![]() |
biz ne kadar çok öldük ‘biz ne kadar çok öldük iki gün sonra, takvimler "1 eylül"ü gösterecek. ve biz yine, o gün hiç durmadan tekrarladığımız o "muhteşem kavram"ı tekrarlayacağız: barış... düşünüyorum da tüm dünyada değil de, ortadoğuda ne kadar çok tükettik bu kavramı! ve bu kavramla birlikte "biz ne kadar çok öldük"... sanki ne kadar "barış" dediysek o kadar öldük, ne kadar "kardeşlik" dediysek o kadar öldürüldük... gerçekten, "biz ne kadar çok öldük"... *** yaşamımın kalbi olan "90lı yıllar"da ölümsüz tek bir gün bile geçmedi. gerillalar öldü, askerler öldü, peşmergeler öldü saf köylüler, mazlum çocuklar, gelinlik kızlar, yaşlı analar ve insanlar, insanlar, insanlar öldü... her ölümün bir zamanı vardı ama ortadoğuda ölüm hep zamansızdı. orada ölüm, sanki "zaman"ın diğer adıydı. ne zaman geleceği de belli olmazdı gideceği de. çünkü o, hep vardı... mesela şimdi, 90lı yıllar yok, o zamanın "zaman"ı da... ama şimdi, başka bir "zaman" var ve bu "zaman"ın yeni ölümleri var... ortadoğu, şimdi bu "yeni zaman"ın yeni ölümleriyle çalkalanıyor. ve o çalkalandıkça biz "barış" diyoruz, biz "barış" dedikçe o çalkalanıyor... acaba demesek olmaz mı? yani "barış" demesek ölmez miyiz? korkuyorum bu kavramın ve bu kavramın altını dolduran "doğal insan değeri"nin uğursuz bir "tıynet"e sahip olmasından korkuyorum! yoksa niye "barış" dedikçe ölüyoruz?.. boş yere "batıl felsefecilik" ya da "hurafecilik" yapmayalım değil mi? zira hiçbir ölümün ve yaşamın nedeni "kavramların ruhaniliği"yle ilgisi olamaz. böyle bir şey de yok zaten. o halde, "insan olgusu"nun bizzat kendi "tıynet"ine bakmak lazım. bu nasıl bir varlıktır ki, kendi varlığını mutlaka başkalarının yokluğu üzerine kuruyor? yani nasıl bir düşünce sistematiğine, nasıl bir ruh dünyasına ve "ben kimliği"ne sahiptir ki, yaşamak için öldürüyor, kazanmak için kaybettiriyor, mutlu olmak için mutsuz ediyor?.. bu sorunun yanıtını ben bilemiyorum, kimsenin bildiğini de sanmıyorum! zira bilinse savaşlar olmazdı, bilinse insanlar ömründen önce ölmezdi. çünkü her cevap bir "çözüm", her cevap bir "iyileştirme"dir... *** iki gün sonra, "ölümü öldürmek" için varedilen bir mantalitenin simgesini tekrarlayacağız: "barış"... ve biz "o"nu tekrarlarken, başka yerlerde başka insanlar, "o"nun tersine sahip olan diğer insanlar tarafından öldürülecekler. hatta belki de şimdi ben bu yazıyı yazarken ve belki de siz şu anda bu yazıyı okurken öldürülüyorlar... bunu hissediyorum!.. bunu, "barışçıl bir insan" olarak yıllardan beri iliklerime kadar hissediyorum!.. öldürülüyorlar... fakat "barış" ne, "barışçıl insan" ne? düşünüyorum da ne kadar çok tükettik biz bu kavramları, ne kadar çok karşılıksızlaştırıp anlamsızlaştırdık!.. ama biz mi yaptık bunu, niye suçluyoruz ki kendimizi? yani onlar sürekli savaş istiyor ve yapıyorlarsa biz mi "barış"ı tüketmiş oluyoruz? demek ki bu da -bir anlamda- sürekli ezilmenin ve suçlanmanın psikolojisi... *** şimdi bir şarkı dinliyorum... sözlerini yusuf hayaloğlu yazmış, bestesini ferhat tunç yapmış ve son albümünde okumuş. hem sözler çok "güzel", bizi çok iyi anlatıyor hem de ferhat tunç çok güzel bir beste yapıp içtenlikle okumuş... üst üste vurulduk, birer kırmızı güldük şehirlerde, kırlarda, dağlarda hep biz öldük delik deşik oldu mermilerle bağrımız soruyorum size, biz ne kadar çok öldük *** gerçekten, biz ne kadar çok öldük... umur hozatlı* Kaynak: İtüSözlük |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:00 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.