Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24-11-2006, 02:50 AM   #8 (permalink)
hayatimdegisti
Administrators
Atakan Sönmez
 
Üyelik tarihi: May 2006
Bulunduğu yer: istanbul
Mesajlar: 5,723
Tesekkür: 2,852
3,132 Mesajinıza toplam 17,384 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
hayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond reputehayatimdegisti has a reputation beyond repute
Standart Ynt: Kanseri nasıl yendiler?

Çernobil'in kızı



Çernobil'den sonra ailesinden altı kişi kanserden öldü. Bir akrabası kanserin pençesinde. Sekizinci kurban Sibel, hastalığını öğrendikten sonra evlendi, kitap yazdı. Şimdi kanser hastalarına umut dağıtıyor.


--------------------------------------------------------------------------------

Çernobil Nükleer Santrali kazası meydana geldiğinde Sibel henüz çocuktu. O günlere ilişkin, siyah beyaz televizyon ekranından çay içen bir adamın görüntüsü aklında. Gazetecilerin önünde çayını yudumlayan dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral, radyasyon tehlikesinin olmadığını söylüyordu. Ardından Trabzon"daki okullarda her gün güzel paketler içinde fındıklar dağıtılmaya başlandı. Ne çok sevinmişti Sibel ve akranlarının çocuk yürekleri. Nereden bilebilirdik ki o küçük avuçlarına doldurduğumuz fındıkların, yudumladıkları çayların günün birinde kanser olarak geri döneceğini. Nükleer kaza, Sibel"i korkutmamıştı bile. Sibel"in başka korkuları vardı. Çocukluğu, babaannesi ve büyük halalarının felç hastası olarak yıllarca yatalak halde yaşaması nedeniyle, travmatik bir şekilde, "Yaşlandığımda ben de felç mi olacağım?" korkusuyla geçti. Büyükbabasının tüberkülozdan hayatını yitirmesi ve babasının da gençlik yıllarında aynı hastalığa yakalanmış olması bu hastalıktan da ürkmesine neden oldu. Sibel aslında felç olup başkalarına bağımlı olarak yaşamaktan, vereme yakalanıp insanların "aman bana yaklaşmasın" endişesiyle kendisinden uzaklaşmasından korkuyordu. Çocukluğunu ve gençlik yıllarını bu iki hastalığa yakalanma korkusuyla geçiren Sibel, "Allahım eğer bir gün ben de felç veya tüberküloz hastası olacaksam lütfen yapma. Bunların yerine kansere razıyım!" diye yıllarca dua etti. Sonunda yatalak olmadı, vereme yakalanmadı ama kanser oldu!

27 yaşında iken göğsündeki kitleyi ilk fark ettiğinde fazla önemsemedi. Üstelik siyasi haberlerin yanı sıra sık sık sağlık haberleri yapan, çoğu haberinde erken teşhisin hayat kurtardığından bahseden, kızkardeşi hekim olan Sibel doktora gitmedi. Aradan aylar geçip kitle hızla büyümeye başladığında bir hastaneye gitmek yerine internete başvurdu. Kanser sitelerinde sörf yapıp, kanser olup olmadığına karar vermeye çalıştı. Birkaç sörften sonra teşhisini koydu. Evet kesinlikle kanser hastasıydı. Üstelik kanserin üçüncü aşamasında olduğuna kanaat getirdi. Hastane anksiyetesinin olması, SSK kuyrukları, cebinde özel hastaneye gidecek kadar parasının bulunmayışı nedeniyle hastaneye gidemedi. Durumunu bildirdiği doktor kardeşi acilen hastaneye gitmesini istedi. Bu sefer de 11 Eylül saldırıları gerçekleşti. Gündem yoğun olduğu için hastane işini yine askıya aldı. Doktor kardeşinin "Trabzon"dan İstanbul"a gelip seni biz doktora götüreceğiz" tehdidi karşısında Sibel bir fırsatını bulup, yıllardır kanser haberleri için gittiği Kanser Derneği"nin yolunu tuttu. Biyopsi istendi. İstenen parayı temin ettikten sonra biyopsi çekildi. Sonuç; "İnvaziv ductal karsinom". Bu üç sevimsiz kelimenin ne anlama geldiğini hiç kimse açıklamıyor, ameliyat olması gerektiğini söylüyordu. Trabzon"daki doktor kardeşini aradı. Serap da bilmediğini ama ameliyat olması gerektiğini belirtti. Telefonun öbür ucundaki Serap"ın kirpikleri ıslanmıştı.

Son dakika haberi

Sibel, ajansa gelir gelmez doktorunu arayıp sonucu bildirdi. Doktoru ısrarla yanına gelmesini istedi. Ama o, gündem yoğunluğunu bahane edip telefonda söylemesini talep etti. Kısa bir sessizlikten sonra çok sevdiği doktoru altı harften oluşan sonucu söyledi. "Kansersin Sibel!" Titreyen sesiyle teşekkür edip telefonu kapattı. Haber merkezinden çıkıp, ajansın boş bir odasına koşarak hıçkırıklara boğuldu. Trabzon"daki genel cerrah kitlenin büyüklüğüne bakarak "Amerika"ya götürün, belki orada yaşama şansı olabilir" derken, Sibel"den sonra en büyük acıyı, ablasının öleceğini, hiçbir şansının olmadığını bilen Doktor Serap çekiyordu. Sibel ise, telefonla aldığı bu son dakika haberine inanmak istemiyordu. Gazetecilik refleksiyle iki kaynağa daha sordu. Habercilerin ifadesiyle doublecheck yaptırdı. Sonuç değişmedi. Sibel, tüm umutlarını yüreğine akan gözyaşlarıyla kuruttu. Artık ne sevinçlerin, ne hayallerin bir önemi vardı. Zaten onları gerçekleştirebilecek gücü ve zamanı da yoktu. Ölüm endişesi ve ümitsizlik, iliklerine kadar işlemiş gibiydi. Ölüme bu kadar yaklaşmak, gerçekten zor bir durum olmalıydı.

Bütün aile İstanbul"a geldi, tedaviler başladı. Sibel inanılmaz şaklabanlıklar yaparak hastalığını ailesinden gizlemeye çalışıyordu. Attığı her kahkaha içinde bir yerlere gözyaşı olarak düşüyordu aslında. İlk kemoterapinin ikinci haftasında Sibel banyoya girmiş ve saçlarını yıkamaya başlamıştı. Şampuanı sürerken saçları elinde kaldı. Üçüncü kemoterapi sonrası, halasının kızının evindeyken bir sabah boğazından kan geldi. Sahile koşarak ağlamaya başladı. Hayatında ilk defa bu kadar çok hıçkırarak ağlıyordu. Güneşli bir kış günü martıların seslerine karıştı hıçkırıkları. Yıprandığı, inceldiği için ilaçlar damarlarını patlatıyordu. Kemoterapi ilaçları aslında ilaç değil zehir. İğne eğer yanlışlıkla damardan çıkarsa, ilaç koldaki etleri eritiyor.

Zaman hızlı geçiyor, Sibel hastalığı kabullenemiyordu. Kendini çaresiz, öfke dolu, mutsuz hissediyordu. Sürekli kendini sorguluyordu: "Neden ben?" "Nerede hata yaptım?" Her şeyi simsiyah görmeye başlıyor. İçinde yaşlı insanlara karşı öfke vardı. "Neden ben onların yaşına ulaşamayacağım? Neden yılların izini yüzümde taşıyamayacağım?"

Kanserle gelen evlilik

Ameliyatla Sibel"in sol göğsü alındı. Ameliyat sonrası doktorlar her hastaya ve yakınlarına söyledikleri şeyi tekrarladılar: "Hepsini temizledik, bitti artık..." Işın tedavileri sürerken, aralarında uzun süredir duygusal bağları bulunan Yönetmen-Yazar Şahin Doğan, Sibel"e evlilik teklif etti. Sibel, hastalığının tekrarlama riskinin çok yüksek olduğunu, çocuk doğuramayacağını Şahin"e anlattı. Şahin, bir kanser hastasıyla evlenmeyi çoktan göze almıştı. Sibel Trabzon"daki köyüne gidip kır düğünüyle evlenmek istedi. Köye gidildi, resmi işlemler tamamlandı. Kemençeleri çalacak sanatçılar ayarlandı.
Tam düğünden bir gün önce acı haber geldi. Sibel"in kanserli dayısı vefat etmişti. Sibel, yatak örtüsünü başına kadar çekip hıçkırıklarını sabahın sessizliği içinde boşalttı. Dayısı için mi yoksa kendisiyle aynı kaderi paylaşan bir kanser hastası öldüğü için mi ağladığını bilemeden... Düğün iptal edildi. Sade bir nikah töreniyle "dünya evi"ne girdiler. Düğün pastasının üstünde "Hayatımızın en güzel hatası" yazıyordu. Bir yastıkta kocasınlar temennileri arasında Şahin ile Sibel hayatlarını birleştirdi.

Oysa bir yastıkta kocayamazlardı. Çünkü kanser geri geldi. Tekrar İstanbul"a dönüldü. Kan testleri, tomografiler, sintigrafiler Sibel"in hislerini doğruluyordu. Kanser karaciğerinde geri dönmüştü. Araştırmalar ortalama hayat süresini 5 yıla kadar yüzde 20 veriyordu. Ama 5"ten sonraki yıllar için bu oran yüzde 16"ya düşüyor. Sibel"in savaşı yalnızca ilaçla vücudu arasında geçmiyor, Türkiye"de kanser hastası olmanın bedelini çok ağır ödüyordu. Geciken her gün hastalığın ondan çaldığı yaşam süresini daha da azaltırken, mucize ilaç Herceptin"i bulamıyordu. SSK ve eczane haftalar sonrasına gün veriyordu. Yine bir gün tam sıra geldiğinde ilacın bittiğini öğrenen Sibel"in elleri ve dizlerinin titremesinin ardından gözyaşları boşaldı. Kanserli hastalar ödünç ilaç vererek destek oldu. Ekonomi Muhabirleri Derneği"nin e-mail grubuna düşen bir maille seferber olan meslektaşları Sibel"in ilacını buldular.

"Allah"ım iyi ki kanser oldum"

Bir an geldi ki, kanserin ruhsal darbe ve yıpratmalarıyla kendi kendine başa çıkacak kadar güçlü olmadığını düşündü. Psikolojik destek, biyoenerji derken Sibel manevi dünyasında bir yolculuğa çıktı. Tedaviler ilerleyip hayatın o kadar da çabuk tükenmediğini görünce, nasıl olduğunu anlamasa da bişeylerin değiştiğini hissetti. Hayata o güne kadar hiç bakmadığı pencerelerden bakmaya başladı. Zaten kısıtlı olan hayat süresini kendine zehir etmekten vazgeçti. Şimdi yattığı yerden bile haber yazıyor. Haber yazmak bu acılı süreçte onu hayata bağlıyor. Kendini sokağa atıp "Allahım sana şükürler olsun, iyi ki kanser olmuşum!" diyor. Eskiden olduğu gibi her şeye gülümsemeye başlıyor. Kendinden daha uzun süre yaşama şansları olduğu için yaşlılara kızmaktan vazgeçiyor. Bütün bunların nasıl gerçekleştiğini tam olarak kendisi de bilmeyen Sibel, o süreci şöyle anlatıyor:

"Hayatın anlamını, sevmeyi, hoşgörüyü, bağışlamayı öğrendim. Hastalığı kabullendikten sonra hayat başka bir anlam kazanıyor bence.. Ne mutlu bana ki kanser hastası oldum. Hayatımın geri kalan süresinin artık her anını doya doya yaşamam gerektiğini anladım. Kanser de bize Allah"ın bir armağanı. Ölümlülüğümüzü bize fark ettirdi. Allah"ın bize verdiği sürenin aslında sonsuza kadar olmadığını, geçen her anın çok değerli olduğunu biliyorum artık. Hayatımın bu anına kadar çiçekleri hep sevdim. Hepsi o kadar. Hiçbir zaman bir çiçeğe baktığımda o çiçeğin renklerindeki inanılmaz uyumu, inceliği, arkasındaki varlığı göremedim. Çünkü buna fırsatım yoktu. Zaman akıp gidiyordu ve benim hep yetiştirmem, koşuşturmam gereken işlerim vardı. Kanser olduğumu öğrendiğimden bu yana geçen 2,5 yıllık sürede hayattan aldığım keyif, neredeyse 27 yıllık hayatımdan çok daha fazla."

Zamanla Sibel"in ölüm korkusu da azaldı. Hatta ölüm düşüncesiyle barıştı. Sibel, "Bazılarına ürkütücü gelebilir. Bence hasta olsun olmasın herkesin yaşaması gereken bir deneyim, ölüm düşüncesiyle barışmak. Eskiden mezarlıklar korku mekanlarıydı. Oysa şimdi aile mezarlığımız inanılmaz sempatik geliyor bana. Bir gün gelecek ben oranın bir parçası olacağım. Çok uçuk bir düşünce belki ama bana ait bir mezar taşım bile olacak. Aslında üzerine ne yazılması gerektiğini şimdiden planlamalıyım. Öyle sıradan bir mezar taşı olsun istemem" diyor. Sibel, doktorların "Yapacak bir şey kalmadı artık, hastayı evine götürebilirsiniz" dendiği andan sonrasının bütün ayrıntılarını düşünmüş. "Gün gelecek o son an gerçekleşecek" diyen Sibel, vasiyetini bile yazmış, çok sevdiği sanatçı Cem Karaca"nın öldüğü gün.

Peynirli pizza ve kemoterapi

Sibel, geriye kalan günlerini saymayı bırakıp ailesi ve eşini de arkasına alarak, vücudunu ele geçirmeye çalışan tehditkar, amansız düşmana karşı atağa geçti. Onkoloji bölümüne giderken kendi evine gidiyormuş gibi, inanılmaz güven içinde hissetmeye başladı kendini. Radyoterapi sırasında ağzından kan gelirken bile hayata acı acı gülümsemeyi başarabildi. Cerrahpaşa"da onu şarkı söylerken, gülümserken gören öteki kanser hastaları da umutla dolmaya başladı. Artık kemoterapi için hastaneye gitmek gayet keyif veriyor. Sabahları 08.30"da kalkıp, eczaneden mavi Kanü'leri (iğneleri) alıp pastanenin yolunu tutuyor. Ardından hastaneye. Peynirli pizzaları kemoterapi alırken yemek Sibel"in çok hoşuma gidiyor. Sibel, bir tür radyasyona maruz kaldığı radyoterapiyi de eğlenceli buluyor.

Sibel, artık kanserli hastalarla ilgili istatistikleri araştırmaktan vazgeçti. Yüzde 10-15 oranında iyileşme umudu olduğunu veya 5 yıldan uzun süre yaşama şansının sadece yüzde 16 olduğunu söyleyen rakamlar umurunda değil. Kanser hastalığının ölümle özdeşleşen soğuk yüzünü tersine çevirebilmeyi başardı. Etrafındaki tüm insanlara pozitif duygular aktarıyor. Hastanede kanserli hasta yakınları zaman zaman Sibel"in mi yoksa kardeşi Serap"ın mı hasta olduğunu karıştırıyor. O kadar neşe dolu ki, mahallenin taksicisi onu Asmalı Konak"ın Bahar"ına özenip saçlarını kazıttığını düşünüyor... Bir kanser hastası olabileceğini tahmin edemiyor. Bu arada Şahin de Seymen Ağa gibi saçlarını kazıtarak Sibel"e destek oluyor.

Bir ay sonra yeniden karaciğer emarı çekilecek olan Sibel, "Belki karaciğerimden sonra akciğerime ya da kemiklerime sıçrar kanserli hücrelerim. Kimbilir belki de bu savaşta bir başarı öyküsü yazarım" diyor. Sibel, fotoğraf çekiminden önce bize "son söz" niyetine gördüğü ama yorumlayamadığı rüyasını anlatıyor: "Rüyamda bir eve giriyorum. Başlangıçta normal bir evmiş gibi gözüküyor. İçine girdikçe her odanın kapısı başka bir odaya açılıyor. Tek bir eve girdiğimi sanıyorum ama o evde birbirinden bağımsız çok sayıda oda var." Umarız o kapılardan biri aydınlık bir yere açılır.


__________________
http://www.hayatimdegisti.com
Hemen ücretsiz deneme telkinlerini indirmek içinse bu link.Suçluluk ego ve kendine güveni 2 gün dinleyin
https://www.dropbox.com/sh/b6youoq8m...vwFPsoEYa?dl=0
Dinledikten sonra etkiler ile ilgili anketlere bu linkten katilin.
http://www.hayatimdegisti.com/forum/...-anketlerimiz/
hayatimdegisti isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla