Tekil Mesaj gösterimi
Alt 31-10-2008, 05:43 PM   #3 (permalink)
demetcool
Üsteğmen
 
Üyelik tarihi: Jun 2008
Mesajlar: 159
Tesekkür: 0
86 Mesajinıza toplam 358 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
demetcool is an unknown quantity at this point
Standart FARKINDALIK

FARKINDALIK

Dünyayı İkna, ya da Feth etmek zorunda değiliz:
Başkalarına göre yaşamak,
Kendimizi başkaları, başkalarını kendimiz için kurban,
Kimseye itaat ya da kumanda,
Aklımızı teslim, bedenimizi inkar,
Değiştiremeyeceğimiz şeyler peşinde koşmak,
Yağmacılara, parazitlere ve ikinci elcilere boyun eğmek,
Kendimizi ruh ve beden diye ikiye bölmek,ZORUN DA:
HİÇ DEĞİLİZ..!
Gerçek bilinebilir bir şeymidir?
Gerçeğe numara, ikiyüzlülük veya sahtekarlık yapılabilirmi?
Var olan bir değerin yok edilmesiyle, yok olan bir değere değer katılabilirmi?
Anti gerçek bir yaşam veya Gerçekden kaçmak mümkün mü?
Gerçeğin kıstası, standartı ne olmalı?
Gerçeğin objektif kriterleri varmıdır?
Fiziksel bilimlerin temeli neden objektif kurallara uymak zorundadır?
Neden felsefenin de objektif kriterleri olmasın?
Mutluluk, huzur ve ilerleme: gerçeği inkarla sağlanabilirmi?
Gerçek dışı bir, akıl ve mantık: olabilirmi?
Değiştirip değiştiremeyeceğimiz şeylerin kıstası, gerçekten başka ne olabilir?
GERÇEK NEDİR?

* Keşke"lerden kurtulmak için,
* Rasyonel bir yaşam için,
* Yaşam tercihlerinizde objektif olabilmek için,
* Duygusal,tepkisel değil-akılcı ve etkili olmak için,
* Kendinizi sevmek ve kendinizle barışık olmak için,
* Anlamak ve anlaşılmak için,
* Aldatılmaktan korunmak, kendinize güvenmek ve başarmak için,
* Yalnızlığınızı yenmek için,
* Sağlıklı dostluklar ve aşk için,
* Neyi değiştirip, neyi değiştiremeyeceğinizi kavramak için,
* Mutlu, huzurlu ve cesaretli olmak için:


İnsan bilinci, en az bilinen ve en çok suistimal edilen; dolayısiyle, üzerindeki kontrolun en sık kaybedildiği hayati organdır. Bir insanın, bilinci üzerindeki kontrolu kaybetmesi, insani tecrübelerin en korkuncudur:
Çünkü kendi etkinliğinden şüphe eden bir bilinç, dayanılmaz bir rahatsızlık duyar. Fakat; çoğu insan, bilincini felç etmek için herşeyi yapar; saçlarına, ayak tırnaklarına, midesine gösterdiği itinayı, bilincine göstermez. Bilir ki, bu şeylerin spesifik kimlikleri ve spesifik ihtiyaçları vardır; saçları muhafaza etmek için taramak, ayak tırnaklarını muhafaza etmek için kesmek, mideyi muhafaza etmek için asit içmekten geri durmak gereklidir. Fakat, sıra insan bilincine gelince... Onlara göre, bilinç, hiçbir şeye ihtiyacı duymaz ve her şeyi mideye indirebilir; psikiyatrist karşısına vardıklarında, hala, hiçbir sebep yokken kronik bir korku ve sıkıntı içinde olduklarını söylemektedirler.

Bir çok insanın, insan bilincinin tabiatı (işleyiş tarzı) üzerinde hiçbir bilgiye sahip olmaması, kendileriyle dış dünya arasındaki bağı kopartır: kendilerine neyin mümkün olup, neyin olmadığı, kendilerinden ve başkalarından neyi talep edip, neyi edemeyeceklerini, neyin kendi hataları olduğu, neyin olmadığı konusunda hiçbir fikirleri kalmaz. Bilincin hiçbir kimliği olmadığı zımni öncülünü kabul etmiş oldukları için; bir uçta, bilinçleri üzerinde sonsuz bir güce sahip olduklarını ve onu her türlü riskten uzak, istedikleri gibi suistimal edebileceklerini zannederken ("Farketmez; bu sadece benim zihnimdeki bir şey" veya "Boşver, benden başka bilen yok" nosyonlarındaki gibi); diğer uçta, bilinçleri hakkında hiçbir şey yapamayacaklarını zannederler: bilinçleri üzerinde, seçeneklerinin ve kontrollarının olduğunu bilmezler; bilinçlerinin içeriğinin, tabiatca belirlenmiş olduğunu zannederler; kendilerini, kafatasları içindeki erişilmez bir gizin kurbanı olarak görürler; bilinmez bir düşmanın esiri gibi hissederler; rasyonel izahı bulunmayan bir takım duygularca yönetilen çaresiz bir otomaton olmayı kabullenirler ("Ne yapayım, ben böyleyim" nosyonundaki gibi).

Bu belirsizlik insanı sakatlar. Böyle bir insanın, bir amaç veya arzu hakkında düşünürken, sorduğu ilk soru "Bunu yapmak ne gerektirir?" olmak yerine, "Ben bunu yapabilirmiyim?" olur. Sorusunun anlamı şudur: "Ben doğuştan bunu yapma yeteneğine sahip miyim?" Mesela, "Hayatta en büyük isteğim, bestekar olmak; fakat, bunun nasıl yapılacağına dair hiç fikrim yok. Bana bu işi her nasılsa yaptıracak o esrarengiz istidat bende var mı?" Bu insan, bilincin önceliği gibi bir öncülü hiç duymamış olabilir; fakat, bilincinin karanlık labirentlerinde giriştiği bu araştırmaya onu sevk eden bu öncüldür; araştırmasının ona bir şey bulduracağı yoktur; çünkü, mevcudiyete (realiteye) başvurmadan kendi bilinci hakkında hiçbir şey öğrenmesi mümkün değildir.

Böyle bir arzuyu hemen terk etmezse, bunu gerçekleştirmek için belirsizlik içinde gezinip durur. Herhangi bir küçük başarı, huzursuzluğunu artırır; çünkü, neyin buna sebep olduğunu ve bu başarıyı bir daha nasıl tekrarlayacağını bilmez. Herhangi bir küçük başarısızlık, ezici bir darbe olur; çünkü, bu başarısızlığı, kendisinin o esrarengiz ihsandan yoksunluğunun delili olarak alır. Bir hata yaptığında "Ne öğrenmem gerekir?" diye sormaz, "Bende yanlış olan nedir?" diye sorar. Otomatik ve herşeye muktedir bir ilham bekler; tabii, bu ilham hiçbir zaman gelmez. Neşesiz bir mücadele içinde yıllar geçirir; karşısındaki realite bütün gücüyle kendini gösterirken, zihni, onu görmemekte kararlı olarak hep bilincinin içinde doğup büyüyen o kendine-saygısızlık-ve-güvensizlik canavarına korkuyla bakar. Sonuçta, arzusunu terkeder.

Bestekar yerine herhangi bir işi -bilim adamı, işadamı, yazar olmak, zenginleşmek, arkadaş bulmak, kilo vermek- koyun, şema aynıdır.

Neyi değiştirip, neyi değiştiremeyeceklerini belirlemekten aciz bazıları, "realiteyi yeniden yazmağa," yani metafiziken-verili olanın tabiatını değiştirmeğe teşebbüs eder. Bazıları, insanın mutluluktan başka hiçbir şey hissetmeyeceği, hiçbir acının, hüzünün, hastalığın olmadığı bir evren -bir "ütopya"- hayaline dalar ve neden yeryüzündeki hayatlarını iyileştirmek için bütün arzusunu kaybettiğini merak eder. Bazıları, herkes öyle olsa, kendisinin de cesur, dürüst, hırslı olabileceğini; fakat bugünkü dünyada böyle olmasının mümkün olmadığını zanneder. Bazıları, birgün mutlaka gelecek olan ölümün, düşüncesinden korkmaktan, yaşama işine hiç girişmez. Bazıları, zamanın geçişine herşeye kaadirlik atfeder ve geleneği (yani insan-yapısı olan bir şeyi) hakikate (yani metafiziken-verili olana) eşdeğer görür: "İnsanlar bir fikre yüzyıllarca inanmışlarsa, o fikir doğru olmalıdır" der. Bazıları, insanların fikirlerine bile değil, hislerine herşeye kaadirlik ve metafiziken-verili olma statüsü bahş edip; onların irrasyoneliklerini, önyargılarını, batıllıklarını, kıskançlıklarını okşar. Bazıları, kendi eylemlerinin kabahatini, hiç rolü olmayan başkalarına yükler; bazıları, hiçbir rolleri olmadığı halde, başkalarının eylemlerinin kabahatini yüklenir. Bazıları, bilmeye hiç imkanlarının olmadığı bir şeyi bilmemekten suçluluk duyar. Bazıları, bugün öğrendiklerini dün bilmedikleri için suçluluk duyar. Bazıları, bütün dünyayı bir gecede ve zahmetsiz olarak kendi fikirlerine çekemedikleri için suçluluk duyar.

Her insanın önünde iki tür hayat mevcuttur. Realitenin tam olarak kavranması görevine zihnini aktif ve gayeli olarak odaklayabilen, yani realiteyi kavramsal olarak anlayabilen ve bu gayreti idame ettirebilen kişi, -verili tarihsel bağlamda mümkün olduğu ölçüde- bütün insani potansiyelini değerlendirebileceği bir hayat yaşar. İkinci tür hayat, bu zahmeti göstermeyen kişinindir ve irrasyonellik diye tanımlanan hal budur. İnsan, kavramlaştırıcı bir bilinç düzeyine erişmeyi seçmezse; bilinçlerinin kullanımına iki alet kalır: zihinlerindeki otomatik, algısal, hayvani fonksiyonlar ve kavramsal düzeye gelebildikleri kısa sürelerde edindikleriyle rasgele programlanmış bir duygusal mekanizma. Sürekli düşünmek işini seçmeyen bu insan, kendisini yarı-bilinçli bir uyurgezer haline getirir; kontrolsuz bir duyusal-algısal mekanizmanın ve bazan rasgele yaptığı bölük-pörçük çağrışımların insafında yaşayan, içinde bulunduğu anda ortaya çıkan tesadüfi stimuluslara tepki göstermekten ibaret bir davranış biçimi içinde bulunan bu kişi, ancak insan-altı bir hayat sürdürebilir.

Zihnini odaklamayı seçmeyen bir insan, kelimenin insan-altı anlamında bilinçli sayılabilir; çünkü, -üst-seviyeli hayvanlar gibi o da- duyumlar ve algılar yapabilir. Fakat, kelimenin insani anlamında, odaklanmamış bir zihin, bilinçli değildir; realiteden tam haberdar olmak ve bu realiteyle baş edebilmek için, yani insanın insan olarak hayatta kalması için gerekli eylemleri yönetebilecek bir kapasite olan insan bilinci, ancak odaklanmış bir gayretin ürünüdür.

"Düşünmek veya düşünmemek" arasındaki seçim, "odaklanmak veya odaklanmamak" arasındaki seçimdir. "Odaklanmak veya odaklanmamak" arasındaki seçim, "bilinçli olmak veya olmamak" arasındaki seçimdir. "Bilinçli olmak veya olmamak" arasındaki seçim, yaşam ve ölüm arasındaki seçimdir.

Bilinçlilik, ona sahip olan canlıların temel hayatta kalma aracıdır. İnsan açısından bu bilinçlilik hali, akıllı olmaktır; yani, insanın temel hayatta kalma aracı aklıdır. İnsan, hayvanlar gibi sadece algıların rehberliğinde hayatta kalamaz. Bir açlık duygusu, insanın yiyeceğe ihtiyacı olduğunu (bunu "açlık" diye tanımasını öğrenmişse) söyleyecektir; fakat, yiyeceğini nasıl elde edeceğini, hangi yiyeceğin iyi, hangisinin zehirli olduğunu söylemeyecektir. Bir düşünce sürecini işletmeksizin, en basit fiziki ihtiyaçlarını bile elde edemeyecektir. Tohum ekerek yiyecek yetiştirmeye veya avlanacak silah yapmaya yarayacak bilgiyi, ancak bir düşünce süreci ile keşfedebilir. Algıları, onu, -civarda mevcutsa- bir mağaraya götürebilir; fakat, en basit bir barınağı inşa etmek için dahi, bir düşünce sürecine ihtiyaç duyar. Hiçbir algı, hiçbir içgüdü, ona, nasıl ateş yakacağını, nasıl kumaş dokuyacağını, nasıl alet yapacağını, nasıl tekerlek yapacağını, nasıl otomobil yapacağını, nasıl beyin ameliyatı yapacağını söylemeyecektir. Fakat, insan hayatı böyle bilgilere dayanır ve sadece iradi bir bilinçlilik eylemi, bir düşünce süreci, bu bilgileri ona sağlar.

Fakat, insan sorumluluğu buradan da öteye gider: bir düşünce süreci, otomatik, içgüdüsel, gayrı-iradi olmadığı gibi, yanılmaz da değildir. İnsan, düşünme sürecini başlatmak, sürdürmek ve bu faaliyetlerinden doğan sonuçların sorumluluğunu taşımak zorundadır. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu nasıl belirleyeceğinin yollarını keşfetmek, yapabileceği hataları düzeltmek zorundadır. Kavramlarının, akıl yürütmelerinin, bilgisinin, doğruluğunu tahkik etmenin yollarını keşfetmek zorundadır. Düşünmenin kurallarını, mantık kanunlarını keşfetmek zorundadır. "İnsanın zihni gayretleri, ona mutlaka doğru sonuç verecektir" diyen hiçbir otomatik garantiyi, tabiat insana vermez.

Bilinçli olma potansiyeli ve bu potansiyelin, üzerinde aktüelize olabileceği materyalden başka, insana doğuştan verilen hiçbir hayatta kalma mekanizması yoktur. Bilinçli olma potansiyeli harika bir makinadır, süper bir bilgisayardır; fakat, bu bilgisayar, yeni doğan insana programcısız ve tamir/bakım teknisyensiz olarak verilir; bilgisayarın usulüne uygun kullanılması için aday olan programcı ve tamir/bakım teknisyeni, bu insanın kendisinden başka kimse değildir -eğer bu insan, bilgisayarından yararlanmayı seçerse. Onu nasıl kullanacağını keşfetmek, çalıştırmak ve sürekli çalışır vaziyette tutmak, kendi görevidir. Materyal ise bütün evrendir; elde edebileceği bilgilerin ve hayattan alabileceği zevkin miktarına, hiçbir sınır yoktur. Fakat, ihtiyaç duyduğu veya arzuladığı herşey, kendisi tarafından, yani kendi seçimi, kendi gayreti, kendi aklı tarafından keşfedilmeli, öğrenilmeli ve üretilmelidir.

Otomatik bilgiye sahip olmayan bir varlık, kendisini yöneltmek için, otomatik bir davranış çizgisi ve otomatik bir değerler sistemine de sahip değildir. Hangi bilginin doğru veya yanlış olduğunu otomatik olarak bilmeyen bir varlık, hangi davranışın doğru veya yanlış olduğunu, yani kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu da otomatik olarak bilmez. Fakat, yaşamak için bu bilgiye ihtiyacı vardır. Bu varlık, realitenin kanunlarından muaf değildir: belirli bir tabiata sahip olan, belirli bir organizmadır; dolayısiyle, hayatta kalmak için belirli bir davranış çizgisine ihtiyacı vardır. Hayatta kalması, keyfi araçlarla, rasgele hareketlerle, kör dürtülerle, şansla mümkün değildir. Nasıl hayatta kalacağı tabiatı tarafından belirlenmiştir, kendi seçimine açık değildir. Kendi seçimine açık olan şey, sadece nasıl hayatta kalacağını keşfedip keşfetmeyeceği, yani doğru amaçları ve değerleri keşfedip keşfetmeyeceğidir. Yanlış seçim yapmakta serbesttir; fakat, bu yanlış seçime rağmen başarıya ulaşmakta serbest değildir. Realiteyi görmezden gelmekte serbesttir; zihnini odaklamayıp, yalpalayarak, istediği yola girmekte serbesttir; fakat, görmeği reddettiği bir uçurumu bertaraf etme serbestisi yoktur. Herhangi bir bilinçli organizma için bilgi, hayatta kalma aracıdır; yaşayan bir canlı için bilgi, yani bir şeyin ne olduğu sorusuna bulduğu cevap, o şeyle ilgili nasıl sorusuna aradığı cevabı da içerir. Bir değerin ne olduğu, onu nasıl elde edebileceğimizi de belirler; bir tehlikenin ne olduğu, ondan nasıl korunabileceğimizi de belirler. İnsan, bilinçli olmamak halini seçmekte serbesttir; fakat, bilinçli olmama halinin cezasından kaçmağa muktedir değildir: yok olma. İnsan, kendini tahrip etme gücüne sahip olan tek canlıdır; ve tarihinin çoğu dönemi, bu gücünü kullanmıştır.

İnsan, zevk veya acı olarak tesir bırakan ilk fiziki duyumlar sayesinde "değer" kavramıyla tanışır. İnsan bilincinin gelişmesi sürecinde, duyumlar, bilgilenmenin olduğu gibi değerlendirmenin de ilk aşamasını teşkil eder.

Zevk veya acı hissetme kapasitesi insanda doğuştan mevcuttur; insanın tabiatının bir parçasıdır. Bu konuda yapabileceği bir seçim yoktur: insan mutlaka acı ve zevk duyabilen bir yaratık olarak dünyaya gelir. Ayrıca fiziki olarak neyin zevk, neyin acı vereceğinin standardı konusunda da bir şey yapamaz; bu bellidir. Nedir bu standart? Hayatı.

İnsanın ve bu kapasiteye sahip diğer canlıların vücudundaki acı-zevk mekanizması, organizmanın hayatını koruyan otomatik bir muhafız gibi çalışır. Acı hissetmek, tehlikeye işaret eden bir ikaz sinyalidir; organizmanın yanlış bir hareket çizgisi izlediğini gösteren veya gerektiği şekilde işlemesini önleyen bir şeyin varlığını haber veren veya düzeltmesi gereken bir duruma maruz kaldığını bildiren bir mesajdır. Bunun en iyi izahını, çok az rastlanan bir hastalıkta görebiliriz. Bazı çocuklar, hiç bir ağrı-acı hissetme mekanizmasına sahip olmadan doğarlar; neyin onları yaralayabileceğini kendiliğinden keşfedemezler; hastalıklarda acı duymazlar; bu tür insanlar, genellikle uzun yaşayamaz; çünkü, küçük bir kesik, ölümcül bir enfeksiyona sebep olabilir, önemli bir hastalık artık çok kadar keşfedilmeden kalabilir.

İnsanın hayatta kalma meselesi, insan bilincine kendisini psikolojik bir hadise olarak dayatırken, doğrudan doğruya bir "yaşam veya ölüm" sinyali halinde ortaya çıkmaz; bu mesele, insan bilincinde bir "mutluluk veya mutsuzluk" duygusu olarak ortaya çıkar. Mutluluk, insanca yaşama işinde başarılı olma halinin duygusudur; mutsuzluk duygusu ise başarısızlığın, ölümün ikaz işaretidir. Nasıl ki, insan vücudunun zevk-acı mekanizması, o vücudun sağlığının veya yarasının otomatik gösterge tablosuysa; başka bir deyişle, yaşamak veya ölmek arasındaki temel alternatifin barometresiyse; insan bilincinin duygusal mekanizması da, aynı fonksiyonu gören bir tabiata sahiptir. Duygusal mekanizma, yaşam-ölüm alternatifini iki temel duygu vasıtasıyla kaydeden bir barometredir: neşe veya hüzün. Vücudun zevk-acı mekanizması, vücudun, yani insanın fiziki durumunun gösterge tablosudur; bilincin neşe-hüzün mekanizması ise, bilincin, yani insanın zihinsel durumunun gösterge tablosudur. Duygular, insan bilincinde -veya bilinçaltında- bulunan değer yargılarından doğan otomatik sonuçlardır; duygular, insanı değerlerine götüren veya değerlerinden uzaklaştıran şeylerden, yani insana yararlı veya zararlı olan şeylerden haber veren bir bültendir.

İnsan vücudunun zevk-acı mekanizmasını işleten değer standardı, otomatik ve doğuştandır, vücudun tabiatınca belirlenmiştir; mesela çıplak olarak kaynar suya sokulan bir elin, acımamasını sağlamak mümkün değildir. İnsanın duygusal mekanizmasını işleten değer standardı ise, otomatik değildir; mesela, bazı insanların, bir diktatörlüğün milyonlarca insanı katletmesine hüzünlenmesi, bazılarının ise buna neşelenmesi mümkündür.

İnsan hiçbir otomatik bilgiye sahip olmadığından, hiçbir otomatik değere de sahip olamaz; hiçbir fıtri (doğuştan) fikre sahip olmadığından, hiçbir fıtri değer yargısına da sahip olamaz.

İnsan bir bilgilenme (öğrenme) mekanizmasına sahip olarak doğduğu gibi, bir duygusal mekanizmaya da sahip olarak doğar; fakat, doğuşta, her ikisi de "tabula rasa"dır; yani, ne öğrenme mekanizması herhangi bir şey bilir, ne de duygusal mekanizması herhangi bir şey duyar. İnsanın öğrenme yeteneği, yani zihin, her ikisinin de içeriğini (muhtevasını) zamanla belirler. İnsanın duygusal mekanizması, zihni tarafından programlanacak bir bilgisayar gibidir; bu program, zihnin seçeceği değerlerden ibarettır.
demetcool isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla