümteni olmak.
rain_man isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline