![]() |
Örümceği hissetmek İstanbul'a dönüş için Bursa yakınlarından kalkan deniz otobüsündeydim. Bulunduğumuz ön bölümün klimaları mevsim normallerinin üzerinde seyreden hava sıcaklığına dayanamayıp pes etmiş terlemeye başlamıştık. Üstelik deniz otobüsü doluydu ve başka bölümlerde boş koltuk bulma şansımız da yoktu. Havasızlığa ve sıcağa daha fazla dayanamayıp klimaları çalışan orta bölümde bankonun kenarına ilişmiş gazeteme gömülmüştüm. Benimle birlikte sıcaktan kaçan ve sonradan emekli doktor olduğunu öğrendiğim yaşlı hanımefendi gazetemin bulmacasını işaret edip çözmek için izin istedi. Çantasından çıkardığı gözlük ve kalemiyle bulmacaya daldı. Ayakta durmaktan yorulunca önce o sonra ben yere oturup sırtımızı bankoya dayadık. Klimaların azizliği üzerine başlayan muhabbette bulmaca için yardım isteyip istemediğini sordum. Hemen tümünü çözmüş en son çevrilen James Bond filminin başrol oyuncusunu soran ilk soruda takılmıştı. Yardımcı olamadım. Bu şekilde başlayan sohbette emekli kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olduğunu, yaşadığı kalp sorunları nedeniyle mesleğini icra edemeyip tümüyle emekliye ayrıldığını anlattı. "Emeklilik nasıl? Güzel olmalı. Bana hala çok uzak görünüyor" diye sorunca gülümsedi. Gözlüklerinin üstünden kederli bir ifadeyle bakarak "Sakın ha. Sakın böyle düşünme. Çalışan insan için emeklilikten beteri yok" diye cevap verdi. "Bildiğim kadarıyla insanın hayat yorgunluğunu atıp dinlenebilmesi için emekliliğe gereksinimi var" diye üsteledim. Bir süre cevap vermedi. Kalemini ve gözlüğünü çantasına koydu. Sonra bana döndü; —Biliyor musunuz? Asıl çalışmamak yoruyor insanı. Dahası çalışmadığın zaman geçen zamanı, hayatı daha çok hissediyorsun. Çalışırken bedenin yorulur ama dinlenir kısa sürede yorgunluğu atarsın. Çalışmadığında ise hayat gerçekten acı verir, insanın ruhunu yorar. İşe yaramaz zavallı, asalak gibi hissedersin kendini. —Peki onca senenin emeği, yaptığınız fedakarlıklar? Onlar avutmuyor mu? —Avutuyor ama yetmiyor. Onlar sadece senin parçan olarak geçmişte kalıyor. Kimsenin pek umurunda da olmuyor. Gelecek ise bugün ile birleşip sıradanlaşıyor. Bunlardan kurtulmak için oğlumla gelinimin yanına torun bakmaya gidiyorum. İşsiz olmaktansa gücüm yettiğince çalışarak dinlendiriyorum kendimi. Çalışmadan geçirdiğim her dakika yoruyor bitiriyor beni. Az önce sizden bulmacayı bunun için rica etmiştim. Kışları da boş durmam örgü örerim. —Emeklilikte işe yaramayacaksa onca emek, onca çalışma boşuna mı o zaman? Geriye hiç mi bir şey kalmayacak bizden? Cevap vermedi. Yerde oturmaktan ayaklarımız uyuşmuştu. Ayağa kalktım. Hanımefendiye de ayağa kalkması için yardım ettim. Teşekkür etti. Bir süre deniz otobüsünün kalabalığına bakındık. Çevremiz bizim gibi ön salondan kaçıp yerlere oturan yolcular ile doluydu. Sorumun cevabını beklediğimi görünce eliyle sırtımı okşadı. —Yok, o kadar değil elbet. Bir yerde örümcek olup olmadığını anlaman için örümceğin ağını görmen yeterlidir. Kendini görmesen bile orada örümcek olduğunu bilirsin. Ben doğum doktoruyum. Doğurttuğum çocuklar ile avutuyorum. Ara sıra çıkarıp fotoğraflarına bakıyorum, hayaller kuruyorum. Bazen onlardan birinden gelen haberle mutlu oluyorum. Geçenlerde düğünlerine çağırdılar. Gittim ki; kızı da oğlanı da ben doğurtmuşum. Bunlar bana yetiyor. Yetmediği günler de oluyor, sıkılıveriyorsun. Hayat bir öyle bir böyle geçip gidiyor, işte. Önümüzdeki ailenin büyük oğulları elindeki gameboy tarzı bilgisayarlı oyuncak ile hayli gürültülü bir oyun oynuyor, kardeşi ise oyun sırasının kendine gelmesi için başında bekliyordu. Bir süre onlara baktık. Sonra torununun da böyle oyuncaklara düşkün olduğundan söz etti. Kendi çocukluğunda çikolata sarılan alüminyum kağıtları yırtmadan tırnakla düzelterek özenle defterlerin arasında sakladıklarını anlatıp o kağıtların parlaklığında hayaller kurduklarını, şimdilerde onların yerini bu tür bilgisayar oyunlarının aldığından hayallerin bile çocuklara bilgisayar oyunu ile hazır sunulduğundan, çocukların hayal kurmalarına bile engel olunduğundan yakındı. Deniz otobüsü adaları sağımızda bırakarak Yenikapı'ya yönelmiş, İstanbul boğazı tüm güzelliği ile önümüzde belirmişti. Eliyle boğazı işaret ederek Güzel olmasına çok güzel şehir ama insanı öğütüp kendine benzetmeden de bırakmıyor dedi. —Bütün büyük şehirler böyle değil mi? —Bilemem. Bek hoşlanmıyorum bu özelliğinden. Torunuma büyüyünce ne olacaksın diye soruyorum her seferinde başka meslek söylüyor. Ama hep farklı olmak farklı işler yapmak istediğini anlatıyor, pek çoğumuzun bir zamanlar düşlediği gibi. Ama biliyorum ki, bu şehir diğerlerine yaptığı gibi torunumu da kendine benzetip sıradan insanlarına dönüştürecek. —Bu o kadar kötü bir şey mi? —Bence öyle. Oğlum ve gelinim gibi neredeyse tüm anne babalar çocuklarının biran önce büyümesini istiyorlar. Büyümekten anladıkları ise farklılıklarından arınıp şehrin sıradan sakinlerinden biri olmaktan öte değil. Özündeki çocuğu kaybettiğin ölçüde büyümüş oluyorsun. Bunu kaybetmeyenleri de çocuk ruhlu deyip geçiştiriyoruz ayrı yere koyuyoruz ki varlıkları rahatsızlık vermesin. Deniz otobüsü yavaşlamış iskeleye yanaşmak için dönüş manevrasına başlamıştı. Aracımın yanına gitmek için ön güverteye yönelirken hanımefendi yolcuların çıktığı arka güverteye gitmek için eşyalarını eline aldı. Ayrılmadan dönüp "Sahi gevezelik etmekten soramadım. Siz ne iş yapıyordunuz?" dedi. Gülümsedim ve başımı önüme eğerek "Herkesten farklı bir iş yapmıyorum. Sadece bazen çocukça şeyler yaptığımı söylerler utanırdım. Sayenizde artık utanmıyorum" diye yanıtladım. Gülümsedi. Selamlaşıp yanından ayrıldım. Vapurdan inenleri hayli sıcak bir İstanbul günü bekliyordu. Dr. Mehmet Uhri mehmetuhri |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 02:33 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.