Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13-07-2011, 05:52 PM   #5 (permalink)
Işıldayan Safir
Administrators
Zerynthia
 
Işıldayan Safir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2009
Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
Işıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond repute
Standart Cevap: Osho - Çocuk



Masumiyet


Küçük çocuklar masumdur; fakat onlar bunu kazanmamışlardır, o doğaldır. Onlar aslında cahildir; fakat onların cehaleti, sözde öğrenmekten daha iyidir; çünkü bilmiş kişi basitçe cehaletini sözcüklerle, teorilerle, ideolojilerle, felsefelerle, dogmalarla, inançlarla gizler. O cehaletini gizlemeye çalışıyor ama onu birazcık kazı ve içerde karanlıktan başka hiçbir şey, cehaletten başka hiçbir şey bulamayacaksın.

Bir çocuk bilmiş bir kişiden çok daha iyi bir haldedir çünkü onlar her şeyi görebilir. Onlar cahil de olsalar, spontanedirler, onlar cahil de olsalar onların kavrayışları muazzam bir değere sahiptir.

Hıçkırık tutmuş küçük bir çocuk ağlayarak, "Anne, içeriye doğru hapşırıyorum" dedi.

Küçük bir çocuk psikologun ofisine çok geveze olan annesi tarafından götürülmüştü. Psikolog küçük adamı inceledi ve sorulara çok zor bir şekilde dikkatini verebildiğini görüp şaşırdı.

Psikolog ona, "Duymakla ilgili bir sorunun muvar?" diye sordu. "Hayır" diye yanıtladı ufaklık. "Dinlemekle ilgili bir sorunum var.

"Kavrayışı görebiliyor musun? Dinlemek ve duymak tamamıyla farklıdır. Çocuk
şöyle diyor: "Duymakla ilgili bir zorluk yaşamıyorum ama dinlemekten bıktım. Duymak zorundasın —geveze anne oradadır— ama dinlemekle ilgili sorunum var. Dikkatimi veremiyorum."

Anne ve onun gevezeliği çocuktaki kıymetli bir şeyi mahvetmiştir: Onun dikkati. O son derece sıkılmıştır.

İkinci sınıf öğretmeni, çocukları aritmetik problemi üzerinde uğraşmaları için tahtaya kaldırmıştı. Ufaklığın biri, "Tebeşirsizim" dedi."

Bu doğru değil" dedi öğretmen. "Bunu doğru şekilde söylemenin yöntemi şudur: Benim hiç tebeşirim yok, senin hiç tebeşirin yok, bizim hiç tebeşirimiz yok, onların hiç tebeşirleri yok." Şimdi anlaşıldı mı?"

"Hayır" dedi küçük oğlan. "Tüm bu tebeşirlere ne oldu?"

Papazın ergen kızı danstan döndüğünde saat sabahın üçünü gösteriyordu. Papaz ve karısı kızı beklemekteydiler ve kız ön kapıya geldiğinde, babası ona hor görür şekilde, "Günaydın Şeytan'ın çocuğu" dedi. Herhangi bir çocuğun yapması gerektiği gibi tatlı bir şekilde konuşan kız, "Günaydın Baba" dedi.

Öğretmen çıkarma yapmayı öğretmeye çalışıyordu. "Şimdi Hugh" dedi. "Eğer baban haftada 180 dolar kazansaydı ve 6 dolarını sigorta için, 10.8 dolarını sosyal güvenlik için ve 24 dolarını vergiler için kesselerdi ve sonra da kalanı annene verseydi annene ne kalırdı?"

"Bir kalp krizi "dedi çocuk.

Akşam yemeği bitmişti, baba ve dokuz yaşındaki oğlu oturma odasında televizyon seyrediyordu. Anneve kızı mutfakta bulaşık yıkıyordu. Ansızın baba ve oğul, mutfakta bir şeylerin kırılmasından çıkan berbat bir ses duydular. Şaşkın bir şekilde bir an beklediler ama bir ses duymadılar.

"Tabağı kıran Annemdi" dedi çocuk.

"Nereden biliyorsun diye?" sordu babası.

"Çünkü hiç dırdır etmiyor" diye yanıtladı oğlan.

Mutfaktan kırılmış bir bardak ya da kırılmış bir porselenin sesi geldi. "Willy, Tanrı aşkına mutfakta ne yapıyorsun?" diye bağırdı oturma odasından annesi.

"Hiç, zaten yaptım!" dedi Willy.

New England bölgesinde çalışan bir satıcı, Kaliforniya'ya gönderiliyordu. Haftalardır evdeki belli başlı konuşma mevzusu buydu.

Tasınmadan önceki gece, beş yaşındaki kızı dua ederken şöyle dedi: "Ve Tanrım, artık sana sonsuza dek elveda demem gerekiyor; çünkü yarın Kaliforniya'ya taşınıyoruz!"

Bir çocuk olarak kendi saflığınızı korumayı ve etraftaki yetişkinler tarafından sindirilmeye izin vermemeyi nasıl başardınız? Bu cesareti nereden edindiniz?

Masumiyet, cesaret ve saflığın her ikisidir. Şayet masumsan cesarete ihtiyacın yoktur. Saflığa da ihtiyaç yoktur; çünkü masumiyetten daha saf, kristal netliğinde başka hiçbir şey olamaz. Yani tüm mesele kişinin masumiyetini nasıl koruyacağıdır. Masumiyet elde edilecek bir şey değildir. O öğrenilecek bir şey değildir. O yetenek gibi bir şey değildir: Resim, müzik, heykel; bu şeyler gibi değildir. Daha çok nefes almak gibidir, birlikte dünyaya geldiğin bir şeydir.

Masumiyet herkesin doğasıdır. Hiç kimse masum olmadan doğmaz. Nasıl bir kimse masum olmadan doğabilir? Doğum, dünyaya bir tabularasa olarak, üzerine hiçbir şey yazılmadan gelmişsin demektir. Yalnızca geleceğin var, geçmiş yok. Masumiyetin anlamı budur. Bu nedenle öncelikli olarak masumiyetin ne anlamlara geldiğini anlamaya çalış.

İlk olarak geçmiş yok, sadece gelecek. Dünyaya masum bir izleyici ile birlikte geldin. Herkes aynı şekilde gelir, aynı bilinç niteliğiyle.

Soru şudur; bir kimsenin masumiyetimi, saflığımı bozmamasını nasıl sağladım, bu cesarete nereden sahip oldum? Yetişkinler ve onların dünyası tarafından nasıl aşağılanmamayı başardım? Ben hiçbir şey yapmadım, o nedenle nasıl sorusunun bir anlamı yok. Bu sadece oldu, bu yüzden ben bunu üzerime alamam.

Muhtemelen bu herkesin başına gelir ama sen başka şeylerle ilgilenirsin. Sen yetişkin dünyası ile pazarlık yapmaya başlarsın. Onların sana verebilecek pek çok şeyi vardır. Seninse verebileceğin tek bir şey vardır ve o da kendine saygındır, dürüstlüğündür.

Senin fazla bir şeyin yok, tek bir şey; onu istediğin şekilde adlandırabilirsin: Masumiyet, zekâ, özgünlük, sadece tek bir şeyin var.

Ve çocuk doğal olarak etrafından gördüğü her şey ile son derece ilgilidir. O sürekli olarak şuna sahip olmayı, buna sahip olmayı istiyor; bu insan doğasının bir parçasıdır. Eğer küçük bir çocuğa bakarsan; yeni doğmuş bir çocuğa bile baktığında bir şeylere tutunmaya başladığını görebilirsin; elleri bir şey bulmaya çalışıyor. Yolculuğa başlamıştır.

Senin fazla bir şeyin yok, tek bir şey; onu istediğin şekilde adlandırabilirsin. Masumiyet, zekâ, özgünlük, sadece tek bir şeyin var.

Yolculukta kendisini kaybedecek çünkü bu dünyada bedelini ödemeden hiçbir şeye sahip olamazsın. Ve zavallı çocuk verdiği şeyin ne kadar kıymetli olduğunu anlayamaz. O kadar ki, tüm dünya bir tarafta olsa ve onun bütünlüğü de diğer tarafta olsa, o zaman bile bütünlüğü daha ağırdır daha kıymetlidir. Çocuğun bunu bilme olasılığı yoktur. Sorun budur çünkü o sahip olduğu şeye basitçe sahiptir. O bunu kanıksamıştır.

Bana masumiyetimi ve saflığımı nasıl kaybetmemeyi başardığımı soruyorsun. Ben hiçbir şey yapmadım; sadece basitçe, en başından beri... Ben yalnız bir çocuktum çünkü anneannem ve dedem tarafından yetiştirildim. Annem ve babamla birlikte değildim. Bu iki yaşlı insan yalnızlardı ve onlar son günlerinin neşesi olacak bir çocuk istediler. Annem ve babam onlarla hemfikir oldu: Ben onların en büyük çocuğuydum, ilk doğan bendim; beni gönderdiler. Çocukluğumun ilk yıllarında babamın ailesi ile hiç ilişki kurduğumu hatırlamıyorum. Bu iki adamla —dedem ve gerçekten güzel bir adam olan onun yaşlı hizmetçisi— ve yaşlı anneannem... Bu üç insan. Ve boşluk çok büyüktü... Ben kesinlikle tek başımaydım. Arkadaşım yoktu, arkadaşlık olamazdı. Onlar bana karşı mümkün olduğunca çok arkadaşça davranmaya çalıştılar ama bu mümkün değildi.

Tek başıma kalmıştım. Onlara bazı şeyleri söyleyemezdim. Başka hiç kimse yoktu çünkü ailemin en zengini olduğu küçük bir köydü. Ve o, hepsi iki yüz kişiden fazla olmayan o kadar küçük bir köydü ve o kadar yoksullardı ki anneannem ve dedem köyün çocukları ile kaynaşmama izin vermezlerdi. Onlar kirliydi ve elbette onlar neredeyse dilenciydi. Yani arkadaş sahibi olmanın hiçbir yolu yoktu. Bu muazzam bir etki yarattı. Tüm yaşamım boyunca hiç arkadaş olmadım, arkadaşım olarak kimseyi tanımadım. Evet, tanışıklıklarım oldu.

Bu ilk, erken yaşlarda o kadar yalnızdım ki bundan hoşlanmaya başladım; ve o gerçekten bir coşkudur. Yani bu benim için bir lanet değildi, onun bir rahmet olduğu kanıtlandı. Ondan hoşlanmaya başladım ve kendi kendime yeterli olduğumu hissetmeye başladım; hiç kimseye bağımlı değildim. Hiçbir zaman, çocukluğumdan itibaren oynamak için hiçbir yol olmadığı, oynayacak hiç kimse olmadığı gibi basit nedenlerle hiç oyunlarla ilgilenmedim. Hâlâ bu erken yaşlarda sadece otururken kendimi görebiliyorum.

H men bir gölün önündeki güzel bir yerde, evimiz vardı. Kilometrelerce uzakta, göl... Ve o, o kadar güzel ve o kadar sessizdi ki. Sadece arada sırada beyaz turnaların uçarken oluşturduğu bir çizgi görürsün ya da aşk şarkıları söylerler ve huzur bozulur; aksi takdirde orası meditasyon için tamamıyla doğru yerdir. Ve onlar huzuru bozduğunda —bir kuşun aşk çağrısı— onun çağrısından sonra huzur derinleşirdi, daha derin olurdu.

Göl, nilüferlerle doluydu ve saatler boyunca kendi başıma öylesine mutlu bir şekilde otururdum ki sanki dünya umurumda değildi: Nilüferler, beyaz turnalar, sessizlik.

Ve anneannem ve dedem bir şeyin; tek başına olmaktan hoşlandığımın son derece farkındaydı. Onlar sürekli olarak benim köye gidip birileriyle buluşmaya ya da birileriyle konuşmaya hiç istek duymadığımı görüyorlardı. Onlar konuşmak isteseler bile benim yanıtım evet ya da hayırdı; ben de pek konuşmakla ilgilenmiyordum. Böylelikle onlar tek başına kalmaktan hoşlandığımın farkına vardılar ve beni rahatsız etmemek onların kutsal göreviydi. Çocuklara, "Sessiz ol çünkü baban düşünüyor, büyükbaban dinleniyor. Sessiz ol, ses çıkarmadan otur" dersin. Benim çocukluğumda bununtam tersi gerçekleşti. Şimdi niçin ya da nasıl olduğunu cevaplayamam; bu basitçe gerçekleşti. Bu nedenle bunun basitçe böyle olduğunu söylerim; bu benim başarım değildir.

Bu üç yaşlı insan sürekli birbirlerine işaretler yaparak, " Onu rahatsız etme; bundan çok keyif alıyor" derdi. Ve onlar benim sessizliğimi sevmeye başladı.

Sessizliğin bir titreşimi vardır; özellikle de zorla dayatılmamışsa, sen "Eğer bir sorun ya da ses çıkarırsan seni döverim" dediğin için değilse, o bulaşıcıdır. Hayır, bu sessizlik değildir. Bu, benim bahsettiğim neşe dolu titreşimi yaratmayacaktır. Bir çocuk kendi başına sessiz olduğunda, hiçbir neden yokken keyif aldığında, sebepsiz yere mutlu olduğunda her tarafta muazzam dalgalar yaratır.

Daha iyi bir dünyada her aile çocuklarından öğrenecektir. Onlara öğretmek için çok acele ediyorsun. Öyle görünüyor ki hiç kimse onlardan öğrenmiyor ve onların ne kadar çok öğretecek şeyi var. Ve onlara öğretecek senin hiçbir şeyin yok.

Sırf onlardan daha yaşlı ve daha güçlü olduğun için ne olduğunu, nereye ulaştığını, iç dünyadaki konumunun ne olduğunu hiç düşünmeden onu tıpkı kendine benzetiyorsun. Sen bir zavallısın; ve çocuğunun da aynısı olmasını mı istiyorsun?

Ancak hiç kimse düşünmez; aksi takdirde insanlar küçük çocuklardan öğrenirlerdi. Çocuklar öte dünyadan o kadar çok, pek çok şey getirir ki çünkü onlar çok yeni gelmişlerdir. Onlar hâlâ rahmin sessizliğini, varoluşun kendi sessizliğini taşırlar.

Yani yedi yıl boyunca rahatsız edilmeden; başımın etini yiyecek, iş hayatı, siyaset, diplomasi dünyasına beni hazırlayacak kimse olmadan kalabilmem sadece bir rastlantıdır. Anneannem ve dedem —özellikle de anneannem— beni mümkün olduğu kadar doğal halimde bırakmakla daha çok ilgileniyorlardı. Anneannem sebeplerden bir tanesidir —böylesi küçük şeyler tüm yaşam döngülerini etkiler— o benim tüm kadınlığa duyduğum saygının nedenlerinden bir tanesidir.

O basit bir kadındı, eğitimsizdi ama muazzam de-recede duyarlı idi. Dedeme ve hizmetçisine net bir şekildeşunu gösterdi: "Hepimiz bizi hiçbir yere ulaştırmayan belirli bir hayat yaşadık. Her zaman olduğu kadar boşuz ve ölüm yaklaşıyor." Israrla; "Bırakın bu çocuk bizim tarafımızdan etki altında kalmasın. Ne etkimiz olabilir ki...? Sadece onu kendimiz gibi yapabiliriz ve biz hiçbir şey değiliz. Ona kendisi olması için bir fırsat tanıyın" dedi.

Bu yaşlı kadına son derece minnettarım. Dedemsürekli ve sürekli olarak er ya da geç kendisinin sorumlu olacağından endişeleniyordu: "Bize, 'Çocuğumuzu size bıraktık ve siz ona hiçbir şey öğretmemişsiniz' diyecekler."

Anneannem buna izin dahi vermedi... Çünkü köyde bana en azından dili, matematiğin başlangıcını, biraz coğrafyayı öğretebilecek bir adam vardı. O, Hindistan'da ilköğretim olarak adlandırılan eğitimin ilk dört yılını tamamlamıştı ama o köydeki en eğitimli insandı.

Dedem tüm gücüyle çabaladı: "Bu adam gelip ona öğretebilir, en azından alfabeyi, biraz matematiği bilecek, böylece anne babasına gittiğinde onlar yedi yılı tamamıyla boşa harcadığımızı söylemeyecekler." Fakat anneannem şöyle dedi: "Bırak onlar ne yapmak istiyorlarsa yedi yaşından sonra yapsınlar. Yedi yıl süresince onun sadece kendi doğası olmalı ve biz ona müdahale etmeyeceğiz." Ve o hep şunu öne sürerdi: "Sen alfabeyi biliyorsun da ne oluyor? Sen matematik biliyorsun da ne oluyor? Sen birazcık para kazandın; onun da azıcık para kazanıp senin gibi yaşamasını mı istiyorsun?"

Yaşlı adamı susturmak için bu yeterliydi. Ne yapmalı? O zorda kalıyordu çünkü tartışamıyordu ve biliyordu ki o değil, kendisi sorumlu tutulacaktı; çünkü babam ona, "Ne yaptınız?" diye soracaktı. Ve gerçekten de bu durum gerçekleşecekti ama neyse ki dedem babam soramadan öldü.

Ancak babam sürekli olarak, "Şu yaşlı adam sorumlu, o bu çocuğu şımarttı" diyordu. Ancak artık ben yeterince güçlüydüm ve ona net bir şekilde, "Benim yanımda asla dedeme karşı bir şey, tek bir söz bile söyleme. O beni senin tarafından şımartılmaktan kurtardı; gerçek kızgınlığın buna ama başka çocukların var onları şımart. Ve en son sahnede kimin şımartıldığını sen söyleyeceksin" dedim.

Onun başka çocukları vardı ve daha çok ve dahaçok çocuk gelmeye devam etti. Ona, "Lütfen bir çocuk daha yap, bir düzine olsun" diye takılırdım. "On bir çocuk? insanlar, kaç çocuk var diye soruyor. On bir doğru gelmiyor, bir düzine daha etkileyici."

Ve sonraki yıllarda ona, "Tüm çocuklarını şımartmaya devam ediyorsun; ben vahşiyim ve vahşi olarak kalacağım" derdim.

Senin masumiyet olarak gördüğün şey vahşi olmaktan başka bir şey değildir. Senin saflık olarak gördüğün şey vahşi olmaktan başka bir şey değildir. Bir şekilde medeniyetin pençelerinin dışında kaldım.

Ve bir kez yeterince güçlü olduğumda... Ve insanlar bu yüzden, "Çocuğun mümkün olduğunca çabuk bir şekilde yakasına yapış, vakit kaybetme çünkü çocuğu ne kadar erken kontrol edersen o kadar kolay olur. Bir kez çocuk yeterince güçlenirse o zaman onu isteklerin doğrultusunda boyun eğdirmek zor olacaktır" diye ısrar eder.

Ve hayatın yedi yıllık döngüleri vardır. Yedinci yıla gelindiğinde çocuk mükemmel bir şekilde güçlenmiştir; artık ona bir şey yapamazsın. Artık o nereye gideceğini, ne yapacağını bilir. Tartışmaya girebilir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu görebilir. Ve onun saflığı yedi yaşındayken zirvesinde olacaktır. Şayet onu erken yaşlarında rahatsız etmezsen, o her şey hakkında o kadar kristal gibi net olur ki hayatı, hiçbir pişmanlık olmadan yaşanacaktır.

Hiç pişmanlık duymadan yaşadım. Bulmaya çalıştım: Hiç, yanlış bir şey yaptım mı? insanların yaptığım her şeyin doğru olmadığını düşünmesi değil; önemli olan bu değil: Yaptığım hiçbir şeyin asla yanlış olduğunu düşünmedim. Tüm dünya onun yanlış olduğunu düşünebilir ama bana göre onun doğru olduğu kesin bir şekilde ortadadır; o yapılması gereken doğru şeydi.

__________________
Işıldayan Safir isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla