![]() |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Çinde Li-Li adlı bir kız smiliyface smiliyface smiliyface smiliyface smiliyface smiliyface smiliyface smiliyface smiliyface Uzun yıllar önce Çinde Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile birlikte geçinmenin çok zor olduğunu anlar. Ikisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Buda onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Bir kaç ay sonra bitmek tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev eşi ve annesi arasında kalan erkek için cehennem haline gelmiştir. Artık birşeyler yapmak zorunda olduğunu anlayan genç kız doğruca babasının arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden hazırladığı bir ekstre verir. Bunu 3 ay boyunca hergün kaynananın yemeklerine azar azar kat der. Fakat az koy ki belli olmasın. 3 ay sonra ölsün. Yaşlı adam genç kıza kimsenin şüphelenmemesi için bu süre zarfında kaynanasına çok iyi davranmasını da öğütler. Çok iyi yemekler yap ona der. Genç kız artık çok iyi davranmaya başlar kaynanasına.bir süre sonra kız böyle davranınca kayınvalidesi de değişir ve ona kızı gibi davranmaya başlar. Evde artık barış rüzgarları esmeye başlamıştır. Bu kez genç kız kendini ağır bir yük altında hissetmeye başlar ve yaptıklarından pişman, baharatçıya yeniden gelir. Lütfen der. Artık ölmesini istemiyorum. Şu ana kadar verdiklerimi onun kanından temizleyecek bir şey ver bana. Yaşlı adam karşısında oturan Li-Li ye bakar ve gülümser. Sevgili kızım der. Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni daha da güçlendirdin hepsi bu. Gerçek zehirse senin beynindeydi. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve gitti beyninden. Dargınlık sevgiye dönüştü. Böylece gerçek bir anakız oldunuz. Gül veren elde gül kokusu kalır. Kadın gül vereceğim dedi. Haklı olma ihtiyacı haklı olduğunu kanıtlama isteği diğerini hep savunmaya iteceğinden birden ortalık savaş meydanına dönüyordu. Bu fazladan birsürü enerji harcamayı gerektiriyor ve yoruyordu. Bir başka yöndense başkalarının haksız olduğunu eksik ya da yanlış düşündüğünü ona göstermenin onda minnettarlık oluşturacağını düşünmek o istemedikçe yanlış ve akla aykırı bir inançtan başka bir şey değildi. Zira savaş alanında olduğu gibi böyle anlarda adrenalin artıyor ve kan savaş araçlarında toplanıyordu. Eller, kollar ve ayaklar. Savaş veya kaç hali. Ne göz ne gönül ne kulak ne diğer duyu organları beslenmiyor hatta besinsiz kalıyordu. Siz hiç bir tartışma proğramında doğru siz haklıymışsınız deyip birbirini tebrik ederek proğramdan ayrılan taraf gördünüz mü? Daha geçimli ve sevecen olmanın yolu haklı çıkmanın zevki ve süksesini başkalarına bırakmaktır. Düzeltme huyunu bırakın. Bundan vazgeçmek ne kadar zor gelse de emin olun buna değecektir. Böylece çevrenizdekiler size karşı daha az savunma duvarı örecek, ilişkileriniz güçlenecektir. Hadi dedi bir an önce git ve gül ver. (alıntıdır) http://images.google.com.tr/images?q...inese_Girl.gif |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ skorpy sana sevgilerimi gönderiyorum nasıl doğru yazdıkların,nasıl güzel... B en bunu yeni yeni kelfediyorum her tartışmadan galip çıkmak zorunda değilim bunu tam 1 yıldır öğrendim ve hoşgörülü olmanın bu bir yıl içinde bana getirisi çok oldu.Bi kere manevi yönden çok rahatım,şimdi sürekli yarış içinde olan insanları görünce dahi üzülüyorum ve gereksiz buluyorum.Tabi bu hiç tartışmayalım,görüşlerimizi savunmayalım demek asla değil,bunu da belirteyim.... hismiley |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ teşekkür ederim |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Zaten öyle bir söz vardır "Bir tartışmayı kazanmak haklı olduğunuz anlamına değil sadece tartışmayı kazandığınız anlamına gelir" Öyle ise tartışmaları fikir jimnastiği şeklinde yapmakta fayda vardır. Geçmişte benimde tartışmayı kazanmayı haklı olmakla eşdeğer tuutuğum zamanlar olmuştu.Ancak şimdi böyle olmadığını çok iyi biliyorum. Paylaşım için teşekkür ederiz. |
sevgi başarı zenginlik hikayesi Bir kadın, evinden dışarı çıkar ve uzun beyaz sakallı üç yaşlı adamın evinin önünde oturduklarını görür. Onları tanımaz. - "Ben sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız" der. "Lütfen içeriye gelin ve bir şeyler yiyin." - "Evin erkeği içerde mi?" diye sorarlar adamlar. - "Hayır" der kadın. "O dışarıda." - "Öyleyse içeri gelemeyiz" diye cevap verirler. Akşam olup kadının kocası eve geldiğinde, kadın başından geçenleri kocasına anlatır. - "Git onlara söyle ben evdeyim içeri gelebilirler" der. Kadın dışarı çıkar ve onları içeri davet eder. - "Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz." der yaşlı adamlar. Kadın öğrenmek ister ; Yaşlı adamlardan bir tanesi açıklar : - "Onun adı ZENGİNLİK" der ve bir arkadaşını gösterir, bir diğerini işaret eder,"O BAŞARI", ben de SEVGİ." Sonra ekler ; "Şimdi içeri gir ve kocanla konuş, hangimizi evinizde istersiniz?" Kadin içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyunca neşelenir. - "Ne güzel!" der, "madem öyle, Zenginliği içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun." Karısı itiraz eder ; Bu sırada konuştuklarını evin diğer köşesinde bulunan gelinleri duyar. Zıplayarak gelir ve kendi fikrini söyler. -"Sevgi'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!" - "Gelinimizin önerisini dikkate alalım" der adam karısına. "Dışarı çık ve Sevgiyi bizim misafirimiz olması için davet et." Kadın dışarı çıkar ve üç yaşlı adama sorar ; - "Hanginiz Sevgi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol". Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir şekilde Zenginlik ve Başarıya sorar : Zenginlik ve Başarı bir ağızdan cevap verirler : - "Eğer Zenginlik ya da Başarıyı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı ama sen Sevgiyi davet ettin. O nereye giderse biz de oraya gideriz. Nerede Sevgi varsa, orada Başarı ve Zenginlik de vardır!" alıntı |
acele karar vermeyin Acele Karar Verme Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." bizim iyi gördüğümüz belki bizim için kötü veya bizim kötü gördüğümüz belkide bizim için iyidir karar vermek için çok acele etmemek lazım bence alıntıdır |
akrep Hintli bir adam suda bata cika ilerlemeye calisan bir akrep gorur. Onu kurtarmaya karar verir ve parmagini uzatir ama akrep onu sokar. Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya calisir ama akrep onu tekrar sokar. Yakinlardaki baska birisi ona, onu surekli sokmaya calisan akrebi kurtarmaya calismaktan vazgecmesini soyler. Ama Hintli adam soyle der: "Sokmak akrebin dogasinda vardir. Benim dogamda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin dogasinda var diye kendi dogamda olan sevmekten vazgeceyim?" smiliyface gulensmiley gulensmiley gulensmiley gulensmiley gulensmiley gulensmiley Sevmekten vazgecmeyin. Iyiliginizden vazgecmeyin. Etrafinizdaki insanlar sizi soksalar da… |
sevgi saygı Bir bilgeye öğrencileri "Sevgi nedir, saygı nedir" diye sordular. Bilge biraz düşündü, sonra "Yarın öğle yemeği saatinde burada olun, kendi gözünüzle görün" diye cevap verdi. Öğrencileri ertesi gün geldiler. Ortaya bir sofra kurulmuş, bir sürü insan etrafına toplanmıştı. Sonra biri kaşıkları getirdi, bu kaşıkların sapları bir metre uzunluğundaydı. İnsanlar şaşkınlıkla kaşıklara bakarken tencereler içinde çorbalar geldi. Hepsi çorba içmek için kocaman kaşıklarla saldırdı. Ama içemiyor, yerlere döküyor, kaşığın sapını yandakinin gözüne kaşına sokuyorlardı. Büyük bir kargaşa başlamıştı, herkes bağırıp çağırıyor, yanındakiyle kavga ediyordu. Bilge biraz izledikten sonra onları durdur du. "Tamam. Küçük kaşıklar geliyor" dedi, küçük kaşıklar geldi. Bilge, "Başka çorba yok ona göre için" dedi. Masanın çevresindekiler bu kez ellerindeki normal kaşıklarla tencerelere saldırdılar. Kaselerine çorba alarak vakit kaybetmemek için hepsi tencerelere hamle ediyorlardı. Birbirlerini itip çekiyor, hiçbiri çorbayı doğru dürüst içemiyordu. Sonunda herkes aç kaldı, homurdanarak çekip gittiler. Geride pislik içinde bir masa bırakmışlardı, içtikleri çorbanın iki katını sağa sola döktükleri için... Bilge öğrencilerine döndü ve "Yarın yine aynı saatte gelin" dedi... Öğrenciler ertesi gün yine geldiler. Sofra kuruluydu, çevresinde bir grup insan oturuyordu. Önce normal boyda kaşıklarla kaseler getirildi, sonra da tencereler içinde çorbalar. Sofradakiler sırayla kaselere çorba alıyor, kaseleri birbirlerine ikram ediyorlardı. Tam içmeye başlayacakları sırada Bilge seslendi: "Durun, yanlış kaşıklar gelmiş". Bir görevli bütün kaşıkları topladı ve her birine sapları uzun kaşıklardan dağıttı. Sofradakiler önce bu kaşıklara baktılar. Sonra biri, karşısındakinin kasesine kaşığını daldırdı ve ona çorba içirdi. Sofradakilerin hepsi aynı hareketi tekrarladı. Bilge, kendisine sevgi ve saygının ne olduğunu soran öğrencilerine döndü, "Anladınız mı" dedi ve konuklarının yanına oturup o da çorba beklemeye başladı. alıntı ... dusun |
BAŞARI HİKAYELERİ bir markanın doğuşu İtalya´´da zorlu savaş sonrası dönemde bu Venedikli küçük çocuk, ailesinin iki yakasını bir araya getirebilmesi için gazete satmak zorunda kaldı. Kız kardeşi Guiliana çok güzel örgü ördüğü için 60´´larda aile küçük bir kazak şirketi kurmaya karar verdi. Luciano İngiltere´´ye giderek yünü son dakikada boyama tekniğini öğrendi; böylece sürekli değişen trendlere ayak uydurabileceklerdi. Önlenemeyen yükseliş 1963´´te ilk mağazalarını açtılar ve bu na zaman içinde yenileri eklendi. 1966´´da Fransız tasarımcı Lison Bonfils tavsiyelerde bulunmak üzere Benetton´´a geldi ve 12 yıl kaldı. Marka öyle bir başarı yakaladı ki Luciano Benetton, sonradan şirketin merkez ofisi olan Villa Minelli´´yi satın aldı ve ilk fabrikasını kurdu. 1969´´da Paris´´teki mağazalarını açtıklarında Benetton´´un stili, renkleri ve hedeflediği (genç ve ekonomik seviyesi yüksek) müşteri kitlesi markanın yükselmesini sağladı. Rue Bonaparte´´daki ilk butiklerinde 48-58 renkte 8-12 kazak modeli yer aldı. 1980´´de New York´´taki Madison Bulvarı´´nda, 1982´´de Tokyo´´da Benetton mağazaları açıldı. Benetton 1983´´te Tyrell takımı sponsoru olarak Formula 1´´e katıldı. 1986´´da Toleman´´ın alınmasıyla Benetton Formula Limited yarış takımı kuruldu. Sürücüler kategorisinde iki, markalar kategorisinde bir şampiyonluk kazanıldı. Benetton takımını 2000´´de Renault satın aldı. Mağazalara yeni tasarım Holdingin merkezi Lüksemburg´´daydı ve stratejisi markaya uluslararası nitelik kazandırma ve çeşitlilikti. Şirket İtalya, Fransa ve İskoçya´´da dokuz fabrikaya sahipti. Artık Benetton´´un kendi içinde çocuklara yönelik "012", kadınlara yönelik "Merceria", "My Market" ve "Tomato" gibi markaları vardı. Benetton 1987´´de Treviso voleybol takımına sponsor oldu. 1988´´de Benetton saatleri ve markanın "Colors" adlı parfümü piyasaya sürüldü. Tasarımcı Francesca Matte ile fotoğrafçı Toscani özel olarak Benetton´´la çalıştı. Tüm Benetton mağazaları İtalyan mimar Tobia Scarpa tarafından yalınlığın vurgulandığı bir tarzda baştan tasarlandı. Böylece mağazaya giren müşteriler koleksiyonun çizgisini hiç zorlanmadan görebileceklerdi. "Colors" parfümünün erkek versiyonu 1989´´da Avrupa´´da satışa sunuldu. 1993´´te "Tribu" adlı yeni kadın parfümü çıktı. 40 ülkede dört dilde yayımlanan görsel ağırlıklı "Colors" dergisi 1994´´te yayın hayatına başladı. "Farklılık arzu edilen bir özelliktir fakat aynı zamanda bütün kültürler eşit değere sahiptir" inancı temel alınarak hazırlanan "Colors" ekoloji, savaş ve AIDS´´e karşı yürütülen mücadele gibi ciddi; alışveriş, moda ve oyuncaklar gibi eğlenceli konuları cüretkar bir bakış açısıyla ele alan bir dergi. 2005 yılında Benetton artık United Colors of Benetton, 012 ve Sisley etiketiyle 120 ülkedeydi. Modayla sınırlı kalmayan marka "Benetton´´un Birleşmiş Renkleri" sloganında, reklamlarında, sosyal sorumluluk projelerinde olduğu gibi dünyadaki tüm renkleri, farklılıkları, kültürleri kucaklıyor. Gerçek bir aile şirketiydi Dört kardeşin ortaklaşa işleri yürüttüğü Benetton tam anlamıyla bir aile şirketiydi. 1935 doğumlu olan ve şirketi kuran Luciano pazarlamanın başındaydı; 1937 doğumlu Guiliana tasarım bölümünü yönetiyordu; 1941 doğumlu Gilberto finans işlerine bakıyordu ve 1943 doğumlu Carlo üretiminden sorumluydu. 2003´´te Benetton ailesi profesyonel yöneticilere daha çok sorumluluk vererek arka plana geçti. Gençlere destek Benetton´´un kültürel mirasını yaşatmak amacıyla 1995´´te iletişim ve araştırma merkezi Fabrica kuruldu. Fabrica, Treviso´´nun hemen dışında bulunan, Japon mimar Tadao Ando tarafından restore edilen tesislerinde gerçekleştirdiği aktivitelerle kendini çokkültürlü ve uluslararası bir kimlikle özdeşleştiriyor. Dünyanın farklı yerlerindeki genç sanatçı ve araştırmacıların yaratıcılığını destekleyen Fabrica tarafından başlatılan "Yaratıcılık Aranıyor" adlı program görsel kültür üzerine bir dizi seminerden oluşuyor. Programın temelinde yine yaratıcılık ve yeni ifade şekilleri arayışı yatıyor. Toplantılar çerçevesinde her ay sanat, kültür ve iletişim alanlarında dünya çapında ün kazanmış "sıradışı" kişiler atölye çalışmaları, konferanslar veya özel aktiviteler için Fabrica´´ya davet ediliyor. Kaynak: Milliyet ALINTIDIR |
Başarı Başaracağım Diyenlerindir.................................... Research Quarterly dergisinde yayınlanan bir araştırma da beynimizi programlama ile ilgili ilginç sonuçlar vermiş. Bilim insanları basketbol oynayan bir grup öğrenciyi üç gruba ayırmış. Birinci grup, belirli bir uzaklıktan sayı yapabilmek için yirmi gün atış çalışması yapmış. İkinci grup, hiçbir çalışma yapmadan yirmi gün beklemiş. Üçüncü grup, yirmi gün boyunca her gün zihinlerinde topu potaya atarak sayı yaptıklarını hayal ederek antreman yapmışlar Zihinlerinde her seferinde topu potaya sokarak sayı yaptıklarını canlandırmışlar. Sonuçlar ne mi olmuş? Her gün aktif fiziksel antreman yapan birinci grubun atış performansı yirmi günün başına oranla sonunda %24 artış göstermiş. İkinci grupta kayda değer hiçbir artış olmamış. Çünkü çalışmamışlardı. Üçüncü gruba gelince, şaşırtıcı bir performans artışı ile karşılaşılmış. Sadece zihinlerinde canlandırma ile çalışan grubun performansı %23 artmış. Hemen hemen birinci gruba kadar bir artış. Başka bir çalışma da da beş kişi bir ay boyunca günde beş kez ağırlık kaldırdıklarını hayal ederek kol kaslarını geliştirmeye çalışmışlar. Sonuç, kaslarrda %13.5’lik bir büyüme!... Beynimiz düşüncelerimizi, duygularımızı, davranışlarımızı kontrol ediyor. Ve bilinçaltımız bu faaliyetin %88’ini kontrol ediyor. Beynimiz ona sunulan her türlü bilgiyi doğru kabul eder. Hayallerimizi de beynimize doğru ve gerçekmiş gibi sunabiliriz. İstediğimiz başarıyı yakalamak için bilinçaltımızı programlayabiliriz. Zihnimizde yoğun olarak canlandırdığımız ve düşündüğümüz her şeyi beynimiz gerçek sanır. Beynimiz buna inanırsa değişim de başlamış demektir. Başarıya zihinsel olarak hazırlanabilirsiniz. Başarısızlık aslında yanlışlarınızdır. Geriye dönüp başından bugüne düşünürseniz, yanlışlarınızı tekrar hatırlarsanız, yapmasaydınız ne olurdu, gerçekleşmesi olası olan olumlu şeyleri düşünün, yanlışların sağladığı fırsatları bir düşünün. Başarısızlık hayal kırıklığına yol açar, can sıkıcıdır, yıkıcı ve bunaltıcıdır, fakat her yanlış size yeni bir kapı açar. Bill Gates servetini işten kovulmasına borçludur, penisilin tesadüfen bulunmuştur. Ne zaman başarısız olursunuz? Bir şeyi elde etmeyi isteyip de onu elde edemediğiniz zaman. Başarısız olmanız için adım atmanız lazımdır. Başarısızlığı engellemenin en kolay ve tek yolu hiç bir şey yapmamaktır. Başarısızlıkta yapacağınız kendi kendinize geri bildirim sağlamaktır. Ne öğrendiniz, nerede yanlış yaptınız, neden başarısız oldunuz, şimdi ne yapabilirsiniz? Sahip olduğunuz en büyük güçlerinizden birisi yanlışlarınızdan, hatalarınızdan ders almaktır. Aslında başarısızlık yaşam yolculuğunda olgunlaşmanın önemli bir parçasıdır. Hayatımızda iyi örnekleri kendimize her zaman için model almaya çalışırız. Aslında kötü örnekler daha çok işimize yarar. Ne yapmamamız gerektiğini o hatayı yapmadan anlamamızı sağlayacak araç, başarısızlık öyküleridir.Yanılgınızı, hatalarınızı göremezseniz doğru yapıp yapmadığınızı nasıl anlayabilirsiniz ki? Başarısız olup sonra başaranları düşünün. Hürriyet gazetesinde bir haber vardı, “Önce başarısızdılar sonra başardılar...”. Haber şöyle:“Size birisi başarısız olduğunuzu söylerse aldırmayın, aptal derse hiç dinlemeyin. Çünkü birçok dahi, aptal ve başarısız damgası yemiş insanlar arasından çıktı. Onların hiçbiri denemekten vazgeçmedi, yılmadı. Kendilerine inananlar sayesinde isimlerini dünya tarihine yazdırmayı başardılar. İşte bazı ünlü başarısız başarılılar: Thomas Edison: Öğretmeni onun için, ‘öğrenemeyecek kadar aptal’demişti. Ampulü keşfederek insanlığı aydınlatacağını bilemezdi. Albert Einstein: 4 yaşına kadar konuşmayı öğrenemedi ve matematik derslerinde çok başarısızdı. Oysa o, tüm zamanların en büyük bilim adamı oldu. Michael Jordan: Okul basketbol takımından atılmıştı. Basketbolu bırakmasına rağmen Jordan, dünyanın en büyük basketbolcusu kabul ediliyor. Walt Disney: Disney, yaratıcı olmadığı gerekçesi ile bütün çalıştığı şirketlerden kovulmuştu. Disneyland’i kuruncaya kadar tam 5 Yaşamten atıldı. Sonra kendi şirketini kurdu ve yarattığı kahramanlar, dünya çocuklarının sevgilisi oldu. Beethoven: Klasik müziğin ustası. Ancak öğretmeni onu, bir eser besteleme konusunda ‘umutsuz vaka’ bulmuştu. Beatles: Efsanevi İngiliz Rock grubu Beatles, ilk başvurdukları Decca müzik şirketi tarafından reddedilmişti. Diana Ross: En iyi kadın şarkıcılar arasında sayılan Ross, bir zamanlar oldukça kötü sesli bulunan sıradan bir şarkıcıydı. Daha sonra rekorlar kıran birçok şarkı yazdı ve seslendirdi. John Grisham: Bütün yayıncılar tarafından geri çevrildi. Biri onu keşfetti ve artık o çok satan yazarlar arasında kabul ediliyor.” MURAT TOKTAMIŞOĞLU ALINTIDIR |
sevgi başarı zenginlik hikayesi Alıntı:
Daha önce gözümden kaçmış sanırım 4897 ama çok güzelmiş super |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ ben çok evvel okumuştum çok güzel öğretici ve doğru bir hikayedir hismiley |
BİR KARTAL MASALI Bir zamanlar, büyük bir dağın tepesinde bir kartal yuva yapmış. Bir süre sonra kartalın, dört adet yumurtası olmuş. Yumurtalar henüz kuluçka dönemlerindeyken dağda bir deprem olmuş. Kartalın yuvasındaki dört yumurtadan biri, depremin şiddetiyle yuvadan düşüp, dağın tepesinden yuvarlana yuvarlana vadideki bir çiftliğe dek ulaşmış. Bu çiftlik, bir tavuk çiftliğiymiş. Çiftlikteki tavuklar, kendi yumurtalarına pek benzemeyen bu değişik ve biraz da büyük yumurtayı sahiplenmek istemişler. Yaşlı bir tavuk, yumurtayı koruması altına almış ve öteki yumurtalardan çıkacak yavrulardan ayırmaksızın büyütmeye karar vermiş. Günü dolup, zaman geldiğinde yumurtanın içindeki kartal yavrusu kabuğunu kırmış ve dünyaya gelmiş. Bir tavuk çiftliğinde bulunduğunu ve kendisinin de çevresindeki yüzlerce tavuğun arasında olduğunu görünce, kendini de tavuk sanmış ve çiftlikteki tavuklarla birlikte, oda bir tavuk gibi büyümeye başlamış. Yalnızca o, kendisini tavuk gibi görmekle kalmıyor, çiftlikteki tüm tavuklarda onu bir tavuk olarak görüyorlar ve ona bir tavuk muş gibi davranıyorlarmış. Zaman zaman içinden; - “Ben çevremdeki tavuklara benzemiyorum... acaba ben kimim? “diye soruyormuş. Ama, bu kuşkusunu bir türlü dile getiremiyormuş. Ne de olsa o da bir tavukmuş ve tavuk olduğunu da bilmeli, kabul etmeliymiş. Bir gün çiftlikte öteki tavuklarla birlikte oyun oynarken, yukarılardan birkaç kartalın özgürce uçtuklarını görmüş. Kendini tutamamış, yüreğinde bir anda oluşan coşkuyla haykırmış: - “Aman Allah’ım, ne kadar güzel uçuyorlar. Bende onlar gibi uçmak istiyorum...” Tavuklar, onun bu sözlerine hep birlikte gülmüşler. - “Sen bir tavuksun ve şunu asla aklından çıkarma; tavuklar kartallar gibi uçamazlar.” Küçük kartal, o günden sonra hemen her gün gökyüzüne bakıyor ve yukarılarda uçan kartal arıyormuş gözleriyle.... bir kartal gördüğünde ise çiftlikteki öteki tavukları unutuyor, gökteki kartal gözden kayboluncaya dek büyük bir hayranlıkla ve özlemle, onu izliyormuş Sonra da tüm hayranlığını ve özlemini, kartal gördüğü her zaman olduğu gibi, hep aynı sözlerle dile getiriyormuş: - “Ah tanrım, ne olur, ben de onlar gibi uçabilsem... bende onlar gibi özgürce kanat açabilsem göklerde....” O böyle konuştukça, bu kez çevresindeki tüm tavuklarda her zaman söyledikleri sözleri bir kez daha , bir kez daha yineliyorlarmış: - “Vazgeç düşlerinden... sen tavuksun ve hep tavuk olarak kalacaksın....” Küçük kartal, çevresindeki tavukların her gün birkaç kez yineledikleri bu sözlerinden öylesine etkilenmiş ki.... sonunda bir kartal gibi göklerde özgürce kanat açmak düşünden vazgeçmiş ve yaşamını bir tavuk gibi sürdürmeyi kabul etmiş. Ve bir tavuk gibi sürdürdüğü yaşamının sonunda bir tavuk gibi ölmüş. ALINTIDIR blissy |
aşk ve zaman Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil. Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi, adayı terketmek için sandallarını hazırlamışlar Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş. Çünkü, mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş. Ada neredeyse battığı zaman, Aşk, yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş. Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş. Zenginlik, "Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş. Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!" "Sana yardım edemem Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş Kibir. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk, yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim..." "Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş ama o kadar mutluymuş ki, Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş: "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..." Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki kendini onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden, yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu farkeden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş: "Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir..." alıntıdır |
kurbağa ve başarının sırrı Günlerden bir gün ... kurbağa yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş: -"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.." Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarısı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış: -"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.." Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu isi nasıl başardın diye. O anda farkına varmışlar ki.... Kuleye çıkan kurbağa sağırmış! Olumsuz düşünen insanları duymayın... onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar! alıntıdır |
İYİLİK Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmışlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü def edemez. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler." Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar. "Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın" "Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar. "Bir dakika" diye seslenir kurt: Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok." Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım." "Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt. "Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım." Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler. Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..." Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..." Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü de son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir. Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın? " Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minettarım beni bukurttan kurtardın" der. Tilki de "Benim için bir zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter: "Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş..." Yaptığımız iyiliklerin unutulmaması ve yapılan iyilikleri unutmamak dileğiyle... ALINTIDIR |
HAYALLER Hiç Hayallerinizden Sıfır Aldınızmı? Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının isi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk.. "Bu senin yasında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi: "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm." Çocuk evine döndü ve uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatin için oldukça önemli bir seçim!." Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir degisiklik yapmadan geri götürdü hocasına.. "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi..".. GERÇEKTEN İNANIYORSANIZ HAYALLERİNİZE ULAŞABİLİRSİNİZ.... smiliyface ALINTIDIR |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Birde bu hikayenin akrep versiyonu vardi.Zavalli kurbağa almış sırtına bunları karşıya geçiriyor ama akrep sokup zehirliyordu.. Ona çok üzülmüştüm küçükken... ağla sadanim sadanim blissy |
KÜÇÜK İTFAİYECİ Anne, altı yaşındaki lösemiyle savaşan oğluna bakarken dalıp gitmişti.Kalbi, acı içinde olmasına rağmen, kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Her ebeveyn gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini istemişti. Ama bu, artık mümkün değildi. Löseminin buna fırsat tanıması olası değildi. Oysa o oğlunun hayallerini gerçekleştirmesini istiyordu. - "Bob! Büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü? Hayatında neler olmasını dilediğin ve hayal ettiğin oldu mu?" diye sordu. - "Anneciğim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak istedim". Anne gülümsedi ve.. ''Dileğini gerçekleştirebilecek miyiz bir bakalım'' dedi. Daha sonra, Arizona'daki itfaiye müdürlüğüne gitti ve orada yüreği en az Arizona kadar büyük itfaiyeciler ile tanıştı. Ona oğlunun son isteğinden söz etti ve oğlunun itfaiye arabasına bınip şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olmadığını sordu. - ''Bundan daha iyisini de yapabiliriz. Eğer oğlunuzu Çarşamba sabahı saat yedide hazır ederseniz, onu o gün şeref konuğu yapar, itfaiyeci kimliğine büründürürüz. Bizimle itfaiye müdürlüğüne gelir, bizimle yemek yer, yangın söndürmeye gelir. Hatta bize ölçülerini verirsen, ona üzerinde Arizona itfaiyecilerinin sarı renk üzerine işlenmiş ambleminin olduğu gerçek bir itfaiyeci kostümü diktirir, lastik botları ısmarlarız. Hepsi Arizona'da üretiliyor.'' Üç gün sonra, itfaiyeci Bob'u aldı, ona elbisesini giydirdi ve hasta yatağından itfaiye arabasına kadar eşlik etti. Bob, itfaiye arabasına kuruldu ve müdürlüğe doğru yol almaya başladı. Kendini çok mutlu hissediyordu. O gün Arizona'da tam üç yangın ihbarı olmuştu. Değişik itfaiye arabalarına, hatta itfaiye Müdürlüğünün özel arabasına da binmişti.Yerel televizyonlar da onu izleyip, çekmişlerdi. Hayallerinin gerçek olması, gösterilen sevgi ve ilgi, Bob'u o kadar etkilemişti ki, doktorların söylediğinden tam üç ay daha fazla yaşamıştı. Bir gece bütün yaşam belirtileri dramatik bir şekilde yok olmaya başlayınca, hiç kimsenin yalnız ölmemesi gerektiğine inanan başhemşire, aile bireylerini hastaneye çağırdı. Daha sonra Bob'un itfaiyede geçirdiği günü hatırladı ve itfaiye müdürlüğüne telefon açıp Bob'un bu dünyaya veda ederken yanında, özel kıyafetleri içinde bir itfaiyecinin bulundurulmasının mümkün olup olamayacağını sordu. Itfaiye Müdürü; - ''Bundan daha iyisini de yapabiliriz. Beş dakika içinde oradayız. Bana bir iyilik yapar mısınız? Sirenlerin çaldığını duyduğunuzda, yangın olmadığı anonsunu yaptırabilir misiniz? Sadece itfaiyecilerin önemli bir meslektaşlarını ziyarete geldiklerini söyleyiniz ve lütfen onun odasının penceresini açınız'' diye yanıtladı. Yaklaşık beş dakika sonra hastaneye çengel ve merdiven taşıyan kamyonet ulaştı. Merdiveni açtı ve Bob'un 3.kattaki odasına doğru yaklaştı. Tam ondört itfaiyeci Bob'un odasına tırmandılar. Annesinin izniyle onu kucakladılar ve ona onu ne kadar sevdiklerini söylediler. Ölümle pençeleşen Bob itfaiye müdürüne baktı ve; - ''Efendim ben şimdi gerçekten itfaiyeci miyim?'' diye sordu. - ''Bundan şüphen mi var Bob?'' diye yanıtladı müdür. Bu kelimelerden sonra Bob gülümsedi ve gözlerini sonsuza dek kapattı. Belki unuttunuz, belki hatırlamıyorsunuz, belki de çok duygusuz, çok katı oldunuz; ama bilin ki "HAYAT, SEVGI VE UMUT SAÇMAKTIR." ALINTIDIR |
HERŞEY YETERLİ OLSUN Geçtiğimiz günlerde, havaalanında bir baba ile kızının son dakikalarda aralarında geçen konuşmaya kulak misafiri oldum.Kızın bineceği uçağın kalkmak üzere olduğu anons edilmişti. güvenlik kapısının yanında duruyorlardı. Birbirlerine sarıldılar ve baba "Seni seviyorum. Her şey yeterli olsun," dedi.Kız, "Baba, birlikte geçirdiğimiz günler gereğinden fazla güzeldi. Sevgin, ihtiyacım olan tek şey. Ben de senin için her şeyin yeterli olmasını diliyorum, baba," diye karşılık verdi. Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı. Baba, yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü. Ayakta dururken ağlamak istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Özel konulara girmemeye çalıştım; ama "Birine sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile bile hoşça kal dediniz mi hiç?" diye sorarak adeta beni sohbete davet etti. "Evet, dedim," diye yanıtladım. Bunu söylemek, beni anılara, benim için yaptıklarından ötürü babama duyduğum sevgiyi ve minneti ifade etmeye çalıştığım anlara götürdü. Zamanının sınırlı olduğunu bildiğimden, benim için ne kadar önemli olduğunu yüzüne söylemek için özel zaman ayırmıştım. Dolayısıyla, bu adamın neler hissettiğini anlıyordum. "Sorduğum için bağışlayın; ama neden bu sonsuza kadar sürecek bir veda?" diye sordum. "Ben yaşlıyım; o da çok uzakta yaşıyor. Önümde bazı ciddi mücadeleler var. Gerçek şu ki, onun buraya bir sonraki gelişi cenazem için olacak," dedi. "Veda ederken 'Her şey yeterli olsun' dediğinizi duydum. Bunun ne anlama geldiğini sorabilir miyim?" Gülümsemeye başladı "Eski nesillerden kalma bir dilek. Annem ve babam, bunu herkese söylerlerdi." Bir an duraksadı; sanki daha detaylı olarak hatırlamak istermiş gibi baktı; kocaman gülümsedi. "'Her şey yeterli olsun' dediğimizde, karşımızdaki kişinin onu ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmesini dileriz," diye devam etti ve bana dönerek şu dizeleri ezbere okudu "Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum. Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum. Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum. Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum. İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum. Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum. Son 'Elveda' yı atlatmana yetecek kadar 'Merhaba' diliyorum." Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve yürüdü gitti. ALINTIDIR |
KALP HASTALARI Ayni kalp rahatsizligiyla ayni kaderi paylasan iki yasli adam ayni odayi da paylasiyorlardi. Tek fark biri cam kenarinda digeri ise duvar dibinde yatiyordu. Cam kenarindaki yasli adam her gün camdan bakarak arkadasina disarisini anlatirdi. - "Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanirim çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salincak dolu iki salincak bos, dünkü sevgililer yine geldi, ayni yere oturup konusmaya basladilar, elele tutustular, ne kadarda yakisiyorlar birbirlerine. Erguvan agaçlari ne kadar güzel açmis her yer mor bir renk almis, erik agaçlari da beyaz çiçekleriyle onlara eslik ediyor. Denizin üzerindeki martilar bugünkü yemeklerini ariyorlar, ne güzelde daliyorlar suya" Günler böyle geçip gidiyordu ta ki cam kenarindaki yasli adam kalp krizi geçirene kadar, iste o anda duvar kenarindaki adam dügmeye bassa kurtaracakti arkadasini ama seytana uydu, bunca zamandir sadece dinleyebiliyordu, artik görebilirdi de, iste bunun için dügmeye basmadi ve hemsireyi çagirmadi. Ayni kaderi paylastigi kisiyi ölüme gönderdi, ama o bunun hakli bir savunma oldugunu düsünüyordu. Ertesi gün hastabakicilar ölen yasli adamin yerine kendisini koymaya gelmislerdi. Hemen yataginin yerini degistirdiler, iste o günlerdir bakmak istedigi manzarayi nihayet görecekti. Basini kaldirdi ve pencereden bakti "Simsiyah bir duvar ALINTIDIR |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ skorpy bu muhteşem paylaşımlar teşekkürler 25889 |
DUA Loise Redden isimli çok fakir giyimli bir kadin yüzünde bir hüzünle bir manava girer. Dükkan sahibine mahcup bir sekilde yaklasir.Kocasinin çok hasta oldugunu,çalisamaz duruma düstügünü ve yedi çocugu ile birlikte aç kaldiklarini ve yiyecege ihtiyaçlari oldugunu söyler. John Longhouse isimli manav ona ters bir sekilde bakarak derhal dükkanini terketmesini ister. Kadin ailesinin ihtiyaçlarini düsünerek, lütfen efendim der, paramiz olur olmaz getirip borcumu ödeyecegim. John kendisine bir kredi açamiyacagini çünkü onun eski bir müsterisi olmadigini, kendisinde bir hesabinin bulunmadigini söyler. O sirada dükkanin disinda bekleyen bir müsteri ikisinin arasinda devam eden bu konusmayi dinlemektedir.Içere girerek Johna yaklasir ve ben o kadinin almak istediklerine kefilim der.Ailesinin ihtiyaci olan seyleri ona ver. Bunun üzerine manav çok isteksiz bir sekilde kadina döner ve bir alis veris listen varmiydi diye sorar. Louise "Evet efendim " der. " Tamam " der manav. Simdi onu terazinin su kefesine koy, onun agirliginca diger kefeye istediklerinden koyacagim.! " Louise bir an duraksak, sonra basini önüne eger ve cantasini acarak üzerine bir seyler karalanmis bir kagit parcasini cikartir ve manavin kendisine gösterdigi kefeye özenle birakirken basi hala öne egiktir. Manavin ve diger müsterinin gözleri terazinin kefesine dikilirken hayretle büyümüstür. Manav müsteriye dönerek , kisik bir sesle, " Inanamiyorum. "Der. Inanilacak gibi degeldir. Müsteri manava gülerken manav çoktan diger kefeye eline geçeni doldurmaya baslamistir ama nafile,diger kefeyi yerinden bile kipirdatamamistir. Terazinin kefesi artik üzerindekileri almayacak kadar doldurdugunda çaresiz hepsini bir torbaya doldurarak kadina verir. Saskinlikla üzerinde bir seyler çiziktirilmis kagidi eline alir ve okur. Bir de bakar ki orda bir alis veris listesi yoktur. Sadece bir dua yazilidir. " Tanrim neye ihtiyacim oldugunu sen bilirsin, kendimi senin ellerine teslim ediyorum. " Manav tas gibi bir sessizlige bürünmüstür. Loise kendisine tesekkür ederek dükkandan ayrilir. Müsteri Johnun eline bir elli dolarlik tutustururken,her kurusuna degdi, der. Daha sonra John Longhouse terazisinin kefelerinin kirilmis oldugunu görür. Bu nedenle duanin ne kadar agir çektigini sadece allah bilir. DUA BIZIM IÇIN HIÇBIR MALIYETI OLMAYAN BEDAVA BIR HEDIYEDIR. art56art56 art56art56 ALINTIDIR |
BABAMI İSTİYORUM Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.Çocuk babasına, "Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu... Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin işin değil" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam "İllâ da bilmek istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip,"Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi,derhal odana git ve kapını kapat" dedi. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"... Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi... "Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi... Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı. Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?... Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı... Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; "İşte 20 milyon... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..." ALINTIDIR |
BABAM SEYREDİYOR Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç,babasıyla birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı.Genç okulun futbol takımındaydı.Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği sebebiyle hoca ona bir türlü maçlarda görev vermiyordu. Bu yüzden her zaman yedek kulübesinde otururdu. Buna rağmen babası hiçbir maçını kaybetmez ve her zaman ayağa kalkar tezahürat yapardı. ALINTIDIR Liseye başladığında yine sınıfın en sıska öğrencisiydi.Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti;bununla birlikte,eğer istemezse oynamayabileceğini de belirtti.Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi.Her idmanda elinden geleni yapıyor takımın as oyuncusu olmaya gayret ediyordu.Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı. İnançlı babası tribünde her zaman ki yerini alıp oğlunu desteklemek için tezahürat yapmaya devam ediyordu. Genç üniversiteye başladığında futbol onun için önemini kaybetmeye yüz tuttu,ama yine de elinden geleni yaptı.Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emin olsa da o bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini,Çünkü her idmana yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti. Takıma girebildiği onu o kadar heyecanlandırdı ve sevindirdi ki ,soluğu en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi.Onun bu başarısına sevinen baba mutluluğunu paylaştı ve kendine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi. Üniversitede dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç,ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru,büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde telgrafla antrenörü geldi.Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü.Güçlükle yutkunarak hocasına şunları söyledi "Bu sabah babam ölmüş izninizle bu gün idmana gelmesem?" Hocası onun şefkatle boynuna sarıldı ve"bu hafta dinlen evlat" dedi.Ve cumartesi günkü maçada gelmeyi aklından geçirme." Cumartesi geldi çattı,ama okul takımının durumu hiçde iyi değildi.Maçın sonlarına doğru sessizce bir kişi soyunma odasına girdi,formasını ve futbol ayakkabısını giyip sahanın kenarına çıktı. Babası ölen ufaklıktı bu! Antrenör ve oyuncular bu azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten son derece şaşkındılar.. Hocasının yanına giden genç "Lütfen izin verin oynayayım" dedi. "Bu gün oynamak zorundayım." Hocası önce onu duymamış gibi davrandı.Böylesine zor bir eleme maçında takımının en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını düşünüyordu.Ama genç o kadar ısrar etti ki,sonunda ona acıyan hocası razı oldu:"Peki,oyuna girebilirsin." Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki,hem hoca,hem oyuncular hem de arkadaşları gördüklerine inanamadılar.Daha önce hiç oynamamış bu meçhul ufaklığın her hareketi harika,attığı her pas isabetliydi.Karşı takımın oyuncuları onu durduramıyordu.Koşuyor pas veriyor, savunmaya geçiyor ve maçın yıldızı gibi parlıyordu.Sonunda gencin takımı aradaki farkı kapattı,nihayet atılan gollerle de beraberliği yakaladı.Ve son saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı.Maç bitmişti,okulun taraftarları sevinç çığlıkları atıyor,arkadaşları ufaklığı omuzlarında taşıyordu. Seyirciler stadyumu terk ettikten,oyuncular duşlarını alıp soyunma odasına boşalttıktan sonra,takımın hocası ufaklığı bir köşede tek başına sessizce oturduğunu fark etdi.Yanına gidip "Evlat,inanmıyorum. Bu gün bir harikaydın" dedi."sana ne oldu bunu nasıl yaptın anlat bana "dedi. Hocasına bakan genç gözleri dolu dolu şunları anlattı: "Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini de biliyor muydunuz?" Delikanlı güçlükle yutkundu,Gülümsemeye çalıştı. "Babam bütün maçlara geldi.Çünkü görmediği halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bu gün beni görebilirdi. Ben bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim!!!!!"(( |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Aklıma ne geldi..Böyle sitede bir Tavuk Suyuna Çorba Türü bölüm açalım.Böyle hikayeleri paylaşırız. 12389 |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ neden olmasın siz uygun gördüyseniz!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ çok teşekkür ederim lerzan dunk56 dunk56 dunk56 dunk56 dunk56 |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Gülümseten hikayeler diye bir bölüm açtım.Böyle özlü sözlü anlatımlı olan beğendiğimiz hikayeleri orada paylaşabiliriz. |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ tamam lerzan sizde sağolun smiliyface |
"Tavuk Suyuna Çorba" isimli kitaptan alınmıştır. Ailesi ve kendisini seven hiç kimsesi olmayan bir yetim kızla ilgili çok güzel bir masal vardır. Kendini çok ama çok üzgün ve yalnız hissettiği bir gün, çayırda yürürken, bir çalıya küçük bir kelebeğin takıldığını görür. Kendini kurtarmak için çabaladıkça, dikenler onun narin bedenini daha çok hırpalar. Küçük yetim kız dikkatle kelebeği kurtarır. Uçup gitmek yerine, kelebek güzel bir periye dönüşür. Kız gözlerine inanamaz. Peri, kıza, "Senin eşsiz iyi kalpli davranışın için, sana bir dilek dileme hakkı veriyorum."der. Kız bir an düşünür, sonra "Mutlu olmak istiyorum." der. Peri "Peki" der, ona doğru eğilir ve kulağına fısıldar. Sonra da ortadan kaybolur. Kız büyüdüğü sürece, ondan daha mutlu kimse yoktur. Herkes ona mutluluğunun sırrını sorar. O ise gülümser ve "Sırrım, küçük bir kızken iyi kalpli bir periyi dinlemiş olmamdır."der. Yaşlanıp, ölüm döşeğine düştüğünde, komşuları etrafına toplanırlar. Sırrının da onunla birlikte yitip gitmesinden korkmaktadırlar. "Lütfen bize söyle" diye yalvarırlar. "İyi peri sana ne dedi?" Sevimli yaşlı kadın gülümser ve "Bana şöyle söyledi" der:"ne kadar güvende, ne kadar yaşlı ya da genç, zengin ya da fakir olursa olsun herkesin sana ihtiyacı dunk56 var" alıntıdır |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Bunu daha önce hiç okumamıştım.Paylaştığınız için teşekkürler. art56art56 Birde bu tavuk suyu türü hikayelerde genelde bir ölüm döşeğinde olma durumu vardır. Oysa yaşarken paylaşsak bildiklerimiz daha güzel olmaz mı? blissy E be kadın uy897 onca sene ne saklarsın madem mutlu olmanın sırrını buldun thumbsanim gulensmiley hismiley |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ ben paylaştıkça mutlu oluyorum bizim yaptıklarımız basit şeyler sizinkinin yanında telkinler mesela ne bileyim bizimde bu çorbada tuzumuz bulunsun birazcık size mutluluk ve sağlık diliyorum ya söyleyemeden ölseydi y789 |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Genelde bu hikayelerde kimse pat diye ölmüyor böyle yayıla yayıla ölüyorlar y789 dusun O da ayri bir konu yani Bencil kadin sen senelerce milleti merak içinde bırak sonra söyle sadanim wave |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Zeka ve Çekişmeler (Sokrates...) Filozof Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezlermiş. Birgün eşi Sokrates'e verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş. Bakmış kocası hiçbir tepki göstermiyor, bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış. Sokrates: "Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağnak zaten bekliyordum" demiş. |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ aşk zamanla sınanıyorsa ozaman leyla ve mecnuna ferhat ile şirini saymıyacagız dimi cilgin897 onlar nasılsa uzun süre yasamamıslar ya ölmüsler ya delirmisler y789 zaman herseyi değiştirir aşkı ve karşılıklı muhabbeti değiştirmiyorsa gerçek aşktır diyebiliriz actionsmile |
HİKAYELER : ÇİNLİ KIZ Lİ-Lİ Brenda yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, Büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı.Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu.. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Branda'nin gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu.Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah'a dua edebilirdi yalnızca... Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı: "ALLAH'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardim et." Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri "Aranızda lens kaybeden var mi?" diye bağırdı. Brenda'nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti. Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı: "Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım..." "BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM?" demeyin..... |
HİKAYELER : kendi yazdığım öykülerimden bir tanesi HEY ORADA KİMSE VARMI? İzmit depreminin ilk günleri. İnsanların çoğu enkaz altında ölmüş… Kimisi yaralı ve enkaz altından kurtarılmayı bekliyor. İki, üç gündür kurtarılmayı bekleyen insanlar var. Her enkazın başında yerli ve yabancı kurtarma ekipleri, ambulanslar, itfaiyeciler, gazeteciler, televizyoncular, vatandaşlar… Esasen kimse kimseyi tanımıyor. Burada bulunan insanların tek amacı; can kurtarmak… Yaralı depremzedeleri en yakın hastanelere ulaştırmak. Hatta askeri helikopterlerden yakın illere taşınan yaralılar bile var. Türkiye’nin çeşitli illerinden, dünyanın değişik coğrafyalarından gelmişler. Nerdeyse beş kıtanın, üç ırkın insanları burada. Enkaz altındakiler, çoğu zaman saatler süren uğraşlardan sonra enkazdan çıkararak ambulanslara bindiriliyor, gelen ihbarlar doğrultusunda başka enkazlara gidiyorlar. Depremin üçüncü günü. Yerli bir kurtarma ekibi. Ekibe on sekiz yaşlarında bir delikanlı geliyor. Anne ve babasının enkaz altında kaldığını, hala yaşıyor olabileceklerini söylüyor. Ekiptekiler süratle enkazın olduğu yere varıyorlar. Enkazın bazı noktalarına dinleme cihazları koyarak, bir yandan da megafonla bağırıyorlar. Eğer enkaz altındakiler yaşıyorlarsa ses verdiklerinde, bu cihazlar sayesinde yaşadıkları ve ne durumda oldukları tespit ediliyor. Ekiptekiler megafonla bağırmaya başlıyorlar. --- Hey orada kimse var mı? Ses gelmiyor. (Ses gelse de duyamıyorsunuz, ses ancak cihazlara yansıyor. Dışarıdan çıplak kulakla anlaşılmıyor) Tekrar bağırıyorlar. --- Hey orada kimse var mı? Yine ses gelmiyor. Delikanlıya anne ve babasının ismini soruyorlar. Ali ve Ayşe Heper. Tekrar tekrar bağırıyorlar. --- Ali ve Ayşe Heper oradaysanız ve yaşıyorsanız ses verin veya sert bir yere vurmaya çalışın. Yine her hangi bir ses veya tepki gelmiyor. Ekiptekilerin bu umutsuz uğraştan moralleri epeyce bozuluyor. Artık umutlarını kesiyorlar. Yaşıyor olsalardı ses verirlerdi. Hiç olmazsa başka bir enkaza gidelim, belki başka bir can kurtarırız, diğer deprem zedelere yardım ederiz kararına varıyorlar. Delikanlı ağlıyor, yalvarıyor, ısrarla anne ve babasının yaşadığını iddia ediyor. Ekiptekilerin bu manzara karşısında içleri burkuluyor. Delikanlının içinde bulunduğu durumdan ister istemez etkileniyorlar. Cihazla dinleme yapmaktan vazgeçerek enkazı ne pahasına olursa olsun kaldırmaya karar veriyorlar. Bu hummalı çalışma, yemek molası dışında aralıksız tam yedi saat sürüyor. Sonunda ekiptekiler Ali ve Ayşe Heper’e ulaşıyorlar. Ali bey ve Ayşe Hanım yan yanalar. Hemen su veriyorlar. Fakat ekiptekilerin moralleri fena halde bozuk. --- Madem yaşıyordunuz üstelik yaralı değildiniz, megafonla defalarca anons ettik niçin bir şekilde ses veya tepki vermediniz? En ufak bir ses vermeniz bile bizim için yeterliydi. Diyerek sitem ediyorlar Ali beyle, Ayşe hanıma… Ekiptekiler anons ederken enkaz altında olay şöyle gelişmiş. Dışarıdan gelen sesleri net bir şekilde duymuşlar. Ali bey tam karşılık verecekken, Ayşe hanım hemen müdahale etmiş. --- “ Ne yapıyorsun Ali? Sus sakın cevap verme, Azrail geldi bizi arıyor” Öykü:Kadir AYVAZ Beğenirseniz diğer hikayelerimide yayınlamayı düşünüyorum. |
WEZ Format +3. Şuan Saat: 01:39 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.