![]() |
Hayata Yıllar Ekledik Yıllara Hayat Katamadık... Farkında mısınız? Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı. Daha büyük evlerde,ama daha küçük ailelerle yaşıyoruz. Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı. Diplomamız bol ama sağduyumuz az. Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı. İlaçlar çoğaldı,hastalıklar arttı. Çok para harcıyoruz ama az gülüyoruz. Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz. Az kitap okuyor,çok televizyon seyrediyoruz. Çok konuşuyor ama az gönül veriyor ve bol yalan söylüyoruz. Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik. Aya kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza uğramak için karşı sokağa geçmiyoruz. Uzaya ulaştık ama kendi iç derinliklerimizden habersiziz. Havayı temizledik ama ruhları kirlettik. Atomu parçaladık,önyargılarımızı yıkamadık. Çok yazıyor ama az gelişiyoruz. Daha çok plan yapıyor ama daha az sonuç alıyoruz. Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla. Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı. Tanıdıklar çoğaldı ama dostlar eksildi. Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı. Daha mutlu olmak için somurtarak çalışıyoruz. Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik. Ve nihayet:Hayata yıllar ekledik,yıllara hayat katamadık... |
Hayata Yıllar Ekledik Yıllara Hayat Katamadık... hep derlerya ah nerde o eski bayramlar veya aşklar.hayatımıza teknoloji girdiginden beri insan ilişkileri çok zayıfladı.gercekten de insanlar artık yan dairede kimin yasadıgını bilmez hale geldi.peki hata kimde hayatımızı bu denli rahata erdiren teknoloji mi yoksa komsuya muhabbete gitmesi için robot icat ettirmesini bekleyen insanda mı yorum sizin... |
Hayata Yıllar Ekledik Yıllara Hayat Katamadık... teknoloji bizim hayatımızı kolaylaştırıyor ama yaşadıgımız yaşamın farkındalığına sahip olamadığımızdan teknolojinin bağımlıısı olup çıkıyoruz ve yaşamdan da çevremizden de uzaklaşıp asosyalleşiyoruz.. |
Hayata Yıllar Ekledik Yıllara Hayat Katamadık... YAŞAMIMIZ VE YENİ NESİL HAKKINDA* Almanya'da ilk düzenli şehir içi ulaşım seferleri ile başlangıçta orta ve alt sınıftan insanlar kenti bir ucundan bir ucuna gezme imkânına kavuştuklarında, Alman sosyolog Georg Simmel o korkunç teşhisi koymuştu; "İnsanlık tarihinde ilk kez iki insan yan yana bu kadar yakın oturup, bedenlerine dokundukları halde saatlerce birbirleriyle konuşmadan yolculuk yapıyorlar" Bir iletişimci olarak beni ilgilendiren, düşündüren, kaygılandıran bir saptama bu. "X Kuşağı". Bu yalnızlığa nicedir aşinayız. Çocuklarımız bir süredir, uyku öncesi masallarını yataklarının başucuna konan bir teypten dinliyorlar. Oyunlarını bilgisayarda oynuyorlar. Derslerini videodan izliyorlar, kahramanlarını televizyondan seçiyor, sevgilileriyle internette buluşuyorlar. Bütün bunlar olup biterken bir odanın içinde yapayalnızlar. Yüzyılın bizi getirip bıraktığı nokta burası... Onlara "Biberon kuşağı" demek geliyor içimden. 80 lerin ekonomik özgürlüğünü kazanmış, "yuppie" annelerinin "memelerim sarkar" endişesiyle emzirmeden yetiştirdiği bebekler, büyüyüp yüzyılın sonunda ergen oldular. Daha cinsellikle tanışamadan, AIDS ile karşılaştılar. Bu korkunun zoruyla, giderek yalnızlığın güvenli ıssızlığını keşfettiler. Şimdi "dokunmadan yaşamanın" tadını çıkarıyorlar. Markete gitmeden, internetten sipariş verip, bilgisayar aracılığıyla alışveriş yapıyor, doktorlarına röntgen filmlerini "mail"leyip, uzaktan muayene oluyorlar. Onlara "X kuşağı" da deniliyor ; "ölü kuşak" ya da "ne idiğü belirsiz nesil" anlamında... En belirleyici özellikleri yalnızlıkları... Danstan, "bir bele sarılmanın hazzı"nı anlayan büyüklerinin aksine, kulaklarında walkmanle "techno" ritminde tek başına dans etmekten haz alıyorlar. Sofra başında aileyle birlikte değil, odalarında ekran karşısında veya burgercide ayaküstü, ama mutlaka yalnız "atıştırmayı" tercih ediyorlar. Gazete okumuyor, "göz atıyorlar. DVD deki filmi zıplayarak izliyor, kitabı sayfa atlayarak okuyorlar. İnternette gezinirken, aynı anda telefonla konuşabiliyor, yemek yiyebiliyor, televizyon izleyebiliyor ve dergilere göz atabiliyorlar. Uzun konuşmalar yerine, kısa sunuşları seviyorlar. "İnternette gevezelik" sitelerinden birine girip, yarattıkları yeni dili görmelisiniz. Hep bir yere yetişme telaşındaymış gibi düşünen, konuşan, yazan bir neslin kendine özgü dilini kuruyorlar; "Hi" ile başlayıp "Bye" ile biten "N aber" sorusunun "N olsun" diye yanıtlandığı garip bir geyik muhabbeti..... En çok, kitapçılarda "ünlü roman özetleri" türünden kitaplar görünce onları anımsıyorum. Yüzyılın başındakilerin hayata bakışlarını değiştiren kitapların sadece konularıyla ilgileniyorlar. Sağlıklı yaşıyor, iyi kazanıyor, kolay harcıyorlar....hem parayı hem dostlarını..... Markalarını, okullarını, kariyerlerini, ailelerinden, arkadaşlarından, fikirlerinden daha çok önemsiyorlar. Hayatı "zap" layarak yaşıyorlar. Bilgisayarlarında olduğu gibi özel hayatlarında da "sörf" yapmayı, derine dalmadan yüzeysel ilişkiler kurmayı, kök salmadan dolaşmayı yeğliyorlar. Bu "kök salamama" meselesi, Türkiye açısından özellikle önemli.... Geçenlerde bir arkadaşım "Farkında mısın? "dedi, "hiçbirimiz dedemizin mezarının olduğu kentte oturmuyoruz artık" . Hrant Drin' in televizyonda anlattığı öykü daha da dramatikti. Her gittiği yeri çiçeklerle bezeyen bir dostunun, son yerleştiği evinin bahçesini çırılçıplak bulunca nedenini sormuş. Hrant şu yanıtı almış; "Ne zaman bir ağaç ektim de meyvesini yiyebildim ki...." Öylesine köksüz, öylesine göçebe, öylesine gezgin bir toplumuz ki hala...Yerleşemedik gitti..... Dedelerimizin mezarlarının olduğu yerleri terk ettikten sonra, ilkin evimizi, derken işimizi, aşımızı ve nihayet bütün yaşamımızı değiştirdik. Bütün bunlar yarım asır içinde olup bitti ve hepimizde öyle bir travma yaratti ki, hala altından kalkamıyoruz. *Yazan:? |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:22 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.