Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21-01-2011, 10:17 PM   #45 (permalink)
Işıldayan Safir
Administrators
Zerynthia
 
Işıldayan Safir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2009
Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
Işıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond repute
Standart Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar



DEĞİŞİKLİK BİR ANDA OLUR MU?

"Durun, size esrarlı bir şey göstereyim: Hepimiz uyuyacak değiliz ama hepimiz değişeceğiz, bir anda, göz açıp kapayana kadar..."
KORİNTLİLER

HATIRLAYABİLDİĞİM kadarıyla ben her zaman, insanlara hayatlarındaki hemen hemen her şeyi değiştirme yeteneğini edinme konusunda yardım etmenin rüyasını görmüştüm. Daha çok küçük yaşlarda, içgüdüsel olarak, başkalarının değişmesine yardım etmekle kendimi de değiştirebileceğimi anlamıştım. Orta okuldayken bile, kitaplardan ve kasetlerden bilgi edinmeye çalışıyor, insan duygularını ve davranışlarını değiştirmenin temellerini öğrenme peşinde koşuyordum. Tabii kendi hayatımın belli yönlerini daha iyiye götürmek de istiyordum. Kendimi motive etmek, bir şeyin peşini bırakmamak ve eyleme geçmek, hayatın zevkini çıkarmayı öğrenmek, insanlarla nasıl uyum sağlanacağını ve bağ kurulacağını öğrenmek gibi.

Nedenini pek bilmiyorum ama ben zevki; öğrenmek gibi, insanların hayat kalitesinde değişiklik yapacak, belki beni takdir etmelerine, sevmelerine yol açacak değişiklikleri onlarla paylaşmak gibi konularla bağlamıştım. Sonuçta liseye geldiğimde, "Çözümlerin Adamı" olarak ün saldım. Birinin bir sorunu varsa onu bana getiriyordu. Ben de bu kimlikten büyük gurur duymaktaydım. Daha çok şey öğrendikçe, öğrenmeye daha bir tiryaki oldum. İnsan duygularını ve davranışlarını etkilemenin yollarını anlamak benim için bir tutku haline geldi. Hızlı okuma kursuna gittim, kitaplar için doymak bilmez bir iştah geliştirdim. Birkaç yıl içinde 700'e yakın kitap okudum. Hemen hepsi, insanî gelişme, psikoloji, etkileme ve psikolojik gelişme konularındaydı. Hayatımızın kalitesini yükseltmekle ilgili ne varsa, hepsini bilmek istiyordum. Bunları hemen kendime uygulamaya, başkalarıyla paylaşmaya koyuldum. Ama kitaplarla yetinmedim. Motivasyon kasetlerinin fanatiği oldum. Henüz lisedeyken para biriktirip çeşitli kişisel gelişme seminerlerine katıldım. Tahmin edebileceğiniz gibi, çok geçmeden bana, aynı mesajları tekrar tekrar dinliyormuşum gibi gelmeye başladı. Ortalıkta yeni bir şey yok gibiydi. Hevesim biraz gölgelenmeye başlıyordu.

Ama yirmi birinci yaş günümden hemen sonra, insanların hayatında yıldırım hızıyla değişiklikler yaratabilecek bir dizi teknolojiyle karşılaştım. Bunlar basit teknolojilerdi. Geştalt terapisi gibi, Erickson hipnozunun etkileme gücü gibi, NöroLinguistik Programlama gibi şeyler. Bu araçların daha önce aylar, yıllar, hattâ on yıllar alan değişiklikleri birkaç dakikada gerçekleştirebildiğini görünce, onlara yaklaşımımda bir misyoner kesildim. Varımı yoğumu, bu teknolojilerin ustası olmaya yatıracağım, dedim. O kadarla da kalmadım. Bir tek şeyi öğrenince, onu hemen uygulamaya geçirdim. Nöro-Linguistik Programlama eğitimimin ilk haftasını hiçbir zaman unutamayacağım. Kişinin doğduğundan beri sahip olduğu bir fobiyi bir saatte yok etmek gibi şeyler öğreniyorduk. Geleneksel tedavi uygulandığında bu iş beş yıl ya da daha çok sürebilen bir şeydi! Beşinci gün, sınıftaki psikologlarla ruh hekimlerine döndüm, "Hey, çocuklar, haydi birkaç fobik bulup tedavi edelim!" dedim. Yüzüme deliymişim gibi baktılar. Benim bu konuda akademik eğitime sahip biri olmadığımı yüzüme vuran bakışlardı bunlar. Altı aylık sertifika kursunun sonuna kadar beklememiz gerektiği kanısındaydılar. Ondan sonra bile, önce süreci deneyecektik. Ancak başarılı olursak bu yöntemi kullanacak hale gelmiş sayacaktık kendimizi.

Benim beklemeye niyetim yoktu. Kariyerimi hemen, radyo ve televizyon programlarıyla başlattım. Programlarım önce Kanada'nın her yerinde yayınlandı, daha sonra ABD'de de yayınlanmaya başladı. Programlarımda insanlara değişiklik yaratacak bu teknolojileri anlatıyor, eğer hayatlarımızı değiştirmek istiyorsak, bizi yıllardır geri tutan şey ister bir fobi, ister güçsüzleştiren bir inanç olsun, bunu birkaç dakikada geçiştirebileceğimizi söylüyordum. O fobiden kurtulmak için daha önce yıllar harcamış olsalar bile! Bu radikal bir kavram mıydı? Hem de nasıl! Ama ben hiç durup dinlenmeden, bütün değişikliklerin bir anda olabileceğini savunmaktaydım. Oysa çoğumuz bir değişiklik yapmaya karar vermeden önce birtakım şeylerin olmasını bekleriz. Benim iddiam, eğer insan beyninin nasıl çalıştığını gerçekten anlıyorsak, başımıza türlü olayların neden geldiği konusunda upuzun süreli analizleri yapmaktan hemen vazgeçmek, neyi acıya, neyi zevke bağladığımızı değiştirerek sinir sistemimizin şartlanmalarını kolayca değiştirip hayatımızın kontrolünü şu anda ele almak gerektiğiydi.

Tahmin edebileceğiniz gibi, doktorası bile olmayan genç bir delikanlının radyolarda böyle kuşku verici şeyler söylemesi, geleneksel eğitimden yararlanmış birtakım akıl ve ruh sağlığı profesyonellerinin hiç hoşuna gitmedi. Birkaç psikologla ruh hekimi bana saldırıya geçtiler, kimisi bu işi yayınlar aracılığıyla yaptı. Ben bu durumda, insanları değiştirme kariyerimi iki ilkeye dayandırarak kurmaya karar verdim, bunların biri teknoloji, diğeri de meydan okuma yoluydu. Elimdekinin süper teknoloji olduğunu biliyordum. İnsan davranışlarıyla ilgili kilit bir anlayışa temellendirilmiş, üstün bir değişiklik yaratma yöntemiydi. Klasik eğitim almış psikologların çoğuna bu konular öğretilmemişti. Ayrıca, kendime ve birlikte çalıştığım insanlara sürekli meydan okursam, her türlü sorunu tersine çevirme yolunu bulacağıma da inanıyordum. Bir ruh hekimi bana şarlatan ve yalancı dedi, beni sahte iddialar ileri sürmekle suçladı. Ben de ona karamsarlığı bırakıp bana bir fırsat tanımasını, yıllardır iyileştiremediği hastalarından birini bana yollamasını söyleyerek meydan okudum. Pek atak bir hareketti. Başlangıçta bu isteğimi kabul etmedi. Ama ben bazı kaldıraç yöntemleri kullanarak (bu tekniği bir sonraki bölümde anlatacağım) sonunda o ruh hekimini bana bir hasta yollamaya razı ettim. Hasta kendi başına benim serbest konuk akşamlarımdan birine gelecek, salonun ortasında, diğer konukların önünde, kendisiyle çalışmama izin verecekti. On beş dakika içinde kadının yılanlar konusundaki fobisini sildim. Oysa bana şarlatan diyerek saldıran doktor onu bu konuda yedi yıldır tedavi ediyordu! Adam en azından pek şaşırmıştı diyelim! Ama daha önemlisi, bunun bende yarattığı referansları, neler başarabileceğim konusunda bana getirdiği emin olma duygusunu düşünebiliyor musunuz? Birdenbire çığrından çıkmış biri oldum! Ülkeyi bir baştan bir başa dolaşıp, değişikliğin ne kadar çabuk olabileceğini herkese göstermeye kalktım. Nereye gidersem gideyim, insanların başlangıçta söylediklerimi kuşkuyla karşıladıklarını gördüm. Ama ben onlara ölçülebilir sonuçları göstermeye başladıkça, yalnız dikkatlerini ve ilgilerini çekmekle kalmadım, anlattıklarımı uygulayıp kendi hayatlarında ölçülebilir değişiklikler yaratmalarını da sağladım.

Acaba insanların çoğu neden değişikliğin çok uzun süreceğini sanır? Besbelli bunun bir nedeni, o değişikliği iradeleriyle gerçekleştirmeye defalarca uğraşmış, başaramamış olmalarıdır. O zaman tabii, değişiklik yaratmanın çok uzun ve zor bir süreç olduğunu varsayarlar. Aslında zor olmasının tek nedeni, çoğumuzun nasıl değişeceğimizi bilmeyişimizdir. Etkin bir stratejimiz yoktur. Eğer kalıcı bir değişiklik istiyorsak, irade tek başına yetersiz kalmaktadır.

Çabuk değişemeyişimizin ikinci nedeni de bizim kültürümüzde birtakım inançların bulunması, bunların kendi içimizdeki gücü kullanmamızı engellemesidir. Kültürel olarak biz, anî değişikliklere olumsuz asosiyasyonlar bağlarız. Çoğu kişi için, hızlı değişmek demek, zaten başlangıçta da pek bir sorunumuz yokmuş demek oluyor. Madem ki o kadar kolay değişebiliyordun, neden haftalar önce, aylar önce, yıllar önce değişip de sızlanmayı kesmedin? gibi bir hava esiyor.
Örneğin bir insan, sevdiği birinin kaybından sonra ne kadar kısa zamanda kendini toparlayıp farklı hissetmeye başlayabilir? Fiziksel olarak, bunu ertesi sabah yapabilme yeteneğimiz var. Ama yapmazlar. Neden? Çünkü kültürümüzdeki bir dizi inanç, belli bir süre yas tutmamızı şart kılar. Ne kadar bir süre sürdürmeliyiz bu yası? Bu bizim kendi şartlanmamıza bağlıdır. Bir düşünün. Sevdiğiniz birinin kaybından sonra, hemen ertesi gün yası kesseniz, hayatınızda pek büyük acılara yol açmaz mıydınız? Bir kere, insanlar sizin o kaybettiğiniz kişiyi aslında sevmediğinizi düşünürlerdi. Kültürel şartlanmanız sonucu, siz bile o kişiyi sevmediğinize karar verebilirdiniz. Ölümün bu kadar kolay üstesinden gelme kavramı, çok acı bir kavramdır. Toplumun kabul ettiği uygun süre doluncaya kadar, duygularımızı değiştirmeden acı çekmeye, yası sürdürmeye razı oluruz. Aslında dünyada, birinin ölümünü kutlayan kültürler de var! Neden mi? Çünkü onlar, bizim dünyadan ayrılmamız gereken zamanı Tanrı'nın çok iyi bildiğine inanırlar ve ölümü bir mezuniyet gibi görürler. Ayrıca birinin ölümüne üzülmekle, ancak hayatı anlamadığınızı ortaya koyduğunuzu düşünürler. Bencilliğinizi sergilemiş olursunuz, o kadar. O kişi daha iyi bir yere gitmiş olduğuna göre, demek ki siz aslında kendinize acıyorsunuz. Bu insanlar zevki ölüme bağlamışlardır, acıyı da yasa. Yas onların kültürünün bir parçası olmaktan çıkmıştır. Ben yasın kötü ya da yanlış bir şey olduğunu söylüyor değilim. Yalnızca acıdan kurtulmanın uzun zaman alacağı inancının bizim kültürümüzden kaynaklandığını söylüyorum.

Ülkenin her yanında konferanslar verirken, insanları teşvik ettim, hayatlarını değiştirecek değişiklikleri çoğu zaman otuz dakikada, hattâ daha az sürede gerçekleştirebileceklerini söyledim. Yaptığım bu konuşmaların sonradan çok tartışıldığını söylemeye bile gerek yok. Ne kadar çok olayda başarı sağlıyorsam, kendime güvenim o kadar artıyor, içimdeki yoğunluk o kadar güçleniyordu.

Doğrusunu söylemek gerekirse, biraz kavgacı olmaya başlamıştım. Oldukça da kibirli bir genç olmuştum. Özel tedavilere başladım, insanlara olayları tersine çevirmekte yardımcı oldum, ardından da seminerler vermeye giriştim. Birkaç yıl içinde, dört haftanın üçünü yollarda geçirmeye başlamıştım. Kendimi sürekli zorluyor, tüm gücümü işime veriyor, yeteneğimi ve olumlu sonuçlarımı mümkün olduğu kadar kısa zamanda çok insana yaymaya çalışıyordum.

Aldığım sonuçlar efsaneleşmeye başladı. Sonunda ruh hekimleriyle psikologlar saldırıyı kestiler, benim tekniklerimi öğrenip hastalarına uygulamaya ilgi duyar hale geldiler. Bu arada benim de davranışım değişti, biraz daha dengeli oldum. Ama mümkün olduğu kadar çok sayıda insana yardım edebilme ihtirasımı hiçbir zaman kaybetmedim.

Dört buçuk yıl kadar önce bir gün, Sınırsız Güç kitabım yayınlandığı sıralarda, San Francisco'da verdiğim seminerin sonunda isteyenlere kitaplarımı imzalıyordum. Bu arada da daha lisedeyken kendime verdiğim sözleri yerine getirmek için sebat etmenin ne inanılmaz ödüller getirmiş olduğunu düşünüyordum. Neydi o sözler? Büyümeye, genişlemeye, katkıda bulunmaya, bir fark yaratmaya adanmaktı. Bana doğru yaklaşan her gülümseyen yüze baktıkça, hayatlarını böylesine değiştirebilmek için insanlara gerekli olan becerileri öğrenmiş oluşuma şükran duyuyordum. Son grup da dağılmaya başlarken, bir adam bana yakllaşıp, "Beni tanıdınız mı?" diye sordu. Yalnız o ayın içinde bile "bin kadar kişiyi görmüş olduğum için, tanıyamadığımı itiraf etmek zorunda kaldım. "Bir düşünün bakalım" dedi. Yüzüne birkaç saniye baktıktan sonra, birden jeton düştü. "NewYork'taydı, tamam mı?" diye sordum. "Öyle" dedi. "Sigarayı bırakabilmeniz için sizi tedavi etmiştim." Yine başını salladı. Çok uzun yıllar geçti! Şimdi nasılsınız?" diye sordum. Elini cebine attı, bir Marlboro paketi çıkardı, parmağını suçlayıcı bir ifadeyle yüzüme uzatıp, "Başaramadınız!" dedi. Ondan sonra da kendisini iyi programlayamadığıma dair bir konferansa başladı. Çok sarsıldığımı itiraf etmek zorundayım! Ne de olsa, ben kariyerimi, kendimi ortaya koyarak geliştirmiş biriydim. Kendime ve diğer insanlara meydan okumaya istekliydim. Kalıcı değişiklikleri yıldırım hızıyla yaratabilmek için her şeyi yapmaya hazırdım. Adam benim kendisine sigarayı bıraktıramayışıma çatarken, acaba ters giden ne oldu diye düşünmeye başlamıştım. Acaba gururum ve şımarıklığım, gerçek yetenek ve beceri düzeyimi mi aşmıştı?

Yavaş yavaş kendime daha iyi sorular sorabilmeye başladım. Bu durumdan ben ne öğrenebilirdim? Neler oluyordu burada böyle? "Biz birlikte çalıştıktan sonra ne oldu?" diye sordum. Tedaviden bir hafta sonra sigaraya yeniden başladığını duymaya bile hazırlamıştım kendimi. Ama adamın, benimle yaptığı bir saatlik seanstan sonra iki buçuk yıl sigara içmediğini öğrendim. Sonra günün birinde bir soluk çekmiş, olanlar olmuştu. Şimdi eskisi gibi günde dört paket içiyor, yarattığı değişiklik kalıcı olmadığı için de beni suçluyordu. O zaman aklıma geldi. Bu adam mantıklı davranmıyordu. Haksızlıktı bu yaptığı. Ben ona Nöro-Linguistik Programlama diye bir şey öğretmiştim. Programlama kelimesini bir düşünün hele. Kelimenin kendi içinde bile, sizin bana geleceğiniz, benim sizi programlayacağım, sonra her şeyin çözümleneceği anlamı var. Yani siz kendiniz hiçbir şey yapmak zorunda değilmişsiniz gibi!

Ben insanlara yardım etmeyi en derin düzeyde istediğim için, kişisel gelişme sanayiindeki diğer liderlerde gördüğüm hatâya düşmüştüm. Başka insanların değişme sorumluluğunu kendi üstüme almaya başlamıştım. Bu sorumluluğu yanlış insana yüklemekte olduğum o gün kafama dank etti. Bu adam da, tedavi ettiğim başka binlerce kişi de, karşılarına dayanamayacakları bir zorluk çıktığı anda eski alışkanlıklarına kolaylıkla dönebilirlerdi, çünkü değişiklikten kendilerini değil, beni sorumlu tutuyorlardı. İşler iyi gitmezse, suçu başkalarının üstüne atıyorlardı. Kendi kişisel sorumlulukları yoktu, bu yüzden de, yeni davranışı izlemedikleri zaman herhangi bir acı duymuyorlardı.

Bu yeni perspektifin sonucu olarak, yaptığım işlerde kullandığım benzetmeleri değiştirmeye karar verdim. Bir kere, "programlama" kelimesini hemen kaldırdım, çünkü bugün de hâlâ pek çok NLP tekniği kullanıyorum ama o kelimenin doğru olmadığına inanıyorum. Buna daha iyi uyan uzun dönemli terim, şartlanma olmak zorunda. Bu kararım, birkaç gün sonra, karım eve yeni aldığımız piyano için akortçu getirdiğinde, daha da pekişti. Adam sanatında gerçek bir ustaydı. O piyanonun her teliyle uğraştı, bu işi saatlerce sürdürdü. Her birini tam gerekli boya getirip, kusursuz titreşimi vermesini sağlıyordu. Sonunda piyano çok güzel çalar oldu. Borcumun ne olduğunu sorduğumda, "Kaygılanmayın, faturayı bir dahaki gelişimde getiririm" dedi. "Bir dahaki mi? Ne demek istiyorsun?" diye sordum. "Yarın yine uğrayacağım, sonra ilk ay için her hafta geleceğim. Daha sonra ilk yıl bitene kadar üç ayda bir uğrarım, çünkü eviniz okyanus kıyısında" dedi. "Sen neden söz ediyorsun?" diye sordum. "Piyanoyu akort edip bitirmedin mi? Şimdi sesler tamam değil mi?" "Evet ama bu teller fazla sert. Bunları mükemmel bir gerilim düzeyinde tutmak için, o halde durmaya onları şartlandırmamız gerek. Tel o halde kalmayı öğrenene kadar düzenli olarak gelip yeniden germem şart" dedi. İçimden, adamın amma mesleği var, diye düşündüm. Ama o gün çok değerli bir ders öğrenmiş olduğum da ortadaydı.
Uzun dönemli değişiklik yaratmayı başaracaksak, bizim de yapmamız gereken tam bu. Değişikliği bir kere yaratınca, derhal takviye etmemiz gerekir. Ondan sonra da sinir sistemimizi şartlandırıp, bir tek kere değil, sürekli başarmayı öğrenmek zorundayız.

İnsan aerobik salonuna bir tek kere gidip de, "Tamam, vücudum harika oldu, ömrüm boyunca sağlıklı kalacağım!" diyemez. Aynı şey duygularınız ve davranışlarınız için de geçerlidir. Kendimizi başarıya, sevgiye, korkularımızdan kurtulmaya şartlandırmamız gerekir. Bu şartlandırma sırasında, bizi sürekli ve ömür boyu başarıya otomatik olarak götürecek paternleri de geliştirebiliriz.

Unutmamamız gerekir ki bizim bütün davranışlarımızı acıyla zevk biçimlendirmektedir ve acıyla zevkin davranışlarımızı değiştirme gücü vardır. Şartlanma, acıyla zevki nasıl kullanacağımızı anlamayı gerektirir. Bir sonraki bölümde öğreneceğiniz, hayatınızda istediğiniz değişikliği yaratmanız için geliştirdiğim bir bilimdir. Ona Nöro-Asosiyatif Şartlanma diyorum. Kısaca, NAC. Nedir bu?

NAC aslında, sinir sisteminizi adım adım şartlandırarak, yönelmek istediğiniz şeyleri zevkle, kaçınmak istediğiniz şeyleri acıyla bağlayıp, hayatınızda irade gücünü sürekli kullanmaksızın başarıya ulaşmak demektir. Unutmayın, sinir sistemimizde asosiyasyonları yapmaya şartladığımız şey, bizim duyu ve duygularımızdır. Bu nöro-asosiyasyonlar, bizim duygularımız ve davranışlarımız üzerinde etkilidir.

Nöro-asosiyasyonlarımızın kontrolünü elimize aldığımız zaman, hayatlarımızın kontrolünü de elimize almış oluruz. Bir sonraki bölüm size, eyleme geçecek gücü kazanmanız ve her zaman hayalini gördüğünüz sonuçları yaratmanız için nöro- asosiyasyonları nasıl şartlayacağınızı öğretecektir. Amacı size sürekli ve kalıcı değişiklikler yaratmanın zevkini tattırmaktır.

__________________
Işıldayan Safir isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla