![]() |
CANNESın Küçük Treni CANNESın Küçük TreniCannesa vardığınızda Croisette Bulvarı sizi kucaklıyor. Şık bir cadde. Zaten neresi şık değil ki? Cannes ın burnu büyük havasından fazlasıyla nasibini almış bu bulvar. Croisette‘deki plajlar hınca hınç insan dolu. Herkes sere serpe. Eğer Cannes‘a onuncu gelişinizse kesinlikle siz de o kumsalda yerinizi alırsınız ama "Yok ben Cannesı keşfetmeliyim" diyenlerdenseniz hemen küçük gezi trenlerinin kalktığı istasyona gitmelisiniz. Tıpkı bizim yaptığımız gibi. Tren gelir hoş gelir. Püfür püfür gidiyorsunuz. Oturduğunuz yerin önünde bir konsol var, bir de kulaklık. Hemen kulaklığı takıyorsunuz, düğmelerden de Englishi tıklıyorsunuz. Bu arada dil seçeneklerinin arasında Fransızca, Almanca ve İtalyanca da var. Adam başlıyor konuşmaya "The town represents a surface area of 2066 hectares and......" siz de dinliyorsunuz,tur bittiğinde muhteşem bir İngilizce dinleyicisi oluyorsunuz. İlkönce otellerle tanışıyorsunuz. 20‘li yılların başında yapılmış Le Majestic bütün ihtişamıyla caddenin üzerinde, ardından 30larda yapılmış The Martinez, 80lerde aralarına katılmış GraydAlbion, sonuncusu Noga Hilton. Ancak içlerinde en ihtişamlısı bu yüzyılın başında yapılmış olan Le Carlton. Bana kalırsa Cannes bütün gösterişini bu otellere borçlu. Cannesın 4 muhteşem limanı var: Le Vieux Port, Le Port Pierre Canto, Le Moure-Rouge ve Port de le Croisette. Pierre Cantoda güzel hatta muhteşem bahçeler arasındaki yürüyüş yolu size göz kırpıyor. Ama gelin görün ki trenden atlayacak cesaret nerdeeeee? Bahçeler gül bahçesi olarak hazırlanmış. Cannesın halkı gururla bahsediyor oradaki 2000 gül ağacından. Haklılar. Bahçenin orijinal adı "Les Jardins Albert 1er" . Bizim epeydir göremediğimiz kumarhanelerde orada. Casino Palm Beach 1929 da yapılmış... hala da orada. Musee de la Castre... Buradan tüm Cannes‘a hakimsiniz. Herşey ayaklarınızın altında. Güzel fotoğraflar çekme şansınız var. Ancak bizim emektar orada yapacağını yaptı tabi, fotoğraflar hiç bir şeye benzemedi. Kaleye Cannesın eski sokaklarından çıkıyorsunuz. Öyle güzel ki... Buraları anlatmak için çaba göstermeme gerek yok anlatamam zaten. Cannesdan St.Raphael ‘e doğru giderken sahili, plajları, kayaları ve yeşilin onlara sarılışını izliyorduk. Birde o güzel denizin üzerinde bize göre ondan daha güzel bir şey gördük... SAVARONA... Işıl, ışıldı. Türk Bayrağı da seçiliyordu. Kuzenimle arabadan atlayıp duvarlara tırmandık ve resmini çektik, elbette güzel çıkmadı... bu fotoğraf makinesinden nefret ediyorum. Tüm manzaraları silinmez bir şekilde beynime kazımakla iyi etmişim. Trenle şehri gezerken yerli halk bize sürekli el salladı... biz de bir sallamadık, iki sallamadık ama baktık olacak gibi değil. Başladık her gördüğümüze el sallamaya... Treni kullanan çok hoş bir bayandı ve bütün Fransada yaşı bana yakın gördüğüm belki sayılı kadınlardan biriydi. Tren bizi aldığı yerde bıraktı. Daha biz inmeden kalabalık bir turist ordusu trene doğru koşmaya başlamıştı bile. Kazançlı iş diye düşündüm. İstanbulda yapılabilir ama orada o trene sağlanan imkanlar burada da sağlanır mı bilemem. Sahilde yürümeye başladık... Kornalar... kornalar... kornalar... Halbuki Fransada korna çalan tek bizdik. Uzun bir konvoydu ve önünde gelin arabası vardı. "Bunlar da bizim gibi" demekten kendimi alamadım. Ama farklar vardı. Gelin arabası bizim gelin arabalarından daha güzeldi. Konvoydaki tüm arabalar organze kumaşlarla süslenmişlerdi. Hepsinin duvağı vardı neredeyse. Gece bir soru beynimi kemirip durdu. NEDEN İSTANBULDA 2000 AĞAÇLIK GÜL BAHÇESİ YOK?!? Prenses29 |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 02:58 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.