![]() |
Ben Kötüyüm, Lütfen Beni Sevin Küçükken anne ve babamızın yüzüne bakarız ve bizi sevdiklerini, hayran olduklarını, varlığımız ile coştuklarını gözlerinden okuyabilmek isteriz. Eğer anne ve babamız sürekli olarak bizim olumsuz taraflarımızı vurguluyorsa, sürekli eleştirip azarlıyorsa, birlikte zaman geçirmiyorlarsa, bizi dinlemiyor ve anlamaya çalışmıyorlarsa, o zaman sevilmeyi haketmediğimize, onların hayranlığını kazanamadığımıza, varlığımızın değersiz olduğuna inanmaya başlarız. Bu durumu aşmak için bütün hayatımız boyunca sürekli mükemmele ulaşmak için çaba sarfeder ve bir türlü tatmin duygusuna sahip olamayız. Gittikçe hayata, insanlara ve daha önemlisi kendimize nefret duymaya başlarız. Sıcak bir bakışı, anlayışlı bir insanı, bizi olduğumuz gibi kabul edip sevecek o insanı arar dururuz ve bulamayınca da kendi kötülüğümüze daha çok inanırız. Öyle bir noktaya gelir ki artık iyi niyetle yaklaşanları bile kuşku ile karşılar, onların aslında içimizdeki gerçek kötülüğü göremediğini düşünüp ya bu kişileri yalancı olmakla, samimi olmamakla suçlar onları yaralarız, yada içimizdeki o gerçek kötülüğü farketmelerinden korkup uzaklaşırız, bir anlamda kaçarız ve kendi içimize daha çok kapanırız. Olayların pozitif yönünü görmek yerine her şeyin negatifini görmeyi tercih ederiz, çünkü hiç olmazsa daha büyük acılar çekmekten kurtuluruz. Küçük bir çocukken o kadar çok umud etmiş, o kadar uzun süre sevilmeyi beklemiş oluruz ki artık ümid etmek sadece geçmişten kalan bu büyük acıların geri gelmesinden başka bir anlam ifade etmez. İnsanlar bencildir, insanlar yalancıdır, insanlar zehirlidir, insanlar fırsat bulduğu anda bıçağı kalbinize saplamak için fırsat kollar... Aslında bu sözler, bir zamanlar umutları olmuş ve bir türlü ihtiyacı olan sevgiyi alamamış, anlaşılmamış, hiç dinlenmemiş, gözlerinin içine sevgi ile, şefkat ile bakılmamış insanların bir yakarışıdır. Artık beni incitmenize izin vermeyeceğim! haykırışıdır. Oysa bu tecrübeleri tıpkı dün yaşamış gibi hala içinde taşıyan kişi zaten o acıları fazlası ile çekmektedir, daha fazlasına ne tahammülü vardır, ne de kaldırabilecek gücü... Çünkü her gün değersiz, sevilmeye layık olmayan, kötü ruhlu olduğunu sandığı benliği ile yaşamak ve bu bedeni sürüklemek zorundadır... En ufak bir eleştiri, en ufak bir yargı, en ufak bir olumsuzluk bile dayanılmaz bir hal alır. Sürekli devam eden bir suçluluk duygusu, sevilmeyi haketmediğimize dair bir inanç ve öfke bilinçaltımıza yerleşir ve bir gölge gibi bizi bütün hayatımız boyunca takip eder. Her normal insanın yapabileceği hataları bir deneyim ve kendini geliştirme fırsatı olarak görmek yerine, kötü karakterimizin bir ıspatı olarak düşünüp değersiz olduğumuza olan inancımızı güçlendiririz. En ufak bir hataya bile tahammül edemeyiz. Dünya ya siyahtır ya beyaz. İdeal bir dünya yaratmaya çalışır, kendimizi mükemmel yapabilmek için bitmez tükenmez bir enerji ile çaba sarfederiz. Çünkü sanırız ki o zaman belki sevilmeye layık oluruz. Belki o zaman birileri gözümüzün içine mutlulukla bakar, belki bizimle olmaktan keyif alırlar. Belki bizi dinlemek isterler, yanlış bir şeyler yapınca ve üzülünce hiç önemli olmadığını, her şeyin yoluna gireceğini söyleyip şefkatle bizi kucaklarlar. Ama o insan hiç gelmez, mükemmel oldukça insanlar daha da uzaklaşır. Gittikçe yalnızlık çekilmez bir hal alır, çözümler tükenir. İçinde sımsıkı tutunduğu bütün güzel duygular, bütün iyi niyetli arzular yavaş yavaş ölmeye ve kötülük galip gelmeye başlar. Son bir hamle ile kavgasını dışarı taşır, hırçınlaşır ve insanlara haykırır. Her davranışında, her sözünde, her yaklaşımında kırgınlığı, ne kadar incinmiş olduğu açıktır. Bir kişi çıksa, bu hırçınlığına rağmen onu sevmeyi başarabilse, anlasa, dinlese, sabırla beklese, belki o da kendini sevmeyi öğrenebilir, belki o zaman bu karanlık dünyası ile savaşabilmek için ihtiyacı olan gücü bulabilir... Kaynak: HamileBilgi |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:33 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.