![]() |
Babil Babil"Anlaşılmak istiyorsan... Dinle" sloganıyla hareket eden Alejandro Gonzalez Inarritunun son filmi Babil, vizyonlarda hızla hem dost hem düşman kazanmaya başladı. Paramparça Aşklar ve Köpekler ve 21 Gram filmlerinin ardından Inarritu, insan doğasına ilişkin gözlemlerini yine karmaşık bir kurguyu benimseyerek yansıttığı filminde, bu kez çok daha olgun ve sağlam bir sinemacılıkla karşımızda. Inarritu Fas, Amerika, Meksika ve Japonyada geçen öyküleri tek bir olay ekseninde birleştiriyor. Babil, insanların artık daha çok hareket ettiği, farklı dil ve kültürlerle daha çok kaynaştığı küreselleşen dünyada, anlaşmazlıkların, önyargıların ve hoşgörüsüzlüklerin hakimiyeti altında acı çeken bir grup insanın öyküsü. Bu öyküleri birleştiren olayın kahramanının bir silah olması da dünyanın ortak gündemine bakıldığında son derece anlamlı. İnarritu cehalet, öfke, ve korkunun kıtalar arası öyküsünü, bir silahın bir Japon avcı tarafından bir Faslıya hediye edilişiyle başlayan; Faslı çocukların oyuncağı olup bir Amerikalı turisti vurmasıyla devam eden; hükümetler ve halklar arasında terör çanları çaldıran acılı yolculuğu aracılığıyla anlatıyor. Böylece yönetmen günümüzde sürekli yüzleştiğimiz savaşların, terör olaylarının ne kadar basit ve aptalca nedenlerden doğabildiğini, peşin hükümlerin bu basit hareketleri ve kararları insan hayatı için ne kadar büyük birer tehdite dönüştürdüğünü, dilin ve dinlemenin gücüyle kıtaları harmanlayan bir olay örgüsü etrafında gösteriyor. Richard (Brad Pitt) ve Susan (Cate Blanchett) çocuklarının ölümünün sonrasında aralarında baş gösteren iletişimsizliğin acısıyla kendilerini bambaşka bir memleketin ortasına atmışlardır; dilini anlamadıkları, yalnız ve çaresiz bırakıldıkları bir ülkede, birbirlerini yeniden bulurlar. Oğlunun düğününü görmek isteyen Meksikalı bir bakıcı çocukları gibi sevdiği iki Amerikalı çocuğu çaresizlikle sınır dışına taşır, Meksika çöllerinde ölümle başbaşa bırakmak zorunda kalır. Oğullarının eline bilinçsizce teslim ettiği silahın sakin hayatlarını paramparça eden sonuçlarını örtbas etmeye çalışan Faslı bir baba, Fasın dağlarında polisten bucak bucak kaçmak zorunda kalır. Tüm karakterler etraflarında dönen dünyaya karşı savunmasız ve çaresizdir. Herkes suçsuzdur ama cezalandırılır; hiç kimse derdini anlatamaz. Ülkeler hem lisan, hem politik nedenlerden birbirlerini dinlemez ve yardım etmez. Bir silah yüzünden terör söylentileri çıkar; insanlar birbirine yabancılaşır; kimileri ölüme terk edilir; kimileri sevdiğini kaybeder; kimileri geçmişinden, emeklerinden ayrılır; kimileri pes eder; kimileri kenetlenir. Filmin Fas, Amerika ve Meksika halkaları bunları yaşarken, silahın kaynak noktası olan Japonya hikayesinin içeriği diğer hikayelerden ayrı durur, filmin sonlarına kadar da öyküye eklemlenmez. Sağır ve dilsizliğinin yarattığı ilgi ve ilişki eksikliği annesinin rıyla perçinlenen Japon bir kız, Amerikanın aşıladığı kültürü gümbür gümbür yaşayan Japonyanın metropolünde, sessiz bir çöldeymiş gibi tutunacak bir insan teni arar. Öykünün genç kahramanı Chieko (Rinko Kikuchi) diğer öykülerde dil ve kültür ayrımları nedeniyle yaşanan bozuklukların bütününü fiziksel özrü ile temsil eder; bir anlamda bu iki eksikliği eşitler. Chieko sessiz dünyasında iletişimi, insanları yavaş ve gözünün içine bakarak konuşmaya yönlendirerek sağlar. Özrü nedeniyle insanların ilgisini çekemez, onlarla tensel ve ruhsal bir bağ kuramaz. Chiekonun öyküsünde filmdeki tüm iletişim bozukluklarının doğasında bir hoşgörüsüzlük, insanların birbirlerine değer vermemesi, zaman ayırmaması olduğunu görüyoruz. Bunların sonucunda doğan insanın dokunulma, dinlenme, dolayısıyla sevgi alma ve verme ihtiyaçlarının onlara yüksek bir binanın balkonundan çırılçıplak atlamayı düşündürteceğini bize Chieko gösterir. Babilin meramı, filmin ana plotunun dışında görünen Japonya kolunda tamamlanır. Inarritu bu hikayeler eşliğinde dünyanın en büyük derdinin aslında ne olduğuna işaret ediyor. Babil kulesinin insanları binbir dille ayrıştırıp yarattığı kaosu merkezine alarak insanlığın gerçeklerini yüzeye çıkarıyor. Filmde Meksikalı, Faslı, Japon ve Amerikalı gelenek ve anlayışlarına dikkat çeken pek çok diyalog var. Ülkelere ve kültürlere özgü tüm bu davranış biçimleri müthiş bir doğallık çerçevesi içinde kimi zaman komik, kimi zaman huzursuz edici, kimi zaman can yakıcı. Her adımının, her lafının bu kadar hayatın içinden olduğu bir filmin, Faslı çocuğun ölüp, Amerikalı ailenin hayatta kalması; Meksikalı bakıcının sınır dışı edilip, Amerikalı turistlerin koşa koşa ülkelerine varması ile sonuçlanması; Amerikalılar için dünya ayağa kalkarken, Faslılar ve Meksikalıların acılarının hiçe sayılması dünyanın gerçekten nasıl döndüğüne dair gerçekçi ve anlamlı bir saptama. Başarıyla seçilmiş öyküleri, çok iyi tasarlanmış diyalogları, silah, kan, çocuklar gibi leitmotiflerle yapılan geçişleri, çarpıcı kurgusu ve muhteşem oyunculuklarının izleyicilerin duygusal zayıflıklarından yararlanılarak değil de, bilgi ve zekalarını okşayacak netlik ve sertlikte sunulmuş olması Inarritunun en eşsiz becerisi. Aşklar ve Köpekler ve 21 Gramdan sonra, yine zaman kaymalarının varolduğu ama baş döndürmediği kurgusu, takibi daha kolay filmlerden zevk alan daha geniş bir kitleye hitap ediyor. Bu da filmin evrensel mesajı ve yapısına uygun bir seçim. Babilde bahsetmeye en değer bulduğum özelliklerden biri de oyunculuklar. Son zamanlarda izlediğim en kayda değer performanslardan en az ilk beşi bu filmin içinde diyebilirim. Bunların başında Rinko Kikuchi, Adriana Barraza (Meksikalı bakıcı), Koji Yokusho (Chiekonun babası), Mohamed Akhzam (Faslı baba), Clifton Collins (sınırdaki polis memuru) ve filmin tüm çocuk oyuncuları yer alıyor. Filmin kadrosunun çoğunluğunun oyuncu olmayan insanlardan oluşmasına rağmen, özellikle Fas ve Japonya sahnelerinde olağanüstü oyunculuklar var. Film hiçbir şey için değilse de, sayısız harika oyunculuğu bir arada görmek için izlenebilir. Brad Pitt ve Cate Blanchett, tanıdık olmayan yüzlerin filme getirdiği doğallığı ve gerçekçiliği biraz dağıtıyor. Ama bunlar bilmediğimiz yüzler olsaydı filmin değeri ve izleme keyfi artar mıydı söylemek zor. Bir bakıma filmin çıkış noktası olan olayın çaresiz kahramanlarının Hollywood yıldızları olması, filmin Amerika ve Amerikan politikası hakkında getirdiği eleştiri açısından yerinde olabilir. Ayrıca bu aktörlerin varlığının böyle bir filmin daha çok izleyici toplaması anlamında da stratejik olması dolayısıyla bu karara hak vermemek körlük olurdu. Cannes film festivalinde En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu ödüllerini alan Babil, son zamanlarda gündemi yakalamış ve en tarafsız, en doğrudan ve insanlığın durumunu anlatacak en merkezi duyguları, metaforları ve imgeleri seçerek yansıtan yapıt. İnarritu bu filmle, insanların çeşit çeşit hayatları ve mutlulukları bambaşka şekillerde, bambaşka dillerde yaşarken, hep aynı korku ve öfkeye yenik düştüklerini, hep aynı acılarla birleştiklerini ortak bir lisan olan sinema aracılığıyla sunuyor. Yönetmenin çocuklarına adadığı film dilerim birçok kişiye ulaşır ve herkesin hafızalarına kazınır. Selin Sevinç selinlesinema@gmail.com |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 05:20 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.