Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18-01-2011, 11:24 PM   #26 (permalink)
Işıldayan Safir
Administrators
Zerynthia
 
Işıldayan Safir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2009
Bulunduğu yer: Mutlulukya
Mesajlar: 5,993
Tesekkür: 49,758
6,229 Mesajinıza toplam 25,545 kez İyi ki varsın demişler.İyi ki varsınız iyi ki varız.
Işıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond reputeIşıldayan Safir has a reputation beyond repute
Standart Cevap: İçindeki Devi Uyandır Kitabından Alıntılar



"Sonunda acı getirecek zevklerden kaçınılabileceğini, sonunda zevk getirecek acılara da dayanılabileceğini düşünüyorum."
MICHELL DE MONTAIGNE

Esas sorun, çoğumuzun ne yapacağımızla ilgili kararlarımızı, uzun dönemde değil, kısa dönemde acı ya da zevk yaratmasına göre verişimizdir. Oysa, başarıya ulaşmak için yapmamız gereken, değer verdiğimiz şeylerin çoğu, kısa dönemli acı çemberini yarıp uzun dönemli zevke ulaşmamızı gerektirmektedir.

Geçici korku ve tahrik anlarını bir kenara koyup uzun dönemde önemli olana odaklanmalısınız. Yani değerlerinize ve kişisel standartlarınıza. Unutmayacağınız bir nokta daha vardır. Bizi güden fiilen acının kendisi değil, belli bir şeyin, sonunda acı getireceğinden korkmamızdır. Ayrıca bizi güden fiilî zevkin kendisi de değil, belli bir eyleme geçmenin zevk getireceği yolundaki inancımız, bundan hemen hemen emin olmamızdır. Yani bizi güden şey, gerçekler değil, bizim gerçeği algılayış biçimimizdir.

Çoğu insanlar, kısa dönemde nasıl acıdan kaçıp zevke ulaşacaklarına odaklanırlar, bu yüzden de kendilerine uzun dönemde sorunlar yaratırlar. Bir örneği ele alalım. Diyelim ki birisi birkaç kiloluk fazlalıktan kurtulmak istiyor. (Biliyorum, bu sizin hiç başınıza gelmemiştir, ama biz öyle varsayalım!) Bu kişinin kafasının bir yanında, neden kilo kaybetmesi gerektiğine dair bir yığın mükemmel sebepler vardır. Kendini daha sağlıklı hissedecektir, daha enerji dolu olacaktır, elbiselerine daha kolay sığacaktır, karşı cinsin üyeleriyle biraraya geldiğinde kendini daha güvenli hissedecektir. Ama buna karşılık, kilo vermekten kaçınmak için de bir o kadar sebep vardır. Bir kere, perhiz yapmaya mecbur olacaktır, sürekli açlık hissedecektir, şişmanlatıcı yiyecekler yemek istedikçe, bu isteğini gemlemek zorunda kalacaktır, hem üstelik neden tatil bitene kadar beklemesin ki! Sebepler böyle dengelenince, çoğu kişi bu terazinin, durumu olduğu gibi sürdürme tarafına doğru kayar. Daha zayıf olmanın potansiyel zevki, perhizin kısa dönem acılarının karşısında yenilgiye uğrar. Kısa dönemde, açlık hissetmenin acısından kaçınmış oluruz, bu kararımızdan ötürü de kendimizi birkaç torba cips patatesle ödüllendiririz. Ama bu böyle sürmez. Uzun dönemde, kendimizi giderek daha kötü hissederiz sağlığımızın bozulmaya başlaması da ayrı. Unutmayın ki değerli bir şeyi istediğiniz zaman, kısa dönemli acıları yarıp, uzun dönemli zevkleri o yolla elde etmeniz gerekmektedir. İyi bir vücut istiyorsanız, o vücudu bir heykeltraş gibi kendiniz yontacaksınız. Bu da kısa dönemli acıları yarmayı şart kılar. Perhiz de aynı şeydir. Her türlü disiplin, acıları yarmayı şart kılacaktır. İş hayatındaki disiplin de, ilişkilerdeki disiplin de, kişisel güven de, sağlık da, mâlî durum da. Rahatsızlıkları nasıl yaracaksınız da amaçlarınıza ulaşmak için gerekli ivmeyi kazanacaksınız? Bir kere, onu yenme kararını vermekle başlayın. Acıya göğüs germe kararını her zaman için bir anda verebiliriz. Daha da iyisi, işlerin şartlanmayla kolaylaşmasıdır. Bunu da Bölüm 6'da daha ayrıntılı olarak ele alacağız.

Bu kısa dönemli odağın hepimizi (Niagara'da olduğu gibi) nasıl devireceğinin bir örneği olarak, bir mevduat-kredi krizi durumunu düşünelim. ABD'de bu tür son olay, ülke hükümetinin tarihinde yapılmış en büyük mâlî hatâdan kaynaklanmıştı. Tahminlere göre bu durum vergi mükelleflerine 500 milyar doların üstüne bir paraya patlamıştır, ama pek çok Amerikalının, bunun nedeni hakkında hiçbir fikri yoktur. Bu sorun kesinlikle ülkedeki her kadın, erkek ve çocuğu, belki kuşaklar boyunca etkileyecek, onlara acı verecektir. En azından ekonomik acı! Resolution Trust Company ve Federal Deposit Insurance Corporation'ın başkanı L. William Seidman'la yaptığım bir sohbet sırasında, kendisi bana şöyle dedi: "Bu kadar büyük bir hatâya dayanacak kadar zengin olan tek ülke biziz." Bu tatsız olayı ne mi yarattı? Yine aynı tutum. Sebep dururken sorunu gidermekle acıdan kaçınma çabası.

Olayın başı, yetmişli yılların sonlarıyla seksenli yılların başlarında ortaya çıkan mevduat ve kredi zorluklarıydı. Bankalar ve finans kurumları, işlerini daha çok şirketler piyasasıyla tüketici piyasasına yaymışlardı. Bir bankanın kâr etmesi için kredi vermesi şarttı. Kredinin faizi, o bankanın mevduat sahiplerine ödediği faizden daha yüksek olmalıydı. İlk başlarda, bankalar birkaç cephede zorlukla karşılaştılar. Önce şirketler, eskiden yalnızca bankalara ait olan bir alana girdi, kredi vermeye başladılar. Çünkü büyük şirketler birbirlerine kredi vermekle faizden büyük tasarruf sağlayacaklarını keşfetmiş, bugün artık "ticarî kâğıtlar piyasası" diye bilinen şeyi başlatmışlardı. Bu iş öyle başarılı oldu ki, nice bankanın kâr merkezini hemen hemen mahvetti. Bu arada ülkenin tüketici cephesinde de birtakım değişiklikler olmaktaydı. Geleneksel olarak, tüketiciler bankanın kredi sorumlusunun karşısına geçip de bir araba ya da başka mal için kredi istemeye pek de heves duymazlardı. Hele banka bu kişilerin mâlî durumlarını incelemeye başladığında, bunun acı veren bir süreç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Birçok bankaya girdiklerinde kendilerini "değer verilen bir müşteri" gibi hissetmezlerdi. Otomobil üreten şirketler bunu farkedecek îdari kurnazlık gösterdiler, müşterilerine kredi açmaya başladılar, bu arada kendilerine bir kâr kaynağı daha bulmuş oldular. Kredilerden gelen kâr, arabayı satmaktan gelen kâra eşti. Müşterilerini rahat ettirebiliyor, bankalara göre çok daha düşük faizler verebiliyorlardı. Tutumları bankalarınkinden çok farklıydı tabii. Müşterinin krediyi alması onların yararınaydı. Çok geçmeden müşteriler bu tür krediyi, bankadan alınana tercih etmeye başladılar, bu yolun rahatlığı, esnekliği, düşük faizleri hoşlarına gitti. Her şey bir tek masanın başında, o satışı yapmayı çok isteyen kibar bir görevli tarafından ayarlanıyordu. Çok geçmeden General Motors Acceptance Corporation (GMAC) ülkenin bir numaralı oto finansman kurumu haline geldi.

Bankaların son kalelerinden biri de gayrimenkul piyasasıydı, ama faiz oranları ve enflasyon bir yıl içinde %18 yükselmişti. Sonuçta hiç kimse ana parayla faizin bileşik aylık taksitlerini ödeyemez duruma geldi. Tahmin edebileceğiniz gibi, sonunda emlâk kredileri büsbütün devre dışı kaldı. O zamana kadar bankalar "kurum" müşterilerinin tümünü kaybetmişlerdi. Oto kredilerinin çoğu da ellerinden kaçmıştı. Konut kredilerini de kaybetmek üzereydiler. Bankaların yüzünde şaklayan son şamar da, mevduat müşterilerinin enflasyon yüzünden çok daha yüksek faiz arar hale gelmeleri oldu. Oysa bankaların daha önce vermiş olduğu kredilerin faizleri düşüktü ve henüz o krediler de tahsil edilmiş değildi. Her gün para kaybetmeye başlayan bankalar, kendi geleceklerini tehlikede görünce, iki şey yapmaya karar verdiler. Birincisi, kredi müşterilerinde aradıkları standartları düşürdüler. Neden mi? Çünkü standartları düşürmeseler kredi verecek kimseyi bulamayacaklardı. Kredi vermezlerse kâr edemezlerdi, bu da kesinlikle acı demekti. Buna karşılık, parayı geri ödeyecek birine kredi olarak vermek, zevk demekti. Zaten işin riski de çok azdı. Krediyi verdikten sonra adam geri ödemezse, vergi mükellefleri, yani siz ve ben, nasılsa bankaları kurtaracaktık. Yani nihaî analizde, acı korkusu pek az, paralarını (yoksa bizim paramızı mı?) verme riskini göğüslemek için özendiriciler ise pek çoktu. Bankalarla finans kuruluşları bir yandan da Kongre'ye baskı yapıyor, batmamaları için önlem istiyorlardı. Dolayısiyle birtakım değişiklikler oldu. Büyük bankalar, sermaye kıtlığı çeken yabancı ülkelere kredi verebileceklerini fark ettiler. Bir kahvaltı toplantısında, belli bir ülkeye 50 milyon dolar söz vermek işten değildi. Hem milyonlarla tüketiciye kredi vermekten kolaydı, hem de bu işin kârı azımsanacak gibi değildi. Banka müdürleriyle kredi sorumlularına, açtıkları kredilere göre prim ve ikramiye de veriliyordu. Bankalar artık bir kredinin kalitesine bakmaz olmuşlardı. Brezilya gibi bir ülke parayı geri ödeyebilir mi, ödeyemez mi, düşündükleri yoktu. Çoğu bu konuda pek kaygılanmıyordu. Neden mi? Bizim onlara öğrettiklerimizi yapıyorlardı da ondan. Biz onlara, Federal Deposit Insurance sayesinde kumarbazlığı öğretmiştik. Kazanırsanız büyük kazanırsınız, batarsanız, hesabı biz öderiz, demiştik. Bu senaryoda bankacı için pek bir acı gözükmüyordu.

Yabancı ülkelere kredi verecek kadar kaynağı olmayan küçük bankalara gelince, onlar da yapılabilecek ikinci en iyi şeyi yaptılar, ABD içindeki müteahhitlere kredi verdiler. Bu arada onlar da standartlarını düşürdüler, müteahhitler eskiden beri âdet olan yüzde 20'yi bile yatırmadan kredi alabilmeye başladı. Aslında onların da kaybedecek bir şeyi yoktu, zaten başkalarının parasını kullanmaktaydılar. Bu arada Kongre de işhanı yapımına öyle cazip vergi özendiricileri getirmişti ki, müteahhitlerin artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Piyasa uygun muymuş, o bina o mevkie uyuyor muymuş bu tür analizleri yapmıyorlardı bile. Onların tek derdi, ömürlerinde görmedikleri oranda, vergiden masrafları düşebilmekti. Sonuçta harıl harıl bina yapıldı, piyasada tıkanma oldu. Arz, talebi bu kadar aşınca piyasa çöktü. Müteahhitler bankalara koşup, "Ödeyemiyoruz" dediler. Bankalar da vergi mükelleflerine döndüler, "Biz de ödeyemiyoruz" dediler. Ne yazık ki bizlerin dönebileceğimiz kimse yoktu. Daha da kötüsü, bu ülkede sömürü nasıl olur, onu görmüştük artık. Ne zaman karşımıza zengin biri çıksa, mutlaka birinin sırtından zengin olmuştur, diyecektik. Böyle olması, kendi işlerini kurmuş olan, istihdam yaratan, Amerikan rüyası dediğimiz şeyin gerçekleşmesini sağlayan insanlara biraz haksızlık tabii. Olay baştan sona, acı-zevk dinamiğini doğru dürüst anlayamayışımızdan, uzun dönem sorunlarını kısa dönem çareleriyle alt etmeye kalkışımızdan doğmuştu. Acı ve zevk, küresel bir tiyatronun da kulis yönetmeni durumunda gözüküyor. Yıllar boyunca SSCB ile karşılıklı, giderek hız kazanan bir silahlanma yarışını yaşadık. İki ulus habire silah yapıyor, "Siz bizim canımızı yakarsanız, biz de sizin canınızı daha kötü yakarız," tehditleri dinmek bilmiyordu. Sonunda silahlara saniyede 15.000 dolar harcar duruma geldik. Gorbaçov'un birdenbire silah sınırlama anlaşmalarını yeniden görüşmek istemesinin nedeni neydi? Cevabı, acı. Bizim askeri çabalarımızla yarışmaya çalışmayı, korkunç bir acı olarak görmüştü. Finansal açıdan mantıklı bir şey değildi. Halkının karnını bile doyuramaz durumdaydı! İnsanlar aç kaldımı, silah düşünmekten çok midelerini düşünürler. Cephanelikleri doldurmaktan çok kendi kilerlerini doldurmak isterler. Paraların israf edildiğine inanmaya başlar, değişim isterler. Gorbaçov'un tutumunu değiştirmesi, büyük adam olduğundan mıydı? Belki. Ama kesin olan bir tek şey var adamın başka seçeneği yoktu.

__________________
Işıldayan Safir isimli Üye şimdilik offline konumundadır Offline   Alıntı ile Cevapla