![]() |
Sevgi Enerjisinin Oluşumu ve Değişimi Bu makalenin hoşuna gideceğini zannediyorum....alk78 İnsan bünyesinden sevgi enerjisinin geçişine engel oluşturan en büyük etken, olumsuz duygu ve düşüncelerdir. Kutsal kitaplar direkt olarak, bizim araştırmamıza yer bırakmadan hatırlatmıştır bu tür duyguları. Çünkü insanın içinde kin, nefret, kıskançlık, kibir, alınganlık, vesvese, sistematik ...şüphecilik, korku, hatta aşırı hayranlık ve özenme olunca, sevgi tezahür etmiyor. Hep bunları söylemeye çalışmışlar. Olumsuz duygu ve düşüncelerin kaynağı korkudur. Bu sadece fizyolojik değil, ayrıca yaşayış düzenindeki herhangi bir değişikliğe karşı olan korkuları da kapsar. Bazı insanlar ölümden korkmaz, ama mahrum olmaktan korkar. Elbisesinin olmaması, arkadaşlarının terk etmesi, aç kalması, hor görülmesi, bulunduğu mevkiden düşmesi gibi. Başka insanların kendisi hakkındaki değerlendirmeleri çok daha önemlidir o korkuyu yaşayan insanlar için. Bu korkular da, sevgi akışının kendi bünyemizden geçişine engeldir. Aşırı tutuculuğa, ihtiyata götürdüğü için başkalarına sevgiyi yansıtamayız. Günümüzde, herhangi bir yerde bir insanla göz göze gelmek, merhabalaşmak, hatır sormak bile bir korku haline gelmiştir. “Acaba bunun arkasından bir şey mi çıkacak?” “Benden çıkar mı umuyor?” gibi türlü düşünceler gelebiliyor. Çünkü o korkular, güvensizliği de yaratmaktadır. Olumsuz duygu ve düşünceler objektifliği de önler. Yani gerçeği yorum katmadan göremeyiz ve anlayamayız. Sübjektif olduğumuzda bir olaya veya bir manzaraya kendi yorumlarımızı da katarız. Olayın veya manzaranın içinde olmayan bir şeyi, sırf hoşumuza gidiyor diye katarız, ekleriz. Halbuki objektiflikte yorumlara, kişisel ilavelere gerek yoktur. Ne görüyorsak o şekilde yorumlamamız gerekir. Olumsuz yorumlara girdiğimiz için, olmayan şeyler yarattığımız için de o obje veya olaylar hakkında gerçek bilgi sahibi olamıyoruz, tanıyamıyoruz. Kendimize göre bir benlik havasına giriyoruz. Kendini beğenen, kişi ve olaylara yabancı olanlar kendi ve başkası diye ayrımlar koyar. Ve sevgi de bu ayrımları kolay kolay aşamaz. ÖZDEŞLEŞMELERİMİZ Sevgiye engel olan diğer bir etken de özdeşleşmeler, eş koşmalardır. Çağımız insanının en büyük zaafı, kendi öz varlığı dışındaki objelerle kendini bir tutması, özdeşleşmesidir. Böyle bir kimse kendi varlığını unutmuştur. Özdeşleştiği objeyle sevinir, onunla üzülür. Bunun en büyük örneklerini kulüp ve parti sevgilerinde görüyoruz. Bu durum öyle bir özdeşleşme yaratabiliyor ki, sonunda başkalarının canına, malına kastedecek kadar şuursuzlaşabiliyor. Eğer kulübü kazanmışsa kendisi kazanmış, kaybetmişse kendisi kaybetmiş gibi oluyor. İnanç sistemlerinde de bir özdeşleşme vardır. Bütün kutsal kitaplar eş koşmaya karşı insanları uyarır. Tanrı’ya karşı eş koşmayınız derler, ama inanç sahipleri o inanç sistemi dahil, her şeyi eş koşar. Tanrı’nın, “Bana eş ve ortak yaratma.” demesi, sadece ilahi bir istek değil, hiç bir şeyi kendine eş ve ortak koşma manasına gelmektedir. Bizler birçok şeye sahip olabiliriz ama onlarla özdeşleşmemeliyiz. Eş koşmalar çoğu kez gelişmemize engel olur ve hayatı çekilmez bir cehennem haline çevirir. Kişinin, kendisini “Sevdiği ev, çiçek, köpek, sevgili, bankadaki para, giydiği elbisesi, oturduğu makam koltuğu, iktidarı...” gibi görmesi bir putperestliktir. Bunların hepsi belli bir zaman süreci içinde hareket etmek zorunda olan olgulardan ibarettir. Bugün öyleyse, yarın böyle olacaktır. Özdeşleşmekteki en büyük zorluk, kişinin kendi varlığını unutmasıdır. Kendini unutan kişinin de gelişmesi, insanlık görevlerini yerine getirmesi zordur. Kozmik enerjilerle olan bağının çok azalmasına sebep olabilir, ki bu da onun her an yok olmasına, fizik varlığının ortadan kalkmasına sebep olabilir. Çünkü fiziksel varlığı hiçbir işe yaramıyordur artık. Özdeşleştiği objeyle sevinir, onunla üzülür, objektiflik ve akli prensipler kaybolur, açı daralır, anlayış kaybolur ve taraf tutulur. Kendisi ile obje arasında fark yoktur. Sevdiği şey elinden gitmesin diye her şeyi çiğner geçer. Ama özdeşleştiği şey kendisini artık tatmin etmiyorsa, hevesini de almışsa onu da bir tarafa atar. Eş koşmanın daralmış yoğun ilgisi sevgi değil, o obje üzerinde hegemonya kurmaktır. Kendini tatmin etmek için objeyi kendi tekeline almaktır. Oysa mal canın yongası oldukça hep ıstırap verecektir. SEVGİ ENERJİSİNİ DAĞITABİLMEK Beşer varlığı olarak en büyük vazifelerimizden biri sevgi enerjisini kullanıp dağıtmamızdır. Sevgi, yapıcı bir enerjidir, varoluş enerjisidir. Ruhsal enerjinin madde üzerindeki tasarrufu bu enerjiyle olmaktadır. Sevgi enerjisini bünyemizden geçirmediğimiz sürece sağlıklı bir bedenimiz de olamaz. Hastalıkların büyük bir kısımı kozmik dengeye ulaşamamızdan ileri geliyor. Kozmosla kendi aramızda bir bozukluk var, oradan gelen tesirleri alamıyoruz. Veya daha üstün hale getirip yansıtamıyoruz. Bu yüzden de sevgisizlik doğuyor. Bunlar bedenimizde somatik, yani bedene yansıyan rahatsızlıklar meydana getiriyor. Özellikle kanser ve AIDS gibi hastalıklar virüsten kaynaklanıyor görünüyorsa da, temelde 20. yy’ın bütün sevgisizliğinin bir reaksiyonudur. Sevgisizliğin meydana getirdiği dengesizlik kanser ve AIDS adlı altında ortaya çıkıyor. Böyle devam ettiği sürece de başka türleri de çıkabilecektir. Sevgi, eş koşmayla değil, tam tersine terk ile olur. Terk; her şeye ve herkese karşı aklı ve vicdanı kullanarak davranmak, yerinde ve zamanında hareket etmektir. Sevmek, tekel altına almak değil, sevilenin özgürce gelişmesine imkan sağlamaktır. Bu imkanı sağlayabilmek için de eş koşmamak gerekir. Sevmek bu yalan dünyanın, yani insanın kendi kendine yarattığı dünyanın yıkılmasıyla mümkündür. |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 03:07 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.