![]() |
İktisat Politikaları Ve Azgelişmişlik Üzerine Bir Deneme Buradan hareketle oluşan, tabii kanunların sadece cisimler için değil, toplumsal olaylar içinde geçerli olduğu varsayımı, piyasa ekonomisinin temelini oluşturan "Görülmeyen El"i doğurdu. Yani; üretim faktörlerinin işleyişinde bir dengesizlik olduğunda, "Devlet müdahalesi"ne gerek kalmayacaktı; piyasa "kendiliğinden" dengeye gelecekti. Fakat, 1873 Viyana Borsası'nın çöküşü Frankfurt, Londra, Paris ve New York'ta kısa süreli bir borsa paniğine yol açtıysa da, sistemin güvenilirliğine dair ilk kuşku tohumlarını attı; 1929 Buhranı ve Keynesyen İktisat ise serbest piyasa ekonomisinin temel işleyiş biçimini tamamen değiştirdi. 18.yy'da, Sanayi Devrimi'ninde hızlanması ile birlikte, değişen üretim biçimi (emek yerine makinanın ikame edilmesi) üretim miktarında artışa neden oldu. Piyasa dengesine göre, daha çok üretim, daha çok tüketime denk düşmekte idi. Yapılması gereken bireylerin bu sürece daha çok dahil edilip, denge noktasını (önceki sürece göre) daha yüksek bir noktaya getirmekti. Bu amaç, ilerleme politikalarını ortaya çıkardı. İKTİSAT POLİTİKALARI ve AZGELİŞMİŞLİK Doğa'da varoluş, nasıl zıttı ile mümkün ise, sosyolojide de aynı oluşum söz konusu olduğundan (Newton fiziği doğrultusunda), ilerleme/gelişme ancak geri kalma/az gelişme ile mevcut olacaktı. Sonuçta da, ülkeler azgelişmiş-gelişmiş diye sınıflandırıldı. İktisat politikaları ise bu sınıflandırmada kullanılagelen en önemli araç olmuştur. İktisat politikası, belli bir ekonomik amaca nasıl ulaşılacağı sorunu ile ilgilenir. Bu amaca ulaşmada ekonomik olayları meydana getiren unsurları ve unsurlar arası ilişkileri incelemek durumundadır. Bu aşamada önem kazanan husus, iktisat politikası modellerinin oluşum biçimidir. İktisat politikası modelleri oluşturulurken, modelin uygulanacağı ülkenin tarihi, coğrafi özellikleri, gelenekleri (dini yapısı, sanat anlayışı, tüketim tarzı) belirlenmeli ve elde edilecek sonuç doğrultusunda iktisat politikası araçları seçilmelidir. Oysaki, modeller belirlenirken tüm bu unsurlar veri olarak kabul edilir ve ülkeler arasındaki farklılıklar görmezden gelinerek kapitalizmin amacına uygun olarak "tek tip" politikalar uygulanır. Uygulanan birçok politikanın kriz ile sonuçlanmasının altında yatan temel neden, budur. İktisat politikası modelleri belirlenirken, ülkelerin geçirmiş oldukları süreçlerde dikkate alınmalıdır. Süreçlerle ifade edilmek istenen şudur: Gelişmiş ülke olarak adlandırılan ülkeler Rönesans, Reform, Sanayi Devrimi gibi kırılma noktalarını yaşadılar, oysaki azgelişmiş ülke sınıflamasında yer alan ülkeler bu süreçleri yaşamadan II. Dünya Savaşı sonrasında kendilerini "kalkınma" retoriği ile harmanlanmış postmodern bir dünyanın içinde buldurlar. Postmodern dünyada ise; iktisat politikaları, hız politikaları ile ikame edilmiştir. Şöyle ki: Teknoloji düzeyi, azgelişmiş-gelişmiş kavramlarının temel belirleyicisi olarak kabul edilerek ve üretilen teknolojinin piyasaya sunulduğu anda varoluş sürecini tamamlamışlığı göz önüne alındığında, teknolojik hız değişimi ile, toplumun bu değişimi takip edebilme hızının aynı olmadığı görülür. Aynı düzlemsellik içinde günümüz postmodern oluşumlarının temelinde, yine azgelişmişlik-gelişmişlik farklılıklarının olması çok doğaldır. Böylesi bir ayrımdan yola çıkıldığında iki ayrı düzeye hitap eden amaçlar arasındaki farklılıklar da bu bağlamda görülmektedir. Araç teknoloji iken, gelişmiş ülkeler için amaç nufuzlarını korumak, azgelişmiş ülkeler için ise amaç gelişmişlik olacaktır. Ortak noktaları ise iktisat politikalarının amaçlarından olan milli gelirin yükseltilmesinden başka bir şey değildir. Milli gelir; belirlenmiş bir süreç içinde bir ekonomide mevcut olan üretim faktörlerinden elde edilen gelirdir. Milli gelirin yükselmesi mevcut üretim faktörlerinin maximum düzeyde kullanılması yani tam istihdam'a ulaşılması ile mümkündür. Keynesyen İktisat Modellerinde, kişilerin tasarrufları piyasanın ihtiyacından fazla olabileceğinden dolayı, ekonomi tam istihdama yakın bir noktada dengeye gelir. Azgelişmiş ekonomilerde ise, "kalkış aşaması"nda tam istihdama yakın noktada seyreder. Her ikisi içinde para arzı, para talebinden yüksek durumdadır. Böylesi ortamlar faizler düşmeye başlar ve yatırımlara zamanından önce başlanabilir. Unutulmaması gereken, ekonominin tam istihdama yakın bir düzeyde olduğudur. Yatırımcı (devlet veya özel sektör) üretim faktörlerinin sağlanması konusunda, başlangıçta sorunla karşılaşırlar. Emek dahil olmak üzere bütün üretim faktörlerinin fiyatları yükselmiştir. Gelişmiş ülkelerde, önce talep enflasyonu ağırlıklı bir fiyat yükselmesi ile başlayan kısa süreç, maliyet enflasyonuna dönüşür. Sistem ekonominin kendi ihtiyaçlarına ve işleyişine göre belirlendiği için talep artışının duracağı noktada fiyat artışı da durur ve ekonomi dengeye gelir. Azgelişmiş ülke ekonomilerinde ise; fazla para, mal ve hizmet sektörüne gider. Artan talep karşılanmak istenildiğinde, bu fazla para, talep edilen para konumundadır. Üretim alanlarının oturmuş bir yapısı olmadığından, ara mal ve hammadde karşılama güçlükleri olduğundan, azgelişmiş ülkelerde maliyet enflasyonu kısa süreli olmayıp, uzun vadede canavar haline dönüşür. Enflasyon, iddiharı çözme amacı bir kenara bırakıldığında, istenilmeyen bir durumdur. Oysa ki kapitalizm, tüketime dayalı bir sistem olduğundan ve icad ettiği "homo-economicus" ile tek tip insan yaratma amacı bulunduğundan tüketimi canlı tutmak mecburiyeti vardır. Yani, kapitalizm; talep yönlü enflasyona sıcak bakan bir sistemdir. Sorun: İktisat politikaları düzenlenirken bu noktanın göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde enflasyonla mücadele etmek için yatırımlar arttırılmaya gayret edilir. Çoğu kez de, iç kaynaklar yeterli gelmediğinden dış borçlanmaya gidilir. Böylece azgelişmiş ülkeler, borç sarmalı içine çekilirler. Daha da öteye, borçlanmaları vasıtası ile, kendileri de azgelişmiş olduklarına inanırlar ki, sömürgeciliğin içselleştirilmesi gerçekleşir. Dış borç konusuna tekrardan döndüğümüzde ilk başlangıçta ülkeler, yardımlar şeklinde psikolojik olarak borç almaya alıştırılırlar. Örneğin; Marshall Yardımları. Bu bağlamda olmak üzere, Türkiye'de otomotiv sektörüne olan eğilimin artışı, bütün yardımın karayollarına aktarılması tesadüf değil tabiiki. İktisat politikası amaçlarından özel tüketimin değiştirilmesi, "tek tip" tüketim biçimi yaratılmasıdır söz konusu olan. İkinci aşamada borçlar belirli bir faiz karşılığında verilir. Borçlanma sonucunda, iktisat politikalarının diğer bir amacı olan ödemeler dengesinin sağlanması istenci, kendiliğinden ortaya çıkar. Azgelişmiş ülke ekonomileri ödemeler dengesi açığı vermeye adeta mahkum edilmişlerdir. Nedenlerden birincisi; kur farkı. İkincisi; ihracatta dış ülkelerle rekabet etme şanslarının azlığıdır. Kaliteli ve ucuz mal üreterek mallarına olan talebi arttırsalar bile, elde edilen kazanç üretim maliyetlerini karşılamamaktadır zaten. Üçüncüsü; ihraç malları tarıma dayalı mallardır ve dayanıklılık süreleri azdır. Sonuç da; Adam Smith'in sözü geçerliliğini korumaktadır: 'Azgelişmiş ülkeler fakir oldukları için fakirdirler.' Kalkınma retoriği adı altında uygulanagelen birçok politika; böylesi bir felfese ürünü olup, çağın gereklerine göre yeni maskeler altında ülkelere enjekte edilip, sömürgeciliğin amaçlarına ulaşmasında araç olarak kullanılmaktadır. KAYNAKLAR BAŞKAYA, Fikret Azgelişmişliğin Sürekliliği, İmge Yayınevi, 2001 BAŞKAYA, Fikret Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, İmge Yayınevi, 1997. DRUCKER, Peter (Çev: Birtane Karanakça) Yeni Gerçekler, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1993 KAZGAN, Gülten İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, SAVAŞ, Vural Politik İktisat, Beta Yayınları, 1998. SERDAROĞLU, Ufuk Feminist İktisat'ın Bakışı (Postmodernist mi?), Sarmal Yayınevi. LACOSTE, Yves (Çev: Sevil Avcıoğlu) Sınıf Açısından Azgelişmişlik, Göçebe Yayınları, 1996. |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 12:26 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.